KATEGORİLER

7 Ocak 2016 Perşembe

07/01/2016 Perşembe, Tire

Bu sabah yağmurlu bir güne uyanıyoruz. Öğleden sonra Belgin-Atilla Çallıoğlu Fen Lisesi Müdürü Mesut Bey'in daveti üzerine öğrencilere bir sunum yapacağım. Öğrencilerin meslek ve yüksek okul tercihlerini yapma konusunda katkı sağlamak üzere farklı bir uygulama başlatmış Müdür Bey. Değişik meslek gruplarından uzman kişileri öğrencileriyle buluşturuyor.

Daha önce de bir tören münasebetiyle hocamızı ziyaret etmiştim. Gerek okul binası ve öğrenciye sağlanan imkanlar, gerekse öğretmenlerin öğrencilerine yaklaşımlarını takdir ediyorum. Bu okulun değişik meslek gruplarından birçok başarılı insanın yetişmesinde pay sahibi olacağına yürekten inanıyorum.

Mesleğe dair benzer sunumları daha önce onur konuğu olarak davet edildiğim Lions ve Rotary kulüplerinde yapmıştım. Onlar da değişik meslekleri biraz daha yakından tanıma fırsatı bulmuş oluyorlardı. Aradaki fark bu kez başarılı iş adamları yerine gençlere, öğrencilere hitap edeceğim. 

Dışarıda yağmur yağdığı için başka işim de yok bugün. Power point ile kısa bir çalışma hazırlamıştım zaten. Kolay bir iş değil bu sefer. Hepsi çocuk yaştalar kısa sürede dikkatleri dağılabilir, sıkılabilirler. Aramızdan iki kuşak geçmiş. Ne ben onları anlayabilirim ne de onlar beni.

Verilen saatten yarım saat kadar önce okula vardığımda, öğretmen arkadaşlar beni karşıladılar. Konferans salonuna bilgisayarımı kurdum. Bir aksilik yok ses düzeni ve yansıtıcı sorunsuz çalıştı. Ders sonunda öğrencilerin gelmesini beklemeye başladık.

Salon dolunca katılımcıların onda dokuzunun kız öğrenci olduğunu görüyorum. Erkek öğrencilerin çoğu lisenin uzatmaya kalan maçından ayrılamamışlar. Benim mesleğim de erkek egemen. Şimdi işim biraz daha zorlaştı. Yaklaşık yüz öğrencinin katıldığı salonda mühendis olmayı düşünenler elini kaldırsın dediğimde sadece altı- yedi el kalkıyor. Diğerleri ya karar veremeyenler ya da başka meslek grubuna ilgi duyanlar.

Konu başlığını "Meslek İzlerim" olarak seçmiştim. Mesleğin bende bıraktığı izler yani. Yaklaşık kırk yıl önce onlar gibi lise öğrencisiydim. Yeniden o zamanlara dönüyorum İnternet, cep telefonu yok. TV yeni yeni giriyor evlere. Yani bugünkü şartlarla kıyas etmeye kalksak öğrencilere  taş devrinde okumuşuz gibi gelecek. Okuduğum üniversite ülkenin en büyük üniversitelerinden biri. Bilgisayar da var, bilgisayar bölümü de. Lakin bilgisayarlar tam iki oda büyüklüğünde. Bilgisayar lafı da pek yaygın değil henüz. "Computer" diyoruz onlara.  Şimdi ufaklıklara "punch card" ları anlatsam sıkılırlar. O yılların üzerinden şöyle bir geçmeli, çocukları sıkmadan.

Sunuma başlamadan önce Müdür Bey kısa bir konuşma yaparak beni öğrencilere takdim ediyor. Güzel sözler sarf ediyor hakkımda. Sunuma başlıyorum. İlk yarım saat sessizlik ve merak içinde beni izlerlerken daha sonra arka taraflardan konuşma sesleri gelmeye başlıyor. Hemen öğrencilere sorular sormaya başlıyorum dikkatlerini çekmek için. Tekrar ilgilerini topladıktan sonra 55 dakikada konuşmamı sonlandırıyorum. ODTÜ'lü olmak onlar için çok daha ilgi çekiyor Sorulan sorular genellikle nasıl kapağı atacağız bu okula tarzında. Ya da ne farkı var diğer üniversitelerden diye merak ediyorlar. Şimdiki nesil her şeye kolay erişiyor. İstiyorlar ki hap gibi bir şey vereyim, yuttuklarında ODTÜ'lü olsunlar. Yok diyorum öyle olmaz. Çok çalışmak lazım çok. Hem kapağı atana kadar hem de diplomayı alana kadar.

