Dün "Yarın sabah başlasak olmaz mı?" diye sormuştu en güvendiğim ustalardan birisi.
"Kesin başlayacaksınız ama" diye şartımı sürmüştüm ileri. Güvence vermişti, "Yarın başlarız canııııım."
İçecek köşesine koyacağımız tezgah ve dolaplara birlikte karar verecektik eşimle. Selim Usta'dan hala haber yok. Yakup Ustaya anahtar verdiğim için rahatım. O yukarıda çoktan çalışmaya başlamış olmalı. Eşime acele etmesini söylüyorum, marangozları bekletmemek için. "Ben hazırım" diyor.
Selim Usta'yı arıyorum. Telefona cevap vermiyor. Eşim de ben de sinirlenmeye başlıyoruz. Burada verilen sözler başka taraflarından veriliyor olmalı. Ne mecburiyetimiz var sizin keyfinizi beklemeye... Yoğurt tutulacak, üç saat sonra açılması lazım. Ama biz Selim Usta'nın verdiği söze istinaden ekibiyle yaylaya çıkmasını bekliyoruz. Sinir katsayımız yükseliyor. Eşim paralarının tamamını verdim diye beni suçlamaya başlıyor. Kendi aramızda başlıyoruz tartışmaya. Para ile alakası yok ki bunun. Ahlak meselesi. Benim bildiğim söz verildiyse tutulması gerekir. Yoksa en önemli insani özelliğimizi kaybetmiş olmaz mıyız? Ama buranın yasaları farklı işliyor. "Neden hala gelmediniz, sizi bekliyoruz verdiğiniz sözler üzerine." diyemiyoruz bile. Çünkü telefona bile çıkmıyorlar...
Ortağı ve bizim ilk muhatabımız Ünal Ustayı arıyorum. Elektrik bağlansın, öyle tamamlarız diyeli tam altı ay geçti. Sonra bir Bodrum işi çıkardınız, acildir diye anlayış gösterdik. Bayramdan önce başlayacaktınız, olmadı. Elinizdeki iş uzamış. Sonra bayram girdi falan filan...Beni sakinleştirmeye çalışıyor. "Selim Usta duymamıştır telefonunu atölyede, ben onu bulup hemen sana dönüyorum." diyor. Yine bekliyoruz ki arasın. On beş dakika oldu hala arayacak. Kalkıp sanayi sitesindeki yerine baskın yapmaya gidiyoruz eşimle. Hala "Verdin paraları, şimdi koştur peşinde." deyip duruyor... Bilmezdim buraya yerleşene kadar verilen sözün bu kadar hafif olduğunu...
Dükkana hırsla giriyor, Ünal Ustayı soruyorum çalışanlara. "İnşaatta çalışıyor, isterseniz telefon edelim" diyor beni tanıyanlardan biri. "Ara" diyorum bir yandan söylenirken. "Selim Ustaya ulaşamadım. Onu bulmaya çalışıyorum ben de" diyor telefonda. Peki madem ulaşamadın, niye bunu bana söylemiyorsun da ağaç yerine koyuyorsun beni?
Oradan çıkıp Selim Ustanın durduğu ikinci atölyeye gidiyoruz. Amacımız Selim Ustayı yakalamak. "Selim Usta İzmir'e gitti ama diğer ortaklar burada." diyor çalışanlardan biri. Ünal Usta arıyor. "Selim Usta'nın acil işi çıkmış şu anda İzmir'deymiş ama sabah yaylaya üç usta göndermiş." Bir anda mahcup duruma düşüyorum. Peki ama bu ustalar sabahtan beri kapıda mı bekliyorlar? Zira Taş Ev'in bütün anahtarları bende. "Kimler gitmiş?" diye soruyorum. Ünal Usta, "Ahmet usta yanına iki kişi alıp çıkmış." diyor. Tam o sırada Ahmet Usta beliriyor yanımızda. "Ünal Usta, Ahmet Usta yukarı çıkmamış, yanımda." diyorum.
Ahmet Usta, boyacı ustasını beklediği için yukarı çıkmakta gecikmiş güya. Ünal Ustanın telefonunu kapatıp Ahmet Ustaya soruyorum: "Bana saat ver ne zaman yukarı çıkacaksınız? "Yarım saate kalmaz çıkarız." diyor. Bak bizi bekletme deyip sıkıştırıyorum. Ya da şöyle yapalım, siz yola çıkarken beni arayın ona göre ben de sizden önce yukarıda olayım. İçecek köşesine ait hazırlıklardan sadece Selim ve Ünal Ustaların haberi olduğu için çarşıdaki işlerimizi bitirdikten sonra eşimi eve bırakıyorum. Yaylaya doğru giderken Ahmet Usta'yı arıyorum. Aradan bir saat geçmiş... "Biz de beş on dakikaya kadar yola çıkıyoruz." diyor. Kendi kendine soruyorum, "Kraliçe Elizabeth'in hazırlanması bile bu kadar uzun sürmüş müdür acaba?"
