30 Ağustos 2023 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 210

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor. Uzun bir aradan sonra sohbetlere geri döndüğüm için mutluyum. Bu arada yılmaz bir savaşçı olarak etkinliği devam ettiren sevgili Deep, kararlı tutumundan dolayı bir kez daha takdirimi kazandı. Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Listeyi bugün güncelleştireceğim. Evet, Ağaç Ev Sohbetleri beşinci yılında ve bu haftanın konusu, yine sevgili DeepTone'dan. 

"Kendimize benzeyen arkadaş mı benzemeyen arkadaş mı seçmek daha keyifli?"

Öncelikle arkadaş seçimini ele almak istiyorum. Elbette arkadaş seçimi pazarda sebze meyve seçmekten farklı bir şey olmalı. Sözgelimi bir partiye gidiyorsunuz, orada bir sürü arkadaş namzedi var, ve siz kendinize uygun gelen arkadaşı seçiyorsunuz. Tipini, görünüşünü, tavırlarını beğendiniz diyelim, peki nasıl bir karaktere sahip? Hadi seçtik diyelim; peki o arkadaş sizin arkadaşlığınızı kabul edecek mi? Bence arkadaş seçilmez, tesadüfler insanları bir araya getirir ve kafası birbirine uyan kişilerle arkadaşlık tesis edilir. Oturduğunuz mahalleden, okuldan, iş yerinden, katıldığınız bir davetten ya da gittiğiniz, gezdiğiniz yerlerden kendinize bir arkadaş bulabilirsiniz. Yani tesadüfen bir araya gelmek işin ilk adımıdır.

Arkadaş seçimi ancak karşımızdaki namzetin bizi arkadaş olarak uygun görmesinden sonra başlar. O zaman o kişi ile arkadaş olma ya da olmama yönünde tercihimizi yapabiliriz. Kendimize benzeyen arkadaştan söz ederken fiziksel görünüşün kastedildiğini sanmıyorum. Buradan anlayacağımız, karakter yapısı, sahip olduğu ideoloji, hobileri, zevkleri vs. kriterler olmalı. Söz konusu kriterlerde birbirleriyle azami ölçüde uyum sağlayan kişiler daha keyifli bir arkadaşlığa yelken açabilirler. Pek çok kişi futbol maçlarını izlemeyi sever. İki arkadaştan biri futboldan hoşlanmıyorsa hiç keyifli bir manzara çıkmaz ortaya. Bilimsellikten uzak, dogmatik fikirlere dayanan inanca sahip biriyle sohbet edebilirim, yeter ki zihni açık olsun. Fakat beyni örümcek bağlamış, sabit fikirli bir insanın bana ne faydası olabilir, aramızdaki sohbet beni keyiflendireceği yerde sinirlerimi yorar. Saçının bir teli görünürse bunu ahlâk sorunu yapan ve cehennemde yanacağına inanan bir hatun ne kadar iyi özelliğe sahip olursa olsun asla arkadaşım olamaz. 

Hayat arkadaşı dediğimiz ve evlilikle sonuçlanan eş seçiminde durumun biraz farklı olduğunu düşünüyorum. Zira normal arkadaşlıklarda istediğin zaman arkanı dönüp gidebiliyorsun. Evliliklerde eşler biraz daha tahammül etmek zorunda birbirlerine. Güvene, saygı ve sevgiye dayalı evliliklerde, eşler birbirlerine benzemese de ilişki keyif verici olabilir. Elbette benzemezlikler bazen yıpratıcı, can sıkıcı olabilir. O zaman sabır ve hoşgörü ile sıkıntıların üstesinden gelinebilir. Zaman zaman söz konusu benzemez özellikler olumlu sonuçlar da verebilir. Eşimle ideolojik görüş ve diğer temel konularda birbirimize benzeriz fakat benzemeyen pek çok özelliğimiz de mevcut. O, olaylar karşısında ani tepki gösterirken ben daha sakinim. Tatlısından tuzlusuna, mezesinden, etine, sebzesine çok güzel yemek yapar. Genellikle sarımsak kullanmayı sever yemeklerde. Benimse kokusuna dahi tahammül edemediğim bir şey şu sarımsak. Dışarıda yiyorsun evde neden yemiyorsun deyip tartıştığımız çoktur. Bilmiyorum, gerçekten dışarıda yediğim zaman belki fark etmiyorum, haklı olabilir. Şimdi bu tür benzemeyen yönlerimizden dolayı ortaya çıkan tartışmaların keyifli olduğu söylenebilir mi? Sözgelimi eşimle oturup midye dolma ve bira içmeyi ne kadar isterdim. Ne büyük keyif olurdu! Lâkin eşim hijyen bakımından midyeyi ağzına koymadığı gibi bira içmeyi de sevmez. Yine de her türlü benzemez yönümüzle ben ondan çok memnunum, kırk yıla yaklaşan ilişkimizin benim açımdan son derece keyifli olduğunu düşünüyorum.

