tag:blogger.com,1999:blog-69137924237507900902024-03-25T00:36:45.672+03:00KAPLAN DIARYKaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.comBlogger1387125tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-48118421121392791182024-03-17T14:13:00.000+03:002024-03-17T14:13:37.271+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 238<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiT9EKJh5UKrXRyWGt-Ye_Tc-fFjMlN8pHHt2LrvjlzRLeQpl6xti0ZKRwCy81CCBtnhR2mfnO5cGm5VNNZjc92B0KpxYnJ-dryV6Eoqiv3b7d9Orl3MIs9juJ8PZcwMqWOyAIlztJMgomOiTWOhHjsPRnIePzmogUvAkLqHTlR6Qtv62ChAP89OVdIgdA/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiT9EKJh5UKrXRyWGt-Ye_Tc-fFjMlN8pHHt2LrvjlzRLeQpl6xti0ZKRwCy81CCBtnhR2mfnO5cGm5VNNZjc92B0KpxYnJ-dryV6Eoqiv3b7d9Orl3MIs9juJ8PZcwMqWOyAIlztJMgomOiTWOhHjsPRnIePzmogUvAkLqHTlR6Qtv62ChAP89OVdIgdA/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2024/03/agac-ev-sohbetleri-238.html" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Ramazan ayının güzellikleri"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Bu soruya cevabım çocukluk yıllarında çok farklı olurdu. O zaman oradan başlayayım. Aileden kaynaklı yetiştirilme tarzım, çevre etkisinden dolayı ramazan ayı hakkında düşüncelerim bugünküyle kıyaslanamaz. Çok sevdiğim dedemi kaybettiğimde on yaşındaydım. Ölümünden birkaç ay önce elimden tutup Yüzbaşı Hasan Ağa camisine götürmüştü beni. Benden büyük üç öğrenciyle birlikte indirdiğimiz ilk hatimlerin duası yapılacak, mevlid okutulacaktı. Bendeki hava, dedemim gururu inanılmazdı. Birkaç gün önce aynı camide peygamberin sakalını öpmüştük! Cam fanusun içinde bir kıl. Kilise papazlarının elinde buhurdanlıkları, cemaati takdis eder gibi... O zamanlar ramazan ayı diğer aylardan çok farklıydı. Sabahları sahura kalkmak bir onur meselesiydi benim için. Akşam iftar saatine mağrur bir komutan edasıyla girer, cennetteki yerimi sağlamlaştırdığımı sanırdım. Mustafa adında bir arkadaşım vardı mahalleden. Babasının küçük bakkal dükkânında geçirirdik zamanımızın çoğunu. Ramazan ayı geldiğinde dükkânın kapısını kapatıp yan yana namaz kıldığımızı hayal meyal hatırlarım. Akşam vakitleri başka bir heyecan sarardı bizi. Her gece farklı bir camide kılardık yatsı ve teravih namazlarını. Ne kadar uzakta kılarsak sevabı o kadar büyük olur derlerdi! Sokak aralarında yolumuza devam ederken çerezciden aldığımız kâğıt külâh içinde 50 kuruşluk tuzlu fıstık sohbetlerimize eşlik ederdi. Neler konuşurduk aklımdan çıkmış tamamen. Bayram ziyaretleri pek eğlenceli gelmezdi bana. Çünkü diğer çocuklar gibi kapı kapı dolaşıp para toplamanın ayıp olduğunu söylerdi büyüklerimiz. Hacı babaanne ziyaretlerinin de ilgi çekici bir yanı yoktu zaten. Mutlaka bayramın ilk günü gitmek zorundaydık. İzmir'in en yakın ilçesinde oturuyorlardı. Evlerine vardığımızda kanapeye ayağımızı toplayıp otursak, köpek oturuşu diye kendimize çeki düzen vermemizi isterlerdi. O zamanlar hiç sevmediğim ev yapımı baklava en meşhur ikramlarıydı. Israrla ilâç gibi yemek zorunda kalırdım. Evde kazara buzdolabı bozulsun. Mutlaka bu biz çocukların işiydi! Bayramlık olarak tek kuruş çıkmazdı ceplerinden. Çocuklara akide şekerinin yanı sıra verdikleri hediye sadece küçük çocuk mendilleriydi. Hacı dedemiz, nam-ı diğer makinist Ahmet, gençliğinde her haltı yemiş, yaş kemale erince nedamet getirmiş bir zattı. Kutsal topraklardan döndükten sonra dede sözcüğünün önüne "hacı" sıfatını mutlak surette koymak zorundaydık. Devamlı kuran okur, hatim indirir ve onları bir kenarda biriktirirdi. İhtiyacı olanlara ya da ölmüşleri için talepte bulunanlara biriktirdiği hatimlerden satardı. Evet, satardı. İhtiyaç sahipleri gönüllerinden kopanı beyaz bir zarf içind takdim ederlerdi kendisine. Ben de o zamanlar kuran okumayı tecvidiyle öğrenmiştim. Hatta henüz on bir, on iki yaşlarında olmama rağmen yaz tatillerinde camilerde açılan kuran kurslarında öğrencilerim bile vardı. Bu yüzden hacıların evinde yediğimiz öğle yemeğinin ardından sofra duası okuma görevi bana aitti. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Aradan geçmiş yarım asır. Nereden nereye... O günleri özlüyor muyum, hayır. Eskiden "hayırlı cumalar" lâfı edilmezdi pek. Şimdi her şey hayırla anılıyor sosyal medyadaki gruplarda. Hayırlı kandiller, hayırlı ramazanlar, hayırlı bayramlar... Bayramlar, cumaların diğer günlerden farkı yok benim için. Özlediğim tek şey ramazan pidesi diyecektim ona da gerek kalmadı, bizim fırınlar yıl boyunca her gün ramazan pidesi çıkartıyorlar artık. En azından bizim fırıncıların ramazan ayının diğer aylardan farklı olmadığını kavramış olmaları sevindirici. Allaha şükür medeni bir vilayette ikamet ediyoruz. Yıllar önce Konya'da çalışıyordum. Şantiye suları içilmez olduğu için yoldaki bir çeşmeden bidonlara su dolduruyorduk. Yaz günüydü. Dalıp çeşmeye ağzımı dayadım. Başımı kaldırdığımda ihtiyarın biriyle yüz yüze geldik. O düşmanca bakışı unutamam. Yine ihaleye teklif verebilmek için işin yapılacağı yeri görmek üzere Karadeniz bölgesinde bir yere gitmiştik. Ramazan ayıydı. Ne sabah kahvaltısı, ne öğle yemeği yiyebildik... Her yer kapalı, bakkalı, fırını her yer. Akşam iftar vaktine kadar aç kaldık, niyetsiz oruç tutmuş olduk. Küçük bir ilçeydi son durağımız. Lokantalardan birine girdik. Top atılmak üzere kimseye sormadan çorbalar önümüze konuldu. Açlıktan yutkunuyoruz ama kimse elini kaşığa uzatmadığı için beklemek zorundayız. Kabir azabı gibi bir şey...</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Ramazan adetleri, oruç tutma, sahur, iftar, ramazan davulu gibi ritüeller bana garip geliyor şimdi. Hiçbirinin eğlenceli bir yanı yok. Bu dünya bir sınav yeri, herkes hesabı ahiret günü verecek martavalına inanmıyorum. Dini konularda ahkâm kesen mürşitlerin bir eli yağda bir eli balda. Saf ve salak müritler ekmeğe muhtaç. Cami imamları siyasi otoritenin maşası durumunda. Diyanet padişahın emrinde. Yani tekrar ediyorum, geldiğim noktada ramazan ayının hiçbir eğlenceli yönü kalmadı benim için. Tam aksine şeriat yanlıları ve dini siyasete alet edenler, tarikatler ve cemaatler bu ayın hürmetine saf vatandaşları kandırarak yanlarına çekmeye çalışıyorlar yerel seçimlerin arifesinde. Aklımın ermediği; bu çağda, teknoloji ve bilimin geldiği bu noktada, insanlar iki bin yıl öncesinin antik Yunan filozoflarının zekâsından, düşünce yapısından nasıl daha geri olabiliyor? Ülkemizde bir rönesans yaşanması gerek. Nasıl avrupada kilise kendi alanına çekildi, dünya işlerinden uzaklaştırıldı, bizde de aynısı yapılması lâzım. Diyanet tez elden kapatılmalı, imamların maaşı ve cami giderleri cemaatleri tarafından karşılanmalıdır. Dini kurumlar, cemaatler, vakıfların ticari ve siyasi bağlantıları yok edilmeli ve bunları sıkı bir şekilde denetleyecek maliyeci ve hukukçulardan müteşekkil bir organ teşekkül ettirilmelidir devlet tarafından. O zaman göreceğiz bakalım ülkenin yüzde kaçı müslüman, camiye kaç kişi gidiyor? Bu arada herkese hayırlı ramazanlar! </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com10tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-5197329193803367082024-02-21T02:21:00.000+03:002024-02-21T02:21:14.318+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 235<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlh084onzZEfN1WIee-1JqtAqPSOKkTk51qf45ih7JmBppNqrGF37ZrwSn9VeCfaH-sYb3JrFVtct_XycI5jFujq7YIf7fPMCrjtKdEjwMXPrMgotqWJFar3ZCNZnhIclVl2iNps2OZ2xVybMProShGF9j8ktDzR-DV6cRaNrLSTwinWkFRsl5-FhsWZA/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlh084onzZEfN1WIee-1JqtAqPSOKkTk51qf45ih7JmBppNqrGF37ZrwSn9VeCfaH-sYb3JrFVtct_XycI5jFujq7YIf7fPMCrjtKdEjwMXPrMgotqWJFar3ZCNZnhIclVl2iNps2OZ2xVybMProShGF9j8ktDzR-DV6cRaNrLSTwinWkFRsl5-FhsWZA/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2024/02/agac-ev-sohbetleri-235.html" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></div></span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Ortalama insan sağlığı gelecekte günümüzden daha kötü mü olacak?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Geleceğin nasıl olacağı hakkında fikre sahip olsam bu soruya daha sağlıklı bir cevap verme imkânım olabilirdi. Mevcut küresel rejimlerde devrim niteliğinde köklü bir değişim olmadığı sürece bu günlerimizi arayacağımız yadsınamaz bir gerçek.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Vahşi kapitalizmin kolları insan yaşamında hayati öneme haiz her konuya uzanmış, bir ahtapot gibi insanları içine hapsetmiş. Para kazanma hırsı her türlü insanlık onurunun üzerinde. Mevcut siyaset kurumları çürümüş, her biri rüşvet, yolsuzluk, adaletsiz uygulamaları ve hak gasplarıyla kapitalizmin aracı haiine gelmiş. Gıda sektörü, sağlığa zararlı, katkılı ve GDO'lu ürünlerle at koşturuyor. Hava ve çevre kirliliği almış başını gidiyor. İşin tuhaf yanı bütün bunlar teknolojik gelişmeye bağlı ve onca zararlı etkilerine rağmen insanın ortalama yaşam süresi uzuyor! Bu durum gerçekten son derece çarpıcı. Çocukluğumda yaşlılar elli, elli beş yaşlarında dünyayı terk ederlerken hiçkimse arkalarından "yazık daha çok gençti" demiyordu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Aslında şaşıracak bir durum yok. Dünyanın savunma sanayinden sonra ikinci büyük sektörü, küresel sermayenin azraili sağlık ve ilaç şirketleri yaşlıları çok seviyor. Eğer sağlık kurumu küresel sermayenin elindeyse, ileri teknolojinin insan sağlığına fayda sağlayacağını düşünmek en hafif deyişle safdillik olur. Evet, insanın ortalama ömrü uzamıştır ve bunu teknoloji ve bilimin ilerlemesine borçluyuz. Peki bu teknolojiyi geliştiren, bilimsel araştırmalara onca para yatıranlar, senin benim kara kaşımız, kara gözümüz için mi yapmışlar bu faydalı işleri? Elbette hayır. Daha uzun yaşasınlar, özellikle yaşlılık döneminde daha çok hastalansınlar, tetkiki, teşhisi, tedavisi, ilâcı, yatağı derken inek gibi sağsınlar diye insanları. Katma değer olarak verdikleri ilâçların yan etkileri yüzünden yeni yeni hastalıklara yakalansın hastalar ve sürünüp dursunlar diye... </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İyi ki dünya sağlık sektöründe ne dolaplar döndüğünü biliyorum. Bu konuda pek çok kitap, makale ve dergi okudum. Çok mecbur kalmadıkça doktora gitmiyor, asla ilâç kullanmıyorum. Bu bir cehalet değil. Soner Yalçın'ın "Kara Kutu" kitabını okuduktan sonra kararlığımdan daha da perçinlendi. Kitapta yazılanların yarısını komplo teorisi olduğunu düşünseniz dahi, kalan yarısında belgelendirilmiş iddiaların vehameti karşısında ağzınız açık kalır. İlaç şirketlerinin DSÖ'ne ve sağlık bakanlıklarına yaptığı baskılar, verilen rüşvetler, yeterince araştırma yapılmaksızın piyasaya sürülen ve insan hayatını tehlikeye sokan ilaçlar, bu sebeple mahkemece çarptırıldıkları astronomik tazminat cezaları... </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İnsanın uzun yaşatılmasının önemli olmadığını düşünüyorum. Önemli olan akıl sağlığıyla birlikte konforlu bir yaşam sürebilmek. Yaşam süresi ne yazık ki her insanda farklı. Bu Tanrının kullarına karşı en büyük adaletsizliklerinden biri olmalı. Teknoloji ve bilim el ele vererek, insanlara, organ nakli ve doku yenilemeleri, erken teşhis, tedavi yöntemleriyle daha çok uzun süreler yaşama imkânı verecek. Öyle ki o yaşlı insanlar, çevrelerini tanıyamayacak, altlarını tutamayacak hale gelecekler, adeta bitkisel hayat sürmeye başlayacaklar. Bir sürü ilâç kullanacaklar, tekik, tedavi, hastane masrafları, alt bezi masrafları alabildiğince yükselecek. Bu iyi bir şey mi? Yaşam süresini uzatmak en çok sağlık ve ilaç endüstrisine yaramakta. Bu külfet sadece kendilerini bakmakla yükümlü olan aile bireylerine değil, yaşadığı ülkenin bütün vatandaşlarının sırtına da büyük bir yük getirmekte. Elbette anne, babamız ve yaşı kemale ermiş sevdiklerimiz için böyle bir düşünceyi dile getirmek hiç kolay değil. Bu hususta bir yaş tahdidi de koyamayız. Bazen insan yüz yaşına da gelse akıl sağlığı yerinde, bedensel olarak da son derece dinç olabiliyor. Bazen de otuz beş yaşında iflah olmaz hastalıkların pençesinde boğuşuyor. Hiçkimsenin yaşama hakkına engel koyamam fakat benim dile getiirmek istediğim küresel ilaç şirketleri ve sağlık sektörünün (ve elbette onların taşeronu konumundaki DSÖ ve bütün sağlık kurumlarının) bu insanları birer kazanç kapısı, birer sömürü aracı olarak görmesi... Bir sürü ilaç verip insanların bir tarafını iyileştirirken yan etkileriyle diğer tarafını bozuyorlar. Bu lanet sektör o kadar zalim ki, yaşlıların ölmesini asla istemez, çünkü yaşasınlar (ne kadar yaşamak denirse artık) ki, ilaç satmaya devam etsinler, tetkik, teşhis, ameliyat masrafları eksik kalmasın. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Yazımdan soruya cevabım anlaşılmış olmalı. Evet, ben bu kapitalist sistem devam ettiği sürece ortalama yaşam süresi artsa bile insan sağlığının gelecekte günümüzden daha kötü olacağı inancındayım. Bununla birlikte hayalini kurduğum devrim gerçekleşir, eğitim ve sağlık hizmetleri tüm insanlara ücretsiz olarak verilir, sağlık alanındaki tüm yenilik ve buluşlar için patent hakkı ortadan kaldırılır, bütün sağlık personeli, uzmanlar ve bilim adamları hipokrat yeminine özünde sadık kalır da hayat bayram olursa o zaman geleceğe bir başka gözle bakabilirim. Herkese küresel sağlık terörünün tuzağından uzak, aklen ve bedenen sağlıklı bir gelecek diliyorum. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com28tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-61931197505588301172024-02-15T02:33:00.000+03:002024-02-15T02:33:21.182+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 234<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjw_ZyUqJcCZx2ZFur8_Y8SwG2vs6MqSf7lHNmRBeQPhcR-r-DtOi2O1WOZzLZkMQ3YbbBENmp8RgZ6EAA7zYxlqA1RRVmGEp6gdO6_-gDzRXbrEMjqexWIJPcgXu-OjjJwbhD7iyR-6O7NbHkrC3sIhLpYiHhOsyGVHLKwpfCcZl5xOZIJydONakdaGc/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjw_ZyUqJcCZx2ZFur8_Y8SwG2vs6MqSf7lHNmRBeQPhcR-r-DtOi2O1WOZzLZkMQ3YbbBENmp8RgZ6EAA7zYxlqA1RRVmGEp6gdO6_-gDzRXbrEMjqexWIJPcgXu-OjjJwbhD7iyR-6O7NbHkrC3sIhLpYiHhOsyGVHLKwpfCcZl5xOZIJydONakdaGc/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2024/02/agac-ev-sohbetleri-234.html" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Daima doğruyu söylemek insan ilişkilerinde en önemli faktör müdür?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Gerçek hayatta doğruyu söylemenin insan ilişkilerinde etken bir rol oynadığı kanaatinde değilim. Bununla birlikte gönlüm, doğruyu söylemenin insan ilişkilerinde önemli bir rolü olmasından yana. Ülkemizde doğruculuğun her zaman kaybettirdiği gerçeği ortadayken bazılarımız doğruculuğu kendisine rehber etmiş umutsuz bir toplum hayalinin peşinde koşuyor. Doğruyu söylemek, doğrudan ayrılmamak elbette takdir edilesi bir davranış ancak "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" atasözümüzün de boş yere söylenmediği akıllardan çıkarılmamalı. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Ağaç Ev Sohbetleri konu başlıklarında </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">zaman zaman </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bir veya iki sözcük dikkatimi çeker. Bu kez "doğru" sözcüğüne takıldım. Ne yazık ki "doğru" sözcüğü de kelime haznemizün yozlaşan sözcükleri arasındaki yerini alıyor. Sözcüklerin anlamını yitirdiği böylesi durumlarda hemen tartışma alevlenir. Doğru, kime göre, neye göre? Herkesin müştereken kabul edebileceği tek bir doğru var mı? Bazen bilerek isteyerek, bazen bilmeden ya da yanlış anlamanın neticesinde kendi söylediğimizin doğru olduğunu iddia ederiz. Muhatabımız da benzer şekilde kendi söylediğinin doğruluğu yönünde ısrarcı olabilir. Böyle bir ilişki tatsız sonuçlar doğurur genellikle ve muhtemelen kavgaya dönüşür. Bu olumsuzlukları asgari düzeye indirmek için karşı tarafı can kulağıyla dinlemek, ateşli konuşmalardan kaçınıp sabırlı davranmak ve her şeyden önemlisi yanılabileceğimiz gerçeğini gözardı etmemek gerekir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Yukarıdaki soruya dönecek olursam, evet bence herkesin müştereken kabul edeceği tek bir doğru vardır. Fakat bazıları bildikleri halde doğruyu nalıncı keseri gibi kendilerine doğru yontarlar. Fikir ayrılıkları, genellikle dogmatik fikirleri benimseyenlerle bilimi kendisine rehber kabul eden kişiler arasında kendini gösterir. Benzer şekilde fanatik muhafazakârlar, kendilerini belli bir ideolojiye teslim etmiş aşırı milliyetçiler ile liberal düşünceye sahip, her şeyin araştırılıp sorgulanmasından yana olan, genellikle belli bir eğitim düzeyine sahip kişilerin doğruları taban taban zıttır. Şimdi bu gruplar arasındaki ilişkiye bir bakalım: Her iki taraf da kendilerine göre doğruyu söyldedikleri iddiasındalar. Sonuç, büyük anlaşmazlık ve kavgalar... Demek ki neymiş, doğru çeşit çeşitmiş. Herkes kendi doğrusunu söylerse insan ilişkileri bozulurmuş. Bozulmak ne kelime öyle bir hale gelir ki, sırf bu yüzden hakaret eder hatta vurup öldürürler birbirlerini. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Özellikle siyasetçilerin doğru! sözleri vardır bir de. Özellikle seçimler yaklaşırken bu doğrular inanılmaz boyutlara erişir. Sözgelimi ülkenin bir köşesinde olmayan bir petrol bulurlar aniden. Ya da bir hesap yaparlar altı ayda ekonomimiz düzelecek, halkımızın alım gücü artacaktır sözde. Bir zamanlar bir kadın başbakanımız vardı, vatandaşların her birine iki anahtar sözü vermişti, biri evi, diğeri arabası için. Elbette bu tür sözlerin doğru olmadığını biliyoruz. Fakat yalan söylemenin halkın siyasal tercihleri üzerinde etkisi büyük. Doğruyu söyleseler seçimi kaybedecekleri ortada. Pek kıymetli politikacılarımız doğruyu söylemekten kaçınıp bol miktarda yalan söylemek suretiyle toplumun yüreklerine su serpmiş oluyorlar. Bu durum sosyolojik bakımdan incelenmeli. Yerli ve milli politikacılarımız insan ilişkilerinde Türk toplumuna çığır açtırıyorlar. Aslında bu, ülkemize özel bir durum. Ne kadar çok, ne kadar büyük yalan söylenirse, siyasetçi-vatandaş arasındaki bağlar o denli kuvvetli oluyor!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Şimdi memleketin batık halini bir tarafa bırakalım, varsayalım ki medeni bir ülkede yaşıyoruz. O zaman durumu tamamen farklı değerlendirmemiz gerekir elbette. Doğruyu söylemek bir onur ve gurur vesilesi olur. Medeni ülkelerde doğruyu söyleyeni köyden kovmazlar, bilakis baş üstünde tutarlar. Siyaset kurumu bizde olduğu kadar kirlenmemiştir. Hukuk evrensel normlarda adalet dağıtır vatandaşına. Böylesi bir toplumda yaşamak ve elbette hep doğruyu söylemek isterdim, çevremdeki insanlar da hep doğruyu söylerlerdi. Niye yalan söylesinler ki? İşte o zaman ülkemizde sıfır düzeyine inen güvensizlik ortamının aksine bibirine güvenen çağdaş bir toplumun ferdi olarak huzur içinde yaşar giderdik. Hayâli cihan değer.</span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com14tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-41145999915150994172024-02-07T11:34:00.000+03:002024-02-07T11:34:23.157+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 233<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPc2hyphenhyphenCBc5_wyV3RdyTN3dQtApDvlG2o6ybu8PlKZTKNpBhqrxcfYUee0lCtJDOc0p3gMzYIsspCOXTRmqy4AIJHFvipeNWGT3T-lBpuFYntmG-u-6JpEzTg9uHvECOEUQU66cv2qFTChhTrUnaEmUPfGOzy4iA05_aGcmOZaBP1RfK6shyphenhyphenIszwK0eKyA/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPc2hyphenhyphenCBc5_wyV3RdyTN3dQtApDvlG2o6ybu8PlKZTKNpBhqrxcfYUee0lCtJDOc0p3gMzYIsspCOXTRmqy4AIJHFvipeNWGT3T-lBpuFYntmG-u-6JpEzTg9uHvECOEUQU66cv2qFTChhTrUnaEmUPfGOzy4iA05_aGcmOZaBP1RfK6shyphenhyphenIszwK0eKyA/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2024/02/agac-ev-sohbetleri-233.html" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></div></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Alışveriş merkezlerine alışverişe mi gidiyoruz, zaman geçirmeye mi?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Kendimi bildim bileli alışveriş merkezlerini sevmiyorum. Acil bir şeye ihtiyacım olduğunda ve aradığım şey sadece orada bulunuyorsa uğrarım. Hani gidip bir kolaçan edeyim, ucuz ya da beğendiğim bir şey var mıdır diyerek bütün günümü harcamam o devasa alışveriş mekânlarında. Klostrofobik değilim ama büyük AVM lerde biraz fazla kalınca ruhum daralır, nefes alamaz hale gelirim, tansiyonum düşer. Yıllar önce Ankara'daki IKEA mağazasına gitmiştik eşimle birlikte. Bildiğiniz gibi mağazanın sinir bozucu bir özelliği var. İçeri adım atar atmaz ziyaretçilerin oklarla yönlendirildiği ve tüm ürünleri gösterebilmek için adeta açık bir tüneli andıran yılankavi güzergâh boyunca uzun bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Sıkıldım döneyim deseniz trafik tek yönlü olduğu için geriye dönmek yok. Metazori tüm ürünleri görmeden çıkış izni alamıyorsunuz. Yolun sonunda bir kafeterya var, İsveç Köftesi güzel. Ama köfte yemek için zorlu parkuru başarıyla tamamlamanız şart. Yaşadığım o anı hiç unutamam, yolun yarısında hafakanlar basmış ve çıkarın beni buradan diye bas bas bağırasım gelmişti. O gün bugündür IKEA'yı her gördüğümde yolumu değiştiririm. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Alışveriş konusunda insanlar ikiye ayrılır. Birinci grup aklında hiçbir şey olmasa da AVM, çarşı, pazar dolaşır. İhtiyacı olup olmadığına aldırmaksızın canının çektiği ya da piyasa şartlarına göre ucuz gördüğü ne varsa satın alıp evine kucak dolusu eşya ile döner. Hele bir de karnı açken çıkarsa alışverişe, durum daha vahim bir hal alır. Bu gruba dahil insanların bir kısmı evlerine döndüğünde cazibesine kapılıp yüksek bedeller ödeyip satın aldığı bazı eşyaları gereksiz olduğu fark edip kendi kendine kızar. Benim de içinde bulunduğum ikinci grup insan türü ise alışverişten pek hoşlanmaz. Bir şeye ihtiyacı mı var, bekler bekler, ihtiyaç kaçınılmaz boyuta geldiği zaman en kısa yoldan bir dükkân bulup sorununu giderir. Bu yerin AVM, çarşı ya da cadde üzerinde bir mekân olmasının önemi yoktur. Hedefe odaklı bir yol izleyerek genellikle ilk gördüğü yerden süratle ihtiyacını karşılar ve evine döner.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Anlayacağınız üzere AVM'ler benim uğrak mekânım olamaz. Mecbur kalmadıkça (yani eşimden dolayı maruz kaldığım haller dışında), ne kafesi, ne kahvesi cezbetmez beni. Bazen alışveriş için eşimin peşine takılıp gittiğimde mağaza mağaza dolaştıktan sonra fast food katına uğramamız züğürt tesellisi olur benim için. Bunun yanı sıra AVM'ler piyasanın çok üzerinde pahalı yerlerdir. Aynı ürünü başka bir yerden çok daha ucuza temin etmek varken binanın güzelliğine aldanıp para saçmak sabit gelirliler için akılla bağdaşmaz. AVM'ler müthiş bir rant kapısıdır. Dükkân kiraları aşırı derecede yüksektir. AVM'den alışveriş yapanlar yüksek kira bedellerini satın aldıkları ürüne ekstra bedel ödeyerek karşılamış olurlar. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Zaman geçirmek için AVM'ye gitmeyi düşünenleri hep merak ederim. Bunların başka işleri ya da zamanlarını harcayacak başka aktiviteleri yok mudur? Bir de işin felsefi boyutu var zamanın. Zaman geçirmek bizim elimizde mi? Zaman dediğin isteseniz de istemeseniz de geçer gider zaten. Zaman bir türlü geçmek bilmiyor deyip şikayet edenleri, boş vakti olduğunu dile getirenleri anlayamıyorum. Tam aksine, zaman bana göre ışık hızında geçiyor. Hiçbir şey yapamıyorum diye bir his kaplıyor içimi bu hız karşısında. Sonra kısacık ömürleriyle gerilerinde büyük eserler bırakmış besteciler, bilim insanları, yazarlar geliyor gözümün önüne. Yaşamın anlamını düşünüp bir garip hüzün çöküyor üstüme. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com16tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-11694413733866356622024-02-03T03:08:00.000+03:002024-02-03T03:08:17.800+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 232<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEio2xzb1kh_ZMZZb_KF3iWq-wOT2KcAthAfylcnIXqHR6OV-8nH16SmVjWvHBopBgCDQxRDjStEu6grmSil8cMZkyIYy_VTcVXtfDfcbneUPyHrMPvloiYdVDogzoObm9hyqG1zzQq51fnj-nkcoAEYk0S3k5HKGvK7TE8HSufk4U18j3tA6_yWHMf-giQ/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEio2xzb1kh_ZMZZb_KF3iWq-wOT2KcAthAfylcnIXqHR6OV-8nH16SmVjWvHBopBgCDQxRDjStEu6grmSil8cMZkyIYy_VTcVXtfDfcbneUPyHrMPvloiYdVDogzoObm9hyqG1zzQq51fnj-nkcoAEYk0S3k5HKGvK7TE8HSufk4U18j3tA6_yWHMf-giQ/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2024/01/agac-ev-sohbetleri-232.html#comment-form" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></div></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Alışveriş, iş, iletişim, her şey internet üzerinden, artık yüzyüze kavramı kalmadı. Bu iyi bir şey mi?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama dünya genelinde iyiye doğru giden pek bir şey kalmadı sanki. Bu tersine gidişte teknolojinin payı ne acaba? İnternetle alışveriş konusunda hem olumlu hem de olumsuz şeyler söylemek mümkün. Bazı sağlam alışveriş siteleri var, istediğiniz bir ürünü resimlerine ve özelliklerine bakarak sipariş edebiliyorsunuz. İnternet yüzünden "henüz mürekkebi bile kurumadan" da diyemiyoruz artık ama onun gibi bir şey işte. İnanılmaz bir hızla kargo kapınızda. Ne zaman siparişi aldınız, ne zaman para hesabınıza geçti de işleme soktunuz, ne zaman paketleyip kargoya verdiniz! Ambalajı açıp bakıyorsunuz, bu resimdeki renge benzemiyor, ben bir ton açığını istiyordum, sorun yok gönder gerisin geriye, üstelik beş para ödemeksizin. Karşınızda ne münakaşa eden var, ne itiraz eden. Birkaç gün içinde paranız hesabınıza geçiyor. Emin olduğunuz, tanınmış online alışveriş sitelerinden ürün alırsanız genellikle sıkıntı çıkmıyor. Ama ben yine de yüzyüze alışveriş yanlısıyım. Kitap ve sanat etkinlikleri için bilet satın alırım, bunun dışında internet alışverişini pek tercih etmem. Kitaplarda çoklu ürün alışverişlerinde ciddi indirimler oluyor, oturduğumuz yerden bilet almak da çok keyifli. Market alışverişini bizzat kendim yaparım. Apartman görevlisine bile bırakmam bu işi. Bizzat kendim bir çok ürün arasından kalitesine, fiyatına ve tazeliğine, son kullanım tarihine göre seçim yapmayı tercih ederim. Belki elden ayaktan kesilince getir götürcü alışveriş sitelerine ihtiyacımız olacaktır fakat bir süre daha böyle idare edebiliriz.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Günlük lüzumlu ihtiyaçlar dışında alışverişi pek sevmem. Belki bu yüzden online alışveriş de soğuk geliyor bana. Eşimin aksine on-line alışveriş sitelerine girip indirimleri, yeni çıkanları veya öylesine bakıp beğenebileceğim ürünleri takip etmek bana göre değil. Market kasalarında son zamanlarda sıkça karşılaştığımız, şu kadarlık alışveriş yaparsanız şu ürün şu fiyata tekliflerine sinir olurum genelde. İhtiyacım olmayan bir ürünü yarı fiyatına verseler cezbetmez yine beni. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İş konusu biraz farklı sanırım. Her işin internet üzerinden yapılması mümkün mü? Özellikle yazılım işiyle uğraşanlar ve bazı maslekler bu konuda şanslı olmalı. Öğretmenlik mesleğinin internet üzerinden yapılması pek sağlıklı gelmiyor bana. Özellikle çocukluk çağında sosyalleşmenin yüzyüze ilişkilerle sağlanmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Pandemi gibi bir sorun olmadıkça birkaç iş kolu dışında yüzyüze çalışmanın devam edeceğine inanıyorum. Elbette tele konferanslar, kısmen ofis, kısmen homeofis çalışması alternatifleri mümkün. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İletişimde internetin çığır açtığı bir gerçek. Aradığınız insanı birkaç saniye içinde karşınızda bulabiliyorsunuz. Özellikle iş konusunda olumsuz bir yanı yok gibi. Sosyal anlamda sanal iletişimi sorunlu görenlerdenim. Özellikle teyzelerin facebook, instagram sayfalarında haberleşmelelerine ifrit olurum. Biri yazar: deprem çok korkuttu, öbürü, teyzesinin ameliyatı iyi geçmiş, şükür. Bayramlar tebrikleri, hele hele özellikle cuma günleri gönderilen "hayırlı cumalar" mesajları bana göre son derece can sıkıcı. Tebrik ya da başsağlığı mesajları aynı şekilde. Hadi imkânın yok gidemiyorsun, bari aç bir telefon sesini duy değer verdiğin kişinin. Yok illâ ki mesaj yazacak, sevincini, üzüntüsünü ikonlara yükeleyecek ya da aşırdığı özlü sözlerle, şiirlerle hislerini aktaracak. İki adım ötende oturur komşun, face üzerinden bir saat sohbet edersin. Çık git ben geldim, konuşmaya ihtiyacım var de. Öyle bir anda aranırsınız ki ya tuvalette yakalanırsınız en zor anınızda ya da elinizdeki işi berbat edersiniz. Birine bir mesaj iletecekseniz, yolculuktan sonra sevdiklerinize sağ salim vardınız diyecekseniz amenna. Eskiden öyle miydi? Üniversitede olaylar çıkmıştı, ölenler, yaralılar vardı. Aileme ancak ertesi günü iyilik haberlerimi iletebilmiştim. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sonuç olarak faydalı ve zararlı bulduğum yönleri var internet olayının. Bazen yüzyüze kavramı öne çıkarken bazen sanal yoldan iş kotarmak büyük avantaj sağlayabiliyor. Bu tercih hem işin nev'ine hem de kişisel tercihe göre değişkenlik gösterebiliyor. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com18tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-56822146027984534362024-01-28T15:35:00.001+03:002024-01-28T15:35:25.446+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 231<p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxILxCxFuk8PlP0Z8WCG2Zny05z8nDm9oF0kXIqdJs381kuiMFtI1eXfWoYTZqZMiDaUxqN6_d8b7rnpa3I3-ggAMj2YzZ08zEayU6pHLu2xgQy17qTuagmCyQaVpO-apZVzooqhAhkgogCUoZ4sAXKtbq57p-UJ5sdKKstIN4jCYa6TNB_h9acUrBetE/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxILxCxFuk8PlP0Z8WCG2Zny05z8nDm9oF0kXIqdJs381kuiMFtI1eXfWoYTZqZMiDaUxqN6_d8b7rnpa3I3-ggAMj2YzZ08zEayU6pHLu2xgQy17qTuagmCyQaVpO-apZVzooqhAhkgogCUoZ4sAXKtbq57p-UJ5sdKKstIN4jCYa6TNB_h9acUrBetE/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></div><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://nurruyakara.blogspot.com/2024/01/agac-ev-sohbetleri-231.html" target="_blank">Manxcat / Kuyruksuz Kedi</a>'den.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></div></span><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Ölümle burun buruna olduğunuz bir anda normal koşullarda asla yapmam dediğiniz bir şeyi yapar mısınız? Hayatta kalmak için ölmüş bir insanı parçalayıp yiyebilir misiniz? Hayatta kalma iç güdünüz ağır basar mı yoksa ben insanlığımı (nedir insanlık?) kaybetmeden ölmeyi yeğlerim mi dersiniz?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Soruyu cevaplandırmadan önce her biri iki buçuk saat süren iki film izledim. Bunlardan biri "Sophie'nin Seçimi", diğeri ise "Kar Kardeşliği". Her ikisi de haftanın sohbet konusuyla ilgili güzel, öğretici ve düşündürücü filmlerdi. Ağaç Ev Sohbetlerinde düşüncelerimi daha doğru şekillendirebilmek için söz konusu kaliteli yapımları izlememe vesile olan sevgili Mrs. Kedi'ye teşekkür ederim.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Öncelikle sıcak koltuklarımızda otururken asla aklımıza getirmediğimiz zor anlarımızda nasıl davranacağımızı, neleri yapıp neleri yapamayacağımızı önceden kestirmek pek makul gelmiyor bana. Bu nedenle istediğimiz kadar ahkâm keselim başımıza gelmesi durumunda asla yapmam dediğimiz davranışlarımız olabilir. İzlediğim filmlerden hareketle konuyu iki açıdan ele aldım. Sophie'nin Seçimi filminde Nazi subayının iğrenç teklifi, Sophie'nin biri kız diğeri erkek iki çocuğundan birini tercih etmesi şeklindeydi. Zavallı kadın bir çocuğunu kurtarırken diğerini ölüme göndermiş olacaktı. Sophie ilk önce böyle bir seçime zorlanmasına isyan etti ancak Nazi subayının emrindeki askerlere "o halde ikisini de alın götürün" demesi üzerine, Sophie, en azından birini kurtarayım düşüncesiyle bağrına taş basıp kızını gözden çıkarıyordu. Burada kendi hayatına dair bir pazarlık söz konusu değil. Kendisi belki kurtulacak belki o da meşhur Auschwitz fırınlarında yakılacak. Bu kendisi açısından bir sorun değil zaten. Önemli olan çocukları ve onlardan birini kendi kararıyla ölüme göndermesi! Bence hayatta karşılaşabileceğimiz en zor sınavlardan biri bu. Ben Sophie'nin yerinde olsaydım ne yapardım diye düşündüm. Böyle bir durumu yaşamaktansa ölmek çok daha iyi geldi fakat o sırada arzuladığınız ölüm bile sırtını dönüyor size. Karar vermekten kaçmak için intihar yolunu denerdim sanırım, eğer bu da mümkün olmazsa, seçim yapamazdım herhalde.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İzlediğim diğer film, Kar Kardeşliği. Uruguay'lı bir ragbi takımının da bulunduğu çoğu yirmi yaşlarındaki 45 yolcusuyla birlikte And Dağlarına çakılan uçaktan sağ kurtulan gençlerin açlık ve çetin hava koşulları altında 72 günlük hayatta kalma mücadelesini konu eden film gerçek bir öyküye dayanıyor. Burada olay esasen bireysel yaşam mücadelesi ya da hayatta kalma içgüdüsü olarak işleniyor. Kazadan sonra mucize kabilinden hayatta kalan yolcular, yaşamak için kazada can veren arkadaşlarının (belki de yakınlarının) cesetlerini parçalayıp yemek zorunda kalıyorlar. Yaşam mücadelesini anlıyorum ama hayatta kalma çabası gerçekten bir içgüdü mü, emin değilim. İçgüdü hayvansal bir dürtü. Diğer taraftan insanın kendi iradesiyle yaşamına son verme durumu da var. Hatta bazen balinaların kıyıya vurması bazıları tarafından intihar diye niteleniyor. Oysa uzmanlar insanın, kendi ölümünün farkında olan tek canlı türü olduğu görüşündeler. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Onedio.com adresinden "hayvanlar intihar eder mi?" konusunu incelerken bir yazıya rastladım. Bazı anne örümcekler yavrularının kendisini yemesine izin veriyormuş! Makalede anne örümcek bu esnada ölse bile buna intihar denilmesinin güç olduğundan bahsediliyor. Yani genel olarak balina, köpek ve diğer birçok canlı üzerinde yapılan inceleme ve araştırmalar intihar olayının sadece insanlara mahsus olduğunu göstermekte. İster psikolojik ister felsefi açıdan bakalım intihar, hayvansal bir dürtü olan "hayatta kalma çabası"nı yok sayıyor ve bir bakıma sevgili Mrs. Kedi'nin "insanlık nedir?" sorusuna açıklık getirirken diğer taraftan insanı hayvandan ayıran önemli bir özellik olarak dikkatleri üzerine çekiyor. Örümcek hikayesinde ise hayvan dostlarımızla ortak içgüdüsel bir harekete şahit oluyoruz. Çocukları yaşamını sürdürebilsin diye kendi canını feda eden bir dürtü bu. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Gelelim And Dağlarındaki uçak kazasındaki gibi yaşamak için tanıdığınız ya da tanımadığınız bir insanı parçalayıp yiyebilir misiniz sorusuna. Aklıma ister istemez vejetaryenler geldi. Onlar için bu sorunun cevabı kolay olmalı. Hayatta kalma içgüdümün yeterince gelişmediğini düşünüyorum. Muhtemelen bunun bir sonucu olarak ölümü de doğum kadar doğal karşılıyorum. Nasıl ki doğumumuza kendimiz karar vermediysek, (intihar hariç) ölümümüzü de kendimiz tasarlayamıyoruz. Vakti gelince huzur içinde ruhumuzu teslim edip yok olacağız. Yoktan var olduğumuz gibi vardan yok olacağız. Hayatın bilinen ve tatmin edici anlamını (varsa eğer) öğrenene kadar devran böyle dönecek. O halde illâ yaşayacağım diye ölmüş bir insanı parçalayıp yemeyi midem kaldırmaz sanırım. Ancak bu davranışımı ne hayatta kalma iç güdümün zayıflığına ne de insanlık dedikleri (her neyse) ulvi değer atfedilen bir nedene bağlayabilirim. Ölümle burun buruna geldiğim anlarda yaşadığım his gibi, "demek buraya kadarmış" ya da "filmin sonuna geldik" diyerek ölüme hazırlardım kendimi. Elbette yaşamdan neler beklediğinize bağlı biraz da. Yaşamdan yüksek beklenti içinde olanlar insan eti de yiyebilirler, küçük bir ihtimal olsa dahi olsa hayatta kalabilmek uğruna akla gelmedik her türlü tiksindirici şeylere de katlanabilirler. Böyle düşünen insanları da yargılama hakkını kendimde görmüyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><br /></span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-29775927515493689392024-01-17T22:23:00.003+03:002024-01-17T22:23:44.320+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 230<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7_XzP1suUKizi-dvzoCrDIw7IqRNuvaBDGLUTJqte_mwxdDXqIDLJ-H3oOqhNXIWqUlBsg8VozNhSPN6Liy8lDHCrBk_Y4ui4r9LByF_C71M1iuMjmydJFwIbeHONUsQX4ZQwO0JTkU6xUBR-j5Qk_4BR3Os3EnlRkqEhfIa0A7mxBnR47JPSLFBMPIo/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7_XzP1suUKizi-dvzoCrDIw7IqRNuvaBDGLUTJqte_mwxdDXqIDLJ-H3oOqhNXIWqUlBsg8VozNhSPN6Liy8lDHCrBk_Y4ui4r9LByF_C71M1iuMjmydJFwIbeHONUsQX4ZQwO0JTkU6xUBR-j5Qk_4BR3Os3EnlRkqEhfIa0A7mxBnR47JPSLFBMPIo/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2024/01/agac-ev-sohbetleri-230.html" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Geleneksel kültürü korumak önemli midir?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Kültür, bir toplumu diğer toplumlardan farklı kılan yaşayış ve düşünüş tarzıdır. Değişerek devam eden, toplumların asırlar boyunca oluşturduğu yaşam tarzlarını içine alan bir hafızadır. Doğuştan gelen bir özellik değildir, toplumun inançları, dili, tutum ve davranışları, bilgisi, sanatı, beceri ve alışkanlıkları, gelenek ve göreneklerine bağlı olarak bireylerin koşullanmasından ibarettir. İster Afrika'da ilkel bir kabile, ister gelişmiş bir ülke coğrafyasında olsun her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Geleneksel kültürü korumak topluma ve bireye ne fayda sağlayabilir? Kültürü dış etkilere karşı korumak ne ölçüde mümkün? Yaşadığımız ülkenin her bölgesinde kültürel özellikler aynı mı? Kültürün var olması onun önemli olduğunu gösterir mi? Hangi kültürel özelliklerimiz korunmaya değer? İnsanın aklına bunun gibi bir sürü soru geliyor ardı ardına.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İlk bakışta geleneksel kültürümüzü korumak pek önemli değil gibi geliyor </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bana</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. Ne yalan söyleyeyim, kültür deyince aklıma ilk düşen Bursa'nın kılıç kalkan ekibi! Bir zamanlar memleketi tanıtacağız diye korkunç teneke sesleriyle turist karşılamak modaydı. Her millet kendi kültürüyle övünür övünmesine ama kültürün içinde hep iyilikler ve güzellikler mi var? Toplumu oluşturan bireyler, kültürel öğelere hep aynı gözle mi bakıyor?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Kültürün yurttaşlar üzerinde bağlayıcı etkisi olduğunu yadsımıyorum. Yabancı bir ülkeye gittiğimizde farklı bir kültürle karşılaşır, uyum sağlamakta güçlük çekeriz. Bulunduğumuz ülkenin insanları aralarına almak için kendi kültürlerini kabul etmeye zorlar bizleri. Diğer taraftan bu kadar önemli bir konuyu el üstünde tutup koruma noktasında pek bir şey yapılabileceğine inanmıyorum. Her kültür birbirinden etkilenip zaman içinde değişirken kurallara bağlı olamaz. Sözgelimi geleneksel kültürümüzün bir parçası olan Karagöz çocuklarımız tarafından ne ölçüde tanınıyor? Oysa telefon ekranlarından "kırmızı balık gölde kıvrıla kıvrıla yüzüyor" şarkısını bilmeyen ve hipnotize olmuşçasına kendini kaptırmayan çocuk yok gibi. Evet, işin uzmanları iki yaşına kadar telefondan uzak tutun çocukları diyor ama Karagöz o boşluğu doldurabiliyor mu? Ayrıca Karagöz, tarihin sayfaları arasında kaybolup gitse ne kaybederiz? Kişi başı milli gelirimiz mi düşer, hayallerimiz mi sona erer? Niye abartıyoruz bazı şeyleri, kendi haline, doğal akışına bırakmıyoruz?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Bütün dünyanın tek ve ortak bir dil konuşması mümkün olmadığı gibi kanaatimce global kültürden de bahsedemeyiz. Her ulusun kendine has kültürel özellikleri vardır. Siyasi ve ekonomik bakımdan güçlü devletler zayıf devletlere kültürlerini ihraç eder. İngilizce'nin uluslararası geçerli bir dil olması, ülkemizdeki fast food ve Starbucks türünden kafe alışkanlığı bunlara örnek gösterilebilir. Köy kahvelerini koruyup başka kültürlerden gelen benzerlerine kapıları kapatmak bize bir şey kazandırmaz. Zaten istesek de kültürler arası etkileşimi engelleyemeyiz. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Aslında geldiğimiz coğrafyadan dolayı Bozkır kültürünün izlerini taşıması gereken Türk kültürü İslâm dininin etkisiyle Arap kültürüne teslim olmuştur. Bu nedenle halkımız bilimde yeterince kendini gösterememiş, resim, heykel, müzik gibi sanat dallarında pek söz sahibi olamamıştır. Yine dinin etkisiyle Arap toplumundan etkilenen örf, adet, anane, gelenek ve göreneklerimiz çağın gerisinde kalmıştır. Bütün bunlar modern çağda unutulmaya yüz tutmuş değerler. Halkımız milli kültür birikiminden yoksun olarak kendini var etmeye çabalıyor. Aslında üzerimize pek de uymayan bu değerlere saplanıp kalmanın bize kazandıracağı bir şey de yok bana göre. Hepsi zamanı gelince tarihin sayfalarında ya da etnografya müzelerinde yerini almaya mahkûm olacak zira. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com12tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-79186248585983657492024-01-11T04:08:00.000+03:002024-01-11T04:08:01.398+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 229<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhKOqUVGD76yK6SQMQb2W5P_opEpKWqjmTB_Y2mjPXX6cicNXd8peckYeCDskIiGU6XTFUNXigZDlXuo_chnKOpVHSJOfash6J1QqLYOcvPGImIYJRRCNpWg8Je6VtcZMgAy69NNUeaa-qzqmd3cSYMaT0cvgUWq9jgowugRY7qnPhs4yHZeb2zUGGlBd8/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhKOqUVGD76yK6SQMQb2W5P_opEpKWqjmTB_Y2mjPXX6cicNXd8peckYeCDskIiGU6XTFUNXigZDlXuo_chnKOpVHSJOfash6J1QqLYOcvPGImIYJRRCNpWg8Je6VtcZMgAy69NNUeaa-qzqmd3cSYMaT0cvgUWq9jgowugRY7qnPhs4yHZeb2zUGGlBd8/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="font-family: Merriweather; text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://ucunkuslar.blogspot.com/2024/01/agac-ev-sohbetleri-229.html#comment-form" target="_blank">Uçun Kuşlar / Makbule Abalı</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Geçen yıllar, duygu, düşünce ve fikirlerinizde nasıl bir değişim yarattı? Kişiliğinizde, kimliğinizde yükselen ve alçalan değerler, kazançlarınız, kayıplarınız neler oldu?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Zaman zaman aklıma düşen bir soruydu bu. Sevgili Makbule Hocamız bir iç hesaplaşmaya davet ediyor bizleri sanki. "Geçen yıllar" terimi, içinde hüzün de barındırıyor belli yaşa erenler için. Elbette değişti duygularımız, düşüncelerimiz. Gençliğimizi elimizden alan zaman yerine tecrübeyi bıraktı. Acaba hangisi daha değerli? Biz değişirken dünya yerinde mi durdu, hayır, o da değişti tabii. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Dar bir çevrede, ekonomik sıkıntılar içinde geçen çocukluk yıllarım üniversite döneminde büyük değişime uğramıştı. Öyle bir değişimdi ki bu, beni benden aldı ve bambaşka bir kıvama soktu. Düşünme ve sorgulamanın inanmanın önüne geçtiği sancılı bir evreden kazasız belasız çıkıp kendimi bulmuştum sonunda. Kader diye anlatılan şeyin bir masaldan ibaret olduğunu, hayatımızı tamamen tesadüflerin belirlediğini kavradım. Bilinmez bir alemden gelip dünyaya gözümüzü açtığımız ve ömrümüzü tamamladıktan sonra yok olacağımız gerçeğiyle yüzleştim. İradem dışında doğru yerde ve doğru zamanda bulunma konusunda ortalamanın üzerinde bir çizgide olduğumu sanıyorum. Bir başka deyişle hayat yolunda genel olarak şansın yüzüme güldüğü gerçeğini kabul etmem gerek. Kim ne derse desin, halen yaşamın anlamını çözemediğimize göre hayat bana boş geliyor. Yaşadığımız sürece daha az acı ve sıkıntı çekmeyi dilemek, güzel anların tadına varmak dışında başka ne gelir elimizden? Yaşama biraz olsun anlam katacak sanat faaliyetlerine ayırdığım zaman gözüme az görünüyor nedense. Özellikle emeklilik yıllarımda ivme kazanan</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">okuma alışkanlığım ve amatör yazarlığımı </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">kazanç haneme eklemek isterim. Elbette bu hususta en büyük şansım, </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">sevgili eşim.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Daha çocukluk yıllarımda yasalara uyan, pis işlere bulaşmayan iyi bir vatandaş olmanın çerçevesini belirlemiştim. Hedefime ulaşabilmek için ilk kural, iyi ahlâk sahibi, çalışkan arkadaşlar edinmeli, it, kopuk insanlardan uzak durmalıydm. Cüzi irademle bu konuda hedefimi tutturdum diyebilirim. Ancak şimdilerde aklıma deli sorular geliyor. Sınırı biraz geniş tutsaydım, ne bileyim sadece ahlâklısına, efendisine bakıp çevremi daraltmasaydım belki çok daha konforlu bir hayata sahip olabilirdim. Elbette bu benim tercihim, gözümü yukarılarılara dikip riskli alanlara girmedim pek. Bugün aynı yollardan geçseydim tercihim değişmezdi muhtemelen. İşte, geçen yıllar eski değerlerimizi yok ederken erdemli olmanın faziletini yok etti. Artık ahlâk, liyakat, çalışkanlık, sadakat başarı ölçüsü değil. Hırsızlık, haksızlık, yalakalık başarıya ulaşmada çok daha etkili olmaya başladı. Burada başarıdan kastım dar anlamda, sadece hak ettiğimiz hayatı yaşamak.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Özellikle son yirmi beş yılda ülke olarak ilerlemek şöyle dursun geriledik. Bugün hilafet isteriz diyerek sokaklarda gösteri yapanları normal karşılıyoruz. Dünyada saygın ve güvenilir bir ülke özelliğimizi kaybettik. Eğitimden sağlığa, ekonomiye, adaletten tarım ve sanayiye bütün sektörlerde dünya ülkeleri arasında en alt seviyelere düştük. Bir zamanlar gençliğimizi birbirine kırdıran sağ sol çatışmaları gibi bir iç savaş ortamına doğru hızla yol almaktayız. Geçmişle günümüzü kıyasladığımızda ülke olarak tek kazancımız yollar, hastahaneler, hava meydanları mı? Onları da gerçek değerleri üzerinden değil, garanti şartlarıyla, fahiş bedelleri vatandaşın sırtına yükleyerek, birilerinin zenginliğine katkıda bulunmak için yaptık. Bu ortamda geçen yıllar, kişisel bağlamda morallerimizi bozdu, umutlarımızı tüketti, güven duygumuzu aşındırdı, yaşam sevincimizi tüketti. Bireysel bazda tek kazancım, çocuklarımın her ikisini de evlendirmiş olmam ve bir de torun sahibi olmam. Ülkemizde siyaset kurumu çalışmadığı için geleceğe dair hiç umudum yok. Değişim ancak ihtilâlle olur. Tek avuntum "hoppidi"</span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com19tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-70544126431068714522024-01-04T00:22:00.001+03:002024-01-04T00:22:33.157+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 228<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0MptLd-HKNig_lsy5P3828jVqGsy2CWhhabXS2kaQiyB__gNDVie8J2rJEwNcxBSqzXscYQLIeJ5Nx_MavWDCNJv1Zx7kA9YcUKP3MDhqWlYW5Hlg8I-iprA2QVn8VPozhcknYOpf6d6U4Aq4ZBc1dOtArImyJLOcO0b2Vj8zUU9VLLrk82QRAnWQZXg/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0MptLd-HKNig_lsy5P3828jVqGsy2CWhhabXS2kaQiyB__gNDVie8J2rJEwNcxBSqzXscYQLIeJ5Nx_MavWDCNJv1Zx7kA9YcUKP3MDhqWlYW5Hlg8I-iprA2QVn8VPozhcknYOpf6d6U4Aq4ZBc1dOtArImyJLOcO0b2Vj8zUU9VLLrk82QRAnWQZXg/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2024/01/agac-ev-sohbetleri-228.html" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Bir ülkede çalışan kesim çalışmayan kesimin giderlerini vergileri ile karşılamalı mı?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Soruya ilişkin iki konuya değinmek istiyorum. İlki, vergi adaleti. Ülkede vergiler kişilerin gelir durumuna göre toplanmalı, yani çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınmalı, hiç kazanamayandan hiç vergi alınmamalı. Özellikle KDV, ÖTV, harçlar vs. gibi dolaylı vergiler ister fakir ister zengin olsun herkese eşit oranda yansıtılıyor. Bu dolaylı vergiler ülkemizde toplanan vergilerin yüzde yetmişini aşarken gelişmiş ülkelerde aynı oran yüzde ellinin altında. Çalışmayan kesimin giderleri devletin topladığı vergilerden karşılandığında bu durum zaten her geçen gün geçimi ağırlaşan yoksul ve orta gelirli vatandaşların sırtına yeni bir yük oluşturacaktır. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Diğer konu ise çalışmayan kesimin çalışmama nedenleri üzerinde kafa yormamız gerektiği. Bir insan neden çalışamaz? Herhangi bir hastalığı ya da çalışmaya engel bir durumu olabilir. Devlet vatandaşlarına ücretsiz sağlık hizmeti vermeli, imkân dahilinde onları sağlıklarına kavuşturmalıdır. Bu kapsama ruhsal rahatsızlıkları da dahil etmek gerekir. Eğer devlet, ekonomik ve siyasi nedenlerle vatandaşlarına bu desteği vermiyorsa onların asgari geçimlerini temin etme yükümlülüğünü üzerine almak zorundadır. Bazı insanların bedenen ya da ruhen herhangi bir rahatsızlığı yoktur ama çalışmak istemez. Bunu biraz felsefe biraz da etik yönden incelemeliyiz. Sözgelimi vatandaş en iyi okulları okumuş ve mesleki olarak son derece iyi bir şekilde yetiştirmiş olabilir kendini. Bu gencimiz devlet kurumlarından birine girmeye niyetlense, mülâkatta peygamberin süt annesinin adını bilemediği için elenecektir. Özel şirketlerde görev almak için iktidar partisinde bir tanıdığı ya da yakın çevresşnde ensesi kalın birini bulamayabilir. Arayış içinde aylar geçerken gencimiz harap ve bitap düşecektir. Akepeli Faşize Teyzelerden biri sen iş beğenmiyorsun, memlekette iş mi yok deyip A101'de bir kasiyer kadrosu açıldığı haberini verir bizimkine. Genç adam elektrik mühendisliği diplomasını önüne alıp uzun uzun bakarken gözleri dolar. Bunca emek, bunun için miydi diye söylenir içinden. Hayır, der aç kalsam bile gidip o markette çalışmam. Çalışanlar bu vatandaşa vergileriyle bakmak zorunda mı, evet. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Bazıları yukarıda bahsetiğim elektrik mühendisi genç kadar duygusal ve ahlâk sahibi değildir. O veya bu şekilde paraya ulaşma yöntemlerini bulmuş olabilirler. Bu şahıslar, hırsızlık, dolandırıcılık, uyuşturucu ticareti, mafya işleri gibi yasal ve ahlâki olmayan yollara başvurabilir. Bu insanların geçinmek için paraya ihtiyaçları olmadığı gibi paraya para demez hale gelirler kısa zamanda. Elbette o genç mühendisimize gösterilecek yol olamaz bunlar. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Başımızda adam gibi bir devlet görelim istiyoruz. Vatandaşından adaletli bir şekilde topladığı vergiyi uygun yerlere harcayacak, topluma karşı sosyal sorumluluğunu yerine getirecek bir devlete özlem duyuyoruz. Bizi birbirimize düşman etmeyecek, toplumun dini ve milli duygularını sömürmeyen, güvenilir yöneticilere ihtiyacımız var, şiddetle, geç kalmadan.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Gelişmiş bir ülkede yaşasaydık soruya cevabım net olurdu. Sağlık nedenleri müstesna vatandaşına geçinebileceği bir iş sağlamak sosyal devletin asli görevidir. Elbette çalışan kesimden toplanan vergiler sosyal devletin gereği olarak çalışmayan vatandaşların geçimi için destek olmalıdır. Devletler sorumluluklarını yerine getirmek için uzun vadeli plân ve programa ihtiyaç duyarlar. Hangi iş kolunda kaç kişi yetiştirmek gerekir, bilimsel yollarla hesaplanıp buna göre eğitim kurumları organize edilmelidir. Hesapsız kitapsız üniversite açarak sorunu çözmek yerine daha da karmaşık hale getiririz. Ülkemiz karanlık bir dönemden geçiyor. Bilimden iyice uzaklaştık. Bırakın çalışmayanları, çalışanlar bile açlıkla mücadele ediyor. Ülkemiz şartlarında başta adalet olmak üzere çözülmesi gereken çok daha önemli konular varken sohbet konusu gelişmiş ülkeler için tartışmaya değer gibi geliyor bana... Maalesef! </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-87288571634989215032023-12-27T01:21:00.001+03:002023-12-27T01:21:37.146+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 227<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWoXwOsT0gO3VFP9-fFXa3vZyYDMLep1LdcjCm48zKV2pnrE5oqqoSTAmD9OxNRfdh1ObbF55YxTWRv6SIoyZ3UQblcwn0YxtkCpK6vyPJmFSnjJOfFnrmaRQCLjVgesZZnqqKAhIndRoDVNndHpC8wWICVsNtv3ibSk8cfuq2htKRa9d9_lMJme66Ris/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWoXwOsT0gO3VFP9-fFXa3vZyYDMLep1LdcjCm48zKV2pnrE5oqqoSTAmD9OxNRfdh1ObbF55YxTWRv6SIoyZ3UQblcwn0YxtkCpK6vyPJmFSnjJOfFnrmaRQCLjVgesZZnqqKAhIndRoDVNndHpC8wWICVsNtv3ibSk8cfuq2htKRa9d9_lMJme66Ris/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/12/agac-ev-sohbetleri-227.html" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></div></span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Sanat hayatımıza bir anlam veya amaç mı verir yoksa bizi hayattan uzaklaştırır mı?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Belli bir yaşa geldikten sonra hayatın anlamını her sorguladığımda kocaman bir hiçlik bulurum karşımda. Düşünen bir insan için üstesinden gelinmesi son derece zor bir durumdur bu. Her şeyin bir anlamı, bir hedefi olmalı mı gerçekten? Anlamdan ve hedeften yoksun olan her çaba beyhude mi? Sanki öyle gibi... Birisine hiçbir karşılık beklemeden yardım ettiğimizde, merhamet, yardım, empati gibi duygularımız harekete geçerek anlam kazanır ve kendimizi iyi hissederiz. Bir iş yapar ya da bir işte çalışırız, para kazanmak ya da kariyer yapmak gibi hedeflerimiz vardır. Bu hedefler gelecekteki yaşamımızı kolaylaştırır. İyi kötü bir hayat tüketiriz ömrümüz elverdiğince. Sonuç sıfır. O zaman düşünme organı kafataslarının içinde bulunan insanlar söyleyin bana, tüm emeklerimiz, çabalarımız, çektiğimiz onca çile, ıstırap niye? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sanat tam da bu boşluğu dolduruyor işte. Hayatın boşluğunu... Bir şeyler yaratırsın, bu özelliğinle Tanrı katına yükselmiş olursun. Ürettiğinin sahibisindir tek başına. Özgürce hareket eder, adeta farklı alemlerde seyahat edersin. Gezdiğin alemlerin tadını çıkartırsın keyifle, korkusuzca... Kimse karışamaz sana. Yemeyi, içmeyi unutur, nefes alıp verdiğini bile hissetmezsin. İstediğin başka bir dünya kurarsın düşlerinde. Sanat böyle bir şeydir. Ayrı düştüğünde yaşamın zorlukları kendini gösterir, acıktığının, susadığının farkına varırsın. Çocukların okul masrafı, elektrik faturası, sağlık harcamaları, ölümler, hayat pahalılığı, siyasi bunalımlar, deprem tehlikesi, savaşlar, terör saldırıları, dış güçler... Bütün bu kaosun içinde arkadaşlarla buluşup birkaç kadeh devirmek, eğlenceli bir partiye katılmak, aileye katılan yeni bireyler, mutluluk anları... Sinüzoidal dalgalar gibi belli genlikler arasında gidip gelen, döngüsel acı ve sevinçler. Varılan yer hep aynı. Kocaman bir boşluk.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sanatı hayattan uzaklaşmak için mi tercih ediyoruz yoksa kaçmak için mi? Bence bu bir kaçış. Kaçmak, bir nebze olsun hayatın gerçeklerini unutmamızı sağlıyor. İnsana bir şeyler üretme, hatta yaratma üstünlüğü veriyor. Sanat sürüden ayrılma, köleliğe baş kaldırmanın en etkili yolu. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Durum böyleyken herkes sanatın öneminin </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">farkında mı</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">? Eskiden beri sanat aristokratların, varlıklı ve eğitimli insanların başvurduğu çıkış yoluydu. Yine aynı düzenin devam ettiğini düşünüyorum. Sanat batıl düşüncenin, özgürlüğün düşmanıdır. Bu yüzden dindar çevreler ve baskıcı yönetimlerle arası hiçbir zaman iyi olmamıştır. Sanat farklı dallarıyla insanları düşünmeye çağırır. Bu özelliğiyle sanat, kapitalist ve totaliter rejimlerin, dinin hakim olduğu yönetim sistemlerinin hiç hoşuna gitmez. Bazen kitapları yakarlar, karikatürler için adam öldürürler, konserleri yasaklarlar. Müziğe olduğu kadar resim ve heykele külliyen karşıdırlar. Hayatın boş olduğunu unutturacak ve anlamsızlığının üstünü örtecek masallar üretirler. Adaleti ahirete bırakır, cezası cehennem, mükâfatı cennettir derler. Bu şekilde çekilen acılara sabır telkin edilip neşeyi mundar sayarlar. Artık hayatın tek bir amacı vardır onlar için. Tanrının rızasını kazanmak ve cennetin hurilerine kavuşmak. İnsanların bu zayıflığından faydalanan şeyhlerin, hocaların güttüğü sürünün sanata karşı bir ilgisi yoktur. Genellikle bu sürüyü oluşturanlar ya inanç sömürüsüyle ceplerini dolduran bir avuç dolandırıcı ya da cahil, eğitimsiz ve yoksul kitlelerdir. Bu sebepledir ki söz konusu zavallıları resim ve heykel galerilerinde, konser salonlarında göremezsiniz. Okuduğu kitaplar ise sadece uydurma menkıbelerin yer aldığı dini içerikli kitaplardır. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com18tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-23084128423225698312023-12-22T03:22:00.000+03:002023-12-22T03:22:48.029+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 226<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilQgeseQz_TgK57oDYVHVPuRiO7oCY5OlzrWSyRenVe4_P7PrxIIsSb7bK8AqK4Tbtgm6edukgBP66p1Bg1iwQ7pXrO57cc-ITL776LZWz-8CjvMj2tYbgPz-j_0MI6tAhAKncIAXJc1IX-_6TNX5RSB-EDxcskBZsd_zA9jtgl4ICS-85R8IMqdIsnbc/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilQgeseQz_TgK57oDYVHVPuRiO7oCY5OlzrWSyRenVe4_P7PrxIIsSb7bK8AqK4Tbtgm6edukgBP66p1Bg1iwQ7pXrO57cc-ITL776LZWz-8CjvMj2tYbgPz-j_0MI6tAhAKncIAXJc1IX-_6TNX5RSB-EDxcskBZsd_zA9jtgl4ICS-85R8IMqdIsnbc/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/12/agac-ev-sohbetleri-226.html" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"İnsanların yararı için tıbbi araştırmalarda hayvanları kullanmak doğru mudur?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Bu soruya verilecek cevapların temelinde inancın yattığını düşünüyorum. Evrim teorisine göre insanın hayvandan geldiğini düşünenlerle inancı gereği çamurdan yaratıldığını hayal ederek kendisini eşref-i mahlûkat sınıfında görenler arasında doğal olarak bir ayrışma olacaktır. İki türün akrabalık ilişkisi içerisinde bulunduğunu düşünen Darwincilerin hayvanlarla aralarında daha sıkı bir bağ oluştuğunu ileri sürmek mümkün bu nedenle. Onlardan hayvana yapılan eziyeti insana yapılan eziyetten farklı görmemesi beklenir. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Dinciler ise insan yararına hayvanların eziyet görmesini ve hatta kurban örneğinde olduğu gibi kanları akıtılarak boğazlarının kesilmesini inançları gereği kendilerine sorun etmezler. Derler ki, </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Tanrı,</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">hayvanları insanlar için yarattı. Ve dinden uzaklaşanlara dönüp farklı düşünüyorsanız o zaman et yemeyin, süt içmeyin, ata binmeyin vs derler. Bu konuda pek haksız da sayılmazlar doğrusu. Hatta daha da ileri giderek Evrim Teorisi yandaşlarını samimiyetsizlikle suçlarlar. Böyle olunca konu işin içinden çıkılmaz bir hal alır. Hayvanların bilimsel araştırmalarda kullanılması söz konusu olduğunda, kabul etmeliyiz ki, sadece veganlar özü ve sözünde birdir. Öyle değil mi, madem hayvanlar bizim atalarımız, onları yerken bir bakıma yamyamlığı kabul etmiş olmuyor muyuz? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Konumuz veganlık olmamakla birlikte hayvan ürünlerini tüketmenin insan sağlığı için gerekli olup olmadığı hususunda bilim insanlarının uzlaşmadığını görüyoruz. Diyelim ki hayvansal ürünlerle beslenmenin sağlık açısından zorunlu olduğu bilimsel olarak ispatlandı. Bu durumda gönül rahatlığıyla hayvansal gıda kullanmaya devam edecek miyiz? O vakit birbirini yiyen hayvanlardan insan olarak bizim ne farkımız olacak? Oldukça karışık mevzu bunlar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Şahsi düşüncem hayvanların her türlü bilimsel araştırmalardan ve insanlara farklı şekillerde hizmet ettikleri tüm alanlardan (petshoplar, sirkler, yük taşımacılığı, hayvanat bahçeleri vs.) uzak tutulması yönünde. Hayvansal gıda tüketiminde zaman içinde evrimleşip kendimize farklı besin kaynakları yaratabilirsek etik bakımdan sorunu aşacağımızı düşünüyorum. Madem kendimizi eşref-i mahlûkat olarak niteliyoruz o zaman birbirimizi yemeyi, işkence etmeyi bırakıp daha insanca bir hayat sürmeliyiz. Eğer hayvanlar araştırmalarda kullanılmasa pek çok hastalık tedavi edilemezdi diyebilirsiniz. Haklı olabilirsiniz ama belki de zaman içinde insan hastalıkların tedavisi için başka canlıların canını yakmadan farklı yollar da bulabilirdi. Kaldı ki daha uzun yaşamak için başka canlıların ölmelerini göze almak pek etik gelmiyor bana. Kendim de dahil olmak üzere insanların büyük bir kısmı bencil bir tavır içinde hayvanların türlü işkenceler altında yok edilişine ortak olma, sessiz kalma ya da görmemezlikten gelme ahlâksızlığından kendi payına düşeni alıyor maalesef. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com10tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-38016366427771918242023-12-18T05:18:00.001+03:002023-12-18T05:18:21.364+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 225<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaSnQwVbxjUKd4codSfSuZ_oX1jk7nef24nsvw954WlRCruOYC3eNk7pMnfrt2alv_D7OsUJhFfc8OuqLaRtpC_kWwLAp_akwIX7j8ArHUIjgn186ix503b9xKck9IMBD11MgBErOGs2bT9eQsto28woUhzrhealt-e3tAJqt327fu-mB9RWWrneJVnXs/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaSnQwVbxjUKd4codSfSuZ_oX1jk7nef24nsvw954WlRCruOYC3eNk7pMnfrt2alv_D7OsUJhFfc8OuqLaRtpC_kWwLAp_akwIX7j8ArHUIjgn186ix503b9xKck9IMBD11MgBErOGs2bT9eQsto28woUhzrhealt-e3tAJqt327fu-mB9RWWrneJVnXs/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="font-family: Merriweather; text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/12/agac-ev-sohbetleri-225.html#comment-form" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"İnsan ömrü uzadıkça, beden parçalarını değiştirebilmek için insan klonlamak gerçek olmaya başladı. Bu ürkütücü bir gelişme mi?</span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: xx-large; text-align: center;">"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">The Island filmini izledim. Absürtlüklerinin yanı sıra etik dışı iğrenç sahneler de yer alıyor. Klonlama sadece koyunda değil birçok hayvanda denenmiş ve başarılı sonuçlar elde edilmiş. Ülkeler insan klonlama çalışmalarını ve hatta bu konuya ilişkin haber yapılmasını yasakladığından şimdiye kadar bir insanın klonlandığına dair net bir bilgimiz mevcut değil. Ne var ki, insan türünün fıtratı gereği sahip olduğu merak duygusu, bilim adına kendi türü de dahil olmak üzere birçok canlı üzerinde yapmış olduğu canice deneyler dikkate alındığında etik vs. nedenlerle klon bir insan üretmediklerinden bahsetmek safdillik olur. Şimdiye kadar kaç insan klonlandı, ne kadar süreyle yaşadılar, bu işlemi kim, nerede, nasıl yaptı gibi sorular yasa gereği hiçbir yerde açıklanamıyor ve sorulamıyor. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Klonlama olayı, anladığım kadarıyla bir canlının hücre çekirdeğini çıkarıp çekirdeği çıkarılmış diğer bir canlya ait embriyo hücresine yerleştirilmesi ve uygun üreme ortamı sağlanıp doğal yoldan hücrelerin çoğaltılması marifetiyle çekirdek hücredeki genetik özelliklerin tıpkısına sahip yeni bir canlı meydana getirilmesi şeklinde izah edilebilir. Yukarıda belirttiğim üzere gelişen teknoloji imkânlarıyla günümüzde klonlama işlemi insan üzerinde kolaylıkla yapılabilir. Fakat insan klonlamanın üreme amaçlı ya da organ nakillerinde kullanmak üzere yapılacağını sanmıyorum. Üreme amaçlı olamaz, çünkü derdimiz üreme değil üremeyi kontrol altına almak. Birkaç zengin namım yürüsün benim kopyamı çıkarın deyip parayı basarsa bu mümkün olabilir belki. The Island filminde zenginler kendilerinden üretilmiş klonlara insan yerine ürün diyor ve onları sigorta poliçesi olarak görüyorlar. Elbette insanın istekleri sınırsız, hele cebinde sınırsız parası da varsa ondan her şey beklenir. Lâkin zengin amcamızın karaciğeri mi iflas etti, taze bir karaciğeri organ mafyasından çok daha ucuz yoldan temin edebilir. Klonlama işinin oldukça pahalı bir yöntem olduğu söyleniyor. İleride ne kadar ucuzlarsa ucuzlasın yine de mafyanın eline düşmüş gariban insanların organlarından daha ucuz bir yol olacağını hiç zannetmiyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İnsan üzerinde yapılan klonlama çalışmalarının bilim insanlarındaki merakın bir sonucu olduğuna inanıyorum. Sözgelimi topyekûn bir canlı yerine bir organı, bir dokuyu oluşturmanın yollarını arıyor olabilirler. Üretilen klon insan, orijinalinin hafızasını da taşıyabilecek mi? Söylenen şu ki; diyelim kırk yaşında bir insan klonladınız, klon kırk yaşının fiziksel özelliklerini, varsa zayıf yönlerini, hastalıklarını da taşıyacaktır. Belki gelecekte zenginler çocukları doğduğunda hücrelerin çekirdeklerini alıp genlerinde yer alan tüm hastalık ve olumsuzlukları yok ettikten sonra dondurabilirler. Velev ki çocukları kendilerinden önce hastalık ya da kaza sonucu öldü, hemen dolaptan kopyasını çıkarıp üretebilirler. Bu bana pek etik dışı gelmedi. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Diğer taraftan işin bir de dini yönü var. Dini yönden bakıldığında ilk akla gelen soru klon insanın bir ruha sahip olup olmayacağıdır. Çünkü Tanrı insanın nasıl üreyeceğini kutsal kitapta izah etmiş. İnanca göre kendi kontrolü altında üreyen insanlara gönderdiği melek tarafından ruhları üflenir. Gelecekte insan kendisinin bir benzerini yapabilecek; böyle bir mucizenin Tanrı'nın aklından ucundan geçtiğini sanmıyorum, zira aksi durumda kitabında klonlama üzerine bir sure, bilemedin Nisa suresinde birkaç ayet ayırması gerekirdi.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">En önemlisi, klonlama erkek cinsi açısından korkutucu bir sonun başlangıcı olabilir. Klonlama insanlar üzerinde etkin bir şekilde uygulanmaya başladığında erkek bireylere gereksinim duyulmaksızın üreme mümkün olacak. Kadınlar rahimlerinde klonlanmış embriyo hücrelerini taşımak suretiyle eşeysiz üreme gerçekleştirebilecekler. Bu durumda kadınları erkeklerin hoş tutması doğru bir davranış olacaktır. Çünkü kafası bozulan kadınlar erkeklere ait hücre çekirdeklerini alıp kendi rahimlerinde filizlendirdikleri erkek klonları kendileri için yedek parça amaçlı bile kullanabilirler. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-48824685592651134242023-12-09T04:06:00.000+03:002023-12-09T04:06:04.900+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 224<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6kVIHXqPg7wWPd7hfxXhQC0hrIEO4d-6tkoxE34dCEofgRihInKEO-T_F5_atBYjxZ6kwFiGFeLAreX3e3hzdLLrRjWLcauBv-kIPJcX1xlW_qhQFCR3BeH0yuCC4vgWMXqzhObGMHSKlieKcXvukDr67_pxSMMGkyugBksNaneWj7v9Uco4b21TlS6g/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6kVIHXqPg7wWPd7hfxXhQC0hrIEO4d-6tkoxE34dCEofgRihInKEO-T_F5_atBYjxZ6kwFiGFeLAreX3e3hzdLLrRjWLcauBv-kIPJcX1xlW_qhQFCR3BeH0yuCC4vgWMXqzhObGMHSKlieKcXvukDr67_pxSMMGkyugBksNaneWj7v9Uco4b21TlS6g/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/12/agac-ev-sohbetleri-224.html" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Düzenli bir iş bulmak neden zorlaşıyor?</span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: x-large; text-align: center;">"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Memleketimizin de içinde bulunduğu dünyanın geri kalmış diğer ülkelerinde gençlerin önemli bir kısmı, yaşadıkları topraklarda kendilerine düzenli bir iş bulamıyorlar. Bunun pek çok nedeni var. Kontrolsüz nüfus artışı bu nedenlerin başında gelirken özellikle kırsal kesimde pek çok aile, sahip oldukları imkânlar dahilinde bakabilecekleri, sağlıklı birer birey olarak topluma kazandırabilecekleri çocuk sayılarını önemsemeksizin asrın liderinin "en az üç çocuk" hedefini tutturmaya çalışıyor. Artan nüfusu karşılayacak yeni iş sahaları açılamadığı için de genç nüfusun önemli bir kısmı işsizler ordusunda yerini almaya devam ediyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Mevcut hükümet, ülke yönetimin asli unsuru olan ve sosyo-ekonomik kalkınmayı hedefleyen plânlama gibi önemli bir uygulamayı gereksiz bularak, 2011 yılında, Devlet Plânlama Teşkilâtını (DPT) akıllara ziyan bir kararla kaldırdı. Yani, ülkemizin her yıl artan nüfusuna göre ihtiyacı olan tarım ve sanayi ürünlerinin cins ve miktarına karar veren, ne kadar sağlık görevlisine, öğretmene, mühendise ve diğer meslek mensuplarına ihtiyaç duyulduğunu araştıran, kaç hastane, hapishane, öğrenci yurdu, yaşlı bakım evi vs. tesise gerek olduğunu ortaya çıkaran bir kuruluşumuz yok artık. Seçim kazanılacak diye pıtrak gibi üniversiteler serpiştirildi ülke sathına. Bunların ne yeterli sayı ve kalitede hocaları, ne yeterli laboratuarları, kütüphaneleri var. Zaten bilimsel eğitimden yana pek dertleri de yok iktidarın. Mezunların her birinin elinde diploma dedikleri kâğıt parçaları var, pek çok dalda sayı bakımından ihtiyacın üzerindeler ve yeterli mesleki donanıma haiz değiller. Bu yüzden pek çoğu aç kalmamak için ellerinde sözde diplomalarla ancak marketlerde kasiyer olarak ya da kurye hizmetlerinde çalışabiliyorlar. İşin en acı tarafı, bu uyduruk üniversiteleri bitirip lâyık olmadıkları halde devletin en kritik makamlarına getirilen bu insanlardan iktidara yakın olan bir kısmının yanında gerçekten işinin uzmanı, yetenekli pek çok genç, mülâkat denilen saçma sapan bir sınav uygulaması marifetiyle eleniyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Diğer bir neden ise teknolojinin ilerlemesine bağlı olarak bazı iş ve mesleklere eskisi kadar talep olmaması, bazılarının tamamen ortadan kalkması, yeni ortaya çıkan iş ve mesleklere ise yeterince eleman yetiştirilmemesi. Sözgelimi eskiden tarlalarda çalışmak için çok fazla insan gücüne ihtiyaç vardı fakat günümüzde tarım işleri genellikle makinelerle yapılıyor. Bu yüzden kırsal kesimlerde tarlada çalışmak üzere ihtiyaç duyulan insan sayısı azalmış ve kentler büyük göç almıştır. Bu durum kent nüfuslarında kontrolsüz artışa sebep olurken, toplumdaki işsizlik oranını da yükseltmiştir. Diğer taraftan yazılım, iletişim gibi dallarda yeni işler ve meslekler türemiştir. Memleketi idare edenler eğitimde bu konulara yeterince yer vermediği için gençlere istihdam sağlama hususunda acze düşülmüş ayrıca teknolojik bakımdan ülke dışa bağımlı kılınmıştır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Görüldüğü gibi nüfusumuz artarken yeni iş sahalarının açılmaması, bilimden uzak eğitim ve ekonomi politikaları nedeniyle dünyadaki gelişmelere seyirci kalışımız ve hiçbir konuda geleceğe dair plânımızın olmaması işsizliğin artmasında başlıca nedenlerdir. İşsizliğin artmasına gerekçe olarak gençlerin iş beğenmemesi, fazla ücret istemesi gibi bir takım nedenler ileri sürülse de bunlar kesinlikle gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Bilakis ülkemizde hem iş koşulları hem de emeğin karşılığı olarak verilen ücret ve sosyal haklar gelişmiş ülkelerin hayli gerisindedir. Avrupa ülkeleri, vatandaşlarının gelirlerini arttırıp refah düzeylerini yükseltmeye çalışırken bir yandan da çalışma gün ve saatlerini azaltmanın çabası içindeler. Özetle en büyük zenginliğimiz olan insan kaynaklarımızı fütursuzca tüketen yanlış politikalar yüzünden ülkemizde düzenli iş bulmak her geçen gün zorlaşıyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde durum tamamen farklı. Yönetimi elinde bulunduran iktidarlar orta ve uzun vadeli plânlar yaparak ülkenin gereksinimlerini belirliyorlar. Bilimsel ve kaliteli eğitim sistemi sayesinde her iş grubunda ihtiyaca göre uzman elemanlar yetiştiriyorlar. Vatandaşlarının kabiliyetine göre hangi seviyede ne iş yapabilecekleri henüz okul çağında tespit ediliyor. Her şeyden önce gelişmiş ülkelerde insanlar devletlerine güveniyorlar. Çünkü o ülkelerde devlet, bizdekinin aksine vatandaşına adil ve eşit olarak yaklaşıyor, mafyalara, rüşvetçi bürokratlara teslim olmuyor, vergiler adaletli bir şekilde toplanıp yine halka hizmet amaçlı kullanılıyor. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com11tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-50599275171040304232023-11-30T00:35:00.000+03:002023-11-30T00:35:28.232+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 223<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjV-jAdrDx0lu2flfCmM-ZhEWKiBNbC7g9bKnMli7-x-xtpTVBVPxi-HYQpKmkCXfycQ1l1ra-IUSbMhSX-V_wuegaO_xp0QqtsZ49Nb7EHZTHJQ6tSNHgaz0H8VSodYHKTd97PzbgP3x_IjSyLKLcE6G8CrBih51-seBuMvm28SJtzqpZwyfHgQn6nKzE/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjV-jAdrDx0lu2flfCmM-ZhEWKiBNbC7g9bKnMli7-x-xtpTVBVPxi-HYQpKmkCXfycQ1l1ra-IUSbMhSX-V_wuegaO_xp0QqtsZ49Nb7EHZTHJQ6tSNHgaz0H8VSodYHKTd97PzbgP3x_IjSyLKLcE6G8CrBih51-seBuMvm28SJtzqpZwyfHgQn6nKzE/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/11/agac-ev-sohbetleri-223.html" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></div></span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Dar gelirli ailelerin çocukları hayata varlıklı ailelerin çocuklarından daha iyi mi hazırlanırlar?</span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: x-large; text-align: center;">"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sanmıyorum. Özellikle günümüzde dar gelirli ailelerin çocukları açlığa mahkûm bir haldeyken aksini düşünmek bana son derece trajikomik geliyor. Bir insan hayata nasıl hazırlanır, hayatını daha az acı çekerek nasıl yaşar? Elbette her şeyden önce imkân meselesi bu. Varlıklı aileler, çocukları henüz doğmadan onları gözleri gibi korurlar, gözetirler. En iyi doktorların elinde, her türlü imkâna sahip özel hastanelerde dünyaya gözlerini açan bu çocuklar doğuştan şanslıdırlar. Uzman sağlıkçıların denetiminde en sağlıklı gıdalarla beslenmeleri</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> sağlanır. İyi eğitim almaları için ne gerekiyorsa yapılır, kabiliyetlerine göre sanat ve spor dallarında gerekli destek verilir kendilerine. Varlıklı aileler için bu konularda para hiçbir zaman sorun değildir. Hemen ilâve etmeliyim ki, varlıklı ailelerden bahsederken sonradan görmüş, ne oldum delisi aileleri ayrı tutuyorum. Geçmişten bu yana varlıklı olma durumunu sürdüren bir aile, </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">çocuklarını hayata hazırlama konusunda yeterli eğitim ve donanıma sahiptir muhtemelen.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Dar gelirli ailelerin çocukları ekonomik nedenlerle okullarına dahi gidemiyorlar bu günlerde. Pek çoğu çocuk yaşta çalışmak/çalıştırılmak zorunda bırakılıyor. Bir kısmı erken yaşta iş kazaları ya da meslek hastalıklarıyla karşılaşıyorlar. Yeterli gıdaya ve sağlık hizmetlerine ulaşamadıkları için açlık, hastalık ve yoksulluğun maddi, manevi problemleriyle cebelleşiyorlar. Her ne kadar fırsat eşitliğinden bahsedilse de istedikleri her şeye ulaşabilen varlıklı ailelerin çocuklarının yanında dar gelirli ailelerin çocukları, hayata son derece adaletsiz bir şekilde ve büyük bir dezavantajla başlıyorlar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Belli bir kariyer yapmış, hatırı sayılır mal varlığına sahip insanlara baktığımızda anne ve babalarının ya da yakınlarından bir çoğunun yine varlıklı insanlar olduğunu görebiliriz. Bu durum varlıklı olmanın genetik bir yönü olduğunu çağrıştırıyor sanki bana. Varlıklı ailelere mensup çocukların hayatta başarılı olmama ihtimali son derece az. Zekâ seviyeleri düşük olsa dahi bazı çocuklar, aileden yana varlıklı iseler ya da aileleri sayesinde bir şekilde varlığa ulaşma şansları varsa gemiciklerini uluslararası sularda yüzdürerek hayata tutunabilirler. Bir an düşünün ki, bu zekâ özürlü çocukların aileleri dar gelirli. Nasıl tutunsun bu zavallıcıklar hayata? Para parayı çeker derler. Hayata karşı ayakta kalmanın yegâne yolu para olduğuna göre varlıklı bir ailenin çocuğu olmak muazzam bir ayrıcalıktır. Varsa böyle bir aileniz keyfini çıkarın, yoksa kaderinize küsün.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Üniversitede biz fakirler onlara gıcık kapardık. Onlar da kendi gruplarına bizleri sokmaz, burunları havada, ayrı bir dünyanın insanları olduklarını her dem belli ederlerdi. Onlar varlıklıydılar. Hepsi TED, Robert College mezunuydular. Biz klasik lisede İngilizce dersinin en parlak öğrencileriydik ama onların en kötüleri yanımızda şakır şakır İngilizce konuşurken biz başımızı öne eğerdik. Dışarıdan göründüğü kadarıyla, evet, hem biz hem onlar İngilizce eğitim veren, ülkemizin güzide okullardan birini bitirmiş ve onlarla denk bir düzeye gelmiştik, öyle mi? Hayır, onlar varlıklı ailelerin çocukları, çok küçük yaşlardan itibaren belki kreşlerden, anaokullardan itibaren İngilizce öğrenmişler, bazıları yaz tatillerinde yurt dışında dil becerilerini geliştirmişlerdi. Biz fakirler her zaman bu bakımdan onlara ulaşamadık, ulaşamazdık. Hayat karşısında önemli bir avantajdı bu onlar için. Sadece bu mu? Bu, en ehemmiyetsiz olanı. Mezun olduktan sonra onların varlıklı aileleri sayesinde pek çoğu yurt dışında ihtisas yaptı. Biz fakirlerin hemen çalışmaları ve ailelerine yük olmaktan kurtulmaları gerekiyordu. Onlar, en güzel işleri varlıklı ailelerinin varlıklı çevrelerinden buldular. Bir kısmı babalarının ya da akrabalarının şirketlerinde kısa sürede yüksek ücretlerle yönetici konumuna geldiler. Biz fakirlerden şanslı olanlar da bir yere kadar yükseldik, iyi paralar da kazandık ama hiçbirimiz onlara ulaşabilmeyi aklımızın ucundan dahi geçirmedik, geçiremezdik. Aramızda şanslı olmayanlar çoğunluktaydı, ya memur olup devlete ya da uzun mesai saatlerine yakışmayan ücretlerle yıllar boyu özel sektöre hizmet ettiler. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Şimdi bana haklı olarak sorabilirsiniz, Süleyman Demirel, Isparta'nın köyünden çıkmış bir çoban, nasıl</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> devletin en şerefli makamının başına oturmuş, hadi söyleyin bakalım. Bakın, bu durumu sadece şansla ve zekâ ile izah etmem mümkün değil. Çağımızın süper gücü ABD, ileride kendi çıkarlarına hizmet etmek üzere ülkemizin başına getireceği adamları seçiyor ve bazen seçilenler, </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">dar gelirli ailelerin çocukları olabiliyor. Nereden mi biliyorum. Nasıl bilmem, bana da teklif ettiler zamanında. Ama ben şartlarını kabul etmediğim için tekliflerini nazikçe geri çevirdim. Ağırdı şartları vatanımı, milletimi satmam konusunda söz vermemi istiyorlardı benden. Bu son derece gizli bir teklifti fakat zaman aşımı nedeniyle şimdi burada ilk kez itiraf ediyorum. Yani demek istediğim dış mihraklarca bu şekilde özenle </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">seçilmiş kişiler yukarıda dile getirdiğim savımı zayıflatmaktan hayli uzak. Bunlar son derece derin konular, karıştırmaya gelmez. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-65499616227204220142023-11-23T07:47:00.000+03:002023-11-23T07:47:00.388+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 222<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh6kkfNjyvBTnNN6SgBKICD9K5yGWgowiJYJvOF9U5_fzLg07ka4OY0ZRdAA4nWiDTB0a2thkHttQ-z38S4-Yb0NC-bFtzpWX-WQclkuho3IVAnhrAtsceHT2-z6vePN17vMaeABQ4e5nFWURsZB4AZiv4Epok8ENxKbFoVrFoC1bKUI0ARyff4YCfXDnA/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh6kkfNjyvBTnNN6SgBKICD9K5yGWgowiJYJvOF9U5_fzLg07ka4OY0ZRdAA4nWiDTB0a2thkHttQ-z38S4-Yb0NC-bFtzpWX-WQclkuho3IVAnhrAtsceHT2-z6vePN17vMaeABQ4e5nFWURsZB4AZiv4Epok8ENxKbFoVrFoC1bKUI0ARyff4YCfXDnA/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/11/agac-ev-sohbetleri-222.html" target="_blank">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Teknoloji ve gelişme artsa da insanlar eskiye göre kendilerini daha az güvende hissediyorlar. Neden olabilir?</span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: x-large; text-align: center;">"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İnsan denilen varlık, zekâsı sayesinde menfaati için </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">kafasına koyduğu, pek çok</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> şeyi yapabilir. Teknolojik ilerlemeyle birlikte, bilgisayar, internet, kameralar, alarmlar ve buna benzer diğer araçlar kullanılarak hırsızlık, şiddet, soygun gibi suçların önüne geçilmeye çalışılmış, gerçekten de belli bir seviyede caydırıcılık sağlanmıştır. Gelgelelim banka hesaplarının hacklenerek zimmete para geçirme, rüşvet ve türlü yolsuzluklar artarak devam ediyor. Bu tür suçların teknolojik gelişmelere paralel olarak sadece şekil değiştirdiğini söylemek mümkün.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İnsanların suça yönelmesinde ve toplumda güven duygusunun azalmasında baş sorumlu olarak siyasi yöneticileri görüyorum. Eğer bir ülkede adalet sağlanmıyorsa vatandaş adaleti kendi bildiği usullerle yerine getirmeye kalkışır ki bu suç işlemesi anlamına gelir. Her vatandaşın kendi bildiğini okuması kaosa ve ülkede güvensiz bir ortamın doğmasına neden olur. Bu bakımdan teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin ülkede ekonomik istikrarsızlık, fırsat eşitsizliği, haksılık ve adaletsizlik devam ettiği sürece suç oranları artarak devam edecektir. Biliyoruz ki, suçun arttığı ortamlarda insanlar kendilerini güvende hissedemezller. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İnsan neden suç işler sorusunu sormak konunun teknolojiyle bir ilişkisi olup olmadığını ölçmek bakımından bize yol gösterebilir. Sözgelimi vergi kaçırmak batılı pek çok ülkede büyük suçtur. Hatta vatandaşlık bilinci gelişmiş bu tür ülkelerde vergi kaçırmak ayıp karşılanır. Çoğu zaman hakkını aradığı durumlarda, "ben bu ülkede vergisini ödeyen bir vatandaşım" der insanlar. Oysa ülkemizde ne kadar vergi kaçırırsak kendimizi o kadar uyanık belleriz. Aslında bunu yapmaya hakkımız da var bir taraftan. Çünkü toplanan vergilerin ülke yararına değil de bir sürü saçma işte nasıl çarçur edildiğini, kimlere peşkeş çekildiğini gayet iyi biliyoruz. Toplumun geri bırakılmış cahil kesimi ise vatandaş olmanın ne anlama geldiğini bilmedikleri gibi vermiş oldukları vergilerin hesabını sorma haklarından bile habersizken devleti babaları bilirler. Dolayısıyla uyanık olanlar vergiden kaçınırlar!, bağlantıları sayesinde vergi aflarından ziyadesiyle faydalanırken gariban ücretliler ise kaderlerine razı bir şekilde ödediği ağır vergilerle günden güne fakirleşirler. Bu şekilde toplumun gelir dağılımında uçurumlar oluşur. Aç insan ayakta kalabilmek için ya hırsızlık yapar, ya rüşvet yer, ya da yasa dışı kötü yollara düşer. Teknoloji ne yapsın bu durumda. Aslında bilgisayar teknolojisiyle bütün vatandaşların gelir giderini takip etmek ve gelirine göre orantılı vergi tahsil etmek son derece kolaydır. Fakat böyle tehlikeli! teknolojileri kullanmak yöneticilerin işine gelmez. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Mobese kayıtları meydana gelen cinayet, soygun, kapkaççılık ve şiddet olaylarını önlemek konusunda teknolojinin sağladığı etkili bir araçtır. Ancak suça karışan kişinin ensesi kalın, siyasi bağlantıları sağlamsa ne gam. Bütün kayıtlar şak diye bir anda yok edilir, ya bozuktur mobese cihazı çalışmaz ya da açılması unutulmuştur. Yani teknoloji iyi yöneticilerin elindeyse suç oranları inanılmaz şekilde azalır aksi durumda hiçbir etkisi olmaz. Siyaset insanları birbirine düşman edecek şekilde ayrımcılık yaparak sürdürülürse şiddet artar, teknolojinin yapabileceği bir şey kalmamıştır böyle durumlarda. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İnsan türünün icat ettiği en büyük suç savaştır. Masum çocuklar, kadınlar ve erkekler gücü elinde bulunduran üç beş delinin yüzünden telef edilmeye devam ediyor. Bu katliamlarda teknolojinin geliştirdiği en modern silâhlar kullanılıyor. Demek ki teknoloji bazen suç araçlarının üretilmesinde de rol oynamakta. Bunun en vahim örneği Japonya'ya atılan atom bombalarıdır. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Şiddetin azaltılması suretiyle toplumda güvenli bir ortamın sağlanarak insanların huzura kavuşması için son derece basit ve sonuç getirecek yöntemler mevcuttur. Durum böyleyken kanaatim odur ki, insanın doğuştan gelen hırsı, bencilliği, gücü eline geçirdikten sonra canileşmesi ve türlü kompleksleri yüzünden suç oranları artmaya, toplumun güven duygusu ise azalmaya devam edecektir.</span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-12291200294339668792023-11-15T08:43:00.002+03:002023-11-15T09:46:54.227+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 221<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhlB9Yg2lzUiguA1xJ5Xnzy10XdazXl3kM-NDGFws_FGZTWdY2A9Qp7fAURsKU8GK0DVibIVmRDxm0XswHazd5RSGv8y1qt5ZEe8NaEsVOblAiHadeIy29ope8L3ASDStzV8q-vZkV_Oiy-zR1ifB0F-NCEgWsfQVU5kVKpVgtdjKPz1rg9G-EFcGo3SuQ/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhlB9Yg2lzUiguA1xJ5Xnzy10XdazXl3kM-NDGFws_FGZTWdY2A9Qp7fAURsKU8GK0DVibIVmRDxm0XswHazd5RSGv8y1qt5ZEe8NaEsVOblAiHadeIy29ope8L3ASDStzV8q-vZkV_Oiy-zR1ifB0F-NCEgWsfQVU5kVKpVgtdjKPz1rg9G-EFcGo3SuQ/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/11/agac-ev-sohbetleri-221.html">Sade ve Derin / DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Vejetaryen beslenenler gün geçtikçe çoğalıyor. Bu tür beslenmenin avantajları dezavantajlarından daha mı çok?</span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: x-large; text-align: center;">"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Vejetaryen beslenenler gün geçtikçe çoğalıyor derken bu saptamanın gerçekten hayvan haklarına dair bilinçlenmenin bir sonucu olup olmadığı hususunda kuşkum var. Zira hem ülkemiz hem de dünya ölçeliğinde hayvansal gıdaların fiyatı (et, süt, peynir, yumurta) aşırı düzeyde artmış durumda. Vejetaryen beslenme konusunda öncülük edenler her ne kadar bunun sağlıklı bir beslenme şekli olduğunu ileri sürseler de, aksini savunan, </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">hayvansal gıdaların </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">insanlarda protein ihtiyacı için vazgeçilmez olduğunu iddia eden uzmanların sayısı az değil. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İster hayvansal isterse bitkisel gıdalar olsun sağlıklı beslenmenin GDO'lu tohumlar ve sağlığa zararlı türlü katkı maddeleri yüzünden pek mümkün olmadığını biliyoruz. Mısır, genetiğiyle oynanan besinlerden en bilineni, türlü şekillerde tüketiyoruz, aynı zamanda silaj adıyla büyükbaş hayvanların besin kaynaklarının başında geliyor. İlacıyla, gübresiyle, kirletilmiş sularıyla sağlıklı beslenmek artık neredeyse imkânsız. Yani hem hayvansal hem de bitkisel gıdalar bu bakımdan sağlıklı değil. Aç kalmamak için mecburen, bile bile bunları tüketmek durumundayız. