KATEGORİLER

18 Mayıs 2017 Perşembe

SÖYLEDİKLERİM

05/05/2017 Cuma, Tire

Havaların ısınmasıyla birlikte gün içinde eskiye oranla daha fazla misafir ağırlıyoruz. Eşimin yaptığı enginar çanağı dün kısa sürede tükenince küçük pazara uğramak durumunda kalıyorum. Sadece o da değil kasap, toptancı vs. derken yaylaya gecikeceğiz diye endişeleniyorum. Planlı hareket etmeliyim. Bu yüzden önce kasaba uğruyorum. Hummalı bir çalışma var dükkanda. Gaziemir'de bir lokanta için kilolarca kıyma yetiştirmeye çalışıyorlar.

Pazar alışverişi hariç diğer işlerimi tamamladıktan sonra evden eşimi alıyorum. Şef dışarıda bir iş görüşmesi için akşama doğru geleceğini söylemişti dün. Gündüz gelebilecek misafirlerimizi ne yapacağımızı sorunca "Ne haliniz varsa görürün." havasında ayrılmış, kısa süreli bir tartışma yaşamıştık. Bizim de acil olarak birini bulmamız lazım. Telefonla görüştüğümüz iki kişi cevap bekliyor ama henüz yüzlerini bile görmeye fırsatımız olmadı.

Temizlik işleri biter bitmez gelmeye başlayan misafirlerimiz veranda ile terası tercih ediyorlar. Bu hafta olmasa bile en geç önümüzdeki hafta terastaki bütün masaları aşağı indirmemiz gerekecek. Günün sürprizi akşama geleceğini söyleyen şefin erken saatte gelmesi. Dünkü tartışmadan sonra aramızda soğuk rüzgarlar esiyor. Yapacağı görüşme iptal mi oldu, beni zora sokmak için mi bu görüşme masalını uydurdu yoksa yelkenleri suya indirdi de bizimle birlikte yola devam etmenin yolunu mu arıyor? Neden her neyse ok yaydan çıkmış bir şekilde. İşyerinde kontrolü elimde tutmanın yegane yolunun, gerektiğinde gereğini yapmaktan geçeceğini biliyorum.

Kızım ve annemle sürekli görüşüyorum. Annemin göz anjiyosu var bugün. Gece boyu uyumamış heyecandan. Nasıl olacak? Operasyon ya kötü geçerse? soruları beyninde çınlamış. "Devamlı iyi olacağını telkin et kendine, ben öyle yapıyorum." desem de faydasız. "Elimde değil." diyor. Bu stres onun tansiyonunu yükseltirken işi daha fazla zora sokuyor. Anjiyo çıkışında kızımdan operasyonun iyi geçtiği haberleri rahatlatıyor biraz. Babamın durumu ümitsiz görünüyor. Yoğun bakımda kalp, böbrek, karaciğer gibi hayati organlarının değerlerini normal seviyelere getirmeyi başarmış olsalar da akciğerler tedaviye cevap verecek durumda değil. Kızımın çalıştığı hastanenin yoğun bakım ünitesi onu karşı binadaki göğüs hastanesinin yoğun bakımına geri göndermek istiyor. Ne var ki orada da şu an için yer yok, açılması bekleniyor.

Akşam üzeri kızım geliyor. Yoğun bakımdan gelen haberler iyi değil. Burnunu kapatan oksijen maskesine rağmen bilmem ne değerleri düşüyormuş. Geç vakitlerde entube dedikleri son çareye başvurmuşlar. Yani uyutmuşlar. Burnunu kapatan maskeden ayrılması mümkün değil artık. Ne yazık ki çaresiz bir durumla karşı karşıyayız.

Bir karar alıyorum. Günlüklerimi tutmaya devam edeceğim ama şu sıkıntıları atlattıktan sonra yayınlayacağım.

KARAR

04/05/2017 Perşembe, Tire

Bugün evden biraz daha erken çıkıp alışveriş yaptım. Venüs için zincir almam gerekiyor. Misafirlerle ilgilenirken başını alıp giderse ne yaparım ben?

