KATEGORİLER

9 Temmuz 2017 Pazar

ÖZEL GÜNDE EVLİLİK TEKLİFİ

07/07/2017 Cuma, Tire

Günün tarihi, ilgimi çeken ilk şey oluyor bugün. Mesleki yaşantımda takıntı boyutuna varan bir adetiydi DSİ'nin. Veysel Eroğlu, Genel Müdürlüğe getirildikten sonra hem kulağa hoş gelmesi bakımından hem de akılda daha kolay kalması için böylesi tarihleri hiç kaçırmadı. Yedi, yedi, on yedi. Bakan olmayıp hala Genel Müdürlükte kalsaydı muhtemelen bugün yine on yedi tesisin açılışını birden yaptırmış olurdu. Her yere yetişemeyeceklerine göre içlerinden biri merkez olur diğerleri için ise toplanan kalabalığa dev ekranlardan naklen yayın yapılırdı. Bölge Müdürlükleri hummalı bir çalışmaya girişir her taraf parti bayrakları, balonlarla süslenirdi. Açılışı yapacak olan belliydi. Bazen kilometrelerce uzaktan sembolik bir butona basar, ya bir barajın kapakları kapatılıp su tutma işlemi başlar, ya bir regülatörün vanasından sulamaya su verilirdi.

Önceleri siyasete uzak nadide bir devlet kurumu olan DSİ, bu iktidarla birlikte, görev ve sorumluluğundaki hizmetlerin reklamına başlamıştı. Reklam ki ne reklam. Önce kendilerine yakın organizasyon şirketlerini işi yapan firma yetkililerine önerir, (öneriden ziyade üstü kapalı bir emirdi bu aslında) onlara bir yığın para ödettirirlerdi. Açılış merkezinde hazırlığın boyutları ve bütçesi çok daha fazlaydı. Muhtemelen Reis bütün tesislerin açılışını buradan yapardı. Özel yollar yapılır, helikopter pistleri hazırlanır, katılımcı sayısını arttırmak için otobüs ve minibüsler kiralanır, törene gelen şakşakçılara ücretsiz kumanya, su ikram edilirdi. Halkımız beleşe mezar bulsa girerdi nasıl olsa. Yapımcı şirket katılımın yüksek olması için kendini helak ederdi. Bu işi başarıyla tamamlayanın değil, siyasi partinin reklamıydı. Bölge Müdürlükleri yapımcı firma üzerinde baskı kurardı, her şey yolunda gitsin, her hangi bir aksaklık olmasın, yüksek katılım sağlansın diye. Törende olası bir aksaklık halinde ya da yeterli sayıda insan toplanmayınca bu durum başta Bölge Müdürlerine ve yüklenici firmaya fatura edilirdi. Her şey yolunda giderse en çok onların yüzü güler, üstlerinden büyük bir yük kalkmış olurdu. Bu büyük telaş için milyon liralara varan hazırlıkların sonucunda nemalanan sadece siyasi iktidardı. Bedava yollu muazzam bir reklam fırsatı yakalamış olurlardı. TV kanalları, yazılı basın, açılışı yapılan tesislerden bahseder, profesyonel kameralar tören kalabalığını olduğundan daha fazla göstermek için ellerinden geleni yapardı. Bir de madalyonun arka yüzü vardır ki halk tarafından pek bilinmez. Dev tesis dediklerinin çoğu ya on kapaklı regülatörün üç ay önce tamamlanan iki kapağı ya da her yıl sele kurban edilen bir taşkın koruma duvarından ibaretti.

Bir tarih eski anılarımı nasıl depreştirdi? Yine böyle dev tesis açılışlarından birinin merkezinde tanıtım filmi çeken ekibe yardımcı olmak maksadıyla hayatımda ilk kez helikoptere bindiğimi söyleyip konuyu kapatayım.

Öğleden sonra kuşlardan önce davranıp iki kova erik topladım. İri, kokulu ve güzel tadı olan bir çeşit, ancak cinsini bilmiyorum. Gündüz vakitleri sakin, akşamları oldukça hareketli geçmeye başladı. Bu akşam biraz serin. Misafirlerimizden bir kısmı veranda ve avluda oturup üzerine şal istiyor. Diğer bir kısmı salona çıkmayı tercih ediyor. Salonda ağırladığımız misafirlerden bir çift çok özel bir nedenle gelmişler Taş Ev'e. Genç beyefendi dün aramış, rezervasyon yaptırmıştı, arkadaşlarından aldığı tavsiye üzerine. Evlilik teklifinde bulunacak yanındaki güzel kız arkadaşına. Her şeyin kusursuz olmasını istiyor doğal olarak. Salonun en güzel masasını bu çifte rezerve ediyorum. Özenle süslenmiş masaya beyefendinin arzusu üzerine bir kırmızı gül bırakıyorum. Bu özel günlerinde bize fazla gelir dedikleri bir şişe kaliteli kırmızı şarabın son damlasına kadar hakkını veriyorlar. Bol bol fotoğraf çektirip bugünü ölümsüzleştiriyorlar.