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Hayvansal ürünlerin tüketilmesine karşı durmanın sağlıklı bir yaşam için gerekli olduğu tartışmalarından ziyade konunun bir de felsefi boyutundan söz etmek gerektiğini düşünüyorum. Kendimizi diğer canlılardan üstün görüyorsak, yani aklımızı onların sahip olmadığı bir cevher olarak değerlendiriyorsak, hayvanlardan farklı olduğumuzu göstermemiz beklenir. Eğer bunu gösteremiyorsak (en azından hayvansal ürünlerle beslenmek konusunda) hayvanlardan farkımızın olmadığını kabul etmek zorundayız. Elbette böyle bir sonuç atalarının maymundan geldiğine inanan bizim gibi insanlara ağır gelmez. Fakat Adem'in çamurdan yaratıldığına iman eden halkımız kebap sofralarında bu saptamayı kendilerine yapılmış bir hakaret olarak görebilirler. Ne yaman bir çelişki!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Vejetaryen değilim, keşke olabilsem. Doğduğumuz günden beri hayvansal gıdalar beslenmemizde önemli pay sahibi olagelmiş. Elbette bu bir kültür, bir alışkanlık. Fakat bir canlının mezbahalarda, tavuk çiftliklerinde katledilişi gözümün önüne geldiğinde insanlığımdan utanıyorum. Güzel bir pirzola, bonfile ya da ızgara köfte yerken bu tür rezilliklere karşı hafızamızı kapatıyoruz. Aksi takdirde kusarız herhalde. İnsanı hayvandan ayıran tek özellik düşünme kapasitesi olduğuna göre et ve et ürünleri yerken bu özelliğimizi askıya alıp dürtülerimizle hareket ettiğimizi ve bu davranışımızla tedricen hayvanlara benzediğimizi her zaman düşünmüşümdür. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com16tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-63442992404757764482023-11-10T04:29:00.002+03:002023-11-10T04:29:25.876+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 220<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7sqcEDuSUcSPwvHecTFBWryXejwD6JZq7ZfFDgNmB7opDmIGPZElZrsOf1qZfCJ6mnbIoapTGAFsa7rPlp2s_eTTWi63BsF9pTXrb6LnPVy7QxY_7wAhm3k4yJmRRvxh6N-3ubpv9FlkmRSFSVNd40Y-kr97HZOC7q4UXWSHoj4HWaoY3IrWPCdmzOYM/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7sqcEDuSUcSPwvHecTFBWryXejwD6JZq7ZfFDgNmB7opDmIGPZElZrsOf1qZfCJ6mnbIoapTGAFsa7rPlp2s_eTTWi63BsF9pTXrb6LnPVy7QxY_7wAhm3k4yJmRRvxh6N-3ubpv9FlkmRSFSVNd40Y-kr97HZOC7q4UXWSHoj4HWaoY3IrWPCdmzOYM/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/11/agac-ev-sohbetleri-220.html" target="_blank">DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"İyi bir komşu nasıl olur?</span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: x-large; text-align: center;">"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Artık iyi komşu aramıyorum. Bu soruya önce iyi komşu nasıl olmamalı şeklinde cevap versem sanırım derdimi daha rahat anlatabilirim. Alt kat komşum dev gibi cüssesi olan bir adam. Karısını görsem bu onun karısı diyemeyecek kadar muhabbetimiz var. Bir zamanlar futbolcuymuş. Yüz yüze geldiğinizde selâm verme adeti olmayan tuhaf bir mahlûk. Bazen asansörde karşılaştığımız olur. İki metrekarelik bir alanda nefeslerimiz birbirine karışır ama yine selâmlaşma olmaz. Selâm versen de ya başını çevirir ya da susma hakkını kullanır. Bazen damdan düşer gibi bir lâf atar ortaya, zoraki gülümsemek zorunda kalırsınız. Geçenlerde yine asansörde karşılaştık. Elinde tepsiye benzer plastik bir kap. Yan apartmandaki petshop dükkânına götürmüş temizlesinler diye. "Bana ne" diyesim geldi ama sustum. Sonra kaldırdı başını, asansör yukarı doğru hareket halindeyken. "Hayvan sevmez misin, sen?" diye seslendi, anırmayı andırır sesiyle. "Senin gibi olanlardan pek hoşlanmam" diyecektim, tuttum kendimi. İşte bu komşum iyi bir komşu örneği değil. Zira gün boyunca sokakta an az üç beş kez karşılaşırız selâm alıp vermez, hatta adımızı bile bilmeyiz birbirimizin. Apartmanımızda maalesef böyleleri çok. Selâmsızlar Apartmanı koysak adını yeridir. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Aynı apartmana henüz yeni taşınmıştık. Dairemiz plân olarak değişik biraz. Arkada terasa açılıyor ama teras bizim değil, yan apartmanın. Fakat yan apartmanın terasa ulaşımı yok. Sanırım iki yıl falan oldu, kızımı istemeye gelecekler. Terasa üç beş masa atalım birkaç saat misafirlerimizi ağırlayalım diye düşündük. Alt katta oturan Zehra zebanisinden rica ettik. Durun, sizi ziyaret edeceğim, kahvenizi içmeye geleyim, dedi. Biz de aman ne güzel komşularımız var, bu iş oldu diye düşünmüştük. Kahveler içildi, durumu anlattık, müsaade istedik. Cevabı bizi şok etti. "Ben izin vermem ama siz diğer komşulara da bir sorun isterseniz" dedi. Sebep, yok! Fena komşu örneği. Derken birkç hafta geçti aradan. Terasa açılan kapımıza panjur, sineklik falan yaptıracağız. Çerçeveler büyük, ne asansöre sığabilir ne de merdivenlerden çıkabilir. Ustalar geldi, tek çare çerçeveleri apartman duvarından iple yukarı çekmek. Alt tarafta kuaför ispiyoncusu yetiştirmiş olmalı Zehra zebanisine. Hemen cav cav ötmeye başladı. Buradan çıkaramazsınız, izin vermiyorum, diye. La havle, vela kuvvete. Yahu düz duvar işte, penceresinin önü değil, hiç kimseye zararı yok, dinlemiyor. Artık sabrım taştı, ben de bağırmaya başladım. Polis çağıracağım, dedi. Çağırmayan adidir dedim. Sırf adilikten yırtsın diye polis çağırdı, polis geldi kapıya. Şikayet var, karakola gelmeniz gerekiyor dedi, polisler. İçeri aldık adamları, durumu anlattık. Polisler güldü, tamam dediler, gelin aranızı yapalım, birbirinizden özür dilersiniz, iş talıya bağlanır. Aksi halde mahkemede uğraşırsınız. Aman dedim, lütfen, istirham ediyorum, mahkemeye versin. Vermezse hatırım kalır. Hatırım kaldı, mahkemeye vermedi. İşte Bu Zehra cadalozu iyi komşuya bir örnek olamaz. Nedense hiç evlenmemiş, bu durumun verdiği bir sıkıntı da olabilir tabii. Fakat evlenmemesi iyi olmuş, hiç olmazsa başka adamların başını yakamamış!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Dedim ya bizim apartman bir tuhaf. Bir çok daire değiştirdik. Böylesini görmedim. Yahu, yeni taşınmışsın, biri çıkıp hoşgeldiniz demez mi? Hani çay, kek yapıp getirmelerini istemiyorum, bir selâm da mı vermez insan? Kapı karşımızdaki komşumuzun iki engelli çocuğu vardı. Genç delikanlılar, ama ikisi de tekerlekli sandalyede, özel eğitim görüyorlar. Bir yıl kadar önce kapının önünde bir yığın ayakkabı! Gelen giden çok. Apartman görevlisi Mehmet Efendiye sordum. Duymadınız mı dedi, çocuklardan biri vefat etti. Hiç kapımızı çalmadıkları halde gittim cenaze namazına katıldım. Eşim çorbasından, yemeğine, tatlısına kadar adet olduğu üzere bir şeyler hazıladı, evlerine baş sağlığına gittik. Yahu, ölenin acısı geçtikten sonra nezaketen bir iade-i ziyaret, bir teşekkür ziyareti yap. Aradan bir yıldan fazla zaman geçmiş, hâlâ bekliyoruz. Evet, kapıda rastlaşırsak selâmlaşıp hatır soruyoruz birbirimize fakat hepsi bu kadar. Ne diyim? Sırf bu yüzden taşınmayı düşünüyor eşim buradan. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Bir WhatsApp grubu kurmuşlar, her cuma her biri birer poster paylaşıp birbirlerinin cumasını kutluyorlar. Birbiri ardına "Daire ve asansör kapısını yavaş kapatalım, birbirimize karşı saygılı olalım." mesajların ardı arkası kesilmiyor. Ya kimdir bu kapıyı çarpan, git ona söyle. Saygıyı sen mi bana öğreteceksin a cahil! Biri çıkar "Ah Ayselciğim, dün misafirler gelmişti, biraz gürültü oldu sanırım, kusura bakma." der. Ayselciğim hemen cevap verir. "Rica ederim ne demek, elbette arada olur, biz eski komşular halden anlarız, yeni gelenlere benim sözüm." Efendim, kim o yeni gelenler? At ortaya çamuru, temizleyen çıkar belki. Aynı apartmanın sık sık kanalizasyonu tıkanır. Alta kattaki manavı pis su basar, bir sürü zarar meydana gelir. İşçiler, tuvaletlere kadın pedi atıldığını söyler her seferinde. Hayır oturduğumuz yer varoş, değil kaliteli bir muhit ama apartmanımızda oturanların kaliteleri konusunda ciddi şüphelerim var.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İyi komşu nasıl olmalı diye soracak olursanız, bence en azından karşılaştığınızda gülümseyip selâm vermeli, hal hatır sormalı. Komşular birbirlerine rahatsızlık vermemeli fakat ufak tefek (ev tadilatı, eşya taşıma vs.) rahatsızlık verici hususları sorun haline getirmemeli. Dedikodu yapmamalı iyi komşular. En önemlisi birbirlerine karşı saygıda kusur etmemeliler. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com10tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-85050363282757707142023-11-02T03:13:00.000+03:002023-11-02T03:13:53.755+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 219<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjigY07c0K1EUPoNDbaaKqxSvVvoStOmwuOarW0xucMkDRNtZ92ClVMtxraL65efnKJUOWFmJPn0Al65jOmp3eFcTEK7U7bkUi72YtUjw4is84Yx0sPwcv7Tpv60acNam1bvUgVQ6pmtDBFKdkO6QqzMRe6d9o8VO0ugkZ2ERrtVZDsnzcYwBJX2IAUxXk/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjigY07c0K1EUPoNDbaaKqxSvVvoStOmwuOarW0xucMkDRNtZ92ClVMtxraL65efnKJUOWFmJPn0Al65jOmp3eFcTEK7U7bkUi72YtUjw4is84Yx0sPwcv7Tpv60acNam1bvUgVQ6pmtDBFKdkO6QqzMRe6d9o8VO0ugkZ2ERrtVZDsnzcYwBJX2IAUxXk/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/10/agac-ev-sohbetleri-219.html" target="_blank">DeepTone</a>'dan.</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"İnsanın insana yaptığı şiddetin psikolojik etkileri nelerdir?</span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: x-large; text-align: center;">"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Geçenlerde bir video izlemiştim: Başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere, "Kadın ve çocuk şiddetine hayır" gibi sloganlar eleştiriliyordu. Önce garipsedim, hatta İstanbul Sözleşmesine karşı çıkan birini niye izliyorsun diye kendime kızmaya da başlamıştım fakat biraz düşününce dile getirilen konulara hak verir gibi oldum. Esasen şiddeti sadece bir insan cinsiyle ya da belli bir yaş grubuyla sınırlandırmak doğru değildi gerçekten. Şiddet şiddetti, ister kadına ister erkeğe, ister yetişkine ister çocuğa, isterse başka herhangi bir canlıya yapılsın, kategorilere ayırmadan alayına birden karşı çıkmak gerekirdi. Evet, şiddet her zaman savunmasız kişilere yapılıyor, ancak olayı kadın, çocuk ve erkek diye ayırdığımızda farkında olmadan ayrımcılık yapmış olmuyor muyuz? Eğer bir şiddet varsa kadın erkek demeden hep birlikte, omuz omuza karşı çıkmalıyız. Sadece etkisini yitirmiş, kanıksanmış sloganlar atarak soruna çare üretmekten uzaklaşırız. Bu bakımdan yazıma başlarken, soruyu şeklen doğru bulduğumu belirtmek isterim.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İnsana yapılan şiddetin türlü çeşitleri vardır. Fiziksel olsun, psikolojik olsun şiddetin her türlüsü insan ruhunda derin yaralar açar. Hatta bazı durumlarda psikolojik şiddetin insan üzerinde bıraktığı etki, fiziksel şiddeti aratabilecek seviyededir. Sözgelimi kırsal bölgede adam karısına hiçbir fiziki şiddet uygulamamakla beraber eve kuma getirir. Bu tavır karşısınd sesini çıkartamayan karısı, yaşadığı travmayla şiddet görmekten beter bir durumda hisseder kendini. Unutmayalım ki, kocam her akşam beni dövseydi de üstüme kuma getirmeseydi diyerek dertlenen kadınların ülkesinde yaşıyoruz.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Şimdi yine lâfı getirip getirip dine bağlıyorsun diyeceksiniz. Ne yapayım lâf o yöne doğru bir seyir izliyorsa? Ben sadece olanları yazmakla mükellef bir kulunuzum. Elinizi vicdanınıza koyun, en büyük şiddet dinler yüzünden uygulanmıyor mu? Kültürümüze işleyen namus cinayetleri, din adına yapılan en acımasız savaşlar, kadının ganimet olarak görülmesi, köleliğin, cariyeliğin ve çok eşliliğin normal karşılanması, kadının sadece erkeklere hizmet etmekle görevli bir cins olarak empoze edilmesi, cennette erkekler tomurcuk memeli 33 huriyle onurlandırılırken, kadınlara fikirleri sorulmaksızın şehitler verilmesinin kadınlar üzerinde yaratacağı psikolojik etkileri göz ardı etmemi mi bekliyorsunuz benden? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Genel olarak ayrımcılık, adaletsizlik ve eşitsizlik şiddeti getirir. Hemen hemen her ülke, kâğıt üstünde bütün vatandaşlarının doğdukları andan itibaren eşit haklara sahip olduklarını kabul eder. Birleşmiş Milletlerde, İkinci Dünya Savaşının yıkıcı etkilerinin görülmesinden sonra 10 Aralık 1948'de imzalanan İnsan Hakları Bildirisine çekinser oy kullanan Suudi Arabistan, en azından dürüst davranarak metni, şeriat ve İslâm kurallarıyla bağdaşmadığı gerekçesiyle imzalamadığını açıklamış. Bizim gibi az gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar kâğıt üstünde eşit haklara sahip birer vatandaş olarak gösterilirken inancına, milliyetine ve siyasi kimliğine göre farklı muamele görüp dururlar, bu uygulamalar, yani ayrımcılık, adaletsizlik ve eşitsizlik her biri birer şiddet değil mi? KPSS de en yüksek puanı almasına rağmen yandaş olmadığı için sözde mülâkat sırasında elenen genç bir insanın yaşadığı hayal kırıklığını tahmin etmek zor olmasa gerek. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Gelirdeki adaletsizlik ayrı bir şiddet olarak karşımıza çıkar ama çoğu insan bu durumu kadere bağlayıp şükretmekle! yetiniyor maalesef. Bugün dünyamızda her geçen gün artarak devam eden gelir dağılımındaki uçurum, toplumda ruhsal bunalıma yol açarken intihar vakaları ülkemizin gündeminden düşmüyor. Günde on iki saatten fazla çalışmasına rağmen evde çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılayamayan bir babanın yaşadığı çaresizliği düşünün. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İşyerlerinde yapılan mobbing, tarikat ve kuran kurslarında yapılan cinsel tacizler, yeterli pedagojik eğitim almadan okullarda görev yapan eğitim kadrosunun çocuklar üzerindeki hatalı davranışları, siyasi davaların sonucunda uydurma gerekçelerle yıllarca hapislerde çürütülen insanların yaşadıkları ve daha nice şiddet türü sayabiliriz. Hepsi de insanlar ve hatta onların yakınları üzerinde olumsuz etkiler bırakır. Bazen şiddete uğrayanlar yaşadıklarını hazmedemeyerek canlarına dahi kıyabilirler. Pek çoğu ruhsal yönden arızalı ve topluma zarar verebilecek düzeyde tehlikeli bir hale gelebilir. Seri katillerin yaşam öykülerini dinlediğinizde hayatının bir döneminde mutlaka şiddet görmüş olduklarına şahit olursunuz. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Ne yazık ki şiddeti tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil. Diğer taraftan eğitimin şiddete karşı azami ölçüde koruma sağladığını düşünüyorum. Şiddete uğrayan insanların çoğu çocuk ve cahil bırakılmış halk kesimleridir. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com16tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-36405474658274284732023-10-25T06:26:00.000+03:002023-10-25T06:26:33.818+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 218<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather;"><span style="font-family: Merriweather;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidUqe33ZcCNM8k4goJaLIIkxQkzkxUBaQPuVlyLy_aWexbITKjuk26nFmlafqTMuJykKNuQHaT2ZXtNHnlDAq4ev1ewWiuwvwwkzsSgHlk1uzjNfMcruZznlpUVYESPzLyy064Q1DiunsAOxYohtlmHtg6vnQKxnCzuvdJn44Yt1FXrB7kRSiJGsrnTeA/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidUqe33ZcCNM8k4goJaLIIkxQkzkxUBaQPuVlyLy_aWexbITKjuk26nFmlafqTMuJykKNuQHaT2ZXtNHnlDAq4ev1ewWiuwvwwkzsSgHlk1uzjNfMcruZznlpUVYESPzLyy064Q1DiunsAOxYohtlmHtg6vnQKxnCzuvdJn44Yt1FXrB7kRSiJGsrnTeA/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili<a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/10/agac-ev-sohbetleri-218.html#comment-form" target="_blank"> DeepTone</a>'dan.</span><span style="text-align: center;"> </span></div></span></span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Pandemiden sonra hastalıklar arttı mı?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Bu soruya net bir cevap vermek hayli zor. ABD ve Birleşik Krallık'ta pandemi sonrası bağışıklık düzeyinde bir miktar azalma olduğu, bu nedenle otoimmün hastalıklarda artış kaydedildiği görülmüş. Diğer taraftan sağlıklı beslenen, egzersiz yapan ve düzenli uyku ile dinlenen kişilerde bu tür hastalıklara yakalanan kişi sayısının daha az olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla hastalıkların artmasında pandeminin mi, sağlıksız beslenmenin mi, yeterli egzersiz yapmamanın mı, düzenli uyku uyumamanın mı yoksa genetik faktörlerin mi etkili olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Belki de sadece bir tane değil, bunlar gibi birden fazla faktör hastalıkların artmasının sebebi olabilir. Bunu anlamanın imkânı yok gibi. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Yeterli araştırma yapılmaksızın piyasaya sürülen pandemi ilaçları ve tedavi yöntemleri pandemiden daha fazla hasar bırakmış olabilir insanlarda. Nitekim sevdiğim bir genç arkadaşım pandemiye yakalandıktan sonra yanlış tedavi ve ilaçlardan dolayı vefat etmişti. Kullandığımız ilaçların yan etkileri sonradan ortaya çıkıyor ve ölümcül sonuçlar doğurabiliyor. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Her olumsuzluğu fırsata dönüştüren beynelminel ilaç endüstrisi, pandemiyi bahane edip bir kez daha köşeyi döndü. Şimdi de, pandemiden sonra falanca hastalıklar arttı, bu hastalıklara karşı direncinizi takviye etmek için şu ilaçları kullanmanız sağlığınız bakımından elzemdir, diyebilirler. Bu çerçevede dev ilaç firmaları yazılı ve görsel medyayı kullanabilir, çakma istatistiki bilgiler toplayabilir, amaçlarına ulaşmak için DSÖ dahil muhtelif sağlık kurumları ve hükümet yetkililerine rüşvet verip onları kötü emellerinin aracı haline getirebilirler.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Bu yüzden sağlık konularına hep şüpheyle yaklaşırım. Toplumda algı yaratmak için muhtelif vasıtalarla halka yanlış bilgi verilebileceği düşünüldüğünde pandemiden sonra hastalıkların arttığından ya da azaldığından söz etmek hayli zor bence. Vatandaşlara pandemi nedeniyle vurulan aşıların, psikolojik açıdan halkı yatıştırmak için birer plasebodan ibaret olduğunu ya da hastalıktan koruma özelliğinden yoksun, vücuda zararı olmayan bazı maddeler içerdiğini zaman zaman düşünmüşümdür. Keşke düşündüğüm gibi olsa. Zira her ilacın etki ve yan etkileri kişiden kişiye değişmektedir. Bu yüzden aşı gibi büyük kitlelerce kullanımı olan bir tedavi yöntemi yeterince araştırılmadan her insana uygulanmamalı. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Konunun özeti şudur: Pandemi öncesi ve sonrası dönemlerde hastalık sayılarına dair detaylı istatistiki bilgilere erişemediğimiz için bu konuda kesin bir kanaat oluşturmamız doğru olmaz. Şahsen ben söz konusu bilgiler elimde olsa dahi acaba güvenilir mi diye şüphelenir, doğruluklarından emin olmak isterim. Yine de pandemi sonrası hastalıkların arttığına ilişkin kesin bir sonuç elde edilemeyeceğini düşünmekteyim. Otoimmün hastalıklarda artış olduysa bunun gerçek nedeni pandemi değil, yetersiz ve sağlıksız beslenme olabilir bence. Meselâ hastalık artışlarının hangi grup insanlarda daha fazla olduğunu bilmek isterdim; alt gelir grubundaki insanlarda mı yoksa ekonomik bakımdan sorun yaşamayan, her türlü gıdaya ve sağlık hizmetine rahatlıkla ulaşabilen grupta mı?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki devletlere güvenimiz kalmadı. Sadece bizim ülkeye mahsus değil bu durum, yerlisi yabancısı kapitalizme hizmet ediyor. Sade vatandaş ölümcül tiyatronun figüranı olarak yerini alıyor sahnede. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com18tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-18690165828526189872023-10-18T12:46:00.001+03:002023-10-18T12:46:19.670+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 217<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbyQ7htCXWaxjbPmGmrtAe_tHnJeAql8Ywc1pdzUq43NhV9EbUA35XEr0dXuTrkdF1A3A6Xcvz9sC0oxmvQGi2XjvH0dIHuYsOWMZ78ZF6vIP15nGaSt4j3_q4sj-4C3RXmGWTgOcbypqaAg0S6xvYcSxcTkNbZW8l2cwED0xv5EwAxfiF9SupYAjigO4/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbyQ7htCXWaxjbPmGmrtAe_tHnJeAql8Ywc1pdzUq43NhV9EbUA35XEr0dXuTrkdF1A3A6Xcvz9sC0oxmvQGi2XjvH0dIHuYsOWMZ78ZF6vIP15nGaSt4j3_q4sj-4C3RXmGWTgOcbypqaAg0S6xvYcSxcTkNbZW8l2cwED0xv5EwAxfiF9SupYAjigO4/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusunu değerli hocamız <a href="https://ucunkuslar.blogspot.com/2023/10/agac-ev-sohbetleri-217.html" target="_blank">Uçun Kuşlar / Makbule Abalı</a> seçti. Arkadaşımız, önceki <a href="https://ucunkuslar.blogspot.com/2023/10/dogal-tepkilerimiz.html" target="_blank">"Doğal Tepkilerimiz"</a> başlıklı yazısının devamı olarak Freud'un "Yapısal Kişilik Kuramı" üzerinden birey toplum ilişkisini bilimsel temelde tartışmaya açıyor. </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Savunma Mekanizmaları bireyler için bir ihtiyaç mıdır? Yoksa daha gerçekçi çözümler bulunabilir mi? Siz de zaman zaman kullanıyor musunuz?</span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: x-large; text-align: center;">"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İnsan davranışının temel nedeninin libido (cinsel içgüdü) olduğunu savunan Sigmund Freud'un bu görüşü zaman içinde etkisini kaybederken bilim insanları onun ortaya koyduğu Yapısal Kişilik Kuramı temelinde yeni teoriler üretmeye devam ediyor. Soyut kavramlar üzerinde karmaşık bir hâl alan insan davranışını sınıflandırmak hayli güç. Freud'un Kişilik kuramında kişilik, Makbule Hocam'ın yazısında tarif edildiği üzere id (alt ben), ego (ben) ve süper ego (üst ben) den oluşuyor. Yazıya yaptığım yorumda id'in yani alt ben'in hayvansal dürtülerle hazları içeren, doğuştan gelen bir davranış biçimi olduğunu belirtirken tartışmalı bir kavram olan "ego" nun da aynı "id" gibi genlerle taşınan bir özellik olduğunu belirtmiştim. Oysa Freud kuramında insanda "ego" nun doğuştan değil de bazılarına göre 6 ay - 1,5 yaş, bazılarına göre ise 5,5 - 6 yaşlarında oluşmaya başladığını zaman içinde gelişme gösterdiğini öğrendim. Değerli Hocam kibarlığından dolayı bu konuda yanıldığımı yüzüme vurmamış. Freud ile uzun yıllar birlikte çalışıp daha sonra fikir ayrılığına düşen Carl Gustav Jung'un ortaya koyduğu kişilik tanımı bana biraz daha inandırıcı geldi.