İşlerim bitince elemanı alıp yaylaya çıkıyoruz. Bahçe kapısının önünde bizi bir sürpriz bekliyor. Yabancı bir araba demir kapının önünde bekliyor (!) Açılış saatimize henüz bir saat var. Ta Bayındır'dan gelmişler. Sürmeli kapının kilidini açıyorum. İlk kez bir misafir aracı benden önce Taş Ev'e girmiş oluyor. Hem şaşırıyor, hem seviniyor hem de biraz panikliyorum. Sabahları başka bir işte çalışan şef henüz gelmemiş. Çay suyunun ısınabilmesi için zaman lazım. Misafir varken temizlik nasıl yapılacak?

Misafirlerimiz her şeye razı. Kahvaltı isteyecek oluyorlar, sadece hafta sonları kahvaltı verdiğimizi söylüyorum.

Verandada bir masa hazırlayıp oturmalarını sağlıyorum. Yemek siparişi verebileceklerini söylüyorlar. Şef gelene kadar biraz zaman kazanmak için onlarla sohbet ediyorum. Misafirlerimiz keyiflerince bir gün geçirmeyi kafaya koymuş görünüyorlar. Taş Ev'i gezdiriyor, üst kattaki salonumuzu ve terası gösteriyorum. Verandada kalmayı tercih ediyorlar. Huzur verici ortamda kuş seslerini dinliyorlar. Saate bakıyorum. Mesai saatimiz başlamış görünüyor. Artık şefi beklemek anlamsız. Sipariş basit, değişik mezelerden oluşan bir ordövr tabağı. Hazırlık için mutfağa girdiğim anda şefimiz teşrif buyuruyor (!)

Veranda misafirleri kolay kolay hafızalarından silinmeyecek bir güne imza atıyorlar. İşlerimle ilgilenirken bir ihtiyaçları olup olmadığını sormak üzere arada yanlarına uğruyorum. Keyiflerini bozmamak için daha aralıklı gitmem gerektiğini anlıyorum. Bir ara kim misafir kim ev sahibi birbirine karışıyor. Hanımefendi elinde boş tabaklar olduğu halde bana yardımcı olmaya çalışıyor (!) Akşam saatlerine kadar konuk ettiğimiz misafirlerimiz bundan sonra yemek yemek için başka bir yere gitmeyeceklerini söylüyorlar.

Akşamın sürpriz misafirleri İstanbul'dan. Bayındır Çiçek Festivali'ni görmeye gelmişler. Taş Ev'in çok methini duyduklarını, tavsiye üzerine geldiklerini söylüyorlar. İstanbul insanının havası bir başka oluyor. Misafirlerimizi gezdiriyorum. Salonda oturdukları masanın önündeki katlanır camları açıyorum. Manzara büyülüyor onları. Kendimizden, Taş Ev'in tarihinden bahsediyorum. Kısa bir süre sonra onlar misafirimiz olmaktan çıkıyor, sanki uzun yıllar görüşmediğimiz yakın dostlarımız oluyorlar. Sohbetimiz koyulaşıyor. Neşeleri Taş Ev'e yansıyor. "İyi ki bu işe bulaşmışım, iyi ki sizlerle tanışmışım." diyorum. 

İstanbullu misafirlerimizin birinin kızı tanınmış bir "Gezelim, görelim" programcısı. Kızımla görüşüp en yakın fırsatta gelip Taş Ev'i tanıtmasını isteyeceğini söylüyor. En keyifli günlerimden biri olan bu günde misafirlerimiz son derece mutlu ayrılıyor Taş Ev'den. Tam o esnada iki gündür bir türlü yağamayan yağmur, olanca şiddetiyle bırakıyor kendini. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur nedeniyle araçlarına kadar yürüyebilmek dahi zor. İçeriden bir şemsiye bulup yardımcı olmaya çalışıyorum. Aklıma Venüs geliyor. Bizim akıllı bıdığımız kendini bağlı bulunduğu zincirden kurtarmış, verandaya atmış postu. Verandada yağmuru seyreden misafirlerimiz rahatsız olmasın diye hemen kulübesine alıyorum onu.