Konuşmam bittikten sonra Müdür Bey, kısa bir teşekkür konuşması yapıyor. Güzel bir çiçek sepeti hediye ediyor. Öğretmen ve öğrencilerle birlikte fotoğraf çektiriyoruz. Eğer elime geçerse çekilen fotoğrafları da paylaşacağım. Şimdilik bana takdim edilen çiçeğin resmi ile yetinmek zorundayım.

Salondan birlikte ayrılırken, Müdür Bey makamında kahve içmeye davet ediyor. Bir yere yetişmem lazım ama kıramıyorum. Kahvelerimizi içtikten sonra kendisine veda ediyorum. Daha sonra gittiğim resmi kurumda işlemler on dakika ince kapanmış. Bu da kahvenin bedeli. Neyse ki yarın erkenden halledebilirim.

Evet, değişik bir gündü. Çocukların ilgisini çekmek, konuya odaklanmalarını sağlamak benim için başarıydı. Ama onların da hakkını vermek lazım. Hepsinin gözleri parlıyor. Hepsi cin gibi. Allah yollarını açık etsin.

6 Ocak 2016 Çarşamba

06/01/2016 Çarşamba, Tire

Yazıma "soğuk" sözcüğüyle başladığımdan bu yana çok değil, henüz bir hafta bile olmadı. Bugün ise kış mevsiminde az rastlanır bir hava vardı. Bu kez "sıcak" diyerek başlamayı düşündüm. Akşam saatleri yaklaşırken bile Kaplan'da sıcaklık 17 dereceydi. Bir hafta önce eksi 6'yı görmüştük. Dün yağış vardı, yarın da meteoroloji yağış diyor. İki yağmurlu gün arasına girmiş güneşli bir bahar.

Yaylaya en erken ben çıktım. Kadir gelmeyecek mi yoksa? Telefon edip durumu öğreneyim dedim. Yakup Usta da gelmiş. Benim için sürpriz oldu bu. Açıkçası onu beklemiyordum. Aman ne iyi etmiş de gelmiş. Sayesinde havanın güzelliğini iyi değerlendirdik bugün.

Dışarı açılan mutfak servis kapısından sızan sular ortalığı mahvetmişti. Önce buranın temizliğiyle başladık işe. Çimento turbalarına dokunur dokunmaz patlıyor. Bizimkiler önce burayı temizleyip sağlam kalan çimento torbalarını kurtardılar. Hemen arkasından kapının önünde bir miktar harç kardıktan sonra el arabalarıyla taşıyıp yukarı yayla yolu giriş kapısının ankrajlarını betonladılar.

İki saatte bu işler bitmiş, sıra fosseptik çukurunun betonlarına gelmişti. Benim başlarında durmama gerek yok. Ekip güzel çalışıyor şimdi Allah için. Ben zeytin toplamaya gidiyorum dedim. Arabanın arkasında iki büyük naylon sepet var. Birinin içinde daha önce topladığım bir miktar zeytin olsa da, diğeri boş.

Zaman kaybetmeden Kaplan köyünün altındaki zeytinliğe iniyorum. Dünkü ziyafetten sonra neredeyse bir kilo almışım. Sabah erken çıktığım için kahvaltı edemedim. Nedense sabah kahvaltısı yapmasam da bende akşama kadar bir açlık hissi doğurmuyor. Hemen işe giriştim. Önce yerlere dökülenleri toplasam iyi olacak. Gerekirse bir ağaca gizlediğim sırıkla bir kaç ağaç silkelerim.

Geçen gelişimde girişteki ağacın bol tanesi vardı ama yukarıdakileri indirmeye sırığın boyu yetmemişti. Bugün aynı ağacın altı dökülenlerle dolmuş yine. Her ağaç aynı değil çoğunun üzerinde tek tük tane var. Az sonra zeytinliğin içine doğru ilerliyorum. Ağaçların çoğunda sepeti yanımda taşıyacak bollukta zeytin yok. Elime ve kucağıma alıp sepete taşıyorum. Bu usul benim için daha iyi sanki. Zira taşıma esnasında dikeldiğimden eğilip çömelmelerin tersine bir hareket etme durumu oluyor. Böylelikle zeytin toplama işini bir nevi spor ve beden egzersizi şekline dönüştürüyorum.

