KATEGORİLER

10 Ekim 2017 Salı

ÖDEMİŞ

07/10/2017, Cumartesi, Tire

Hava kapalı, rüzgar kuru yaprakları evin içine dolduruyor. Yağmur bulutları yükünü bırakmamakta direniyor. Personeli yaylaya getirdikten sonra ilk işim çay ocağının kazanını boşaltmak oluyor. Musluğundan sızan su bankoyu göle çevirmiş. Şehirden aldığım conta, musluk borusuna küçük geliyor. Bulduğum bir şambrel parçasını keserek deliğe uyduruyorum. İşe yarıyor. Tamircinin değiştirdiği rezistans etkili değil akşama kadar suyu kaynatmaya yetmez gibi.

Mangalda ateşi hazırladıktan hemen sonra dışarı çıktığımda bir düğün alayını andırırcasına insanların geldiğini görüyorum. Çok duymuşlar Taş Ev'in methini. Öyle gezip dolaşacak, sonra çay içip gitmek isteyecekler havasındalar. Günahlarını almışım. Minibüs tutup gelmişler. Yemek yemeye geldiklerini söyleyince rahatlıyorum. Genciyle yaşlısıyla takdir etmesini, oturup kalkmasını bilen bir minibüs insan. Yemeklere, keşkeğimize bayılıyorlar. Ben de onları zevkle ağırlıyorum. Dillerinden teşekkür sözcüğü eksik olmuyor. 

Ayakları uğurlu geliyor. Yeni misafirlerimiz Kiraz'dan. Beyefendi sık sık ziyaret eder bizi. Bu kez anne ve babasını getiriyor yanında. Baba eskilerin meşhur öğretmen liselerinden birini bitirmiş emekli bir öğretmen. Bol bol sohbet ediyoruz. Aynı dili konuşmamız sohbeti daha zevkli hale getiriyor. Anne ve babasına "Arkadaşlar" diye hitap etmesi aralarındaki sıcaklığı ortaya koyuyor. 

Ödemiş akıyor bugün Taş Ev'e. İzmir'den dün rezervasyon yaptıran bir grup yola çıktıklarını haber veriyor. Onlar da Ödemiş'ten Kemal Bey'in tavsiyesine uymuşlar. Israrla "Tanıyorsunuz Kemal Bey'i değil mi?" diye soruyorlar. Ayıp olmasın, hafıza kaybım su yüzüne çıkmasın diye "Evet, hatırladım şimdi." diyorum. 

Ödemiş'te yokmuş böyle güzel bir yer. Beş kilometre ötede yaşayan Tireliler yoldan şikayet ederken otuz beş kilometre uzaktan gelenler yolu dert etmiyor. Ödemiş'e bir şube mi açsak ne?

Oldukça yoğun geçen günümüzden sonra hem salon hem verandada hizmet veriyoruz. Rezervasyonsuz gelen genç bir çift yemeklerini yedikten sonra yanıma gelip kulağıma eğiliyor. "Arkadaşıma evlenme teklif edeceğim, konfeti patlatır mısınız?" "Siz gösterin bana ben hallederim." diyorum onca işin arasında." Ancak biri daha lazım, konfeti patlatırken fotoğrafımızı çekecek." "Ayarlarız." diyorum ama biraz beklemeleri gerektiğini söylüyorum. Eşim yardımcı oluyor bana ilk fırsatta. Beyefendi cebinden çıkardığı yüzüğü hanımefendinin parmağına takarken konfetiyi patlatmam için bana işaret ediyor. Paaat diye çıkan ses eşliğinde rengarenk kağıt parçaları genç çiftin başından aşağı dökülecek diye beklerken, bütün konfetiler fotoğraf çekmek üzere uygun poz arayan eşimin başına dökülüyor. 

Salondaki masalardan birinde yine genç bir çift evlilik yıl dönümlerini kutluyor. Diğer bir çift gelmiş verandadaki masalardan birine oturmuş sıralarını bekliyorlar sabırla. Onları fark ettiğimde belki de saat 22.00 yi geçmiş. Hemen servislerini açıyorum. Daha önce geldikleri için mezeleri tanıyorlar. Oturdukları yerden siparişlerini veriyorlar. "Fellah köftesi, haydari, domates kurusu, köz biber." Yağmur şiddetini arttırıyor. Avludaki sandalyelerin içleri su dolmasın diye onları aceleyle ters çeviriyorum. 