Akşama doğru şef talep ettiği maaş zammı hakkında ne düşündüğümü soruyor. Birkaç yerden muadil maaş seviyelerini öğrendiğim için gayet rahatım. Benzer işletmelerde aynı işi yapan aşçıların bizim ona verdiğimiz maaşın en fazla % 70'ini aldıkları, ödediğimiz maaşın zaten yüksek olduğu çıkıyor ortaya. Üstelik henüz seneyi doldurmadan ikinci kez istenen zam, tehditkâr isteme tarzı oldukça itici geliyor. Aslında mesele para meselesi değil. Her kim karşısındaki insanı kendine mahkum görmeye başlıyorsa sona doğru önemli bir atılmış oluyor doğal olarak. Bu son iki taraftan birinin sonu aslında. Henüz sonlara hazır olmadığım, zevk aldığım bu işte hiç kimsenin kurallarına mahkum olmak istemediğim için kesin kararımı bildiriyorum. Artık kılıçlar çekilmiş, yollar çizilmiş görünüyor. Hayırlısı olacak inşallah.

Resim: Picasso'nun 25 yaşındaki oto-portresi. Yıl: 1907 

4 Mayıs 2017 Perşembe

VENÜS: FİFİ'NİN TATLI BELASI

03/05/2017 Çarşamba, Tire

Kasap alışverişi ile halden alınacak domates dünkü yoğun pazardan bugüne sarkan işler. Bir kez daha aşağı inmemek için biraz gecikmeyi göze alıyor ve kasabımızla başlıyorum güne. Oradan çıkıp hale uğruyor ve yılın en pahalı domatesini alıyorum.  

Yayla havası muhteşem, ılgıt ılgıt esen rüzgara karşı hamakta uyumak ne güzel olur şimdi. Venüs'ü özgür bırakmak ilk işim. Kulübesinden çıkar çıkmaz Fifi ile alt alta, üst üste boğuşuyorlar. Verandadan başlıyoruz temizliğe. Mutfakta hummalı bir çalışma sürüyor. Vitrin dolabı çeşit çeşit mezelerle doluyor.

Meteoroloji hava durumunun yağmurlu olacağını tahmin etmiş. Ara sıra gök gürültüleri duyulsa da güneş ayrılmıyor tepemizden. Bugünkü misafirlerimizden bazıları terası ve salonu tercih ederlerken bir kısmı da verandada oturmayı tercih ediyor. Venüs geliyor aklıma. Almış başını, düşmüş yollara. Bahçe kapısının dışına çıkmış. Henüz yeri yurdu tanımadığından dolayı kaybolabilir, ya da birileri götürebilir. Alıp kulübesine kapatıyorum. Fifi bizlere iyice alıştığı için ondan yana endişem yok. Kaplan köyüne bile gitse geri dönmesini biliyor. Venüs öyle mi ya? Kulübesinin penceresinden dışarı masum masum bakıyor. O bakışlarına dayanamıyor kulübesinin kapısını açıp yine özgür bırakıyorum. Bir müddet sonra Fifi ve Venüs ortalarda görünmeyince telaşa kapılıyorum. "Fifi, Venüs neredesiniz kızlar?" Taş Ev'in hemen arkasındaki yeşillikler arasında Fifi'yi fark ediyorum. Bahçe kapısına kadar yürüyor ve ismini çağırıyorum. Venüs ortalarda yok hala. Yoldan aşağı doğru yürüyor arayışımı sürdürüyorum. Paniklemeye başlıyorum. "Kızıma ne cevap veririm şimdi?" Geri dönüyorum çaresiz. Verandada oturan misafirlerimizin bir istekleri olup olmadığını sormak üzere yanlarına gittiğimde bir de ne göreyim? Bizim Venüs misafirlerin hemen yanında uzanmış uyuyor. O kadar koşup zıplamasından sonra yorgun düşmüş tabii. Kızıma telefon ediyorum. Venüs'ün Fifi ile didişmekten yemek yemeye fırsat bulamadığını anlatıyorum. Telefonumun mikrofonunu açmamı istiyor. Kızımın sesi onun mahmurluğunu dağıtıyor birden. Kulaklarını dikip bu tanıdık sesi aramaya başlıyor. "Venüüüs, kızııım, üzme dedeyi, yemeğini ye, yaramazlık yapma."  