Hava iyice ısındı. Üzerimde bir mont var. Havanın soğuk olduğu zamanlarda bile önce üzerimdekileri atmaya çalışırım . Bu sefer öyle yapmıyorum. Bu kış gününde hafiften bir terlemenin zevkini çıkarmak istiyorum. Montun fermuarı boğazıma kadar çekilmiş durumda. Fermuarı bile indirmiyorum. Montumun içinde sıkışan ve vücudumun sıcaklığı ile ısınan hava, ben eğilip kalktıkça  sıcak sıcak boynumdan yüzüme doğru çarpıyor. Adeta çocukça bir oyuna dönüşüyor bu. Sepetteki zeytinler çoğaldıkça hoşuma gidiyor. Temiz havada çalışmak bir başka güzel. Birkaç poz resim alsam iyi olacak.

Becerebilirsem bizzat kendim de bir "selfie" çekeceğim. Üzerinde zeytin olan bir dalı kestiriyorum gözüme. Modu değiştiriyor, kendimi ve zeytin dalını ekrana sığdıracak şekilde cebimi yüzümden uzaklaştırıyorum. Tam oldu bu iş derken bir üçüncü parmağa ihtiyacım olduğunu fark ediyorum. Sağ elimin parmaklarıyla zeytini dalından koparıyormuş gibi yapıyor, sol elimle  ise telefonu tutuyorum. Biraz zorlansam da parmaklarımdan birini telefonun düğmesine denk getiriyorum ama bu sefer ekran kayıyor. Sonunda hem ekranı hem parmağımı bir punduna getirip deklanşöre basıyorum. Sahi telefonda resmi çeken düğmeye de deklanşör mü diyorlar yoksa başka adı mı var? Neyse derdimi öyle ya da böyle anlatabildiğimi sanıyorum.

Geçen sene baharda diktiğimiz zeytin fidanlarından epeyce tutan olmuş. Birkaçından ümit yok. Hepsi ilgi bekliyor. Küçük çocuklar gibi. Ama o kadar çocuğum var ki hepsine yetişmek mümkün değil. Bu çocuklar çapa ister, gübre ister, budanmak ister, sulanmak ister, ilaç ister, ister oğlu ister. Bir küçük fidanın resmini çektim. Hatıra kalsın.

Tire'deki belediye hoparlörlerinin sesi zeytinliğe hatta yukarı yaylaya kadar ulaşıyor. Tane tane anlaşılıyor anonslar. Sadece o mu? Ezan ve sela sesleri de öyle. Az önce  selası okundu birinin yine. Sela biter bitmez öğle ezanı başladı arkasından. Garipsedim. Sanki son anda araya sıkıştırılmış gibi geldi bana. Tuhafıma giden diğer bir husus ise sela okunduktan sonra vefat edeni duyurma şekli. Emekli merkez cami imamı Hasan Kabasakal'ın kardeşi, halk otobüsü şoförü Nedim Solmaz'ın kayın pederi vs. Adam hamallık yapsa unvanını eksik etmeyecekler bir, kadının adı yok iki. 


Zaman geçiyor ama eğitimsizliğime dayalı zeytin toplamadaki düşük randımanım nedeniyle sepet bir türlü dolmuyor. Yere yaygı serecek kadar tane yok. Zaten zeytin de silkmiyorum. Bir taraftan yere düşenleri topluyor, diğer taraftan alçak dallardaki taneleri boyum yettiğince koparıyorum. Bazen etrafı şöyle bir dolaşıyor, tanesi bol ağaç bulursam sepeti altına taşıyorum. Saat dördü bulduğunda ağaçta zeytin bitmemiş ama sepet silme dolmuştu. Ekibin de paydos etmesi yakın. Hemen fırlayıp onları yaylada yakalarsam iyi olur. Çok da hızlı gidemem. Bagaja koyduğum sepet devrilirse başıma iş alırım.