Elemanları evlerine bırakmaya giderken son masa oturmaya devam ediyor. Nereden geldiklerini soruyorum. Sormam gereksiz aslında. "Ödemiş'ten geliyoruz." diye cevaplıyorlar. Geç vakit ısıtmamı istedikleri üç beş parça bonfile soteyi mikrodalgada unutunca eşim yenisini hazırlamak zorunda kalıyor. Gecenin tek aksiliği de bu oluyor, yeniden menüye eklediğimiz trileçeyi tatlılarımız arasında saymayı unuttuğumu saymazsam eğer.

Zaman su gibi akıyor. Belki de son dört ayın en hareketli cumartesi gününü böylece tamamlamış oluyoruz. Misafirlerimizin hepsi Taş Ev'den memnun, biz de onlardan. 

7 Ekim 2017 Cumartesi

MAZİ

06/10/2017 Cuma, Tire

Hava kapalı, rüzgar sararmış yaprakları kapıdan içeri sürüklüyor. Erdal'ı almam lazım ama aklım tamire verdiğim çay ocağında. Şehre inip çarşı içindeki tamirci dükkanına gidiyorum. Küçük dükkanın içi ev aletlerinin parçalarıyla dolu, tamirciden çok hurdacıyı andırıyor. Kapı kapalı, usta henüz gelmemiş. Telefon ediyorum, en sonunda açıyor. Serviste olduğunu, bir saat sonra ocağı alabileceğimi söylüyor.

Elemanları almaya daha zaman var. Küçük pazardan alışveriş yapıyorum. Eşim aklına geldikçe arayıp yeni siparişler veriyor. Dün tamire bıraktığım ağaç bıçkı motorunu almaya gidiyorum. "Soğumasını bekliyorum." diyor dükkan sahibi. Benim bekleyecek zamanım yok oysa. Personeli ve Erdal'ı alıp yaylaya dönüyorum.

Bazı fotoğraflar gösteriyor eşim. Taş Ev ve dedesinin yaşamından kesitler. Hepsi siyah beyaz 65-70 yıllık fotoğraflar bunlar. Köyde, yaylada ve kayalıklarda çekilen şehirli fotoğraflar. Bir sundurmanın altında ahşap iki masa birleştirilmiş, iğne oyalarıyla kenarları çevrilmiş beyaz örtünün üzeri yiyecek ve içecekle dolu. Kalabalık bir erkek topluluğu. Yuvarlak yaka kazak giymiş biri hariç diğerlerinin hepsi kravatlı, tiril tiril. 

Diğer bir fotoğrafta kadınlı erkekli bir grup kayalıklarda poz vermiş. Açık renkli modaya uygun kısa kollu elbiselerin içinde saçları bakımlı mutlu kadınlar ve yanlarında mağrur bakışlı erkekler. Üzerlerindeki kılık kıyafete bakınca bu bir kır gezintisi değil de sanki baloya gidiyorlar. Yerlerde tek çöp yok, bahçeler bakımlı. 

Ama içlerinde beni en çok etkileyen, Taş Ev'in önündeki havuza ayaklarını uzatmış genç hanımların fotoğrafı. En azından altmış beş yıl öncesine ait bu fotoğrafta yer alan kişilerin çoğu hayatta değil şimdi. Türkiye'de ilk kez yılın öğretmeni seçilen eşimin akrabası, bugün 85 yaşında olan  Orhan Aksay'ın ablaları varmış grubun içinde. Havuz fıskiyesinin tablası bugün hala yerinde. Günümüzün cafcaflı mermer fıskiyelerinin yanında iptidai kalsa da Taş Ev'in en anlamlı parçalarından biri bu. Kalıba dökülmüş beton tabla ve altındaki kaidenin yıllar önceki fotoğrafını görünce dalıyorum bir an.

Gün boyu çay ocağı ile uğraşıyorum. Tamirci dükkanından ocağı almak üzere daracık sokağa giriyorum. Arkamda ve önümde bir sürü araç konvoy olmuş, beni bekliyor. Ocağın su haznesi tecrübe suyu ile dolu. Isıtmayı sağlayan rezistansı değiştirmiş sadece. "Kazanda delik yok, akıntı göremedim." diyor usta. Önümde arkamda biriken araçların yolu açmamı isteyen korna sesleri telaşlandırıyor. Bir rezistans değişimi için bayağı yüklü para istiyor usta. Kazıklandığımı bile bile itirazsız ödüyorum. Amacım bir an önce yolu açabilmek. Ocağın kapağını bile doğru dürüst kapatmadan birlikte yüklüyoruz arabaya. Diğer araçları teğet geçerek sokaktan çıkınca derin bir oh çekiyorum. İki sokak ileride tamirciye bıraktığım ağaç kesme motorunu da alır almaz Derekahve üzerinden yaylaya çıkıyorum.

