12 Şubat 2019 Salı

HANGİSİNİ TERCİH EDERSİN MİMİ

Recep Hilmi Tufan arkadaşımız "Hangisini tercih edersin?" sorusuyla bir mim başlatmış, bir çok kişi tarafından cevaplandırılmıştı. İşin doğrusu bloggerlar tarafından verilen cevaplar maksadından biraz farklı şekilde ilerlemiş. Değerli arkadaşımızın tasarlamış olduğu formata göre soruların nedenleriyle birlikte cevapları verildikten sonra cevapları veren kişi kendi sorularını farklı arkadaşlarına soracakmış (!) Bu sorulara cevap vermeyen bir ben kaldım sanırım. Ne var ki bazı soruların beni benden aldığını da zikretmeden geçmeyeyim. Cevaplarımı ben de merak ediyorum. Hadi o zaman başlayalım:

Hangisini tercih edersin? Uçabilme yeteneğinin olmasını mı yoksa su altında da nefes alabilmeyi mi? Neden?
İkisinden birini tercih etmek zorunda mıyım? Ayrıca havada ve su altında yaşam mücadelesinin daha zor olduğunu tahmin ediyorum. Sürekli olarak değil de canım istediğinde, hava şartları da uygunsa eğer, kanatlanarak uçmak daha cazip gelebilir belki. Suyun altı birçok güzelliğe sahip olmasına karşın daha ürkütücü gelir bana.
Hangisini tercih edersin? Sonsuza dek etrafının kitaplarla çevrili olmasını mı yoksa evcil hayvanlarla mı? Neden?
Kitaplarla elbette. Evcil hayvanları bakmak büyük sorunluluk ister, altından kalkamam. Şartlar müsait olsaydı sadece bir köpeğim olsun isterdim.
Hangisini tercih edersin? Büyük ellere sahip olmayı mı yoksa büyük ayaklar mı? Neden?
Büyük eller, ayaklar derken ne kadar büyük? Beni en çok benden alan soru bu işte. Yok, kalsın ikisinin de orantısı güzel.
Hangisini tercih edersin? Geriye kalan hayatının tamamında çay içmeyi mi yoksa kahve içmeyi mi? Neden?
Bu soru, bana göre cevabı en kolay olanı. Zira nadiren görülen çaydan hoşlanmama hastalığına sahibim. Kahveyi severim ama.
Hangisini tercih edersin? Pilav üstü kuru mu yoksa köfte patates mi? Neden?
İkisi de sevdiğim yemekler. Pilav üstü kuruyu güzel bir pilavın hatırına köfte patatese tercih ederim.
Hangisini tercih edersin? Sınırsız döner mi yoksa sınırsız kokoreç mi? Neden?
Bana sorulabilecek kolay sorulardan biri daha. Elbette kokoreç, ama İzmir usulü olacak. Hergün yesem bıkmayacağım bir lezzet, tabii ustasının elinden. 
Hangisini tercih edersin? Ölüm saatini bilmeyi mi yoksa nasıl öleceğini bilmeyi mi? (Ölüm tarihini ve ölüm şeklini değiştiremiyorsun.) Neden?
Cevabı zor olan aynı zamanda beni benden alan bir soru da bu. Ölüm saatimi bilsem (yukarıdan vahiy yoluyla gelmiş olmalı) sanırım onu öne almaya çalışırdım. Ne demek şimdi ya iki yıl kaldı, altı ay kaldı, bir haftam kaldı, 12 saatim... Böyle bir yaşam düşünemiyorum. Evet, hepimiz zamanı gelince öleceğiz ama bunun bilinmez olması bence iyi tasarlanmış. Nasıl öleceğini bilmek de huzursuz eder insanı. Mesela trafik kazasında öleceğim bildirilmiş olsa evden çıkmaz sonsuza dek yaşayacağımı zannederdim. En sonunda torunlarımın torunları iple dışarı çeker arabanın önüne atarlardı beni herhalde... Bu sorunun net cevabı yok sanki.
Hangisini tercih edersin? 500 yıl gelecekte yaşamayı mı yoksa 500 yıl geçmişte yaşamayı mı? Neden?
Bu hususta tercihim net. 500 yıl geçmişte yaşamayı tercih ederdim. Her şeyden önce geçmiş bilinendir ama 500 yıl sonrasını kim bilebilir. 500 yıl öncesinin doğal meyve ve sebzelerinin tadına varmayı, küçük şeylerle mutlu olmayı isterdim. Bu gidişle 500 yıl sonrasının nereye varacağı bilinmez ama yaşamak için daha çok çalışmanın gerekeceği, sömürmek, sömürülmek, mutsuz insanlar geliyor ilk aklıma.
Hangisini tercih edersin? Her yıl yenilenen tek seferlik uluslar arası bir uçuş bileti mi yoksa yurt içinde geçerli sınırsız uçak bileti mi? Neden?
Uluslar arası bileti tercih ederim tek seferlik de olsa. Bir kez yurt dışına çıksam yeter. Daha fazlasını cebimden öderim artık. Gezmek ise söz konusu olan, yurt içinde arabamla yolculuk yapmayı tercih ederdim.
Hangisini tercih edersin? daha çok dinlemeyi mi daha çok konuşmayı mı? Neden?
Sanırım bunun yaşla ilgisi var. İnsan yaş aldıkça tecrübesi ve anlatacağı daha fazla oluyor. E, ben de artık gençler kategorisinden çıktım sayılır. 