Yaylaya tam zamanında vardım. Sepette en az 20-25 kg zeytinim var. Bahçe kapısından girer girmez binaya eşyaları koyarken görüyorum Kadir'i. Bahçe yolunun yarısına gelmişim zaten. Kadir'e sesleniyorum. Koşarak geliyor ve elimden sepeti alıyor. Alışkın değilim bu işlere. Çuval olsa vur sırtına gitsin. Hem sepet üstelik de silme dolu olduğu için eğilerek taşımak zorunda kalıyorum. Neyse ki yükün elimden alınmasıyla bir oh çekiyorum.

Yakup Usta da orada. Yüzü gülüyor. Ne yaptınız diye soruyorum. İşi bitirdik diyor. Hemen aşağı iniyorum. Hakikaten iş bitmiş. Önce fosseptik çukurunun tabanına beton dökmüşler. Daha sonra üst tabliye kalıbını çakmışlar, demirini kesip montajını tamamlamışlar ve tabliye betonunu da yetiştirip dökmüşler. İlk bakışta üstte kapak bırakmadıklarını fark ediyorum. Çukur büyük olduğu için dolmaz deseler de beton henüz donmamışken bir boru bıraktırıyorum alt köşeden.

Yarın yağmur var görünüyor. Eğer yağış olursa sabah gelmeyecekler. Yok, meteoroloji yanılır da hava güzel olursa o zaman avlunun taş duvarına başlayacaklar. Şimdilik duvara başlayacak kadar yetecek malzeme var.

5 Ocak 2016 Salı

05/01/2016 Salı, Tire

Cumhur Usta ile Kesikbaş'ın kahvesinde buluştuk. Yukarı yayla yolu için yapacağı demir kapının toprağa betonlanacak ankraj profillerini getirmiş. Onu ve yanındaki elemanını alıp yaylaya birlikte çıktık.

Dün gece iyi yağmur yağdı. Taş eve su girmiş mi merak ediyorum. Geçen sefer terasa açılan kapıdan su almıştı. Cumhur Usta bir yandan Verandaya yapılacak ferforje korkulukların ölçüsünü alırken ben kapıyı açtım. İçeri girdik. Üst kattaki cam balkon güzel olmuş. Üstelik yağmur ve rüzgardan hiç etkilenmemiş. Ancak beklediğim üzere terasa açılan kapıdan su almış. Rüzgarla kapıya çarpan yağmur mermer eşiğin kenarından içeri sızıyor. Aynı durum mutfak servis kapısı için geçerli. Üstelik buradan daha fazla su girmiş ve bazı patlak  çimento torbalarını ıslatmış. Çimento sertleşirse yerden çıkarmak için seramiğine zarar verebilir.

Yarın Kadir'e hem kapının ankraj betonunu attırmalı hem de yağmurdan etkilenen mutfağı temizletmeli. Bu problemi halletmek zorundayım. Bir an önce ana giriş kapısı ve dışa açılan mutfak servis kapısı ile terasa açılan kapılara saçak veya sundurma gibi bir şeyler düşünmeli. Neyse ki verandaya açılan kapıdan üstteki balkon sayesinde su girişi olmamış.

Yukarı çıkmadan önce elektrikçiyi aradım. Şimdi de keşif için güneşli hava bekliyorlarmış. Bakalım bundan sonra ne bahane üretecek.

Bugün de yağmur atıştırıyor arada. Pazar işini yağmura yakalanmadan halletmemiz için yayladan aşağı inip eşimi alıyorum. Alışverişe birlikte çıkıyoruz. Bu sefer park yeri bulmak için İş Bankasının arkalarına dalıyoruz. Yollar dar, zaman zaman karşıdan araç geliyor. Bu durumda yol vermek için müsait geniş yerler arıyoruz sokaktaki yol boyunca park etmiş araba seli arasında. İlerleyebilmek için diğer araçlara beş santime kadar yanaşmak zorunda kalıyoruz. Neyse ki Kara Hasan Caminin önünde bir boşluk bulup arabayı park ettik. Burası nispeten daha önce park ettiğimiz yerlerden daha yakın.

Pazardan bol bol ot aldık. Ayrıca salı günleri balık yemeyi adet haline getirdiğimiz için halden taze balık alıyoruz. İki hafta önce arapsaçını tavuk dönerle pişirmiştim. Eşim bile beğenmişti. Bu sefer et dönerle deneyeceğiz bakalım.