Akşam saatlerinde hareketleniyor Taş Ev. Müdavimlerimizden biri arabasıyla avluya giriyor seri hareketlerle. İner inmez, arabalarının ağır ağır hareket ettiğini fark ediyorum. Panik halinde "Araba yürüyor, araba yürüyor." diyerek ikaz ediyorum. Hemen arabaya atlayıp el frenini çekiyorlar. Hem salonda, hem terasta hem de verandada hizmet veriyoruz. Açık alanlar daha fazla rağbet görüyor. Küçük çocuklu aileler salonu tercih etseler de bütün camları açıyoruz. Akşam saatlerinin tek olumsuzluk kaynağı ışığın mıknatıs gibi çektiği uçucu böcekler. Verandada oturan misafirlerin masalarına mum koyup ışıkları kapatıyorum. Hem böcekler uzaklaşıyor, hem de daha romantik bir ortam oluşuyor. Fazla rüzgarın olmaması sayesinde mum sönmüyor. Rüzgarlı havalarda cam fanuslar bizim işimize yarayacak gibi. Alaçatı aydınlatmalarını da ağaçların dallarına bağlatırsam harika olacak. Bir de avludaki havuzumuzu çalıştırmaya başlarsak keyifler zirve yapacak.

Salondaki misafirlerin iki küçük kızları var. Kızların isimlerini daha önce hiç duymadım . Anlamlarını soruyorum. Ufak olanın adı cennette bir ağacın adıymış, diğerinin ise cennette bulunduğuna inanılan bir ırmak adı. Bir zamanlar eski Türk isimleri modaydı. Bu ara insanlar öbür dünyaya daha fazla yatırım yapıyorlar.

Servis saatimizin sona ermesine bir çeyrek saat kala geç misafirlere yakalanıyoruz. İlk kez geldikleri Taş Ev'den geri çevirmek istemediğimiz misafirlerimiz oldukça neşeli bir tablo çiziyor. Müteahhitlik yaptıklarını öğrenince ilişkimiz daha sıcak bir havaya bürünüyor. Şehirde devam eden en büyük inşaatların yapımını üstlenen konuklarımız aile boyu gelmişler. Taş duvarın etrafını çepeçevre dolaşan Meandros motifini eleştiriyorlar. Oysa eleştirdikleri, benim en çok sevdiğim detay. "Zevkler ve renkler tartışılmaz." deyişi bir kez daha doğrulanmış oluyor.

2 Mayıs 2017 Salı

ZOR GÜNLER

02/05/2017 Salı, Tire

Büyük pazar günü. Alışveriş uzun sürüyor. Eskisi kadar ot yok pazarda. Domatesin yanına yaklaşılmıyor. Yaylaya çıkıp aldıklarımı dolaplara yerleştiriyorum.

Aklım babamda. Aksilikler başlayınca birbirinin peşi sıra geliyor. Şimdi de annem. Kızım ilgileniyor onlarla benim adıma. Onlara benden daha çok faydası olacağı kesin. Yapılması gereken ne varsa yapmaya hazırım. Ama öyle durumlar var ki hiçbir şey gelmiyor insanın elinden. Sadece bekliyorum ümitle. Karamsar senaryoları zihninden kovmaya çalışıyorum. Kötü bir dönemden geçiriyorum. Kendimi kahretmenin kime ne faydası var? Kızımdan duyacağım küçük bir haberle umutlanıyorum. Kötü haberler uyuşturuyor beni, çaresizlik içinde. Bu anları yaşamak varmış kaderde. Hayat koşturmaca. Nereye koşuyoruz belli değil.  

Yazacak çok şey var ama yazmak gelmiyor içimden. Ne yazma havasındayım ne de okuma. Kızımdan haber bekliyorum, hayatın iğrenç akışında.

YAZIK OLDU SÜLEYMAN EFENDİYE

01/05/2017 Pazartesi, Tire

Dünkü yorgunluğu üzerimden atmaya fırsat bulamadan haftamızın son çalışma gününe başlıyoruz. Elimizde ne var ne yoksa tükenmiş durumda. Bugünün sıradan bir pazartesi günü olmadığını yaylaya çıkar çıkmaz fark ediyorum. İlk iş olarak verandanın süpürülüp yıkanması, masalarının titiz bir şekilde silinmesi lazım. Buradaki işim biter bitmez yukarıdaki salona geçeceğim. Henüz çay suyu ısınmadan İzmir'den, Söke'den arabalar dolusu insan akıyor Taş Ev'de kahvaltı etmek için. Sadece hafta sonları kahvaltı servisimiz olduğunu söylüyorum. "O kadar yoldan geldik, arkamızdan Belediye Başkanı da geliyor." diyorlar. Bir anda kapıdan girip çıkan araçlar dolduruyor bahçeyi. Hafta sonu değil ama bugün tatil olduğundan kahvaltı vereceğimizi tahmin etmişler. Bunu hiç düşünmediğimi fark ediyorum. Belki de dünkü yoğunluktan sonra bünyemin kaldıramayacağını hesaplayan beynim bu düşünceyi kafamdan siliyor (!)