Yaylanın temiz havasına kendini bırakan misafirler geç vakitlere kadar oturuyorlar. Alaçatı aydınlatmaları gece karanlığında muhteşem görünüyor. Saat 00.00'ı geçince müzik yayınını kesiyorum. Bu saatlerden sonra müzik değil istedikleri, yayla havasının tatlı sohbeti...

7 Temmuz 2017 Cuma

HAFİF DOKUNUŞLAR

06/07/2017 Perşembe, Tire

Sabah alışveriş turundan sonra eşimle çıkıyoruz evden. Citroen'in süresi biten trafik sigortasını yapmaları için acenteyi arıyorum. Yazıhanenin önünde park etmeye çalışırken elinde poliçeyle birlikte İsmail Bey yanıma geliyor. Hızına şaşırıyorum. Burada en az on beş yirmi dakika takılacağımı bekliyordum oysa. 

Yaylada rahatsız etmeyen bir esinti var. Elektrikçiler geliyor. Gün boyunca üç ayrı ağacın dalları arasından sarkan Alaçatı aydınlatmasının montajına başlıyorlar. Uzun zamandır vakit bulamadığımız bu işle birlikte süs havuzumuzu da çalışmaya başlatıyoruz. Suyun geldiği büyük havuzun çıkış vanasını bulmamız zaman alıyor. Tam su geldi derken kesiliyor birden. Usta geri gidip boruda ağaç yapraklarıyla tıkanan yeri açıyor. Fıskiye tam kapasite çalışmaya başlıyor.

Bu arada bahçedeki ağaçtan reçellik armut topluyorum. Yapılması zor ama lezzeti harika bir reçel olduğunu söylüyor eşim. Gerçekten de kahvaltı esnasında misafirlerimizin en beğendiği reçellerden biri. Venüs peşimi bırakmıyor. Hiç beklemediğim bir anda sıçrayıp üstümü kirletiyor. Burada giyeceğim temiz bir şey kalmamış. İster istemez eve gidiyor üstümü değişiyorum. Yolda devamlı misafirlerimizden birileri ile karşılaşıyoruz. Beni dönüş yolunda görünce "Açık mısınız?" diye sormadan edemiyor. Hemen işimi halledip dönüyorum yaylaya.

Hava kararmaya başlarken Alaçatı aydınlatmalarını yakıyoruz. İki dokunuş Taş Ev'in havasını değiştiriyor. Avluya hoş bir hava kazandırıyor bu ufak değişiklikler. Havuzun fıskiyesinden akan suyun sesi ruhumuzu dinlendiriyor. 

Kuşadası'ndan gelen bir grup geç vakitlere kadar oturuyor. Eve yorgun dönüyoruz. 

6 Temmuz 2017 Perşembe

DEMI-GLACE SOSLU MANTARLI BONFİLE

05/07/2017 Çarşamba, Tire

Alışveriş için erken çıktım. Önce servise uğradım, pos cihazına henüz program yüklenmediğini, iki saate kadar getirip teslim edebileceklerini söylediler. İşlerim bittikten sonra eşimle birlikte yola koyulduk.

Bahçeden içeri girer girmez gördüğümüz iki araba bizi şaşırtıyor. Neden aramadılar ki bizi? Şefimiz "Misafirlerimiz az önce geldi, tam ben arayacakken girdiniz içeri." diyor. Sadece Taş Ev'de kahvaltı etmek için Aydın'dan gelmişler. İlk gelişleri değil. "Hafta arası kahvaltı vermiyoruz." demeye gönlümüz razı olmuyor. Madem o kadar yolu gelmişler bizim için. Onlara hemen mükellef bir kahvaltı hazırlıyoruz.

Hafiften esen rüzgar havanın sıcaklığını alıyor. Rutin işleri tamamlandıktan sonra elime iki kova alıp havuzun alt tarafındaki armut ağacına gidiyorum. Birkaç gün daha geciksem kuşlardan geriye bir şey kalmayacak. Yetişebildiklerimi topluyor, ağacın alt kesimlerine çıkıp dalları sallıyorum. Patır patır dökülüyorlar yere. Aklıma geçen sene sadece bir tek meyve veren erik ağacı geliyor. Bu güzel kokulu, küçük bir şeftali büyüklüğündeki eriğin muhteşem tadı var. Erik ağacının yerini üç aşağı beş yukarı biliyordum ama üzerinde meyve bulacağımı hiç beklemiyordum. Tam zamanında gelmişim. Ağacın üzerinde yarım kova kadar erik sanki toplamamı bekliyor. Elimi uzatır uzatmaz avucuma düşüyor.