Evet, böylece soruların sonuna gelmiş bulunuyoruz. Hayat yolunda şansınızın tercihleriniz doğrultusunda olmasını diliyorum.  

7 Şubat 2019 Perşembe

İNSANLAR, İNSANCIKLAR...

Taş Ev insanları tanımaya devam ediyor... Genç bir hanım, otuzlu yaşlarda. Alışverişini yaptıktan sonra sohbete başlıyoruz. Ticarette siyaset olmaz ama bizim buralar neredeyse silme Atatürkçü olduğu için nispeten rengimizi belli etmekte mahzur görmüyoruz. Doğal gıdalara geliyor konu. Oradan tohum yasasına, yerli üretime. GDO'lu ürünlerden girip ülkesindeki baskı rejiminden kaçan İranlılardan çıkıyoruz. Zaman zaman gerilimli geçen ayaküstü tartışma en az bir saat devam ediyor. İyi ki iki kişiyiz, birimiz gelen müşterilerle ilgilenme imkanı buluyor.  

Hanımefendi "Bakın, ben siyaset yapmıyorum." derken dik âlâsını yaptığının elbette farkında. Eşimle ağzımız açık, sabırla dinliyoruz söylediklerini. Birkaç kelimelik itiraz cümleleri, hanımefendiyi daha çok ateşliyor. Sanki bu ülkede yaşamıyormuşuz hissine kapılıyorum.

31/10/2006 tarihinde TBMM'de kabul edilen "Tohumculuk Yasası" nı meğerse ABD çıkarmış (!) Hükümetimiz buna karşılık değişik birlik ve kurumları aracılığıyla yerli tohumculuğa büyük destek veriyormuş(!) Eşim, yasaya göre yerli tohumun satışının yasaklandığını söyleyecek oluyor, dinleyen kim? Türkiye, kendi kendine yeten ender ülkelerden biri deyince ben dayanamıyorum bu kez. "O eskiden öyleydi, şimdi samanı bile ithal ediyoruz." diyerek müdahil oluyorum. Yavaş yavaş saygı ve sabır sınırlarını zorlayan atmosfer oluşmaya başlıyor, hele "Siz hiç kitap okuyor musunuz?" diye sorunca. Yok anacım, biz yaylada kaval çalıyoruz dememek için zor tutuyorum kendimi.

Hoop atlıyor başka bir konuya. "Ülkemizde birlik beraberlik var, biz Türkler en zor anımızda küllerimizden yeniden doğarız. Yunanistan bizi vurmak için gizli planlar yapıyor." Dur hele dur, Yunanistan bizi mi vuracak? "Yurdumuzun kalkınmasını çekemiyorlar, ülkemizde özgürlük var, herkes mutlu. Siz biliyor musunuz, İranlılar akın akın Türkiye'ye göçüyor. Suriyelilerin arkasından birkaç yıl sonra dört milyon İranlı göçmenimiz olacak. Bu ülke onlara da kucak açacak ama biz kendi yurdumuzda azınlığa düşeceğiz bu gidişle. İran yönetimi Sünnilere, Azerilere, Şiilere, değişik etnik ve dini kökene sahip insanlara ayrı ayrı baskı uyguluyor. İzmir'e binlerce İranlı gelip kalıcı olarak yerleşti. Zulümden kaçıp huzura geldiler."

İranlıların İzmir'e akın ettiğini bilmiyordum. Araştırdım. Evet doğru geçen yıl İran uyruklulara İzmir'de 8.000 daire satılmış. Bunun asıl nedeni yasalarda yapılan değişiklikmiş tabii. Yabancıların mülk sahibi olmalarına sağlanan kolaylıktan dolayı böyle bir durum çıkmış ortaya. Hükümetimiz kaynak yaratmada uzman, hiçbir fırsatı göz ardı etmiyor. Yoksa, İzmir limanına demir atmak üzere kimsenin İran rejiminden kaçtığı falan yok. Kaldı ki bu konuları araştırırken bir haber dikkatimi çekiyor. Dini bir sıfatı da bulunan İran İçişleri Bakanı, kadın özgürlüğünü kısıtlama faaliyetlerinde başarısızlığa uğradıklarını kabul etmiş. Bu İran kadınının ne kadar mücadeleci bir karaktere sahip olduğunu gösteriyor açıkça.

Giderayak bir soru daha soruyor bize. "Sizce bizim bu denli güçlü olmamızın sebebi ne?" Eşim bam teline basıyor. "Biraz gücümüz kaldıysa o da Atatürk sayesinde." "Evet," diyor hanımefendi, "O da var tabi ama biz zor anlarımızda birleşiriz, birleşince kuvvetleniriz." Dükkandan ayrılır ayrılmaz alışveriş yaptığı kredi kartının işyeri nüshası slipi üzerindeki isme bakıp google amcadan parti bağlarını araştırıyoruz. Bakış açılarımızın bu kadar zıt, üstelik kendinden yaşça büyük insanlara ders anlatır gibi akıl veren saygısız ve ukala bir insanla ilk kez bu kadar uzun bir süre tartıştığımızı düşünüyorum.