Eve döndüğümüzde biraz blog yazarlarına takıldım. Sonra balık için mutfağa girdik. Bu arada Mesut Bey aramış. Yarından sonraki sunumum için benden teyit almak istemiş. Ben hazırım dedim. Kendi açımdan çok farklı bir deneyim olacak. Bir anda 40 yıl öncesine lise yıllarına döneceğim. Çocukların da tecrübelerimden faydalanacaklarını umuyorum. Ne de olsa iki kuşak var aramızda. 

Balıklar benden, eşim de nefis bir salata hazırlamış. Buz gibi bir bira açtım. Sonra mı? Gençlik yıllarıma döndüm. En çok etkilendiğim kliplerden birisiyle kapatacağım günümü dedim. "Comandante Che Guevara - Hasta Siempre"

04/01/2016 Pazartesi, İzmir

Eşimle birlikte erkenden düştük İzmir yollarına.  Şu bizim çirkef kiracıya tahliye davası açmak için avukatla görüşeceğiz Bir insan bu kadar mı yüzsüz olur?

Avukat ile ilk kez yüz yüze görüşeceğiz. Yolda eşim avukat hanımı arıyor. Telefon çalıyor ama cevap veren yok. Bizim bu işi bugün mutlaka halletmemiz lazım...

İzmir'e yaklaşıyoruz. Bu avukatlara da güven olmaz. Geçen sefer görüşmek için İzmir'e gittiğimizde telefonu açmış ama yazıhanesinde tadilat yapılıyor gerekçesiyle bizi kabul etmemişti. Çocukluk arkadaşım Mustafa'yı aradım. Hani şu market işleten. Bana tanıdığı bir avukatın ismini ve telefon numarasını verdi. Saat 13.00 te yazıhanesine bekliyor bizi. İyi bari en azından az da olsa bir ilerleme kaydettik sonunda.

Yeterince zamanımız var. Yıllarca görmediğimiz Kemeraltı Çarşısını ziyaret etmek için bir fırsat bu bizim için. Aracımızı  şu döne döne katlarına çıkılan çok katlı oto parka koyuyoruz.  Bu oto parkın yapıldığı yılları hatırlıyorum.  Şimdi o da eskimiş iyiden iyiye. Biletinizi yanınıza alın diye uyarı yazıları var. Dönüp arabaya bıraktığım bileti alıyorum. Parktan çıkarken önce ödeme yapılıyor, yukarı çıkmadan önce.  Araçla çıkışta verdikleri makbuz okutulunca bariyer açılıyormuş.

Kemeraltı Çarşısı
Kemeraltı eski canlılığını kaybetmiş. Çarşıya girişten denize doğru döndüğümüzde saat kulesini görüyoruz. İlk defa gözüme bu kadar yakın geliyor saat kulesi.  Sanki bir el eski yerinden söküp çarşı girişine koymuş bizim saat kulesini. Liseye giderken yaşadığımız deprem kulenin üst kısmında biraz hasara yol açtığını hatırlıyorum. Bir zamanlar  Kemeraltı diye bildiğimiz ana cadde ve yan sokaklarda birbirine değmeden yürümek mümkün değildi. Eski günleri yad ederek biraz alışveriş yaptık. Belediye binasının karşısında avukatın verdiği adrese geldiğimizde hala yarım saatimiz vardı. Hemen yazıhanenin bulunduğu iş hanının karşısındaki lokantaya girip birer sardalye ortaya da kalamar tava söyledik. Kalamar iyi marine edilmemiş, sardalye ise evde hazırladıklarımız kadar güzel değildi.

Balıkların geç gelmesi randevumuza beş dakika gecikmemize sebep oldu. Avukatı bizi bekler bulduk. Hemen konuyu anlattık. Bütün avukatlar gibi önce gardını aldı bu da.
"Bu iş bayağı zor" diye mırıldandı. Hangi iş kolay ki...
Hani kazara dava kazanılırsa, "ben zor işlerin adamıyım", "yok olmadı" deyip kaybederse, "ben zaten bu işin zor olacağını söylemiştim" diyecek.

Çok sevdiğim bir hanım olan avukat  arkadaşım vardı Ankara'da. "Bir davada istediğiniz kadar haklı gerekçeniz ve elinizde yeterince kanıtlayıcı bilgi ve belgeler olsun davayı kazanma oranı sadece % 50'dir." derdi. Bana göre kaybedilme ihtimali sıfır olan davalar vardı. Ama hukukta mühendislik kuralları işlemiyor demek ki.