Eşimi arıyorum. O da dünün yorgunu. Oğlumla kızım koşuyorlar imdadıma. Onlar geldikten sonra şehre dönüp eksik alışverişlerimi tamamlıyorum. Bahçe içinde park yeri bulunmadığını ya da Taş Ev'in restoran değil de özel bir malikane olduğunu zanneden misafirler kapıdan dönüyor. "Kapıya bir levha koyun park yerinin içerde olduğunu gösteren." diyerek kibarca öneride bulunan bir misafirimize "Çok kalabalık olursa yorulurum. Burası gelen misafirlerimiz için olduğu kadar benim için de bir keyif yeri." diye karşılık veriyorum.

Çocuklar avluda Venüs ve Fifi'yi yıkıyorlar. Venüs yerinde durmuyor. Fifi tam aksine uslu uslu yıkatıyor kendini.

İşlerin içinde bugünün özel bir gün olduğu çıkıyor aklımdan. Sosyal medyada bir cümle ilgimi çekiyor. "1 Mayıs madem işçi bayramı, o zaman neden memurlar tatil yaparken işçiler çalışıyor?" Her şeyin bir kandırmaca olduğunu düşündürüyor bu bana. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Dışarı yansımayan bir iktidar savaşı var her yerde. Hak hukuk kimsenin umurunda değil. Ülkenin genelinde de durum aynı, ailede de, mutfakta da. Biri milli irade kılıfını kullanır tükenmek bilmez hayallerine, biri son sözü kendisinin söyleyeceğini söyler, bir diğeri kendisinin bulunmaz kaftan olduğunu zanneder. Sonunda su yolunu bulur, hak tecelli eder. Olan olup biteni anlamayan ahmaklara olur.

Misafirlerimiz akıl vermeye devam ediyor bütün iyi niyetleriyle. Manzara tarafına geniş bir balkon ne de güzel olurmuş? Bir diğeri bayılmış Taş Ev'e, reklamımızı yapacağını söylüyor. "Bu güzel mekana gelip şereflendirdik." diyor. Hayır, kendimi tutmam, gülmemem lazım. İyi niyetle söylenmiş bir söz aslında, bilmeden, cahilane. Cumhurbaşkanı gelse, "Ben gelip mekanınızı şereflendirdim." der mi hiç? Yok, yanlış örnek verdim, bizimkisi diyebilir belki... Neyse konu o değil. Ben işyeri sahibi olarak, "Geldiniz, şeref verdiniz." diyebilirim. O nezaketen benim hakkım. Yoksa kim olursa olsun "Ben geldim sizi şereflendirdim." diyemez. Türkçe'nin katiliyiz millet olarak. Yerel bir haber sitesi ölümlü bir trafik kazasından bahsediyor. Haberin altındaki yorumlar kazadan daha feci. İşte bir örnek: " Abicim o kadar hızlı gelinirmi ya en az azami hızı 150 km var." Var mı böyle bir şey? Tiye almak geliyor içimden herkesi. Azami hızlar ikiye ayrılır: En az azami olanlar, en çok azami olanlar. Anlı şanlı büyük TV kanallarında meşhur spikerlerin "geri iade" ettikleri zaman onlara "ileri iade" yi sormak isteyişim gibi. Kelimelerin anlamını bilmeden konuşuyor, sonra niye bizi kimse anlamıyor diye dertleniyoruz.

Bir de başını kaldırmadan anlıyor görünüp anlamayanlar var. Hata üstüne hata yapıp ödül bekleyenler, kananlar, kandırılanlar... Şehit oldu evladın ne mutlu sana deyip kendi çocuklarını askerden kaçıranlar, 1 Mayıs İşçi Bayramı deyince eline bayrağı alıp horon tepmek zannedenler var bu memlekette. Ne işçiler gördüm ben, yemek yediği kaba pisleyen. Ne işverenler gördüm çalışanını yerlerde süründüren. İşçi de oldum, işveren de. İyi insan da gördü bu gözler kötüsünü de. Her dinden her milletten, her memleketten. Bir çürük domatesin bir kasa sağlam domatesi nasıl bozduğunu da. Ama er ya da geç o çürük domates layık olduğu yeri bulacak sağlam olanlar ayakta kalacak.