Ceviz ağacının altında keyifli bir yemek yiyoruz. Az önce gelen elektrikçiye yarın yapacağı işleri anlatıyorum. Havuzu işler hale getirecek, Taş Ev'in önündeki ağaçların dalları arasına Alaçatı aydınlatmalarını tesis edecek. Nihayet servis geliyor ve pos cihazını teslim ediyor. Kullanımı son derece basit olan cihaz hakkında bilgi veriyor.  

Akşamın misafirleri ısrarla verandada ya da bahçede oturmak istiyorlar. Servisler açılıyor, siparişler alınıyor. Şefe soruyor konuklarımızdan biri, "Ne tavsiye edersin?" "Siz onu bana bırakın." diyor şefimiz, kendinden emin bir şekilde. Hemen kolları sıvıyor. Misafirlerimize birer "Demi-glace soslu mantarlı bonfile" hazırlıyor. Harika görünüyor. Ne yazık ki çoğu zaman bu güzelliklerin fotoğrafını çekmek sonradan geliyor aklıma. Misafirlerimizden tam not alıyor bu muhteşem güzellik. Israrla dışarıda oturmak isteyen misafirlerimizden bazıları üşüdüklerini söyleyip şal istiyorlar. Buna çok şaşırıyorum. "Bu sıcakta üşümek güzel bir şey." diyorum. Yemeklerini yiyen misafirlerimiz, salona çıkıyor, şehrin ışıklarını büyülenmiş gözlerle seyrederken çaylarını yudumluyorlar.     

5 Temmuz 2017 Çarşamba

TATİL

04/07/2017 Salı, Tire

Bizim bu tatil gününü gözden geçirmemiz lazım. Haftanın diğer günleri fırsat bulup yapamadığımız bütün işleri adına tatil dediğimiz bu salı günlerine ayırınca hiç tatil yapmamış oluyoruz. Neyse ki sabah çok erken kalkmıyorum. Ama eşim kargalar ötmeye başlamadan önce ayakta. Biraz insaflı davranıyor da, saat 10.00'a doğru kahvaltıya davet çağrıları başlıyor. Kahvaltımızı tamamlar tamamlamaz canhıraş bir koşuşturma başlıyor. Pazar alışverişi... Acaba park yeri bulacak mıyım? Gece yağmur yağar, bizim Venüs'ün aklı ermez ıslanır diye gece vakti kapattığım kulübesinden bir an önce çıkarmak istiyorum. Yeni pos cihazını işler hale getirmem için bankalarla görüşmem lazım. Muhasebeye uğrayacağım...

Alınacaklar listesine bakıyorum. Yarım saatte hepsini hallederim gibi geliyor. Ama hiç de öyle olmuyor. Pazarı bir baştan bir başa dolaşıyorum. En tazesini en uygun fiyatlı olanını bulacağım diye dolanıp duruyorum. Tam bankaya uğrayacakken banka öğle tatiline giriyor. Aldığım malzemeleri yukarı, yaylaya çıkarıyorum. İlk işim Venüs'ü serbest bırakmak. Sevinci görülmeye değer. Vakit geçirmeden Fifi ile oynaşmaya başlıyor. Oradan kümese tavukları doyurmaya gidiyorum. Kara kızların çoğu kümesin çatısından aşağı atlamış zaten. İçeridekiler kapıya üşüşmüş gıdak gıdak sesleriyle elimdeki kovaya odaklanmışlar. Nefis bir hava var. Güneş yakmıyor. Kapının önündeki kırmızı erik ağacı meyvelerini dökmeye devam etmiş. Eşim arıyor. "Nerede kaldın?" Bu güzel havayı bırakmak gelmiyor içimden. Tavukların kümese girmek istemediğini söylüyorum.

Venüs havuzuna girmiş serinliyor. Kızım son geldiğinde getirmişti ona. İçini suyla dolduruyorum sentetik kumaştan yapılan su geçirmez havuzu. Sağlam bir dokusu olduğu için bizimki dişlerini geçiremiyor. Bir bakıyoruz bembeyaz, temizlemiş kendini. Az sonra havuza giriyor, oradan çıkıp yerlerde yuvarlanıyor, simsiyah olup geliyor. Fifi her zaman zarif. Venüs gün geçtikçe irileşirken yanında çok küçük kaldı garibim. Venüs onun kah boynunu kah kulağını, bacağını ısırıyor. Aslında niyeti oyun. Bazen dozunu kaçırıp canını yakınca Fifi ona haddini bildiriyor. Her zaman Fifi'yi haklı buluyoruz böyle durumlarda.