Bizim tahliye davası da bana göre somut gerekçeleri olan bir dava olacak ama avukatımız için hiç de öyle değil. "Korkarım bu iş yargıya taşınır." diyor. Yani yıllarca mahkemelerde sürünürsünüz mü demek istiyor. Ya, malımız var çektiğimiz çileye bak. Kiracı ne yaparsam yapayım beni bu evden çıkartamazsınız diyor. Yasalar da onun yanında.

Kiralar zamanında yatmıyor. Geçen sene düzensiz ödemelerinden dolayı bir ayın kirasını arada kaynattı. Evimizde kira sözleşmesini imzalayan asıl kiracı değil, kızı ve damadı oturuyor. Kendisinin ikametgah kaydı başka bir mahallede görünüyor. Noter nerede oturduğunu bildiği halde bize yasal engel teşkil ettiği için söyleyemiyor. Kira ödemediğinden ya da tahliye talebi için ihtarname çekeyim dersen, adreste bulunamadı diye mahalle muhtarından geri dönüyor. İhtarname tebliğ edilemediğinden dava açamıyorsun. Aynı şehirde evimiz olduğu halde kızım kirada. Kızım oturacak, çık demeye yasal olarak hakkım var ancak avukat, "kızın bir yıl kirada oturmuş acil bir durum yok o zaman oturmaya devam etsin" şeklinde karar verir hakim diyor. En iyisi vuracaksın dinamiti altına başka çare yok.

Avukat, noter, muhtarla işleri hallettikten sonra kayınvalideme uğradık. Dayının bizi beklediğini biliyorduk. Çeşme'deki eski evlerini kat karşılığı müteahhide vereceklermiş. Fikrimi almak istiyormuş. Önümüzdeki günlerden birinde Çeşme'ye gidip arsanın imar durumunu öğrendikten sonra müteahhitle konuşma hususunda hemfikir olduk.

Akşam saatlerinde bir lise arkadaşımla buluştum. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini kazanmıştı. Şimdi başarılı bir cerrah. Sınıfımızın en başarılı öğrencisi olan bu arkadaşımla tam kırk yıl görüşmedik. Komik değil mi? Kırk yıl. Ne kadar uzun bir süre. Korkmak için. Her sene lisedeki dönem arkadaşları toplanıyorlarmış. Bir sonrakinde gelmeyi düşünür müsün diye sordu. Elbette gelirim dedim. Ben yuvaya yeni döndüm.

Torbalı'dan ferforje ve demir işlerini yapan Cumhur Usta telefon etti. Yarın gelmeyi düşünüyormuş. Hem kapının sürülme yönüne karar vereceğiz, e biraz da ödeme yapacağız görünüyor.

Eski iş arkadaşlarımdan Elektrik Mühendisi Eşref Bey'i cevaben aradım. Meslek hayatımın son barajı olan Ayvalı Barajı ve HES elektrik üretmeye devam ediyormuş. Bütün arkadaşlarım Tire'ye yerleşip toprakla haşır neşir olma ve yeni yaşantıma gıpta ettiklerini söylüyor.

Üniversiteden arkadaşım Elektrik Mühendisi Ali aradı. Yeni yılını kutlamak için aradığımda telefonu kapalıydı. Yurt dışına tatile çıkmış. Yaylanın elektrik işinde bir gelişme olup olmadığını sordu. Araya yeni yıl tatilinin girmesi sebep mi bahane mi bilmiyorum ama hiçbir gelişme yok dedim. Daha olmazsa enerji müsaadesi için kuruma birlikte gidip talebini yapalım dedi. Yarın elektrikçi ile tekrar görüşüp kendisine malumat vereceğimi söyledim.

3 Ocak 2016 Pazar

03/01/2016 Pazar, Tire

Kızım bugün evine gideceği için birlikte olacağımız son günde çalışma olmaz dedim pazar günü bahanesine sığınmadan. Zira pazardan ziyade bizim için de salı günleri tatil günü artık.




Kadir telefon etti öğle üzeri. Çukurköy'den bir traktör taş getirmişler. Benim istediğim duvar taşı değil, kayrak taşıydı ama artık geri göndermeyim dedim. Taşı evin önünde genişlettiğim alana boşaltmalarını istedim.