Kaplan Köyünün çeşme başında eski işçilerden Şevket'i görüyorum. Geçen sene diktiğimiz zeytin fidanlarını sulamıştı. "Bu sene gel yine sula" diyorum. "Yok, gelemem." diyor. "Kendi bahçemde yapacağım işler var." Bu memlekette işsizlik var diyen beri gelsin.
Köyden yayla yoluna saptığımda Yakup Ustanın yeşil pikabı ile karşılaşıyorum. Saat on biri gösteriyor. Ama o işi bitirmiş çoktan. Haftalığını veriyorum. Kafasına göre otuz lira zam yapmış günlük yevmiyesine. İster kabul et, ister etme... Zaten on güne kadar gelemezmiş. Bir tanıdığına söz vermiş, evinin sıva işini yapması için.
Yukarı çıkıp bahçe kapısını açıyorum. Havuzda su birikmemiş. Dipteki vanaya bakıyorum. Biri vanayı açmış. Hemen kapatıyorum. Dolar dolmaz en aşağıdaki ceviz fidanlarından başlayacağım sulamaya.
Yarım saat geçiyor, ne gelen var ne giden. Verandaya rahat bir sandalye çıkarıyorum. Artık hiç birini aramak istemiyorum. Daha gelmezlerse hiç birinin yüzüne bakmayacağım artık. Ağustos böceklerinin sesleri rahatsız ediyor. Sanki her ağaçta bir tane, cırcır da cırcır ötüp duruyorlar. Onlar öte dursun insanların birbirine nasıl bu kadar saygısız olabileceğini anlamaya çalışıyorum.
Bloğuma bakıyorum. Dün yazdığım "damlama sulama" başlıklı yazıma "Deep" yorum bırakmış. Yok, bu yağmurlama değil damlama diye cevap yetiştiriyorum. "Peki, damlaya damlaya göl olmuyor mu?" diye muzipçe bir soru soruyor ardından. Ustaların sebep olduğu sıkıntılı ruh halim bir anda dağılıyor, gülmeye başlıyorum.
Verandada ağustos böceklerini dinlerken değişik sesler duyuyorum. Kalkıp giriş tarafına yöneldiğimde iki elemanıyla birlikte Ahmet Ustayı görüyorum. Kapı, pencere, panjurların hepsini açıyor, elden geçirilecek ne varsa bir kez daha hatırlatıyorum. Hemen işe koyuluyorlar.
Öğlen yemek saati. Normal zamanda onlara gider köfte falan yaptırırdım. Ama bu kızgınlığın üzerine "Ne halleri varsa görsünler" diyorum. Nasıl olsa ben öğlen yemeklerini çoktan kaldırdım. İçlerinden biri motosikletine atlayıp yiyecek bir şeyler almaya gidiyor. Yemeklerini yedikten sonra içim yine elvermiyor, kalkıp çay yapıyorum onlara. Bu arada tuvalet lavabolarının etrafındaki silikon ve çekomastikleri temizliyorum.
Akşam saatlerine kadar çalışmalarına karşılık işi tamamlayamıyorlar. Lazım olacak malzemeleri telefonla atölyeye bildirmişler. Yarın sabah geleceklerini söyleyip ayrılıyorlar. Kapı ve pencereleri kapatıp bahçeden çıkıyorum. Bahçe kapısında yoldan geçen bir araba yanıma yanaşıp kendisini hatırlayıp hatırlamadığımı soruyor. Güçlükle hatırlıyorum bizim yukarıdaki yaylaya komşu Bilal olduğunu. Rehberimde silinen Ahmet Usta'nın telefonunu alıyorum ondan. Ahmet Ustanın oğlu Soner belki gelir bizim zeytinleri sulamaya haftada bir. Bilal ile sohbet uzuyor. Geçen sene Kiraz ilçesinden getirmiş kestane silkicileri. Telefonunu kaydediyorum belki günün birinde ihtiyacım olur diye.
Aşağı inerken eşime telefon ediyorum. Dışarı çıkmaya niyeti yok. Bugün Salı Pazarına yalnız çıkacağım artık. Geç oldu ama hala bir şeyler bulabilirim. Pazarın arkasında tarihi camilerin bulunduğu sokaklardan birine park ediyorum arabayı. Alışverişimi tamamlayıp dönüyorum eve...
Aşağı inerken eşime telefon ediyorum. Dışarı çıkmaya niyeti yok. Bugün Salı Pazarına yalnız çıkacağım artık. Geç oldu ama hala bir şeyler bulabilirim. Pazarın arkasında tarihi camilerin bulunduğu sokaklardan birine park ediyorum arabayı. Alışverişimi tamamlayıp dönüyorum eve...