Eşimle bir yerlere kaçma fırsatı kaçıyor elimizden dönüş saatim gecikince. Tatil günümüzü pazartesi günlerine çevirmenin en azında bize tam gün tatil yapma imkanı verebileceğini düşünüyoruz. Bunun yanı sıra salı günleri dışarıdan gelen ziyaretçileri de geri çevirmemiş olabileceğiz yaz sezonunda. Taş Ev henüz faaliyete geçmeden "En güzel et orada yenir." diye nam yapmış bir restorana gidiyoruz. İş yeri sahibi bizi karşılıyor, hünerli ustalarının elinden bonfile, ızgara köfte, madalyon denilen farklı lezzetlerin tadına bakıyoruz. İşyerinin sahibi bizim de et ürünlerini temin ettiğimiz tanınmış bir kasap. İşlerini biliyorlar. Keşkeğimizi, tatlılarımız yedikten sonra kalkıyoruz. Uzak bir yerlere gitmek ayrı bir yorgunluk getirecekti. Günü bu şekilde geçirmek iyi geliyor bize. Hele işyeri sahibinin samimi sohbeti arasında kayınpederimle ilgili anılarından söz etmesi, giyimindeki titizliğini anlatması anılarımızı canlandırıyor.

Hava henüz kararmadan yaylaya çıkıyoruz. Pazardan aldığımız bir kısım malzemeleri de dolaplara yerleştirsek iyi olacak. Kümesin dışında kalan tavukları da içeri sokup kapısını kapatırsak işi sağlama almış olacağız. Venüs bu gece serbest kalsın. Artık havlamayı da öğrendi nasıl olsa. Fifi'yi taklit etmeye çalışıyor ama onun çıkardığı ses çok kalın ve ürkütücü.

4 Temmuz 2017 Salı

LİMONATA GİBİ HAVA

03/07/2017 Pazartesi, Tire

Kavurucu sıcaklar sona erdi. Yaylaya çıkarken zeytinliğe uğruyorum. İki sene önce diktiğimiz fidanların bir kısmı kurumuş. Kendini kurtaranlar da var aralarında. Her taraf yabani otlarla sarılmış. Geçen sene epey meyvesini topladığımız iki armut ağacını arıyorum. Zor olmuyor onları bulmam. Ne yazık ki üzerinde sadece on on beş meyve kalmış. Çoğunu kuşlar yemiş gerisini bahçeden geçenler. Armut toplamak kolay. Sapı dalından hemen ayrılıyor, vişne gibi insanın tırnaklarını sökmüyor. Komşumuz Nihat Dayı birkaç kasa armut toplamış pazara hazırlıyor. Arabayı durdurup hal hatır soruyorum. O da kasadan iki armut alıp bana uzatıyor.

Avluda güzel bir esinti var. Tam keyif yapılacak bir hava. Motosikletli bir genç geliyor. Pos makinesi arızasından dolayı hesabı ödeyemediğinden üşenmemiş borcunu hemen getirmiş. O kadar yolu sadece bunun için gelmesi üzüyor beni. Çay kahve ikram etmek istiyorum, işi olduğunu söyleyip ayrılıyor.

Kışın gündüz saatleri genel olarak sakin geçiyordu. Taş Ev'de ilk yazımızı yaşıyoruz. Havaların ısınmasıyla beraber misafirler artık daha erken saatlerde gelmeye başladılar. Pazar tatil günü olduğu için pazartesi günleri bazen durgun geçiyor. Bununla birlikte kesin bir genelleme yapmak doğru değil. Hiç ummadığımız bir anda sanki anlaşmışlar gibi bahçe arabalarla doluyor. Uzun bir aradan sonra bugünü sakin geçiriyoruz. Böylelikle biriken günlüklerimi yazmama fırsat doğuyor. 

Şehre dönüp derin bir nefes alıyorum. Gerçekten hava limonata kıvamında. Akşam üzeri şefimiz güzel bir masa hazırlıyor. Terzi söküğünü dikemez hesabı mezeleri tatma fırsatı bulamıyordum. E, bu kadar mezeyi karşımda görünce canım yanında soğuk bir bira çekiyor. Şefim ağzımdan çıkar çıkmaz buz gibi birayı masaya koyuyor. Ne yazık ki eşim yanımda değil. Onun şanssızlığı mı desem, böyle bir fırsat yakalayamıyoruz. Bir bakıma onun da kabahati var bunda. Mesela o burada olsaydı, illa ki mutfakta bir şeyler deniyor olurdu. Mezelerin hepsi benden on numara alıyor. Şefin sikordaki adlı mezesi gerçekten beğenildiği kadar var. Kiraz ağacının altındaki masadan kalkar kalkmaz yakın bir dostumu karşılıyorum. Güneş batarken sevgili oğluyla birlikte rakılarını yudumluyorlar. Hafiften esen rüzgar tenimizi tatlı tatlı okşarken durgun havalarda ara sıra ortaya çıkan sivrisinekleri de uzaklaştırıyor.

Venüs'ün keyfi yerinde. Misafirler biraz ilgi gösterdiğinde şımarıyor. Kulübesine kapatmak ona eziyet olacağından mecburen bir ağaca bağlayacağız bundan sonra.