PRAG
Nisan ve Mayıs ayları için yurt dışı gezisi ayarladık. Önce Prag, bir sonraki ay ise Viyana ve Salzburg. Bu yerlerden  sadece Salzburg'u daha önce gördüm ama programımız gereği Viyana'ya geçmek nasip olmamıştı. İki şehir arası yaklaşık 300 km olduğu için bu kez bir günümüzü Salzburg'da geçirmeyi düşünüyoruz. Önceki ziyaretim bir iş seyahati olduğundan Salzburg'u da gezmeye tam anlamıyla vakit ayıramamıştık. Ancak hem tarihi özellikleri hem de doğal güzellikleri ile yaşanacak bir şehir. Misafir olduğumuz şirketteki arkadaşlar bizleri Almanya sınırına yakın güzel bir dağ lokantasına götürmüşler, yöresel köylü kıyafetleri ile garson kızların servis yaptığı tarihi bir yapıda ilk kez geyik eti yemiştim.

Mozart'ın Evi SALZBURG


Mozart'ın evinin önünden geçip müze haline getirilen bu mekanı gezmeden dönmek içime oturmuştu. İnşallah bu kez bir mani çıkmaz.  Yine turla değil Moskova gezimizde olduğu gibi kendi programımızı yapacağız. Maalesef kızım olmayacak bu gezilerde.





Allah kimseye kötü kiracı vermesin. İzmir'deki evimizin illet kiracısına tahliye davası açacağız. Kızımız niye kirada otursun? Şu terbiyesiz kadından bir an önce kurtulmak lazım. Yalancılık dolandırıcılık hepsi onda. Yarın İzmir'de  bu durumu avukatımızla görüşeceğiz.

Akşam yemeği için kendime deniz ürünlerinden güzel bir tabak hazırladım. Yılbaşı nedeniyle abur cubur ne varsa yedik, şarap içtik. Bu da hemen kiloya döndü tabi. Evde güzel yemekler var ama karbonhidrattan uzak durmam lazım. Akşamları ya et ya balık. Balık uzun iş dedim derin dondurucudan kalamar ve karides çıkardım. Eşim karidesi sadece üzeri kaşar peynirli fırın güveç olarak hazırlanırsa seviyor. Karidesin kokusu rahatsız ediyor onu. Bu durumda yemeklerimiz ayrıldı. Karidesi sote kalamarı tavada kızarttım. Pek de güzel oldu. Yanına bira da iyi giderdi ama biraz kilo vermeliyim. Dolayısıyla tuttum kendimi. Hani bayanlar bikini giyip fazlalıkları görünecek endişesiyle yaza girerken sıkı diyete girerler, ben de benzerini yapmalıydım. Yılbaşından bir hafta önce birkaç kilo verip kendimi hazırlasaymışım iyi olurmuş. Buna benzer bir durumu da Irak'ta görmüştüm. Saddam Hüseyin'in benim de sevdiğim güzel bir uygulaması vardı: Devlet memurlarında boy ve kilo orantılı olmalıydı. Eğer bu oran tutturulamazsa önce bir ihtar çekilir, bir sonraki kontrolde durum düzelmez ise o kişinin memurluk hayatı sona erdirilirdi. Senenin belli ayında yapılan bu kontrollerden önce bütün devlet memurları neredeyse aç dolaşır fazla kilolarından kurtulmaya çalışırlardı. Kontrol sonunda boylarına göre ağırlıkları kabul edilir sınırlar içinde kaldıysa akşama güzel bir ziyafet çekerlerdi. Nasıl sevinmesinler ki,  bir yıl daha gönüllerince yiyip içecekler. Aksi takdirde üç ay sonra ikinci bir kontrole kadar aç kalmaya devam.

2 Ocak 2016 Cumartesi

02/01/2016 Cumartesi, Tire

Zeytin toplamak için bugün iyi bir fırsat derken yine olmadı. Kahvaltıdan kalkar kalkmaz telefon geldi. Balkon camı için ekip yola çıkmış. Eh mecbur kapıyı açacağız, onlara eşlik edeceğiz, yemek işini halledeceğiz. Hani bir an önce olmasını da istiyorum. Yağmurlu havalar geliyor. Her ne kadar korumaya çalıştıksa da yine riskli. Yayla yolları taşlı... Düştük yine yollara. Güneşli bir hava ama iki gün önceki kadar olmasa da  soğuk. Sular donmuş.