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Jung'a göre "ego" bilinçtir, persona hafızalardan (hem geri çağrılan hem bastırılan), kolektif bilinç ise <u>doğduğumuzdan beri</u> bizimle olan bilgileri, deneyimleri oluşturur. Jung, insan ruhunu bilinç, kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı olmak üzere üç bölümden oluşan bir yapı olarak tanımlıyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İnsan davranışlarını farklılaştıran "ego" ve "süper ego" dur. Her insan acıkınca yemek yemek ister ancak bazı insanlar tatlı sever bazıları baharattan hoşlanır. Bir insanın tatlı sevmesi Jung'un teorisine göre doğuştan gelen kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı özelliklere bağlıdır. Bu tür kişisel özellikler zaman içinde evrimleşir. Tamamen aynı ortamda büyüyen, yaşları birbirine yakın iki çocuğun farklı davranışlar göstermesini başka türlü açıklayamayız. Kendi çocuklarımdan örnek vereyim, kızım doğuştan vegan iken oğlum etsiz sofraya oturmaz. Ne kızımızı et yememesi konusunda yönlendirdik ne de oğlumuzun sadece et yemesini istedik. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">"Süper ego"yu bazıları vicdanla eş tutar ama ben aynı fikirde değilim. Bence vicdan ego'nun bir bileşenidir. Süper ego'nun da etkisi büyüktür ancak insanın genleri yoluyla taşıdığı davranış özellikleri, yani ego'su onu iyi ya da kötü, vicdanlı ya da vicdansız yapar. Bilinç, akıl her zaman iyiye yöneltmez insanı. Bencil davranışlar, insanın türlü hileler ve entrikalarla başkalarını düşünmeksizin devamlı kendine çıkar sağlaması hem içten gelen, akılla harmanlanan motivasyonlar hem de çevre koşullarının etkisiyle ortaya çıkan özelliklerdir. İnsanın doğasında bu kötücül davranış ve düşünce biçimleri var oldukça toplumların sürekli bir huzur ve refah ortamı yaratması imkânsızdır. Özetle id olmasaydı açlıktan ölürdük, ego olmasaydı gerçek yüzümüz ortaya çıkardı (belki de hiç fena olmazdı). Süper ego olmasaydı, birbirimizi yerdik. Uzun bir girizgâhtan sonra konumuza dönelim:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">"Ego" muzun kişisel savunma mekanizmaları olarak sevgili Makbule Hocamızın yazısında gayet güzel açıkladığı gerileme, yansıtma, inkâr, mantığa bürüme, kaçma, bilinç altına bastırma, yadsıma, telâfi, dönüştürme, hayal dünyasına kaçma gibi olumsuz; özdeşleşme, yüceltme ve mizah gibi olumlu davranışlara bilinçsizce az ya da çok başvurduğumuz bir gerçek. Ben bu tür savunma mekanizmalarının yine insanın doğuştan gelen özellikleri olduğunu ve aklımızı kullanarak değiştiremeyeceğimizi düşünüyorum. Bu tür davranışlar belli sınırlar dahilinde tutulabiliyorsa sorun teşkil etmeyeceğini söyleyebiliriz. İhtiyaç mıdır sorusu bir bakıma havada kalıyor bence. Çünkü yaradılıştan gelen ve ortadan kaldırmaya gücünün yetmediği bu özellikler konusunda insan söz sahibi değildir. İnsanın savunma mekanizmalarına ihtiyacı yok desem bu fikrim onları ortadan kaldırmaya ya da değiştirmeye muktedir olmayacaktır. Yukarıda bahsi geçen savunma mekanizmalarını kullandığımızı genellikle inkâr ederiz. Fakat bir süre sonra gerçeklerin farkına varıp iç dünyamızda kendimizle hesaplaşırız.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Yazımın yukarıdaki bölümünü düşünerek ve araştırarak yazdım. Şimdi bakalım fark etmeden hangi savunma mekanizmalarım çalışmış! Bu iş, bana hayli heyecanlı ve eğlenceli gelmeye başladı. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><b>İnkâr:</b> İnsanın hatalı davranışlarını ve kusurlarını redderek geçici rahatlama sağlaması. Evet kısmen buna başvurmuş olabilirim. Şöyle ki, sevgili Makbule Hocamızın yazısına yaptığım yorumda ego'nun doğuştan gelen bir özellik olduğunu belirtmiştim. Daha sonra yaptığım araştırmaların neticesinde Freud'a göre ego'nun çocukluk yıllarında gelişmeye başladığını öğrendim. Demek ki yanılmış, araştırmadan fikir beyan ettiğim için hataya düşmüştüm. Sonraki aşamada kendimi temize çıkarmak için araştırmalarımı ileri safhaya taşıdım. Bana daha mantıklı görünen ego'nun doğuştan gelen bir özellik olduğuydu. Bunu öngören, beni bu konuda destekleyen başka birileri yok muydu? Jung imdadıma yetişti. Birlikte uzun yıllar çalıştığı Freud ile son dönemde fikir ayrılığına düşmüştü Jung</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. Ego'nun bilinç olduğunu ileri süren İsviçreli bilim adamı, insan ruhunu üç ayrı katmanda (bilinç, kişisel bilinçaltı, kolektif bilinçaltı) ele alıyordu. Bunu görünce kendimi biraz rahatlamış hissettim. Jung, ego'yu bilinçle eş değer tutuyordu. Madem bilinç dediğimiz şey, çevreyi, olan biteni sezgi ve algılarımızla kavrama ve fark etme yetisi, bu doğuştan gelen bir özellik olmalıydı. Hayvanların da alt düzeyde bilince sahip olduğunu öne süren bilim insanları olduğunu keşfettim araştırmalarım sırasında. Bu sonradan öğrenilen bir şey olamazdı. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Ego'nun başvurduğu savunma mekanizmalarının da genel olarak doğuştan kazanılan aygıtlar olduğu kabul ediliyordu bazı bilim insanları tarafından. Savunma mekanizmaları çevreyle uyum sağlamanın yanı sıra yetişkinlerde ruhsal sağlığın korunmasında önemli rol oynadığı ileri sürülüyordu. Karşılaşılan olumsuzluklarla baş etmede etkin rol oynayan savunma mekanizmaları; ego'nun acı veren deneyimlerle daha kolay başa çıkmasına olanak sağladığı dile getiriliyordu. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Benim ego'yu doğuştan gelen bir özellik olarak görmemde iyilik ve kötülük kavramı etkili olmuştur. İnsanın, taşıdığı genler vasıtasıyla doğuştan iyi ya da kötü özelliklere sahip olacağı kanaatini taşıyordum. Şimdi kafam biraz daha karıştı. Ümiversitede aldığım psikoloji dersinde "Tabula Rasa" terimini ilk kez duymuştum. Bu görüşe göre, insan ilk doğduğunda yoğrulmamış bir hamur halindedir, çevre koşulları onu yoğurur, şekillendirir. Diğer bir ifadeyle insan doğuştan gelen bir kişilik özelliği taşımaz. Yani kolektif bilinç onu yönlendirerek iyi ya da kötü insan yapar. Bu durumda insanın bütün iyi ve kötü davranışlarının sebebini topluma yükleyerek bireyi tamamen aklamış olmuyor muyuz bu durumda?. Kader ve özgür irade kavramlarını çağrıştırıyor bu bende. Fakat konuyu dağıtıp içinden çıkılmaz hale getirmeyeyim. Sonuçta geldiğim noktada "ego" nun, hem doğuştan gelen hem de çevrenin etkisiyle şekillenen bir kişilik unsuru olduğuna karar veriyorum. Bilmem fark ettiniz mi? Makbule Hocamın blogunda yaptığım yorumdaki hatamı fark ettiğimde inkâr yoluna sapıp kendimi haklı çıkarmak için kaç dereden su getirdim. Rahatladım mı, evet.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Mantığa bürüme: Evet, bu yolu da kullandım. Açıklamalarıma mantıksal çözümler üreterek haklılığımı kanıtlamaya çalıştım. Bu da kullandığım ikinci savunma mekanizmasıydı. Fakat bütün bunları biliçdışı yani düşünüp taşınarak değil, fark etmeden yaptım. Rahatladım mı, evet.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Uzun bir yazı oldu, buraya kadar okuyabilenlere bir şirinlik yapayım ve aşağıya Freud ile Jung'un ilişkisini anlatan güzel bir animasyon filmini ekleyeyim. Filmin sonunda Freud'un savaşı kazandığı gibi bir izlenim edinilse de filmle ilgili yapılan pek çok yorumda insanların bu fikre katılmadıkları, Jung'un kuramının daha gerçekçi olduğu belirtiliyor. Anladığım kadarıyla kişisel özellikleri sadece libidoya bağlamak ve "çocukluğuna inelim" deyip insanın yaşam sürecinde gelişen davranış biçimlerini çocukluk döneminden başlatıp tamamen cinsellik ve çevreyle sınırlandırmak tarih oldu gibi. </span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/dL0TvdiVN38" width="320" youtube-src-id="dL0TvdiVN38"></iframe></div><br /><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><br /></span><p></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com17tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-85694262400162169012023-10-12T16:08:00.003+03:002023-10-12T22:54:44.114+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 216<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhM8XJZdE42vLC60qy8KbXNfyVv5qo_B4bfnsjVZ9PQhuwB3-jbHxk5ZunXGlF8hB6fVyviD2lwAS1a9_0SrfTO_wUUMROKMv9GBEFDC8NBaKmz8JbaH3kdiq9h2ldV116M4h96h2TLtdl6zAS-eEBh_JDIoT5Zt7NvWgSOSTz3Y4I3se9YeTDYI0xhdiQ/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: justify;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhM8XJZdE42vLC60qy8KbXNfyVv5qo_B4bfnsjVZ9PQhuwB3-jbHxk5ZunXGlF8hB6fVyviD2lwAS1a9_0SrfTO_wUUMROKMv9GBEFDC8NBaKmz8JbaH3kdiq9h2ldV116M4h96h2TLtdl6zAS-eEBh_JDIoT5Zt7NvWgSOSTz3Y4I3se9YeTDYI0xhdiQ/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather;"> </span><span style="font-family: Merriweather;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather;">. </span><span style="font-family: Merriweather;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather;">haftanın konusu sevgili<a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/10/agac-ev-sohbetleri-216.html" target="_blank"> DeepTone</a>'dan. </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Günümüzde dünyadaki en büyük sorun nedir?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Öyle bir sorun söylemeliyim ki, çözümü dünyayı huzura kavuştursun. Bu sorunun cevabını biliyor olsam da yerleşik düzene geçtiğinden bu yana insan türü, doğası gereği, yaşamını cehenneme çeviren sömürüyü ortadan kaldıracak bir çözüm bulamadı.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sömürü derken bu sözcüğü biraz daha açmak gerektiğini düşünüyorum. Zira sömürü, sözlük anlamı olarak sadece istismar sınırı içinde kalmamalı, aynı zamanda adalet ve ahlâk temelinde değerlendirmelidir. Zira istismar; mevcut tanımında sömürü insan ticareti ve cinsellik konusuna hapsedilmiş görünüyor. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İnsanlık tarihinin ilk zamanlarında karın doyurmanın yolu sadece toplayıcılık, avcılık ya da balıkçılık yapmaktan geçerdi. Bu dönemde insanların birbirini sömürmesi yok denecek kadar az olduğu söylenebilir. Hayvanları evcilleştirilip tarımı geliştirmesi sonucunda insan, yerleşik hayata geçmiş, önce takas yöntemiyle yapılan ticaret, daha sonra paranın icat edilmesiyle birlikte sömürü düzenini getirmiştir. O zamandan bu yana önemi gittikçe artan para, insan elinde en büyük güç, sömürünün ve köleliğin aracı olmuştur. Haklı ya da haksız yöntemlerle parayı eline geçiren birey ve kurumlar diğer insanların emeklerini sömürmeye devam etmekteler. Dolayısıyla dünyadaki en büyük sorun, bana göre, paranın varlığıdır. Sömürüye dayalı para kazanma hırsı, diğer insanların eziyet çekmelerine, yoksul kalmalarına ve hatta ölmelerine göz yuman ve bundan zerre kadar rahatsızlık duymayan insanlar türetmiştir. Paranın cezbedici özelliği savaşların, katliamların ve terörün başlıca nedenidir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Adaletin olmadığı yerde haksız kazanç ve sömürü vardır. Halk özellikle cahil bırakılıp bazı enstrümanlar vasıtasıyla kandırılmaktadır. Bunların başında din ve milli duygular gelmektedir. İktidar sahipleri din ve milli duyguları sömürerek topladıkları yandaşlarına haksız menfaat sağlarlarken sınıfsal ayrımcılığı körüklemekte, zengini daha zengin fakiri daha fakir hale getirerek kendilerine karşı çıkanlara karşı şiddet uygulayıp onları özgürlüklerinden mahrum etmeye devam ediyorlar. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: medium; text-align: center;"><b>Ne yapmalı?</b></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Görünen o ki, ne yapılırsa yapılsın sömürü düzenini ortadan kaldırmak yakın gelecekte mümkün görün</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">müyor. Ama sömürüyü asgari düzeye indirebilmek için yapılması gerekenleri aklım erdiğince anlatmaya çalışayım: </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Öncelikle adaletsizliğin önüne geçilmeli ve iş, erbabının eline verilmeli. Yasaların düzenlenmesiyle ilgili önemli bir sorun olduğunu sanmıyorum. Önemli olan yasaların uygulanmasında kayırmacılığın, kötüye kullanımın ve yolsuzlukların önlenmesi. İşi ve makamı ne olursa olsun, yasalara aykırı davranan, yolsuzluk yapan, suç işleyen, görevini kötüye kullananlar başkalarına ibret olacak şekilde en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Toplumda düzenin sağlanması ve insanların refahı için farklı yönetim biçimleri denenmiş, bunlardan bazıları halen varlıklarını sürdürmektedir. İnsanın iş üretmede verdiği emek bir değerdir. Sorun, bu değerin farklı işlerde nasıl ve kimin tarafından belirleneceği. Sözgelimi kazma kürekle çalışan bir amelenin bir saatlik emeğinin karşılığı ile bir ressamın bir saatlik fırça sallaması ya da bir cerrahın bir saatlik mesaisi, bir öğretmenin saatlik ders ücreti aynı değerde olabilir mi? Bir bölgede köylülerin hepsi patates yetiştirirken sadece içlerinden biri soğan yetiştirdiğinde verilen emek aynı olsa dahi ortaya çıkartılan ürünün değeri aynı olabilir mi? İşte burada devletin önemli bir rol alması gerekir. Önceden ihtiyacı belirleyen devlet çiftçiye sen patates, sen soğan yetiştir demeli ki haksız kazançların önüne geçilebilsin. Ülkemizde Devlet Plânlama Teşkilâtı dahil halkın faydasına çalışan kurumlar daha verimli hale getirilip geliştirilmesi gerekirken teker teker ortadan kaldırılıyor ne yazık ki.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Eğitim ve sağlık hizmetlerinden bütün vatandaşlar eşit ve hiçbir ücret ödemeksizin faydalanabilmelidir. Eğitim kurumları liyakatli personel tarafından bilimin ışığında hizmet vermeli, hiçbir ideolojinin etkisi altına girmemelidir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İkinci olarak dini ticaretten ve siyasetten arındırmak, cahil halkın sömürülmesine karşı atılacak en büyük adımlardan biridir. Laik bir devlette fetva veren Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum asla kabul edilemez. Dini kurumlara, ibadethanelere, her türlü cemaat ve tarikatlara devlet desteği verilemez. Bu tür kurum ve yerlerin tek geliri müritleri tarafından yapılacak bağışlardan ibaret olmalıdır. Söz konusu gelir ibadetlerin onarım, restorasyon ve dini eğitim amacı dışında kullanılmamalıdır. Herhangi bir dini kurumun siyaset ya da ticaretle bağlantısı saptandığında derhal faaliyeti yasaklanmalı ve bütün mal varlığına el konulmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığının yegâne görevi dini kurumların faaliyetlerini denetlemek, söz konusu kurumlar bünyesinde yapılagelen tacizleri ve diğer suçları önleyecek tedbirleri almak, mali gelir ve gider tablolarını takip ederek varsa uygunsuzlukları adli makamlara bildirmek, siyasi bağlantılarını ortaya çıkartmak suretiyle etki sahalarını kontrol altında tutmak olmalıdır. Özellikle İslâm dininin bu cendereye sığmayacağını biliyorum. Çünkü İslâm, insanın yaşam tarzından, şer'i hukuka kadar neredeyse her şeyine karışan, kendisinden olmayanı hasım bilen ve gerektiğinde cihat ilân edip yok etmeye çalışan bir dindir. Lâkin yukarıda bahsettiğim önlemler alındığı takdirde muhtemelen camilerin çoğu boş kalacaktır. Çünkü büyük çoğunluk inancı için bağış yapmaz, bir çıkarı yoksa dini bir cemaatin mensubu olmayı tercih etmez. Eğer din gerçekten salt bir inanç ise, bir sömürü aracı olarak kullanılması istenmiyorsa belli sınırlar içinde kalmalıdır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Üçüncü sömürü aracı milli duygulardır. Milliyetçilik insanları fevkalâde derinden etkileyen bir zehirdir. Hiçbir milletin diğerine göre ne bir üstünlüğü ne de bir eksikliği vardır. Bayrak her milletin birer bağımsızlık sembolüdür, o kadar. Ruh hastası ya da kötü emelleri olan bir diktatör şahsi ikbali için yabancı bir ülkenin topraklarını işgal edecek ben de kalkıp onun çarpık zihniyeti ya da süper güçlerin piyonu olarak evlâdımı ölüme göndereceğim. Vatan, millet, Sakarya! Yok öyle bir şey. Bu topraklar neyimize yetmiyor? Vatan toprağı kutsalmış! Kimin toprağı? Bir avuç zengine peşkeş çekilmiş topraklar mı? Hani ormanları yakıp, kıyıları, doğal güzelliklerimizi, tarihimizi, kültürümüzü tahrip ederek turistik tesisler yapmak suretiyle servetlerine servet katanları mı koruyacağım vatan toprağı diyerek? Söz konusu durum tecelli ettiği takdirde eğer imkânım varsa malımı mülkümü satar gider kendime başka bir vatan bulurum. Kimse de kalkıp vatan, bayrak, ezan sesi kesilmesin diye beni sömürmeye, canlarımı kurban etmeye kalkmasın. Son olarak 11 Eylül ve 15 Temmuz senaryosuna benzer bir tiyatro İsrail'de sergileniyor işte. Sünni Hamas'ı destekleyen Şii İran! İran iktidarının varlık sebebi Yahudi düşmanlığı. İsrail'in bu boyutta bir saldırıya uğraması akıllara sığmıyor. Öyle dolaplar dönüyor ki sade vatandaş olarak bizlerin anlamasına imkân yok. Fakat bu olayların altında yatan yegâne sebep birilerinin iktidarlarını perçinleyerek halkı daha fazla sömürmek. Sivil halk, kadınlar, çocuklar ölüyormuş, ne gam! İktidar hırsı, dini ve milli duyguları kullanıp daha fazla para kazanmak, işte dünyanın en büyük sorunu bu, sömürü... </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com15tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-18554184313981946102023-10-06T00:10:00.000+03:002023-10-06T00:10:10.334+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 215<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiT_t3en5GXshXTlBgRi9k2dCMUwTGorsrdRLLN1zMwB2TlqezoCpPlHsEJAv03Ymq9hW2eW7MIVEMBEIrRV0g-sBpcCZ2IubIQFTYYRZvxwf4szmRftjVsBhB1qajnp2BgIYKxqRHZxMhgMQUIRsr573qb9NFZNXh0DXVUJag8noVcWMVg0AwuxP5fM5U/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiT_t3en5GXshXTlBgRi9k2dCMUwTGorsrdRLLN1zMwB2TlqezoCpPlHsEJAv03Ymq9hW2eW7MIVEMBEIrRV0g-sBpcCZ2IubIQFTYYRZvxwf4szmRftjVsBhB1qajnp2BgIYKxqRHZxMhgMQUIRsr573qb9NFZNXh0DXVUJag8noVcWMVg0AwuxP5fM5U/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili<a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/10/agac-ev-sohbetleri-215.html" target="_blank"> DeepTone</a>'dan. </span></div></span></span></div><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Kedi mi köpek mi?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Yavru kedilere bayılırım. Kardeşleriyle oynaşmaları, bazen masum, bazen de cin bakışları hoşuma gider. Lâkin büyüdüklerinde her kediye cesaretle yaklaşabildiğimi söyleyemem. Yetişkin kedilerden bazıları hain bakar, hatta ne kadar iyi niyetle yaklaşırsanız yaklaşın sırtını kamburlaştırıp üzerinize her an atlayacakmış gibi pozisyon alır, tüyler ürpertici bir tıs sesi çıkartırlar. Bu yüzden büyük kedileri kucağıma alıp sevmişliğim pek yoktur. Fırsatçıdır kediler, en ufak dalgınlığınızda tezgâha sıçrayıp balığınızı, ciğerinizi kapıp kaçarlar. Bir yerde otururken gelir bazıları, ayağınıza sürtünür, tüylerini bırakır üzerinize. Bunu sizi sevdiğinden mi yoksa kendisiyle ilgilenmenizi istediğinden mi yaparlar bilmiyorum. Fakat şunu biliyorum ki, kediler sizin için bir şey yapmaz, o her zaman efendi, siz onların kölesi konumundasınız. Eğer dışarı çıkmak isterlerse ne yapar yapar bir fırsatını kollar ve biri kapıya geldiğinde çaktırmadan aradan sıvışırlar. Özgürlüğüne düşkündürler, kafeslere konmayı asla kabul etmezler. Kendileri açısından saygı duyulacak bir karakter, bu bakımdan imrenirsiniz onlara. Fakat benim kedilerde en tırstığım şey tırnaklarıdır. O sevimli pembe patilerinin arasında en büyük silâhlarını saklarlar. Çoğu zaman daha iyi can yaksınlar diye tırnaklarını halıların, koltukların ve perdelerin üzerinde törpülerler. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Bana köpekleri sevdiren Venüs oldu. İlk geldiğinde sadece birkaç günlüktü. Kızım onu ticareti yapılan bir çiftlikten belli bir miktar para karşılığı alıp gelmiş. Bizim için sürpriz olmuştu. Elbette, parayla ev hayvanı almak yanlış bir şey ama o zaman yapılanın yanlış olduğunu bilmiyorduk. Bir süre onu bebek gibi sütle, mamalarla besledik. Golden cinsi köpeğimizin çocukluk ve gençlik yılları yaylada tam da istediği ortamda geçti. Köpekler her şeyden önce tırnaklarıyla can yakmaz. Ama o keskin dişleriyle ısırabilir diyeceksiniz. Demeyin.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Açıkçası köpeklere Venüs'ten önce yaklaşırken ben de tedirgin oluyordum. Özellikle sokakta yürürken karşılaştığınız bir köpek sürüsü hep birlikte havlayıp üzerinize doğru gelirse korkmanız gayet doğaldır. Ben bu tedirginliğimi Venüs'le attığımı söyleyebilirim. Eğer kuduz değillerse ve saldırmak için eğitim almamışlarsa köpeklerin insana zarar verme olasılığı yok denecek kadar azdır. Şöyle ki, en sert kemiği tuz buz edecek kadar güçlü bir çene yapısına sahip Venüs'ün çeneleri arasına elimi koyduğumda karşılaştığım manzarayı görmeliydiniz. İçgüdüsel olarak büyük bir iştahla elimi ısırmaya çalışırken nasıl oluyorsa bunun bana zarar vereceğinin farkına varıp beni incitmemek için muazzam bir efor sarfediyor. Çeneleri titriyor, bir yanı kopar bir parça derken diğer yanı o büyük gücü frenliyor ve asla zarar vermiyor. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Yine de evde hayvan beslemek pek akıl kârı değil. Bir yandan tatile gideceksiniz, ya da bir iş seyahatine çıkacaksınız, yalnız bırakamıyorsunuz, bir yandan onların özgürlüklerini kısıtlamış oluyorsunuz. Hallerinden memnun gözükmelerine bakmayın, özellikle köpeklerin, en iyi mamaları verseniz, her türlü konforunu eksik etmeseniz bile bir yere bağlı olmaktan, sadece kısa bir süreliğine sizlerle birlikte yürüyüşe çıkarılmaktan hoşlandıklarını sanmıyorum. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com14tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-45689831903205612132023-09-28T23:04:00.002+03:002023-09-28T23:04:54.757+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 214<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBmxGwkGr_Q2MPx2tHOrW15DX_OwZmNyIMEBn4Eq5niAV4Z8hr6EkLzunROEKSCbpMB0SjDo0ZgzxMIrVtlNUdT-4rt6Rgc7x_IVbDITTNHf_M_8JUYzTLJCrCw0uCEaWjMIMWr6SwZM8Jxk8z0NO23ZgRimYZxrNVhrHBbgceVZwVcvs7lNGJUHFswA4/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBmxGwkGr_Q2MPx2tHOrW15DX_OwZmNyIMEBn4Eq5niAV4Z8hr6EkLzunROEKSCbpMB0SjDo0ZgzxMIrVtlNUdT-4rt6Rgc7x_IVbDITTNHf_M_8JUYzTLJCrCw0uCEaWjMIMWr6SwZM8Jxk8z0NO23ZgRimYZxrNVhrHBbgceVZwVcvs7lNGJUHFswA4/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili<a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/09/agac-ev-sohbetleri-211.html" target="_blank"> DeepTone</a>'dan. </span></span></div><p></p><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Bir araştırma yaparken yazılı basılı kaynaklara ve kitaplara başvurmak internete başvurmaktan daha iyi midir?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İster yazılı basılı kaynaklardan, kitaplardan ister internet üzerinden bilgiye ulaşmak ve bu bilgiyi olduğu gibi araştırmalarda kullanmanın iyi bir yol olduğunu düşünmüyorum. Herhangi bir konuda araştırma yapacak isek, doğru yanlış demeden mümkün olduğunca fazla kaynaktan yararlanıp fikir sahibi olmamız gerekir. Topladığımız bu bilgileri, birbirleriyle kıyaslamak, yazarlarının ideolojik ve kültürel ve bilgi birikimlerini, dönemin özelliklerini dikkate aldıktan sonra aklımıza yatan kısmını doğru olarak kabul edebiliriz. Özellikle dini inançların, ideoloji ve siyasetin etkisi altında yazılan kitaplara ya da internet üzerinde yayımlanmış makalelere çok daha fazla dikkat etmemiz gerekir. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Uzun yıllar önce oğluma sekizinci sınıf bilgi yarışmasında birincilik ödülü olarak armağan edilen, Fahrettin Erdoğan'ın (1874-1958) kaleme aldığı "Türk Ellerinde Hatıralarım" adlı biyografi ve anı kitabı kısa bir süre önce tesadüfen elime geçip okuduğum kitaplardan biriydi. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk dönem milletvekillerinden olan Erdoğan kitabında, Kurtuluş Savaşı öncesinde Bulgaristan, Romanya, Türkistan, Azerbeycan, Doğu Anadolu topraklarındaki Ermeni, Rus ve İngilizlere karşı yaptıkları mücadeleyi anlatıyor. Aşırı milliyetçi ve muhafazakar karaktere sahip biri. Aslında buna benzer kitapları, yazarına bakıp okumaktan imtina ederim. Çünkü bu kitaplarda bütün Türkler daima mazlum, cesur, cefakâr, çalışkan, vatan sevdalısı gösterilirken Ermeniler, Ruslar ve İngilizlerin hepsi zalim, cani, korkak, tecavüzcü, işkenceci olarak yansıtılır. Ayrıca yazarın kusurlu taraflarına, yapmış olduğu haksızlıklara, hatalara asla yer verilmez. Buna rağmen şu kadarını söyleyebilirim ki kitaptan edindiğim bilgilerin % 10'u bile doğru olsa çok şey öğrendiğim bir gerçek. Sözgelimi Atatürk'ün kurtuluş savaşını başlatmak üzere Samsun'a çıktığı yıllarda Doğu Anadolu'da Kars, Batum ve bazı ilçeleri içine alan "Güneybatı Kafkas Cumhuriyeti" adında bir devlet kurulduğu, bir yıl kadar ömrü olan bu bağımsız cumhuriyetin İngiliz işgali ile sonlanıp bakanlarının Malta'ya sürgüne gönderildiği bugüne kadar hiçbir yerde gözüme ilişen bir bilgi değildi. Elbette bu bilgiyi farklı kaynakları teyid ettikten doğruluğunu kabul ettim. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Özetle kaynağın ne olduğu önemli değil bence. İlk elemede yazarın ya da yayınlayan kurumun kim olduğuna dikkat ederim. Harvard'ın bir makalesiyle Çemişkezek Üniversitesi'nin bir yayınına aynı gözle bakmam elbette. Buradan yabancı hayranı olduğum anlamı çıkmasın. Çıksa da bence mahsuru yok ayrı. İki ülkenin eğitim düzeyindeki farkı hepimiz biliyoruz. Diğer taraftan bütün Harvard Üniversitesi yayınlarının kayıtsız şartsız gerçekleri yansıttığı iddiasında değilim.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">İnternet ulaşılabilirlik bakımından büyük avantaj sağlamakta. Bilgi kirliliği sadece internette değil yazılı basında da var. Bu bakımdan kopyacılık yapmak yerine, farklı ve çok sayıda kaynaktan aklımıza uygun gelenleri dikkate alarak araştırmamızı yapmak en iyisi sanırım. </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com18tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-2183800972414088922023-09-20T21:07:00.003+03:002023-10-04T07:15:57.043+03:00AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 213<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTLWnZYdld4EkEr1VTErPgKNgTvaIUKKgYanII42nO2h_zbMSy5R9XWqsXAGFgzxI3POws82vj1J0oeSIdrbxWr83GR6Zm-W5gMJtpBVPso0a-OMCC5qUU1Up5yDpvziQH2ZX92hEOCxZD5prMDBpUsJw2PKRsiTvQXXhApLiCns8wCtlQtaExlAdV7go/s320/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="255" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTLWnZYdld4EkEr1VTErPgKNgTvaIUKKgYanII42nO2h_zbMSy5R9XWqsXAGFgzxI3POws82vj1J0oeSIdrbxWr83GR6Zm-W5gMJtpBVPso0a-OMCC5qUU1Up5yDpvziQH2ZX92hEOCxZD5prMDBpUsJw2PKRsiTvQXXhApLiCns8wCtlQtaExlAdV7go/s1600/tumblr_oj9bmnUhT91rbacm2o1_1280.jpg" width="255" /></a></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Sevgili </span><a href="https://sadevederin.blogspot.com/" style="text-align: center;" target="_blank">DeepTone</a><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">tarafından</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;"> organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor</span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">. </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini </span><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; text-align: center;"><a href="https://kaplandiary.blogspot.com/2020/12/agac-ev-sohbetleri-konu-basliklari.html" target="_blank">burada</a> </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">bulabilirsiniz. Evet, Ağaç Ev Sohbetlerinde bu </span><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">haftanın konusu sevgili<a href="https://sadevederin.blogspot.com/2023/09/agac-ev-sohbetleri-213.html" target="_blank"> DeepTone</a>'dan. </span></span></div><p></p><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #2b00fe; font-family: Merriweather; font-size: large; text-align: center;">"Ekonomik büyüme mi, çevre koruma mı?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Çevre koruma deyince üç aşağı beş yukarı herkes aynı şeyi anlar. Diğer taraftan ekonomik büyümeden bahsetmeye kalkarsak konu biraz çetrefilleşiyor. Özellikle ülkemizin de içinde bulunduğu geri kalmış ve otokrat yönetimler tarafından idare edilen ülkelerin ekonomik büyümeleri hormonlu. Yani kişi başına düşen gayri safi milli hasılamız artsa da ülkemizde yaşayanların sadece küçük bir kısmı zenginleşiyor, kalan kahir ekseriyetinin fakirleştiği bu durumda ekonomik büyümenin hiçbir anlamı yok. Peki bunun çevre korumayla ne ilgisi var? Şöyle ki o parsayı toplayan küçük azınlık servetlerini artırmak için çevreye en büyük zararı vermekteler Şehirlerde rant odaklı çarpık yapılaşma, hava kirliliği, turizm bahanesiyle deniz kıyılarımızın kirletilmesi, maden çıkarmak için ormanlarımızın yok edilmesi, baraj ve elektrik santralleriyle fauna ve floraya verilen zararların tamamına yakınının müsebbibi başta ülkeyi idare edenler ve onların yasalara aykırı, denetimsiz iş verdikleri insanlar. Elbette bütün bu işler çevreye minimum zarar vermek suretiyle yapılabilir ve memlekette ekonomik büyüme sağlanabilir. Lakin adaletin olmadığı ülkelerde yöneticiler aldıkları rüşvet karşılığında denetim vazifelerini yerine getirmezler ve gözünü para bürümüş bir avuç kodaman ülkenin hatta dünyanın geleceğini karartmaya devam ederler.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Bu hususta sade vatandaşların yapabileceği çok az şey vardır. Demokrasiden anladığımız belli periyotlarla ülkemizi idare edecek yöneticileri seçmek. Ülkemiz üzerinde akla gelmeyen türlü oyunlar oynanarak liyakat sahibi ahlâklı insanları seçme imkânı kalmamıştır. Bize seçmemiz için sunulan siyasi parti liderlerinin, ve onların atayacağı yöneticilerin temelde birbirlerinden hiç farkı yok. Ülkenin bir adım ileri gidebilmesi için çağdaş eğitim ve adaletin tesisi gerekir. Ne yazık ki ideolojisi ne olursa olsun iktidara talip olanların işine gelmez bu durum. Onların tek amacı yalan söyleyerek, göz boyayarak ve algı oluşturmak suretiyle makamlarını korumak ve iktidarı ellerinde tutmak ya da iktidarı ele geçirmektir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Yukarıda saydığım nedenlerden ötürü çevre koruma, sadece kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm olup yasak savma kabilinden birkaç düzenlemeyle geçiştirilen bir olgudan öteye geçemeyecektir. Çevrenin korunmadığı bölgelerde cezayı sadece doğa kesmektedir. Dereler taşar, depremler ve diğer afetler sonucunda birçok can kaybı meydana gelmektedir. Ne yazık ki fatura ağırlıklı olarak yine yoksul kesime kesilir. Tanrı'nın da pek adil olduğunu söylemek zor bu noktada.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: Merriweather; text-align: center;">Ne yapmak lâzım peki? Godot'yu bekleyeceğiz. Başka alternatifimiz yok bence! </span></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com14tag:blogger.com,1999:blog-6913792423750790090.post-26729287577173542072023-09-19T15:32:00.000+03:002023-09-19T15:32:12.892+03:00YUNANİSTAN MACERASI<p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgC6U4Hl3g81M2p3bkhLLNb8JKTX7--ZRTuCFLSYYnDYmNf760mf0Pkdk5LqZgQrbIuMAz5RlWU943aTQLL6uyV-WYAqUBPtJd9PwIYWWIw_aO1Q7TImJXzTNXRrxgAouJkjzSbtRL-Ba1u7WiIYS1GQKD-pJAtAI-VWASoEO3NyN6h35tqUL6UUwY3A0I/s4160/IMG_20230812_181048.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgC6U4Hl3g81M2p3bkhLLNb8JKTX7--ZRTuCFLSYYnDYmNf760mf0Pkdk5LqZgQrbIuMAz5RlWU943aTQLL6uyV-WYAqUBPtJd9PwIYWWIw_aO1Q7TImJXzTNXRrxgAouJkjzSbtRL-Ba1u7WiIYS1GQKD-pJAtAI-VWASoEO3NyN6h35tqUL6UUwY3A0I/s320/IMG_20230812_181048.jpg" width="240" /></a></div>Son yıllarda en çok görmeyi istediğimiz ülkelerden biriydi Yunanistan. Her seferinde bir aksilik çıkar erteleyip dururduk. Bu kez de aceleye geldi yeterli ön hazırlık yapamadık ama neyse ki şeytanın bacağını kırmış olduk en azından. Geçen seneki ilk plânımız aracımızla Edirne'den girip geze geze Atina'ya kadar indikten sonra geri dönmekti. Son iki senedir araca kasko yaptırmıyorum. Fakat yurt dışına çıkmak için hem aracın kasko sigortası olması hem de yurt dışı için ek bir teminat ödenmesi gerekiyormuş. Yakıt parası vs. düşününce fazla gelmiş, araçla çıkmaktan vazgeçmiştik. Geçen yıl Selanik-İzmir arasında karşılıklı feribot seferleri başlamıştı. Ne yazık ki ilginin az olması sebebiyle bu yıl kaldırılmış.<p></p><p style="text-align: justify;">Geriye iki alternatif kalıyordu. Birincisi; İstanbuldan otobüsle Dedeağaç'a oradan sonra birer gün konaklayarak Gümülcine, Kavala ve Selanik'e geçmek daha sonra mübadele sırasında eşimin dedelerinin geldiği, Selanik'e 70 km mesafedeki Karaferye'yi (şimdiki adı Veria) görmek. Bu alternatif hem çok yorucu olacak hem de zamanımız yetmeyecekti. İkinci alternatif deniz yoluyla Sakız Adası, oradan Pire ve Atina, daha sonra trenle Selanik ve Karaferye'yi görüp aynı rotadan geri dönmekti. İkincisinde karar kılarak internet üzerinden feribot, tren biletlerini alıp Selanik'te konaklayacağımız yeri ayarladık.</p><p style="text-align: justify;">Çeşme-Sakız Adası arasını Sunrise Lines'ın San Nicolas feribotuyla Sakız Adası-Pire arasını Bluestar Ferries'in Nissos Samos adlı yolcu gemisiyle yapacaktık. Verilen bilgi notunda iki saat önceden limanda olmamız gerektiği yazıyordu. Biz de İzmir'den erken yola çıkıp aracımızı bir akrabamızın evinin önünde park edip limana yürüdük. Aslında o kadar erken gitmemize gerek yokmuş, bir saat kadar kala limanın önüdeki acenta kapısını açtı ve check-in yaptırıp biletlerimizi aldık. Bu bekleme süresini hemen acentenin ve limanın karşısındaki bir kafede geçirirken ilk şoku orada yedik. İçinde incecik bir kaşar diliminin olduğu bizim gevrek dediğimiz simitin eetiket fiyatı tam 120 TL'ydi. Biraz düşününce hak verdik, dışarıdaki fiyatlariçin bizleri alıştırmaya çalışıyorlar herhalde dedik!. </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-DggLm5RKzQeOBYGKuxy_-YR8iAyxbj9hB_J_EkbAuI83MPPaTwACBQCJo13KEKMF2SYPT0bP2i62JTuXWU551RHi3IKLm_CNlapOWX8pjaJP5YLyGnTv4TboCmSyYbr1vq1B9iehfgiXhWvohtkba0jjmtfoQaZthpmJLfFk4eby5vZlp2U5e0iAI4Q/s4160/IMG_20230808_162517.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-DggLm5RKzQeOBYGKuxy_-YR8iAyxbj9hB_J_EkbAuI83MPPaTwACBQCJo13KEKMF2SYPT0bP2i62JTuXWU551RHi3IKLm_CNlapOWX8pjaJP5YLyGnTv4TboCmSyYbr1vq1B9iehfgiXhWvohtkba0jjmtfoQaZthpmJLfFk4eby5vZlp2U5e0iAI4Q/s320/IMG_20230808_162517.jpg" width="240" /></a></div><p></p><p style="text-align: justify;">Pasaport konrolünden geçtikten sonra feribota bindik. Külüstür bir şeydi. Eşimin akrabaları duymasın sahipleri oldukları Ertürk Feribotlarından almamıştım bileti. Oysa onlar Sakız Adasına olan mesafeyi 20 dakikada alırken bizim külüstür Yunen feribotu San Nicolas'la yolculuk 35 dakika sürecekti. Neyse deniz havasını alarak gideriz, sorun değil dedik. Sakız Adasına vardığımızda gümrükten geçerek burnumuzun dibindeki Yunan topraklarına adım atmış olduk. Akşama kadar vaktimiz vardı. Sakız Adasının köylerine özellikle adanın güney kısmına günlük turlar var. Fakat ne yazık ki bütün yerler doluymuş. Belki gelmeyen olur diye saat 11.30'a kadar bekleyin dediler. Ama gelmeyen olmadı. Dönüşümüz hafta sonu olduğu için daha kalabalık olur şimdiden yerinizi ayırtın dedi görevli Nikolas. Hoş ve ilgili bir adamcağız, eşyalarınızı yazıhanede bırakabilirsiniz dedi, ilgilendi. Eğer vazgeçerseniz paranızı iade ederiz sorun değil dedi. Peki dedik 20'şer Euro ödeyerek iki kişilik yer ayırttık dönüşte tura katılmak için. </p><p style="text-align: justify;">İlk günümüz Sakız'da geçti böylece. Küçük bir yer, çarşıları, kafeleri alışveriş yerleri var. Adanın en meşhur ürünü adından da belli olduğu üzere sakız. Eşim kurabiye ve tatlılarda kullandığı için bir miktar aldık. Kilosu 250 Euro diye söyleniyordu. Sanırım bizimki 180 Euro civarına geldi. Limana yakın, ana caddenin bir sokak gerisinde Retro adında güzel bahçesi olan bir kafeye oturup kahvaltımızı yaptık. Belli ki Türkler çok ziyaret ediyor burayı. Türkçe olarak "kahvaltı 6 Euro" yazıyordu. Kocaman kızarmış bir yumurtalı tost ekmeği, domates, salatalık, zeytin tabağı bize gayet uygun geldi. Uygun geldi derken insan bir süre sonra alışıyor bu ülkenin parasına, ne kadar ucuz dediğimiz şeyleri TL'ye çevirdiğimizde olayın vehameti yani paramızın ne kadar değersiz bir hale geldiği çıkıyor. Deniz boyunca kafelerin, birahanelerin, restaurant ve börekçilerin dizildiği uzun bir cadde ve arkasında alışveriş mekanlarının olduğu bir bölgenin dışında fazla görülecek bir yer yoktu. Öğlen saatlerinde zaten esnaf siesta yapıyor, her yer kapalı. Meşhur bir dondurmacı varmış, ev yapımı! Gittik tabii. Son derece sıradan, İzmir'de her yerde yediğimiz dondurmadan farkı yok. Euro ödedik tabii, fazla değildi. Ne zaman ki TL ye çevirdim, vay be dedim, bu dondurmaya bu fiyat! Eşime söylemedim, onun da belki ilk kez sormamasına sevindim. Zaman geçmek bilmiyor, gez gez yorulduk. Sahildeki birahanelerden birine oturduk sonunda. Ben biramı söyledim, yanında bir de çerez tabağı getirdiler. Epey oturduktan sonra limana doğru yürüdük. </p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLebiA8Xvy5LyPwt_Nwvzlcf6M_tkadlXBeswN24rDq5O1n0v4_WLuil_qmak8Elwa6cZD16Utu90R3nq0SFEQ7YJkNbnk9yFkK4EbVHJT1ni8FgOqVYNAnnUcZk75kqgKvWEkyh3xFtgTIqemHqJjYIEzvH1ASXqioykTutorpNOF8cBcKGLvE--M1CY/s4160/IMG_20230808_135535.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLebiA8Xvy5LyPwt_Nwvzlcf6M_tkadlXBeswN24rDq5O1n0v4_WLuil_qmak8Elwa6cZD16Utu90R3nq0SFEQ7YJkNbnk9yFkK4EbVHJT1ni8FgOqVYNAnnUcZk75kqgKvWEkyh3xFtgTIqemHqJjYIEzvH1ASXqioykTutorpNOF8cBcKGLvE--M1CY/s320/IMG_20230808_135535.jpg" width="240" /></a></div>Yunan topraklarında olduğumuz için artık pasaport kontrolü yok. Nissos Samos limanda bizi bekliyor. Yolcu gemisi Çeşme'den Sakız Adasına geldiğimiz feribottan çok daha büyük. Bir yandan araçlar gemiye alınırken bilet kontrolünden geçip en az yedi katlı geminin yürüyen merdivenlerinden yukarı çıkıyoruz. Biletimizin üzerinde koltuk numarası yazmıyor, ekonomi sınıfı olduğu için olmalı. Demek ki isteyen istediği koltuğa oturabilir diye düşünüyorum. Yolcu sayısı fazla olmasına rağmen gemi çok büyük olduğu için fazla kalabalık görünmüyor. İki kat çıktıktan sonra geminin ön ve arkasında yer alan iki kafeteryadan yemek, sandviç, içecek ve atıştırmalık satışı yapılıyor. Ortada masalar ve kafeterya tipi basit koltuklar var. Yemeğini, içeceğini alan buralarda oturuyor. Gemideki görevlilerden birine bileti gösterip nerede oturacağımızı soruyorum. Bize kafeterya sandalyelerini gösteriyor ve gemide epey boş yer olduğunu daha sonra gidip rahat, pullman koltuklara geçebileceğimizi söylüyor. Gidip boş koltuklardan ikisine geçiyoruz eşimle. Koltukların kolçaklarında numaraların olması biraz işkillendirse de sorun etmiyorum ama dönüş yolunda bunun ne anlama geldiğini acı bir şekilde öğreneceğiz. Yaklaşık beş koltuk ara ile tavandan sarkan birer tv, sesleri kapalı olarak farklı Yunan kanallarını gösteriyor. Dokuz saat sürecek gece yolculuğumuz rahat bir şekilde ilerlerken kâh kitap okuyoruz, kâh koltuklarımızı yatırıp uyuyoruz. Arada bir kalkıp gemiyi tanımaya çalışıyorum, üst katları kolaçan ediyorum, geminin ön bölümünde ortadan bir kapıyla girilen kamaralar yer alıyor. Bazen güverteye çıkıyor ve denizin serin kokusunu içime çekiyorum. Ön tarafta denizi yara yara ilerleyen geminin oluşturduğu beyaz köpüklü dalgaları seyrederken hayaller kuruyorum. Gemi uzaktan ışıkları yansıyan Ege adalarının arasında hızla yol alıyor. Adını bilmediğim iki ya da üç adaya yanaşıp yolcu indiriyor, yeni yolcular alıyor. Uzun bir yolculuk, haliyle karnımız acıkıyor. Kalkıp kafeteryadan soğuk zero kolamızı alıp eşimin marifetli elleriyle hazırladığı kekleri, börekleri atıştırıyoruz.<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7ZJynEIXFS2sGSNnh8s4SkAB10QdHrXn-lHdakb-t73Y63SoMeHcd8W8QDjgZfQET5NoDZd_17_3R5qNVSRyMQ2_Ns79pVnMeu3E0VAiErTR9B27ZLJjeAtvF7FGQkzky6mJb0dDll616JNv36bK3gq6t-O0ZFZrOV3qsBmHdmJktBnmutSINjyl4yQg/s4160/IMG_20230810_102934.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7ZJynEIXFS2sGSNnh8s4SkAB10QdHrXn-lHdakb-t73Y63SoMeHcd8W8QDjgZfQET5NoDZd_17_3R5qNVSRyMQ2_Ns79pVnMeu3E0VAiErTR9B27ZLJjeAtvF7FGQkzky6mJb0dDll616JNv36bK3gq6t-O0ZFZrOV3qsBmHdmJktBnmutSINjyl4yQg/s320/IMG_20230810_102934.jpg" width="240" /></a></div><p></p><p style="text-align: justify;">Yolcuların hemen hepsi Yunan vatandaşı, diğer ülkelerden bazı yolcular da var ama Türk'e hiç rastlamadık. Sağlı sollu yüzlerce koltuğun yer aldığı salon ve kafeteryaların çevresinde yadırgadığım görüntüler çarpıyor gözüme. Koltukların büyük kısmı boş olmasına rağmen insanların bir kısmı, özellikle genç olanlar, uyku tulumlarına girip sere serpe boş yerlere uzanmışlar. Bazıları yere battaniye, çarşaf sermiş etrafına aldırmaksızın evlerindeki yataklarındaki gibi rahat bir şekilde yatmış, uyuyorlar. Orta ve ileri yaştakiler kafeterya kanapelerine serilmişler, bazıları ayaklarını boş buldukları koltuklara uzatmışlar. Kırda piknik yaparcasına salonun dört bir köşesi yerde uyuklayan insanlarla dolu. Bende yanlışlıkla göçmenleri taşıyan bir gemiye mi bindik hissi uyandıran bir görüntüydü bu. Telekom'dan aldığım haftalık internet paketi işime çok yaradı. Google haritalardan geminin Ege denizindeki konumunu an be an takip ediyordum. Geminin yanaştığı adaların adlarını buradan görmek mümkün ancak Yunan alfabesini bilmeden bunu anlamak imkânsız. Pire limanına yaklaşırken yine güverteye çıktım. Dokuz buçuk saat süren uzun yolculuğumuzun sonuna gelmiştik.</p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjL7IUkDCgNvsCymOB0vOGIN_MXG8RAgHBWXxH2T0bkaeiwzO3rAqG2YBVhyQTeblSgFFwEN_GMy6yTqRrvBy52fG3Z-WNGeTh_vX9v30H1eLH66X1M3PKQA6bpCmK0uc4d63h3DTPjn1_NdoWRlCJ7Xa7BJFy_VoS60KsIKtVpeMvAT8UHyUuyvxUaJa0/s4160/IMG_20230809_012654.