Kıssalarımın hisseleri vardır, isteyen buyurup alabilir hissesine düşeni. Adam vardır ağzından bir laf çıkar, dolaşır herkesin dilinde. Adam vardır hep boş konuşur. Değişik olsun bugünkü finalim, Orhan Veli'nin anlamlı şiiriyle...

KİTABE-İ SENG-İ MEZAR
I
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah´ın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendiye
II
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
III
Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzgar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigar.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yaz işiyle:
´Ölüm Allah´ın emri,
´Ayrılık olmasaydı.´

İNSAN MANZARALARI

30/04/2017 Pazar, Tire

Sıcak bir yaz havası karşılıyor bizi. Giritli Köyündeki festivalin bize etkisi nasıl olacak merak ediyorum. Geçen yıl yurt dışında olduğumuz için festivale katılamamıştık ama evvelki yıl yaptığımız ziyaret uğurlu gelmiş, gelen ziyaretçilerle köy dolup taşmıştı . Taş Ev'e bağlandığımızdan dolayı festivale bu sene de gidemiyoruz. Giritli bir aileye mensup olmam sebebiyle benim kalbim de onlarla birlikte atıyor. Eminim her şey güzel olacaktır. Dışarıdan gelmesi beklenen binlerce ziyaretçinin birinci adresinin törenlerin yapılacağı Turgutlu Köyü olacağı, bizim Taş Ev'e çok fazla misafir gelmeyeceğini düşünüyorum. Kahvaltı için ayırtılan birkaç masa dışında rezervasyon olmaması düşüncemi doğrular yönde.

Bugünün diğer bir özelliği doğduğumuz günden beri arkadaşım olan ve yaklaşık altmış yıldır ilişkimizin devam ettiği yakın dostum Mustafa ile çocuklarımızın kocaman dayıları, onların çocukları gelinler damatlar, torunlardan oluşan kalabalık aile bireylerini ağırlayacak olmamız. Ailenin ilk göz ağrısı Metin Efe ile Prenses Ayliz ilk kez şereflendirecekleri Taş Ev'i beğenecekler mi acaba?

Hava sıcaklığı artınca favori mekanlarımız değişiyor. Terasın pabucunun dama atılıp misafirlerin verandaya yayılmaları beklediğim bir şeydi zaten. Elbirliğiyle hazırlıklarımız tamamlanıyor. Erkenden kahvaltı misafirleri gelmeye başlıyor. Bu kadar kısa sürede verandanın dolması güzel bir sürpriz. Kahvaltı etmek için fırsat bulamadan hızlı başlıyoruz güne.

Kalabalık bir grup geliyor. Daha önce görmediğim insanlar. Kendi başlarının çaresine bakıyorlar. Masaları uzun kenarları korkuluğa dayanacak şekilde manzaraya yönüne çeviriyorlar. Dört kişilik masalar iki kişilik masaya dönüşüyor, hem de en manzaralı yerinden. Bozuluyorum. "Yine bizim restoranı kır bahçesine çevirdiler." diyorum kızgınlıkla içimden. Gelenlerin tavır ve kıyafetleri bu tür davranışlarına ters düşmüyor. Söylemek istediklerimin yarısını tutuyorum içimde. "Rezervasyonunuz var mı efendim?" diyorum yanlarına yanaşıp. "Hayır, yok" diyor biri. "Peki, kim bu masaların yerini değiştirdi böyle?" diye soruyorum. Cevap beklediğim gibi, "Biz değiştirdik." Ne yapsam, ne desem ki. Aklıma bir fikir geliyor. "Bu masalar rezerve." diyorum. Onların vereceği cevap da hazır. "Üzerinde rezerve yazmıyordu ama." Benim teslim olmaya niyetim yok. "Siz de kimseye sormadan masaların yerini değiştirdiniz." Beyefendiler kendi aralarında sözüm ona bana göz dağı vermek için konuşuyorlar. "O zaman başka yere gidelim." İçimden "Allah rızası için gidin başka yere, sizlere hizmet etmek gelmiyor içimden." demek geçiyor, susuyorum. Yanlarında taşıdıkları tesettüre bürünmüş kadınların ayrılmaya hiç niyetleri yok. "Yukarıda yeriniz var mı?" diye soruyorlar. Yukarıda yerimiz var deyip önlerine düşüyorum. "Burada manzara daha güzelmiş." diyor biri. Bir diğeri "Açık havada terasta oturalım." diyor. Beyler benden pek hoşlanmıyor, gurur yapıyorlar. "Burası güneşli, başka yere gidelim." diyor diğerlerine. "Durun durun, en güzel yeri size vereceğim, ne olur gitmeyin, siz giderseniz ben ne yaparım?" demiyorum elbette. Yüzümde güller açıyor. "Siz bilirsiniz efendim, maalesef sizin istediğiniz gibi şu an için gölgede, manzaralı ve havalı yerimiz yok"