3 Temmuz 2017 Pazartesi

MADIMAK KATLİAMI

02/07/2017 Pazar, Tire

Bütün memleket sıcaktan kavruluyor. Yayla da nasibini alıyor bundan. Normal olarak su içmeyen ben, bardak bardak buzlu su tüketiyorum. Zaman zaman esen hafif rüzgar ağaçların yapraklarını kıpırdatmaya başlayınca bir oh çekiyorum. 

Verandayı yemek misafirlerine ayırıyoruz. Avludaki masalar dolunca gelen misafirlerimizi geri göndermek zorunda kalıyoruz. Genç bir çift verandadaki masalardan birine oturuyor. Delikanlı kolunu gösteriyor. Güneşin yaktığı yer pembe bir renk almış. 

Hayvan dostlarımız da sıcaktan bunalmış durumda. Kara kızlar ağzı açık dolaşıyor, toprağı eşeleyip kendilerine serinleyebilecekleri yerler hazırlıyorlar. Venüs havuzunda yıkandıktan sonra gölge yerler arıyor. 

Madımak Oteli faciasının yıl dönümü imiş bugün. Ayna Hikayesi/Aytül Örcün'ün yazısını okudum. Harika bir yazı, çünkü yaşadıkları dökülmüş kaleminden. Sivas'ın topraklarından ilericiler, gericiler, halk ozanları fışkırır. O gün tam manasıyla bir katliamdı. Nasıl örtbas edildi bu facianın sorumluları? Diri diri yaktılar ülkenin yüreği güzel insanlarını. Bu ülkenin bir vatandaşı olmaktan utanıyorum. Bir insan nasıl bu kadar canileşebilir? Her 2 Temmuz'da etkinlikler düzenleniyor. Etkinlikleri düzenleyenler, bu etkinliklere zamanları el verdiğince katılanlar sadece o dehşet gününü hatırlıyor, hayatını kaybeden o genç insanlara üzülüyorlar. Ne var ki bir daha böyle insanlık dışı olayların yaşanmaması için elle tutulur bir tedbir alınamıyor bu ortamda. Yurdum insanları özellikle sorgulamayan, dogmatik fikirlerle bezenmiş bir eğitim sistemi içinden geçirilerek birer canlı bomba haline getiriliyor. Ne değişti o günden bu yana? Yine bir kıvılcım yeter yeni Madımak'lara... Çağımızın teknolojisini kullanarak daha kalabalık güruh daha büyük faciaların mimarı olabilir. 

Çaresizlik... Toplumu en kolay kandırmanın yolu dini duyguları kullanmak. Din dışı söylemlere kimsenin aklı ermiyor. Hak, adalet hak getire. Kılıçdaroğlu yürüyor günlerdir adalet vurgusu yaparak. Birileri çıkıyor bu yürüyüş "Fetö'ye hizmet ediyor." diyor. Milletimiz kanıyor buna (!) Aklımı yitireceğim. Herkesin bildiğini tekrarlamama gerek yok. Yahu kim hizmet etti Fetö'ye? Kim dedi "Ne istediniz de vermedik?" Kim orduyu, yargıyı, emniyeti, üniversiteleri Fetö'cülere teslim etti? Kim onların rahat rahat ülke idaresine yuvalanmalarına kol kanat gerdi? 

Ama biliyorum. Gün olur, devran döner. Ne zaman ki ABD alacağını alır bu zat-ı muhteremlerden, işte o zaman sonları hayır olmayacak. Aynı Osama Bin Ladin'e yaptıkları gibi önce palazlandırıp alacaklarını aldıktan sonra terörist ilan edecekler. O günleri görür müyüz bilemem ama görmeyi en çok arzulayanlardan biriyim. Eğer insan üstü bir adalet mekanizması varsa hak yolunu bulacaktır. 