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjL7IUkDCgNvsCymOB0vOGIN_MXG8RAgHBWXxH2T0bkaeiwzO3rAqG2YBVhyQTeblSgFFwEN_GMy6yTqRrvBy52fG3Z-WNGeTh_vX9v30H1eLH66X1M3PKQA6bpCmK0uc4d63h3DTPjn1_NdoWRlCJ7Xa7BJFy_VoS60KsIKtVpeMvAT8UHyUuyvxUaJa0/s320/IMG_20230809_012654.jpg" width="240" /></a></div>Plâna göre gemiden iner inmez tren garına gidip önce sekiz buçuk km mesafedeki Atina'ya, oradan da yine trenle Selanik şehrine geçecektik. Biletleri internet üzerinden almıştım, zamanımız sınırlıydı. Liman çıkışında lokomotif işareti olan bir tabelayı takip edip liman dışına çıktık. İstasyonu sormak istiyoruz, insanların çoğu İngilizce bilmediklerinden anlaşmak hiç kolay değil. Taksilerden birine fiyat sorduk 20 Euro istedi. Oysa zaman olsa yürüyüş mesafesinde ulaşabileceğimiz bir yere gidecektik. Gençlerden fayda vardı. Hemen ilerimizde genç bir kıza sorduk. Oradan kalkan şu numaralı otobüse binerseniz sizi götürür istediğiniz yere dedi. Bileti nereden alacağız, ya da otobüste bilet alabiliyor muyuz diye soracak olduk, sorun değil bilet almanıza gerek yok dedi. Acaba doğru yere mi götürecek heyecanı içinde otobüse bindik. Sonradan öğreniyoruz ki, otobüs ve metrolarda genel olarak bilet kontrolü yapılmıyormuş. Fakat denetleme esnasında biletinizin olmadığı ortaya çıkarsa bilet ücretinin 60 katı kadar ceza ödemek zorunda kalınıyormuş. Bu uygulama Avrupa ülkelerinin çoğunda var. Yine navigasyondan takip ediyorum yaklaşık 1.200 metre yürüyüş mesafesindeki hedefimize an be an uzaklaşıyoruz. Normaldir bu otobüs trafikteki yolları kullanacak. Yaklaşık iki üç km yol gittikten sonra iniyoruz. Köprüyü geçin orada tren garını göreceksiniz diyor gençlerden biri. Neyse, sonunda gara varıyoruz. Bilet gişesinin önündeki yaşlı bir amca ile gişe görevlisi teyzemiz kendi dillerinde tartışıp duruyorlar. Trenimiz on dakika sonra kalkacak ve bağlantılı olarak Atina'dan Selanik trenine yetişeceğiz. Sohbetleri uzadıkça uzuyor, eşim sinir küpü. Araya giriyorum, yaşlı amca dur, sıranı bekle anlamında Yunanca bir şey söylüyor sakin bir üslûpla. Ve göz göre göre treni kaçırıyoruz! Ve ben o anda pişman oluyorum, bileti önceden aldığıma. Evet, gidiş dönüş internet üzerinden daha ekonomik ancak en ufak bir aksamaya tahammülü yok. Yaşlı adamın işi bitip gittikten sonra durumu gişedeki teyzeye anlatıyoruz. Sorun değil diyor bir sonraki tren on beş dakika sonra kalkacak onunla gidersiniz. Başka çaremiz mi var? Hem Atina hem de Selanik biletlerini alıp perona çıkyoruz.<p></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2V50fP3_BFYQZKF5foHr1dLvV4SJV8RIm2zSsZdD0qsLqWLADjzNbJXTDmOZlWvpXQiPOwlzuLgum7BwhQOkjZvhEb8TDrWN59Bu55pKAER_cBimDb7qj829Snyw1_qnHZFMxTqHuZpBoVKOPC6vZ2n_Uj0J_rshLQcUC32sPuHay4bouOONXIHv7Foc/s4160/IMG_20230810_103236.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2V50fP3_BFYQZKF5foHr1dLvV4SJV8RIm2zSsZdD0qsLqWLADjzNbJXTDmOZlWvpXQiPOwlzuLgum7BwhQOkjZvhEb8TDrWN59Bu55pKAER_cBimDb7qj829Snyw1_qnHZFMxTqHuZpBoVKOPC6vZ2n_Uj0J_rshLQcUC32sPuHay4bouOONXIHv7Foc/s320/IMG_20230810_103236.jpg" width="240" /></a></div>Bir gezi yazısında okumuştum. Pire'den kalkan banliyö trenleri önce ara istasyonları ağır ağır geçiyor ve daha sonra hızlanıyorlarmış. Henüz iki istasyon geçmşken, yani daha hızlanma aşamasına gelmeden trenimiz duruyor ve bir anda bütün vagonların boşaldığını fark ediyoruz. Yine gençlerden biri trenin arıza yaptığını başka bir trene aktarma olacağını söylüyor. Hangi trene? Tren ortada yok. Bekle bekle, tamam diyorum artık, Selanik treni kaçtı. Peronda tren gözüktüğünde bir demiryolu görevlisine durumu anlatmaya çalışıyorum. Şansıma adam İngilizce konuşabiliyor. Tamam merak etmeyin ben durumu telefonla karşı tarafa bildiririm diyor. Hiç ümitlenmiyoruz. Bir mucize gerçekleşiyor, aktarma yaptığımız tren Atina garında perona yanaşır yanaşmaz aşağı iniyoruz ve görevli genç bir kız bizi karşılıyor, Selanik trenine yetişecek yolcu siz misiniz diye sorduktan sonra beni takip edin hemen diyor. Peşinden koşturup merdivenleri çıkıyoruz, biletimizde yazılı vagon numarasına bile bakmadan nefes nefese bizi Selanik'e götürecek trene bindiriliyoruz. Bu noktada Yunan demiryollarının sorumluluk anlayışına şapka çıkartıyorum.<p></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipvyWtLddm1pWL77zRxuc1Tk944xwSn1QLB_GCIRzcSCiccK9WKLiWuiAADKDbbGcisPrdGnmlIGbfDZFLyPuUYo7qL3lPol-RHjmz7YQoX8VS7nABiUjQh2nvzZ5CBdk1jgprFzHZlbHN108TBlYzKEfLqQ6csWRWFLgVtsHJRUVnPFC5r1arsZG0sxo/s4160/IMG_20230810_103240_1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipvyWtLddm1pWL77zRxuc1Tk944xwSn1QLB_GCIRzcSCiccK9WKLiWuiAADKDbbGcisPrdGnmlIGbfDZFLyPuUYo7qL3lPol-RHjmz7YQoX8VS7nABiUjQh2nvzZ5CBdk1jgprFzHZlbHN108TBlYzKEfLqQ6csWRWFLgVtsHJRUVnPFC5r1arsZG0sxo/s320/IMG_20230810_103240_1.jpg" width="240" /></a></div>Yaklaşık beş saat süren tren yolculuğumuz hayli keyifli geçiyor. Bir saat kadar sonra vagonların arasındaki çifte kapılardan geçip altı yedi vagon ilerliyoruz. Geldiğimiz vagon kafeterya olarak tanzim edilmiş. Tezgahın arkasındaki görevli hanıma birer kahve söyleyip boş masalardan birine oturuyoruz. Neyse ki telefonlarımızı şarj edecek prizler var masanın yanında. Zira telefonlarımızın şarjı neredeyse bitmek üzere. Yol boyunca geçtiğimiz güzergâh yeşille mavinin içiçe geçtiği doğal güzellikleri seyre dalarken vaktin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. <p></p><p style="text-align: justify;">Selanik tren garına öğleden sonra vardığımızda saat dört civarıydı. Turistik gezilerimizde konaklayacağımız yerin konumuna önem veririm. Eşim için önemli olan ise temizliği. Her ikisini sağlayan bir daire ekonomik bakımdan da daha uygun görünüyordu. Telefondan navigasyonu ayarladım ve 1.100 metre yürüdükten sonra dairemize gelip yerleştik. Temizlik ve konum itibarıyla beklentimizin de üzerindeydi. Hemen şehri gezmeye çıktık, çünkü sonraki günü tamamen Karaferye'ye (Veria) ayırmıştık. Eşim atalarının bir asır önce yaşadığı toprakları özellikle görmek istiyordu. Selanik'e gelip da Atamızın doğduğu evi ziyaret etmeden dönmek olmaz. İnternet'ten baktığımda ziyaret saatinin neredeyse biteceğini fark ediyoruz. Saat beşe bir çeyrek saat kala bir taksi çevirip şansımızı deneyelim dedik. Yol boyunca şöför yarım İngilizcesiyle hayat pahallığından dert yanarken Euro'ya geçilmesiyle birlikte Almanların sömürgesi olduk diyor. İçimden sen bir de Türkiye'yi gör diyorum. Atatürk'ün evine geldiğimizde kapanışa sadece beş dakika vardı. Görevliler yardımcı oldular ve üst kattan başlayıp aşağı doğru katları ziyaret etmemizi biraz da elimizi çabuk tutmamızı istediler. Bu ziyaretin kısa sürmesi aslında iyi de oldu. Atatürk'ün çoğunu bildiğimiz hayatı ve yaptıklarını anlatan yazılar, Zübeyde Hanım'ın ve Atatürk'ün biri gençlik diğeri ileriki yaşlarda olmak üzere iki adet balmumu heykeli ve birkaç bakır tas ve çatal bıçak takımı dışında bir şey yoktu. Fakat yine de o havayı solumak, gördük diyebilmek önemliydi bizim için. </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGizBTM4eTeekNIsraNR-CJJyihUX9MuXNbUI_SMjl6fEpZo3DrB9dXusHzoKk3lmh94vb42CVPw5PD04FVGB34Mq1_sXuiBGshTzSGEpa-MNucsXBbN21xhHwN3qKbe5PWxSFCA9XL61itJ4Az0Vm99Yi3p6dDwLjCnxmbOuMSXNn8CLk-phqIKcnvJY/s4160/IMG_20230810_112513_1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGizBTM4eTeekNIsraNR-CJJyihUX9MuXNbUI_SMjl6fEpZo3DrB9dXusHzoKk3lmh94vb42CVPw5PD04FVGB34Mq1_sXuiBGshTzSGEpa-MNucsXBbN21xhHwN3qKbe5PWxSFCA9XL61itJ4Az0Vm99Yi3p6dDwLjCnxmbOuMSXNn8CLk-phqIKcnvJY/s320/IMG_20230810_112513_1.jpg" width="240" /></a></div><p></p><p style="text-align: justify;">Atatürk Evi'nden sonra merak ettiğimiz ikinci yer, tabii ki Beyaz Kule'ydi. Ana caddelerinden biri boyunca yürüyerek sahile doğru indik. Beyaz Kule tüm ihtişamıyla karşımızdaydı. Dedikleri gibi şehrin sahil bandı İzmir'i andırıyor. Biraz ileride Selanik'in en önemli meydanı Aristoteles Meydanına vardık. Bu civarda güzel kafeler, restaurantlar ve nezih bir ortam var. Hava kararmaya başlarken yorgunluğumuzu gidermek için kafelerden birine oturup biramızı yudumlarken bir şeyler atıştırdık. Aslında tavernalardan birine gitmek istiyordum fakat karnımız doymuştu. Gezilecek birkaç tarihi yapı olmasına rağmen bizim tercihimiz şehrin havasını koklamak ve yerel mutfağını keşfetmekten yana oldu. Ertesi gün için Veria'ya gidecek otobüs terminaline gitmeye koyulduk. Epey bir mesafe yürüdükten sonra yanlış yere geldiğimizi söylediler. Meğer Selanik'te iki otobüs terminali varmış. Bizim gitmemiz gereken yer Makendonya Otobüs Terminaliymiş. Yürümekten bitap düşünce bir taksi çevirdik, bu sefer doğru yere vardık. Gişeler yeni kapanmıştı, erken saatlerde gelirseniz biletinizi buradan alabilirsiniz dediler. Önceden edindiğim bilgi beni şaşırtmıştı aslında. Selanik-Veria arası otobüsle 2,5-3 saat sürüyor deniliyordu. Gerçekten de otobüs 70 km lik yolu aradaki köylere uğrayınca o kadar uzun vakit alıyormuş ancak ekspres servislerde bir saat civarında sürüyormuş yol. Bu bilgiyi aldıktan sonra yine bir taksiye atlayıp dairemize döndük. O gece güzel bir uyku çektik. </p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3JkhcBAQKbAgibEZVPVzY3zfReax5GXvCvT7sfoW5C_AH7MoKGKSGZH2w3F4e0icCKdByoDmH2o9gUc2brInhb7XnHT9mV0Ky-q4ykV_mEnJ4KWVmyDXnvd2yW2RRSBl7-AdWy4_WadskGfEwLfSHNJYDYSiw8fr9AvIxj6iJUVUHjRB1ZxqCEvdMfr4/s4160/IMG_20230810_112521_1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3JkhcBAQKbAgibEZVPVzY3zfReax5GXvCvT7sfoW5C_AH7MoKGKSGZH2w3F4e0icCKdByoDmH2o9gUc2brInhb7XnHT9mV0Ky-q4ykV_mEnJ4KWVmyDXnvd2yW2RRSBl7-AdWy4_WadskGfEwLfSHNJYDYSiw8fr9AvIxj6iJUVUHjRB1ZxqCEvdMfr4/s320/IMG_20230810_112521_1.jpg" width="240" /></a></div>Sabah ssat 9.30'da ilk otobüs kalkıyordu. Erkenden taksiyle garaja vardık ve biletlerimizi aldık. Otobüsümüz tam saatinde kalktı. Navigasyonum açık bir halde geçtiğimiz yerleşim yerlerini, dereleri takip ediyordum yolculuk sırasında. Etrafı tarlalarla çevrili dümdüz yolda sabit bir hızla ilerledikten sonra ata topraklarını görme heyecanı her ikimizi de sarmıştı. Akşama kadar koca bir gün geçirecektik bu şehirde. Otobüs garaja varır varmaz, şehri tanımaya koyulduk. Turistik bir belde değil burası. Eşim anlatıyor, dedelerinin bir akarsunun kenarında büyük bir evleri varmış. Önce Yahudilerin Sinagogu ve onların yaşadığı mahalleyi geziyoruz. Yunanistan'da en büyük derdimiz Grek alfabesi. Çoğu kez tanıtım levhalarında Latin harfleri bile yok. Sözgelimi Veria'nın "V" harfi onlarda "B" ne alâkaysa. Neyse ki matematik ve fizik formüllerinden hatırladığım bazı sembol harflerle durumu kurtarmaya çalışıyoruz. Şimdi bütün gayretimiz Vera suyunu ve aynı bölgedeki Barbouta bahçelerini bulmak. Geniş bir meydandaki ahşap kanapelere oturmuş üç yaşlı teyze muhabbet ediyorlar. Onlardan birine yanaşıp Barbouta bahçelerini ve akarsuyu soruyorum. Kadın tek kelime İngilizce bilmiyor fakat Yunanca bize durmadan bir şeyler anlatıyor. Adının Dorothea olduğunu öğreniyoruz. <p></p><p style="text-align: justify;">Dorothea, bizim bu seyahatte aklımızda en kalıcı anlardan biri oldu. Smyrna'dan geliyoruz deyince daha da coştu. Devamlı bizimle Yunanca konuşmaya devam ederken anlamadığımızı bilmesine rağmen hız kesmiyor. Barbouta bahçelerine nereden gidebiliriz diye sorunca yanındaki iki kadına hoşçakal bile demeden önümüze düşerek kılavuzluk etmeye başlıyor. Kadın konuşmaya hasret kalmış demek ki. Eşimle gülmemek için kendimizi zor tutuyoruz. Dorothea Teyze önde biz arkada ilerlerken muhtemelen bize Barbouta bahçelerinin tarihini anlatıyor fakat gram bir şey anlamıyoruz. Bu durumun kadıncağız için hiç önemi yok, el kol işaretleriyle bir şey demek istiyor. Buradan da gidebiliriz ama iyisi mi biz şu merdivenleri kullanalım demek istedi sanırım. Sonunda yanında şırıl şırıl, şirin bir derenin aktığı salaş sayılabilecek bir kafeyi göstererek burada bir şeyler yiyip içebilirsiniz dediğini tahmin ediyorum. Teşekkür ederken buyrun birlikte birer kahve içelim teklifimizi nazikçe geri çeviriyor ve samimi bir şekilde vedalaşıp yanımızdan ayrılıyor. Biz de merdivenlerden çıkıp kafeye giriyoruz. İlginç bir servis yöntemi var kafenin. Aşağıda dere kıyısındaki masalardan birine oturuyorsunuz. Masaların yanındaki telefonda 2 tuşuna basıp siparişinizi veriyorsunuz. İstedikleriniz hazırlandıktan sonra teleferikle masanınızın yanına geliyor. Yunanistan seyahati boyunca yediğimiz en güzel Greek saladı burada yedik. Gürültüden uzak, sadece derenin çağıltısı eşliğinde yarım saat kadar keyifli bir zaman geçirdik. </p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgymdmITq0ioFAJ2TKZkWaKuKRMdZ9gE0MOiW1p_bJuejlEiRJWWS7CliNSqXDf-iGmp-HTuyVJ996WVx-1MtedTufWAmOySRQULKIL3Dy68W9MAp4wUVl9iRD1LXNnYfEQ5AH6l2jnym8wTQ8Q_4fR5fmyXAHg6FF1zA95PDZGdqtGEwBTwDO79Sueb3E/s4160/IMG_20230812_122123_1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgymdmITq0ioFAJ2TKZkWaKuKRMdZ9gE0MOiW1p_bJuejlEiRJWWS7CliNSqXDf-iGmp-HTuyVJ996WVx-1MtedTufWAmOySRQULKIL3Dy68W9MAp4wUVl9iRD1LXNnYfEQ5AH6l2jnym8wTQ8Q_4fR5fmyXAHg6FF1zA95PDZGdqtGEwBTwDO79Sueb3E/s320/IMG_20230812_122123_1.jpg" width="240" /></a></div>Hesabı ödeyip kafeden ayrılır ayrılmaz bir sürpriz bizi bekliyordu. Birkaç yağmur damlası başımıza düştüğünde yaz yağmuru deyip önemsememiştik. Yahudi mahallesinin dar sokaklarından şehir merkezine doğru ilerlerken yağmur tüm şiddetiyle bastırdı ve biz kendimizi ıslanmaktan koruyacak bir sundurma dahi bulamadık. Caddeye çıkıp bir taksi arayışına giriştik, yolların sele dönüştüğü yağışta taksiciler bizi bekliyordu sanki. Nafile bekleyişten sonra eşim otostop yapalım dedi, iyi yapalım da nereye gideceğiz bilmiyoruz, ne diyeceğim ben insanlara dedim. Neyse ki duran hiçbir vasıta olmadı ve sırılsıklam ıslandık. Sonunda bir pastaneye sığınıp yağmurun dinmesini bekledik. Yaklaşık kırkbeş dakika sonra yağmur kesildi ve güneş yüzünü gösterdi. Eşimin en büyük arzusu ata topraklarını görmekti benimse daha çok yerel bir tavernada uzoyla deniz ürünlerinin tadına bakmaktı. Bir yandan yine yağmura yakalanırız korkusuyla adımlarımızı açarak şehrin merkezinde şirin bir tavernaya vardık. Kalamar, karides güveç, Greek salad ve uzodan oluşan menümüz geldiğinde keyfime diyecek yoktu. Ancak eşim kalamar tavayı sevdiğinden ızgarası pek hoşuna gitmedi. Güveç de istediği gibi değildi. Veria'nın bir de meşhur revanicisi varmış fakat oturacak yeri olmadığı için sen burada otur ben gidip alır gelirim dedim. Bulunduğumuz yere yakın küçük bir dükkândı. Bazı şeyler değerinden çok daha fazla ünleniyor nedense. Sıradan bir revani tatlısıydı, çok daha iyilerini ülkemizde yemiştik. Fakat yine de tatlı yani, oturup afiyetle ağzımızı tatlandırdık. <p></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZ30Y5-9gcoy1dUoBXZo2yGl5E5pViWe2fAv6OUKfbdo2k4xmZtA0TBxLclqt-CnHApucexS7MP2uDm1dHcAAwvtB9M_QPCfglJM4ZSGE67tP8PQZJBlmLqMqhUDmdCfHVoV_9qg2f-FrVUpTWtixUoNY0kbDNCaP5XTL-5IPiLrEhQus8F6N0591JcJE/s4160/IMG_20230810_143108_1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZ30Y5-9gcoy1dUoBXZo2yGl5E5pViWe2fAv6OUKfbdo2k4xmZtA0TBxLclqt-CnHApucexS7MP2uDm1dHcAAwvtB9M_QPCfglJM4ZSGE67tP8PQZJBlmLqMqhUDmdCfHVoV_9qg2f-FrVUpTWtixUoNY0kbDNCaP5XTL-5IPiLrEhQus8F6N0591JcJE/s320/IMG_20230810_143108_1.jpg" width="240" /></a></div>Otobüsümüzün dönüş saatine daha çok var. Veria'yı hakkını vererek gezdik bu sayede. Yıkık dökük camiler, kiliseye çevrilenler, kiliseler ve tarihi yapıları gördük, şehrin havasını kokladık ve tam zamanında terminale vardıktan sonra Selanik'e dönüş yolculuğumuz başladı. <p></p><p style="text-align: justify;">Akşam saatlerinde Selanik'i son kez görme imkânımız oldu. Bir taksi tutup doğrudan otobüs terminalinden şehir merkezine vardık. Caddeler bu saatlerde oldukça canlıydı. Doğrusunu söylemek gerekirse yeterince zaman ayıramamıştık bu şehre. Aslında gezdiğimiz yerler İzmir Alsancak'ın bir kopyası. Yorgun düşünce yine bir kafeye oturup ben biramı eşim de kolasını yudumlarken bir şeyler atıştırıp şehri seyre daldık ve geç saatlerde dairemize döndük. </p><p style="text-align: justify;">Sabah erken saatlerde yürüyerek tren istasyonuna geldik. Selanik'ten Atina'ya oradan da Pire'ye geçtik. Dönüş yolculuğumuz biraz da neyi nerede bulacağımızı bildiğimiz için sorunsuz ve rahat geçti. Pire'ye vardığımızda geminin saatine daha epey zaman vardı. Limanın karşısında bir pastanede oturup kahvaltımızı yapalım dedik. Eşimin öğrendiğine göre börekleri güzelmiş Yunanların. Yediğimiz feta peynirli börek gerçekten de muhteşemdi. Pire şehrinde bir süre çarşı pazar dolaştıktan sonra eşimin ısrarıyla birer bilet alıp belediye otobüsüne bindik. Niyetimiz biraz şehri turlamaktı. Daha önce belirttiğim gibi bilet kontrolü yok, otobüse bindikten sonra okutman gerekiyor sadece. Uyanıklık edip biletlerimizi okutmadık. Aslında otobüsün nereye gittiğini bilmiyoruz, rastgele birine atladık. Otobüs bir durak gittikten sonra ikinci durakta tamamen boşaldı. Meğerse son durakmış! Hevesimiz kursağımızda kalmıştı. Durduğumuz yer aslında son durak gibi durmuyordu. Güzel sahil yolu boyunca upuzun ilerleyen bir yoldu. Biz ileri gitmek istiyoruz, sor bakalım şunlara dedi eşim, ileride ne var? Soru bana garip geldi, adamlar siz nereye gitmek istiyorsunuz diye sorsa cevabımız hak getire. Neyse ki duraktakilerin ve şöförlerin hiçbiri İngilizce bilmiyorlardı, anlaşamadık. Bir süre sonra gençten bir çocuk geldi. Biz dedik limana dönmek istiyoruz, hangi otobüse binmemiz lâzım. Yolun karşı tarafında bir durak gösterdi. Bir çeyrek saat sonra otobüsün biri geldi durağa ve şansına bindik. Biletimizi yine okutmadık. Bu kez şansımız yaver gitmişti. Belediye otobüsü bizi öyle bir gezdirdi ki değme turlar halt etsin. Önce Paşa Limanı denilen ve yatların barındığı güzel bir koyun etrafından dolaştı, sonra aşağı yukarı şehrin bilinen bütün caddelerinden geçerek yoluna devam etti. Bir gözüm navigasyonda bir gözüm saatte maceralı bir yolculuğun içinde bulduk kendimizi. Zira geminin kalkış saati yaklaşıyordu, ve biz Atina'ya doğru yaklaşırken Pire'den mütemadiyen uzaklaşıyorduk. Ve Atina'ya geldik Akropolün etrafından dolaştık. Hani biraz daha ilerlese inip bir taksi tutup limana yetişmeyi düşündüğüm bir anda son durağa geldik. Aynı otobüse yeniden binip dönüş yolculuğumuz başladı, limana yakın bir durakta indik ve gemiyi kaçırmadan maceralı turumuz sağ salim tamamlanmış oldu.</p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVN04a3CXQuavZoWovyBOnRxwc6elAbyuNRbGIG2MkfUp0EiXpb6Wlan-P9z3WDWNYha8UNZuEJ-lzyzD4dxSdffeGDSBX3V3CkNcUXjSX8eP2d6bD--bokU88y6HIgfEaAiPETWvXcfamNGouSOPuO6VNo9JsC9W7deLz2X4xMhwV4seJ56J5w-HVEHM/s4160/IMG_20230812_122923.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVN04a3CXQuavZoWovyBOnRxwc6elAbyuNRbGIG2MkfUp0EiXpb6Wlan-P9z3WDWNYha8UNZuEJ-lzyzD4dxSdffeGDSBX3V3CkNcUXjSX8eP2d6bD--bokU88y6HIgfEaAiPETWvXcfamNGouSOPuO6VNo9JsC9W7deLz2X4xMhwV4seJ56J5w-HVEHM/s320/IMG_20230812_122923.jpg" width="240" /></a></div>Sakız'a dönüş yolculuğumuz tam bir felâketti. Gelirken gemi boşken dönüşte tıklım tıklım dolu. Hiçbir yerde ne boş koltuk ne de sandalye var. Sekiz dokuz saatlik yolculuk ayakta nasıl çekilecek. Tecrübeli olanlar, yerlere şilteleri sermişler, uyku tulumları içinde keyif sürüyorlar. Bazıları açık güvertede serin rüzgâra aldırmaddan kıvrılıp uzanmışlar. Neyse ki bir boş sandalye gözümüze ilişti. Eşimi oturttum. Koltuktaki gibi rahat değil ama hiç yoktan iyidir. Bir ara eşim sandalyesini bana emanet ederek boş koltuk avına çıktı ve gülerek geldi yanıma. Sandalyemizin üzerine eşya bırakıp koltuklara geçtik. Ben güverteye çıktım, biraz dolaşıp döndüğümde eşimin yerinde olmadığını gördüm. Koltuğun sahibi gelmiş ve eşim de kalkıp eski sandalyesine dönmüş. Benim için zor bir yolculuk değildi, sık sık açık güvertede vakit geçirdim ama eşim için üzüldüm doğrusu. Bir daha yolcu gemilerinde ekonomi sınıfından bilet almamayı öğrenmiş olduk bu sayede.<p></p><p style="text-align: justify;">Sabahın ilk saatlerinde Sakız Adası'ndayız. Vakit oldukça erken ama börekçiler açık. Yine şu feta peynirli börekten aldım açık börekçilerden birinden ve doğruca ilk gittiğimiz Retro Cafe'ye gittik. Hava tam olarak aydınlanmamış. Telefonlarımızı şarj edecek prizlerin yerini biliyoruz nasıl olsa. Üstelik internet şifremiz de var. Fakat sabah ayazı eşimi rahatsız ettiği için börekleri aldığımız salona dönüp uzunca bir süre vakit geçirdik. Saat on buçuk'ta Sakız Turumuz var. Biletleri önceden almıştık. </p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjX1q1lp0VPoCQ3QjSOJOOLrOZ7mRX3sC2zDeWVvHHJpTGmfr-fVR8BaBLUbsrjMCNPxU2ZIwsdfjtlH00SKGhtgcHc-Nb1cheK-kzPvKWoaHSoKdrlXMuz7-TkkfxUeEoFPUU5OSMHQ-zhTARXc0EupKjjKjY2JTOiB31opWtW20idBhIe9y7csXfzacM/s4160/IMG_20230812_125452.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4160" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjX1q1lp0VPoCQ3QjSOJOOLrOZ7mRX3sC2zDeWVvHHJpTGmfr-fVR8BaBLUbsrjMCNPxU2ZIwsdfjtlH00SKGhtgcHc-Nb1cheK-kzPvKWoaHSoKdrlXMuz7-TkkfxUeEoFPUU5OSMHQ-zhTARXc0EupKjjKjY2JTOiB31opWtW20idBhIe9y7csXfzacM/s320/IMG_20230812_125452.jpg" width="240" /></a></div>Tur çok güzel geçti. Sakız Adası'nın en meşhur turu Güney turu. Pyrgi ve Mesta köyleri oldukça turistik yerler. Türk rehberimiz ağırlıklı olarak Ertürk Lines yolcularına hizmet eden sempatik bir hanımefendi. Sakız Adası deyince damla sakızının nerede nasıl yetiştirildiğine dair önemli bilgiler veriyor. Sakız en önemli gelir kaynağı adanın. Merkeze 25 km mesafediki Pyrgy köyü kendine özgü mimarisiyle oldukça ilgimizi çekti. Cenevizli korsanlardan korunmak üzere yapılmış labirent şeklindeki dar sokakların arasında kaybolmamak mümkün değil. İki köyün arasında verilen molada yine Akdeniz usulü güzel bir yemek yedikten sonra dönüş yolculuğuna başladık. Başladık başlamasına da bizim feribotun hareket saatiyle otobüsün dönüş saati aynı. Sardımı bizi yine bir heyecan. Hem acenteye hem de rehbere durumumuzu anlatmamıza rağmen son derece rahat davranmaları bizi huzursuz ediyor. Tam şehre geldik ki trafikten ilerleyemiyoruz. Karşıda bizim feribotu görüyorum. Otobüsten adımımızı attığımız anla feribotun kalkışı aynı zamana denk geldi. Rehber bizi sakinleştirmeye çalışıyor. Önceden söz verdiği gibi sorun değil sizi artık Ertürk feribotuna bindireceğiz diyor. Yarım saat sonra kalkacak bir feribot bu, fakat diğerine göre çok daha hızlı. Rehber hanım hemen gereken işelmleri yapıyor ve bize biletlerimizi veriyor. Gümrük ve pasaport kontrolünden geçtikten sonra Çeşme'ye doğru ilerlerken maceralı yolculuğumuzu tamamlıyoruz..<p></p>Kaystros Tyrhahttp://www.blogger.com/profile/04197763610303613863noreply@blogger.com18