Kazanın içinde biriken kireçleri çözücüyle çıkarıyoruz. Bahçede hortumu uzatıp defalarca içini yıkadıktan sonra kurulmaya hazır hale geliyor. İşin sonunda bu işin usta gerektirmediğini anlıyorum. Oysa ne kadar paniklemiştim başta. Acaba kazan mı delindi? Bu işten kim anlar ki şehirde? Basit bir ısıtıcı işte. Rezistans kireçlenince kırılmış ve suyu da bu nedenle kaçırıyormuş meğer. Bu basit işlem aslında çok önemli. Elektrik aksamına kaçan su kısa devre yaparsa yangın bile çıkartabilirdi. Nitekim sık sık sigortanın atması da bu yüzdenmiş.

Erdal kah odun kesiyor, kah onları evin arkasına taşıyor, yorulduğunda mola verip çayını içiyor. Akşam üzeri onu evine bırakırken hafiften yağmur çiselemeye başlıyor.

Cuma günü olmasına rağmen sakin bir gün. Bunu fırsat bilip çoktandır ziyaret edemediğim bloglarıma dönüyorum. Kimi dostlar güzel şiirler yazmış, kimi içinden geçenleri. Mesela değerli arkadaşım, Ayna Hikayesi (Aytül Örcün) "Mercedes Sosa" yı konu alan bir paylaşımda bulunmuş. Gerek hayranlık uyandıran hayat hikayesi, gerekse söylediği şarkıları ilgimi çekiyor bu sıra dışı kadının. İnsanın bilecek, öğrenecek daha ne çok şeyi varmış. Ata, ilk kez annesinden ayrılmış, ana sınıfına başlıyor. Annesinin duygularını okumak sanki yanı başındaymış hissini veriyor. 

6 Ekim 2017 Cuma

PAKİZE

05/10/2017 Perşembe, Tire

Erken kalkıyorum sabah. Minicik bir yavru kuş, havuzun kenarında debeleniyor. Avucuma alıyorum, ayağının birinde problem var. Kırılmış mı acaba? Belki ilk uçuş denemesinde yere çakılmıştır. Pakize koyuyorum adını. Soğuktan üşümesin diye içeri alıp eşime gösteriyorum. "Bak sana Pakize'yi getirdim." Nereye koyacağımızı bilemiyoruz. Eşim üşümesin diye kağıt peçeteleri yorgan yapıyor, üzerini örtüyor. Çırpınırken bir daha düşecek diye korkuyoruz.  Çay tabağına biraz su koyup biraz da susam kırıntıları bırakıyorum önüne.

Eşimle sabah sohbetini yapıyoruz o hazırlık yaparken. Çok geçmeden Erdal arıyor, kendisini almamı istiyor. Daha personel servisine çok zaman var. Bu benim iki kez şehre inip dönmem demek. İnmişken kasap alışverişimi yapıyorum. 

Erdal işe koyuluyor hemen. Evin arkasındaki kütükleri şömine sobaya sığacak büyüklükte kesip istifliyor. Tek tük açılmaya başlayan kestaneleri de iki arkadaşı ile birlikte silkmeye karar vermiş. 

Tavukları besliyor, yumurtalarını topluyorum. Fifi ve Venüs'e mamalarını koyup sularını tazeliyorum. Elemanları almak üzere yeniden iniyorum şehre. 

Döndükten hemen sonra iki gün önce aynı saatlerde gelen misafirlerimiz teşrif ediyor. Damak tadının ne kadar önemli olduğunu anlıyorum bu gelişlerinde. Mantarlı bonfile sotede eşim Aşkın Şefi aratmıyor. Bir önceki aşçının kaybettirdiklerini yeniden kazanmak güzel. Nefis bir sote çıkarıyoruz. Alkol almak niyetinde değillerken birbirlerinin yüzüne bakıyor, daha sonra "Sen bize bir 35'lik getir." diyor en kabadayısı. Çay ocağı bir türlü ısınmak bilmiyor, sonunda su kaçırmaya başlayınca devre dışı bırakıyoruz. Bugün de bu aksilik. Çaydanlıkta hazırladığımız çayı ikram ediyoruz misafirlerimize. Bir kez daha memnun ayrılıyorlar. 

Eşime Pakize'yi soruyorum. "Canlandı, odada uçuyor." diyor. Çok seviniyorum. Bir süre sonra açık pencereden özgürlüğüne kavuşuyor. Akşam rezervasyonları yapılıyor. İzmir'den gelecek misafirlerinin biraz gecikebileceğinden söz ediyorlar. Bu demektir ki mesaiye kalacağız. Haberli olduktan sonra problem olmayacağını söylüyorum. 