Ekip saat on bire doğru gelmiş ve malzemeyi indirmiş. Hemen çalışmaya başladılar. Onları bir süre izledikten sonra bahçe kapısına çıktım. Amacım hazır güneşli havayı yakalamışken taş evin uzaktan resimlerini çekmek. Bir de elektrik hattının güzergahına bakmak istiyorum. Elektrik Dağıtım Şirketinde bugün ve yarın çalışma olmayacağı için bizim elektrikçiyi de Pazartesi ararım diye düşündüm. Bahçe kapısından aşağı Kaplan Köyüne doğru yol boyu yürümeye başladım. Cambaz Ali'nin kapısı açık. Dönüşte uğrarım ayak üstü.

Biraz daha yürüyünce uygun bir yer buldum. Buradan birkaç poz resim aldım. Elektrik iletim hattının güzergahı gözüme biraz uzun geldi. Şu elektrik işini de bir halledebilsem.

Geri dönerek gerisin geriye yürümeye başladım. Cambaz Ali'nin açık kapısından içeri girdim. Yol boyu kıvrıla kıvrıla yukarıya doğru çıktım. Tam yol çatallaşmıştı ki bazı konuşma sesleri duydum. Sesleri takip ederek briket bir yapının önüne geldim. Cambaz Ali Amca komşusu Sabri ve bizim Kadir oturmuş hem sohbet ediyorlar hem güneşleniyorlar. Bir sandalye de bana verdiler. Tavuklar horozlar geziniyorlar ortada. Tam da Canan Hoca'nın tavukları bunlar. Gezen tavuklar...

Sabri Amca biraz küfürlü konuşuyor ama sevimli. Ne yapsın adamcağız ağız alışkanlığı. İki lafından biri küfür. Benim yanımda ne kadar tutmaya çalışsa da kaçırıveriyor ağzından. Bak yine kaçırdım diyor peşi sıra. Kadir saygılı çocuk, pek lafa karışmıyor. Sabri Amca hadi benim bahçeyi göstereyim sana diye kalkıyor ama benim ustalara bakmam lazım diyorum. O zaman hadi diyorlar senin yerine bakalım. Birlikte bizim yaylaya doğru yürümeye başlıyoruz. Taş evi çok beğeniyorlar. Binayı bir güzel gezdiriyorum. Sabri Amca'nın sıkıntısı büyük. Bak burayı aile için yaparsın, burada da biz otururuz diyor. Esas mesele aile yanında kendisini tutamayıp ağzından küfür kaçırma korkusu. Yok diyorum bizde haremlik selamlık olmaz. Gülüyorlar...

Onları uğurluyorum. Ustalar çalışmaya devam ediyor. Cam çerçeveler takılmış ama ince ayarları, izolasyonları, silikonları daha sürecek gibi. İşlerini acele değil, sağlam ve düzgün yapmalarını istediğimden gecikmelerinden rahatsız olmuyorum. Gideyim size yiyecek getireyim diyorum. Tire köftesini sevmişlerdi. Yine aynısından yaptırmak en iyisi.

Yemeklerini alıp döndüm. Bu sefer bayağı geç kaldığım için iyice acıkmışlar besbelli. Yemeklerini yedikten sonra devam ettiler çalışmaya ta saatin beşine kadar. Hava kararmaya başlarken alet edevatlarını topladılar. Sadece montaj esnasında makaralardan birinin döküm göbeği kırılmış. Önümüzdeki günlerde gelir değiştiririz dediler.

Bugün fırsatını bulup  Ankara, İzmir ve Aydın'daki bazı arkadaşlarımı aradım . Yeni yıllarını kutladım.

Bu arada balkon camları katlandığında geniş bir açıklık çıkıyor ortaya. Yazın çok güzel olacak burası. Balkondaki manzara bir harika.



1 Ocak 2016 Cuma

01/01/2016 Cuma, Tire

2016'nın ilk günü. Sanırım hayatımda ilk kez yılbaşına Tire'de girdim. Bugün evde ailecek çok güzel dinlendik. Diğer bloğumda benim için çok özel bir yılbaşı anımı paylaştım.