23 Ağustos 2023 Çarşamba

ZİNCİRLERİ KIRMAK

Zincirleri kırmak, şu atalet çemberinin içinden çıkabilmek ne zormuş! Ağaç Ev Sohbetleri dışında tam 199 gündür yazı yazmadığım gibi artık istediğim kadar blog ziyareti de yapmıyordum. Ağaç Evleri Sohbetlerine bile iki ayı aşkın bir süredir katılamadım. Aslında her an kendimi yazacakmışım gibi hazır hissediyorum ama o takati kendimde bulamıyordum şimdiye kadar. Neden bu böyle oldu, heyecanımın ateşine kimler su püskürttü, bilmiyorum. Bu süre zarfında okuduğum kaliteli kitapların değerlendirme yazılarını yazma arzusunu yitirdim. Yazmaya ve okumaya hiçbir şeyin engel olamayacağını zanneden ben, üreteceğim bahanelerin arkasına sığınmaktan kendimi alamadım. Önce deprem daha sonra seçim gerilimi yazmaktan alıkoyan gerekçeler olamazdı beni. Öyle güzel yazılmış kitaplar okudum ki, bazen aşağılık duygusuyla içime kapanıp sen kim, yazmak kim düşüncesine teslim oldum. Bazen de hayatın anlamını sorgularken güzel yazsan ne olacak ki, hepsi bir gün yok olacak diyerek teselli avuntusuyla teskin ettim kendimi. Ve gün geldi, yeniden yazıya dönmek için bahaneler aramaya başladım. Yazmanın bahanesi mi olur, aldım elime kızılcık sopasını vurdum kaba etlerime, haydi yaz artık, yazıklar olsun sana, torunun dünyaya gelmiş, ondan bile bahsetmemişsin diye üstüme yürüdüm. Torunuma, dünyanın en tatlı varlığına geleceğim ama daha önce biraz daha içimi dökmek istiyorum.

Belirli bir dünya görüşüm var fakat şimdiye kadar hiçbir siyasi faaliyetin neferi olmadığım gibi, hiçbir partiye de üye yazılmadım. Son seçim döneminde bir yol ayrımına gelmiştik. Ya mevcut siyasi iktidar yerini perçinleyip ülke olarak karanlığa sürüklenecektik ya da en azından eskiden olduğu gibi yarım yamalak bir demokrasi getireceğini, adaletin sağlanacağını vaat eden muhalefete destek verecektik. İktidar lideri ve yöneticilerinin yalan, hakaret içeren söylemleri karşısında ılımlı bir dil kullanan muhalefet bileşenleri az da olsa bir umut ışığı yakmıştı. En önemlisi, dini ve milli duyguları sömüren, halkı saçma sapan politikalarla ekonomik bunalıma sürükleyen, cehaletin temsilcisi, yirmi yıldan bu yana özgürlükleri ortadan kaldıran, ülkeyi tarikatlara teslim eden bir ideolojinin sonunu getirecektik!

Sonradan ah vah demeyelim, üzerimize düşen görevi lâyıkıyla yerine getirelim diye, her iki seçimde, eşimle birlikte sandık görevlisi olduk, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde % 92 oranında muhalefet adayına oy çıkan sandığımızı ilçe seçim kuruluna teslim edene kadar koruyup başından ayrılmadık. Sonuç hepinizin bildiği üzere büyük hayal kırıklığı, hüsran... 

Seçimi kaybetmemizden daha fazla beni üzüntüye boğan, ana muhalefet partisi başkanının bu yenilgiyi insanlara bir başarı olarak gösterme çabası oldu. Özellikle emekleyen demokrasilerde halk, siyasal partilerin başında karizmatik liderler bekler. İktidarın karşısına çöp tenekesini koysan yüzde altmış çöp tenekesi kazanır atmosferi varken ana muhalefet liderinin hezimete uğradığı halde koltuğuna yapışmasının ne anlamı olabilir. Şu anki düşüncem, bu lider, ağzıyla kuş tutsa artık benim oyumu alamaz. Halen piyasada olan hiçbir muhalefet siyasetçisine de güvenmiyorum. İstedikleri kadar darbeci desinler, halkımızın demokrasiden bir şey anlamadığının bilinciyle bundan sonra seçimle iktidarın değişeceğine inanmıyorum. Bu ülkede ayrımcılık, din ve milli duyguların sömürülmesi prim yaparken muhalefet en olumsuz koşullarda bile bir varlık gösteremiyorsa tek yol devrim...