Memleketimin kafası çalışan güzel insanlarına güzel bir şeyler söylemek isterim. Lakin o masum vatandaşların canice yakıldığı yıllardan daha geriye gitmiş bir durumda görüyorum ülkemizi. Sorun kötü yönetim, cepleri doldurma, sağlık, adaletsizlik değil bence. Onlar belli bir misyonun vicdan yoksunu askerleri. Görevlerini başarıyla yapıyorlar. Bana göre en büyük sorun halkın düşünme kapasitesini yitirmesi. Evladını gönderiyor askere. Vatanı korumak için değil, sadece ABD çıkarları için. Gencecik çocuklar ölüyor. Üzerine bir etiket, "Şehit oldu." Annesinin bağrı yanıyor ama taş basıyor yüreğine. Babası başı önde, "Vatan sağ olsun." Hangi vatan? Kimin vatanı? Milli çıkarımız nerede? Terör bitecek "Evet" çıksın yeter ki (!)" Hemen ertesi gün bitecek terör. "Analar ağlamasın, evet deyin." Ah benim balık hafızalı, demeye dilim varmıyor ama düşünme yoksunu halkım. Birileri çıkıyor "Öl de ölelim." diye nara atıyor. Ölüyorlar da. Kimi Marmara gemisinde, kimi Boğaz Köprüsünde, kimi terörist kurşunuyla. "Şehit" diyorlar adına. Neyin uğruna? Kurtuluş savaşı mı bu? Yoksa iktidarın politik hatalarından doğan tablo mu? Adam demokrasiyi bir araç olarak gördüğünü söylemişti gençliğinde. Şimdi nimetlerinden faydalanıyor. Milli İrade (!) "Halkım beni seçiyor, beni istiyor. Hata üstüne hata yapıyorum, bir sürü insanın kanları var elimde, yine beni destekliyorlar." Bu toplumun ayarı kaçmış. Demokrasi her zaman söylediğim üzere kocaman bir kandırmaca. Lider iyi bir hatip, halk sorgulayıcı olmazsa demokrasi Hitler'in faşist rejiminden daha kötü hale gelir. Şimdi Reis çıksa dese ki, "Ya bunlar laftan anlamıyorlar, gidin şurayı da ateşe verip hepsinin kökünü kurutun." Kaç yüz bin kişi toplar acaba? Korkutucu bir durum.

Bu konulara girmeyim diyorum ama girmeden olmuyor işte. Akşamın ilerleyen saatleri. Güzel bir esinti çıktı. Geç vakitlere kadar oturuyorlar. Haksız de değiller. Bu güzel esinti insanı yerinden kaldırmıyor. Eşim ve kızımı gönderiyorum. Venüs kulübesine girmemek konusunda ısrarcı. Bu gece serbest bırakıyorum. Havlamayı öğrendi nasıl olsa. Hem de ne havlama. Bir gür sesi var ki, hiç bir hanımefendiden çıkmaz öyle bir ses. 

2 Temmuz 2017 Pazar

SICAKKK...

29/06/2017 Perşembe, Tire

Sabah alışverişinden sonra ilk durağım servis. Ne yazık ki pos cihazı bir türlü olmuyor. Merkezden destek alacaklarmış. Eşim ve oğlumu biraz dinlenmeleri için evde kalıyorlar, yalnız çıkıyorum yaylaya. Bunaltıcı sıcak var. Dün akşam geç dönünce yazacak takat kalmıyor. Facebook sayfalarında gezinmeye devam ediyorum. Güzel müzik paylaşımları var. Bir de hünerli hayvan dostlarımızın gösterileri. Küçük kedi yavrusu ile civcivin oynaşması gülümsetiyor. Sayfayı her aşağı sürüklediğimde bu son diyorum ama karşıma daha ilginç bir şey çıkıyor. Zaman su gibi akıyor. 

Nihayet sakin bir gün yaşıyoruz. Bayram süresince biriken günlüklerimi yazma imkanı veriyor bu sakinlik. Bayramdan sonra menüde yapmayı düşündüğüm düzenleme var aklımda. Açıldığımız günden bu yana fiyatlarda artış yapmadık. Kasabından mandıra ürünlerine, fırınından manavına en az iki kez zam gördük. Fiyatlarımızın piyasaya göre düşük kaldığını misafirlerimizin tepkilerinden anlamak mümkün. Birkaç gün önce üç kişilik arkadaş grubunu ağırlamıştık. Hesabı ayrı ayrı ödemek istediler. Çıkardığım hesaba inanamayıp "Bu toplamı mı yediklerimizin? Emin misiniz?" diye ısrarla sordular defalarca. 

Çarşıda karşılaştığım bir bankanın müdürü, şubedeki çalışma arkadaşları ile cuma gününe geleceklerini söylüyor. Akşam misafirlerini ağırlıyoruz. Çok yorucu bir gün olmaması soluk almamızı sağlıyor.

30/06/2017 Cuma, Tire

Bugün çok çok özel bir gün. Evet, evlilik yıl dönümümüz. Ne var ki işler de çok yoğun. Eşime sürpriz hazırlamayı düşünürken yukarıdan telefon geliyor. Kahvaltı için misafirler gelmiş. Dönüp eşimi alıyor, yaylaya çıkıyoruz. Hafta arası kahvaltı vermiyoruz ama gelenler geriye çevirmeyeceğimiz insanlar. Bankanın misafir grubuna hazırlıklar devam ederken ardı ardına rezervasyonlar geliyor. 