Venüs ve Fifi bahçemize tamamen uyum sağladılar. Birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar. Kahvaltıdan sonra yoğunluk hız kesmiyor. Beklentimin çok üzerinde misafir ağırlıyoruz. Bugün yeni tecrübeler kazanıyorum. İşte öğrendiğim bir şey daha. Telefon edip manzaralı yerden güzel bir yer ayırmamı istiyor bir misafirimiz. En güzel yeri ayırıyorum. Yalnız olarak geliyor, "Arkadaşlarım gelecek, bana bir çay getirin." diyor. İki saat oturduğu en güzel yerde sadece bir çay içtikten sonra aşağı inip hesap istiyor. "İki lira ama ben sizden bu parayı almaya utanırım şimdi." diyorum. "Ben arkadaşlarımı alıp geleceğim." diyor. Misafirimizi uğurluyorum, arkadaşları hala gelecek (!)

Önce çocukluk arkadaşlarım, daha sonra hısım akrabalar geliyor. Onlarla yeterince ilgilenemiyoruz. Tam tersine onlar bizimle ilgileniyor, ellerinde tabaklarla masaları boşaltmaya başlıyorlar. Kimler gelmiyor ki bugün. Salonda yer ayırdığımız gençler verandada boşalan bir numaralı masayı kapıyor. Hepsi ODTÜ mezunu mühendis. Doğal olarak ODTÜ'yü konuşuyoruz uzun uzun. Yaptığım işe bayılıyorlar. İçlerinden elektrik-elektronik mühendisi olan "Bizim bu işlere girmemiz için daha erken değil mi?" diye soruyor. Gülüyorum, "Daha gençsiniz, çok çalışmanız lazım çook" diyorum. Güzel bir kırmızı şarap sipariş ediyorlar. Tadım için kadehe az miktarda boşaltıp hanımefendiye uzatıyorum. Hanımefendi "Siz zahmet etmeyin, biz kadehlere koyarız, hem bu şarabı biliyoruz." diyor. "Efendim, tadasınız diye size sunum yapıyorum, hani mantardan hava almış, bozulmuş olabilir." Arkadaşları gülüşmeye başlıyor. "O anlamaz ki." Ben şarabı ve kadehi masalarına bırakıyorum. Gülerek, "Bozuk çıkarsa sorumluluk kabul etmiyorum." diyorum. Gülüyorlar hep birden. Bir müddet sonra masalarına uğruyorum. "Nasıl, şarap sağlam çıktı mı bari?" diyorum gülerek. Kahkahayı basıyorlar. "Güzel, güzel, problem yok."

Akşamın ilerleyen saatlerinde ışığa duyarlı kanatlı böcekler mesaiye başlıyor. Işıkların bir bölümünü kapatınca etkileri azalıyor. Hem salonda hem verandadaki masalarla ilgilenirken geceyi yorgun ama mutlu sonlandırıyoruz.   

1 Mayıs 2017 Pazartesi

MEHMET BEY

29/04/2017 Cumartesi, Tire

Bugün ekip kalabalık. Her zaman olduğu gibi tam saatinde bizi bekler buluyoruz Elmas'ı. Sabah kahvaltısı için Çakır'dan çıtır simitlerimizi aldıktan sonra ver elini yayla.

Kızım abisiyle birlikte bizim arkamızdan gelecek. Venüs, ilk kez konakladığı yayladan hoşnut kalmıştır umarım. Her sabah erken yemek yemeye alıştırıldığından dolayı karnı acıkmış iyiden iyiye. Kulübesinin penceresinden masum ve mahzun pozlar veriyor.