Boğucu bir sıcak var. Yaylada bile yaprak kımıldamıyor. Kahvaltıdan itibaren bir saniye boş oturmuyoruz. Pos makinesinin serviste olması sıkıyor canımı. Gelen misafirlerimiz durumu anlayışla karşılıyor, ödemeleri nakit olarak yapıyorlar. Yanında nakit bulundurmayanların isim ve telefon numarasını alıp "Bir sonra geldiğinizde ödersiniz." diyorum. Karşılıklı mahcup hissediyoruz kendimizi birbirimize karşı. "Kusura bakmayın" demeleri beni daha çok üzüyor. "Ne demek efendim, hata bizim, ama elden ne gelir, acelesi yok sonra ödersiniz." Genç bir çifti uğurlarken "Cihazınız gelince bizi arayın, kaldığımız yerden devam ederiz, zira burayı çok sevdik." diyor. 

Yeni bir şişe soğutucu dolaba ihtiyacımız var. Parasını ödedikten birkaç saat sonra servis getirip kuruyor. Hizmetteki sürat şaşırtıyor. Böylelikle hiçbir markanın soğutucu dolabına ihtiyacımız kalmıyor. İstediğimi istediğim yerden alırım artık.

Akşamın çat kapı misafirleri gelince veranda ve bahçe doluyor. Bankacı grubun masalarını düzenlemeye başlıyoruz. Onların işi kolay, önceden kararlaştırdığımız bir menü alacakları için. Servisler açılıyor, mezeler masalara yerleştiriliyor. Bütün şube çalışanları gönüllerince yemeklerini yerken içkilerini yudumluyorlar ağaçların altında. Bugün tüm zamanların cuma günü rekorunu kırıyoruz. Demek ki, ticaret böyle bir şey. Dünkü sakinliğin ardından bugünün hareketliliği tam bir tezat oluşturuyor. Mutfak ve servis misafirlerden tam not alıyor. 

Arada bugünün evlilik yıl dönümümüz olduğu aklıma düşüyor. Çaresizliğime üzülüyorum. Eşim de yoruluyor ama o halinden memnun. Misafir ağırlamak onun ruhunda var. Ne bel ağrısını düşünüyor ne ayak ağrısını. O telaş içinde zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Saat 22.04'te bir araba daha giriyor bahçeye. Ben servisimizin kapandığını söylemeye hazırlanırken eşimin geleni geri çevirmeye hiç niyeti yok. Çaresiz kabul ediyorum. Verandada boşalan masalardan birine oturuyorlar. Soğukların yanı sıra sıcakları hemen söylüyorlar. Misafirler hallerinden memnun. Şehir yanarken burada tatlı tatlı esmeye başlayan rüzgarı kaçırmak istemiyorlar. Saat 24.00 te müziğin sesini kısıyorum. Ekibi gönderdiğimizde grupla birlikte daha üç masa var oturan. Yarım saat sonra grup misafirlerini uğurluyoruz. Geç gelen konuklar içkilerinin yarısında henüz. Sabırla bekliyoruz. Kalkın artık demeye dilimiz varmıyor. Eşimin ısrarıyla servis saati bittikten sonra kabul ettiğimiz misafirlerimiz saat 01.30' a kadar oturuyorlar. Eşim bu vakte kadar kalmamızın sebebini kendinden görüp beni yalnız bırakmıyor. Böylelikle orijinal bir evlilik yıl dönümü geçiriyoruz. 

01/07/2017 Cumartesi, Tire

Ayın ilk günü. Sıcak kavurmaya devam ediyor. Oğlumun biletini alıp çıkıyoruz yaylaya. Bugün akşam yolcu edeceğiz onu. Bugün de hareketli başlıyor. Öğleden sonra gelen konuklarımız açıldığımız günden beri bizi tercih ediyor. 

Her gün aksatmadan yazdığım günlük bedenimin yorgun düşmesinden dolayı aksıyor. Dolayısıyla önemli ayrıntılar zihnimden kayboluyor. Bu iyi bir şey değil. Lakin Ödemiş'ten gelen misafirleri unutmam mümkün değil. Veranda ve bahçe dururken salonda oturmak istiyorlar. Yukarıda ne kadar katlanır cam varsa hepsini açıyorum. Masayı mezelerle donatıyoruz. Rakısından şarabına, birasından sodasına kadar her türlü içki geliyor masaya. Sıcaklardan sonra meyve ve tatlılarıyla devam ediyorlar eğlenceli sohbetlerine. Arada özel olarak istedikleri müzik parçalarını memnuniyetle kabul ediyorum. Bir diskjokeyliğimiz kalmıştı yapmadığım, Allah onu da nasip etti. Bu masa açıldığımız günden bu yana en yüksek hesabı bırakıyor. Eşime takılıyorum, "Her gün böyle iki masa olsa yeter." Misafirlerimiz Taş Ev'i kendi evleri gibi görecek kadar rahatlar. Böyle hissetmeleri bizi memnun ediyor. Bazen aşağı inip biralarını kendileri yukarı çıkarıyorlar. Adisyon defteri arkalı önlü doluyor, ilk defa ikinci bir sayfa açıyorum aynı masaya. 