İlk konuklar İstanbul'dan. Tire'ye gelmek gibi bir niyetleri yokmuş aslında. Öylesine çıkmışlar yola. Salihli, Kuşadası derken karşılarında Tire levhasını görmüşler. İnternette yaptıkları kısa bir araştırmadan yönlerini Kaplan Köyüne çevirmeye yetmiş. Köy girişinde dikkatlerini çeken Taş Ev levhası onları bize kadar getirmiş. Gençlik yıllarımızda biz de onlar gibiydik. Bir anda karar verir, plansız, programsız düşerdik yollara. Amaç gezmek olunca gidilecek yerin ne önemi var.  Meşhur Kaplan Köyünü geçtikten sonra karşılarına çıkan muhteşem manzaraya hayran olan İstanbullu konuklarımızın kahvaltı için seçtikleri yer teras. Doğanın içinde kuş seslerini dinlemek kadar insanı dinlendiren başka ne olabilir?

Kahvaltı servisi bittikten sonra bir fırsatını bulup arabamı Ali Ustaya götürüyorum. Neyse ki yanan sarı ikaz ışığı bana bu sefer masraf çıkarmıyor, elektronik gösterge tablosu cihaza bağlanıp sıfırlanmasından (reset) sonra düzeliyor.

Gün boyu Venüs ile Fifi'nin yeşillikler arasında oynaşmalarını ilgiyle izliyoruz. Akşam rezervasyonları gelmeye başlıyor. Taş Ev'in en müstesna konuklarından biri olan meslektaşım İstanbul'dan misafirlerini getireceğini söylüyor. Adının Mehmet olduğunu söyleyen diğer bir konuğumuz uzun yoldan gelecekleri için gecikebileceklerini, mümkünse cam kenarından iki kişilik rezervasyon yaptırmak istediğini belirtiyor. Konuğumuz için cam kenarında istediği yeri ayırıyoruz. İlerleyen saatlerde teras ve salonda masalar doluyor. Kapanış saatine yaklaştığımız halde rezerve ettiğimiz Mehmet Bey'in masası hala boş. Tam o sıralar neşeli bir çift geliyor, tereddüt etmeden cam kenarındaki rezerve masaya yöneliyor. "Mehmet Bey?" şeklinde seslenişim, aslında rezervasyon yaptıran kişinin doğru kişi olup olmadığını öğrenmek. Beklediğim cevabı alıyorum "Evet" deyip gülümsüyor. "O zaman buyurun efendim, sizin için ayırdığımız masa bu. Tam istediğiniz gibi manzara tarafından." Misafirimiz ve yanındaki genç eşine gösterilen böylesine yakın bir ilgi çok hoşlarına gidiyor gitmesine ama garip bir durum seziyorlar. Servisleri açılırken "Bir yanlışlık olmasın, biz rezervasyon yaptırmadık." diyorlar. "Adınız Mehmet, değil mi?" Onaylıyor beni genç arkadaş, "Evet". "İki kişi geldiniz ve saat tam 21.30." Bu kadar tesadüf nasıl bir araya gelebilir. Durum anlaşılınca misafirlerimiz oturdukları yerden kalkıp manzarasız bir masaya geçmek zorunda kalıyorlar. Hem isim, hem saat hem de kişi sayısının tesadüf eseri aynı olması ilginç bir tesadüf.

Saat 22.00 yi geçtiği halde rezervasyon yaptıran asıl Mehmet Beylerden haber çıkmıyor. Telefon ediyorum. Arabalarının arıza yaptığını, bu nedenle gelemeyeceklerini söylüyor telefonun diğer ucundaki ses. "Keşke bunu bize bildirseydiniz." diyorum. "Haklısınız, kusura bakmayın." diye cevap veriyor. Yerinden kaldırdığım Mehmet Beye bu durumu izah etmek zorunda hissediyorum.

Bugünün misafir profili doktor, mühendis ve öğretmenlerden oluşuyor. Konuklarımızın memnuniyeti yüzlerine yansıyor. Avluda Fifi ve Venüs'e yakın alaka gösteren konuklarımızla yapılan sohbetlerin konusu genellikle hayvan dostlarımız oluyor. Hayvanları konuşmak siyaset konuşmaktan daha fazla rahatlatıyor insanı.