Bu arada yaşlıca bir çift geliyor. Teşhir masasındaki bizim kara kızların yumurtaları dikkatini çekiyor hanımefendinin. Otuz adet yumurta hazırlamamızı istiyorlar. Epey bir kararsızlıktan sonra kiraz ağacının altındaki masaya oturuyorlar. Beyefendi subay emeklisi yanlış hatırlamıyorsam. Yakın zaman önce yine gelmiş çay içmişlerdi. Epey bir sohbet etmiştik ama ayrıntıları aklımda kalmamış. "Önce birer çay içelim." diyorlar, "Yemekleri daha sonra söyleriz." Asıl niyetleri şehrin bunaltıcı sıcağından bir nebze olsun kurtulmak. Müziğin sesini biraz kısmamızı istiyorlar. Salondaki misafirlerin taleplerine ters bir durum ama yine onların dediğini yapıyorum. Yemek yemek gibi bir niyetleri de yok belli. Menemen, sahanda yumurta ve bir de keşkek söylüyorlar. Bir müddet sonra oturdukları yerden kalkıp daha manzaralı bir masaya geçiyorlar. Siparişleri yerine getiriliyor. Tam servis edilecekken beyefendi giriyor içeri. "Kusura bakmayın biz kalkmak istiyoruz." Şaşkın bir vaziyette "Yemekleriniz hazırlandı, kalkmanıza nedir sebep?" diyorum. "Yukarıda içki içiyorlar, biz rahatsız olduk." Çaresiz kabul ediyorum, misafirin her zaman haklı olduğu felsefesine uygun olarak. Düşünüyorum bir yandan. Empati yapıyorum. Ben olsam ne yapardım. Öncelikle burası alkollü içki servisi yapılan bir lokanta. İçki içilen bir yer istemiyorsam park ve bahçeler müdürlüğüne ya da çay bahçesine giderdim. Daha önemlisi, diyelim ki hata yaptım içki içilen bir yere düştüm. Hemen kalkmam gerekiyorsa en azından siparişini verdiğim ve benim için hazırlanan yemeklerin parasını verirdim. Hani ben yine yemedikleri yemeğin parasını alacak kadar çiğ değilim ancak böyle bir nezaket de beklemek hakkım. Eski subayların hele kurmayların nezaket kuralları ve nerede nasıl oturup kalkılması hususunda eğitimden geçirildiklerini biliyorum. Şimdiki subaylar içkili lokantaya geliyor, "Burada namaz kılabileceğim bir yer var mı?" diye soruyorlar. Bunları yazarken rahatlıyorum. Kızıyor muyum? Hayır. Her şeye hazırlıklı olmam gerektiğine olan inancım bana geniş bir tolerans kabiliyeti veriyor. Üzülüyor muyum? Evet. Dili, dini, siyasal görüşü ne olursa olsun Taş Ev'de misafir ettiğimiz insanların seviyeli olmasından mutluluk duyuyorum. Aksi durumlar üzüyor beni elbette. Kişisel olarak milli kıyafetimizle alakası olmayan ve belli bir görüşü taşıdıklarını haykıran kıyafetler rahatsız ediyor beni. Ancak böyle kıyafetlerle gelen son derece yüksek kültür seviyesine sahip insanları da ağırlıyoruz burada. Hizmette kusur etmiyoruz kişisel rahatsızlıklarımızı bir yana bırakıp. Hatta bu sıcaklarda üzülüyorum onlara. Her zaman düşünürüm, erkekler başına geçirse o örtüleri ne kadar dayanırlar acaba?

Tam kapanış saatinde üç kişi daha geliyor. Kıramıyoruz dakika farkıyla. Hemen sıcak siparişlerini alıp servisi kapatıyor, ekibi gönderiyoruz. Saat 23.00. Üç araba dolusu insan, çoluk çocuk bir düğün alayı gibi bahçeye giriyor. Nazik bir şekilde servisimizin kapandığını söylüyoruz. Onlar çıkar çıkmaz iki çift daha geliyor motosikletleriyle. Anlaşılan şehirden bunalan kapağı atıyor yaylaya. Motosikletlileri de nazikçe uğurluyoruz. Kalan tek masanın kalkmaya niyetleri yok gibi. İçlerinden biri yakından tanıdığım biri. "Açıkça söyleyeyim." diyor, "Buradan kalkıp şehrin cehennem sıcağına gitmeyi istemiyoruz." Gece yarısını geçtikten sonra uğurluyoruz misafirlerimizi. Işıkları kapatıp bahçe kapısından çıkarken bir arabayla burun buruna geliyoruz. İnip demir kapıyı kilitlerken gelenler kapattığımızı anlıyor, geri geri giderek hiçbir şey söylemeden uzaklaşıyorlar. Gelen her kimse ya uykusu kaçmış ya da sıcak başına vurmuş olmalı.