Rezervasyon masasını hazırlıyoruz özenle. Hani misafirler geç kalırsa aç kalmasınlar diye mangalı canlı tutuyoruz. Söylenilen saati tam kırk beş dakika geçmesine rağmen gelen olmuyor. Diğer misafirlere onlar için ayırdığımız en güzel masayı veremiyoruz. Sonunda telefon etmeye karar veriyorum. Telefondaki ses gayet rahat, "Bölge Müdürümüz geldiği için yemeği iptal ettik." "Peki" diyorum, "Gelemeyeceğinizi söylemeniz gerekmez miydi?" Bunun gerektiğini belki ben bu soruyu sorduktan sonra düşünen beyefendi, "Bu konuda haklısınız." diyor. Hangi konuda haksız olduğumu düşünmeye başlıyorum. 

Kaderde mesai yapmak varmış bugün. Kapanış saatimize yakın çat kapı misafir geliyor. Uzak yoldan gelen misafirleri geri çevirmek olmaz. Onları elimizden geldiğince güzel ağırlamaya çalışıyoruz. Gecenin karanlığında bir baykuş günün bittiğini haber veriyor...

5 Ekim 2017 Perşembe

DOSTLARLA TAZE CEVİZ YİYORUZ

04/09/2017 Çarşamba, Tire

Bu aralar karasal iklim yaşıyoruz. Gece gündüz sıcaklık farkı arttı. Özellikle sabahın erken saatleri ayazın etkisiyle daha fazla üşütüyor. Ceviz ve kestane ağaçlarının arasından kümese doğru ağır ağır ilerlerken gözüm yerde, ağaçtan düşen son cevizleri arıyor. Çoğu üzerindeki yeşil kabuklarını atmış artık. Bazen yanı başıma, dökülen yaprakların arasına düşüyorlar. Başıma düşmediği için şanslı görüyorum kendimi. Gördüklerimi topluyorum. Fifi ve Venüs de seviyorlar taze ceviz yemeyi. Topladıklarımı Taş Ev'in önündeki kayısı ağacının gövdesinde kırıyorum. Taze olduklarından kolay kırılan cevizlerin içleri bütün olarak çıkıyor. Yarısını ağzıma atarken diğer yarısını ayaklarımın dibinde "Bana da ver." dercesine türlü oyunlar yapan Fifi ile Venüs arasında paylaştırıyorum. Fifi son derece kibar bir şekilde dişlerinin arasına alıyor payını. Venüs daha karşıdan üzerime sıçramaya çalışıyor.

Akşama doğru bulaşık makinesine bakmak üzere Fethi geliyor. Kaç kez aramıştım onu. İlkinde yarın, ikincisinde akşama, üçüncüsünde iki saat sonra gelirim demişti. Son kez aradığımda "Yarım saat sonra oradayım." dediğinde artık ona olan inancım iyice azalmıştı. Yarım saat değil beş saat geçtikten sonra geldi. Sorunun ayarlarla ilgili olduğunu düşünüyordum. Aşırı miktarda köpük yapıyor makine. Öyle ki, ikinci yıkamadan sonra köpükler dışarı taşıyor. Fethi, "Sorunun kaynağı parlatıcıdır." dediğinde inanmıyorum. Bugüne kadar bir şey yoktu, durup durduk yerde niye bu kadar köpük yapsın? Aynı deterjan, aynı parlatıcıyı kullanıyoruz başından beri. Ne değişiklik oldu ki? O mu, bu mu sebep derken yine kendim buluyorum sorunun kaynağını. Yeni aldığım deterjanı eskisi tam olarak bitene kadar değiştirmemiştim. Dibe çöken kalıntılar, makinenin fazla köpük yapmasının nedeniymiş. Yeni deterjanı kullanmaya başlayınca sorun kendiliğinden çözülüyor.

Yine güzel bir gece. İki güzel şeyden bahsedeceğim sadece. Genç çift evlilik yıl dönümleri için bizi seçmiş. Bu kez masa düzenlemesi falan yok. Hatta rezervasyon bile yapılmamış. Beyefendi ilk kez geldiği Taş Ev için arkadaşlarının tavsiyesine uymuş. "Masamıza bir de mum yakar mısınız?" diye soruyor. Yakmaz mıyım? Taş Ev'in tavsiyeye şayan bir yer olması gururlandırıyor bizi.

İkincisi güzellik Ödemişli misafirlerimizden. Sık sık gelir oldular. Bir sürü meze sipariş ediyorlar. Arkasından sıcakları söylüyorlar. Son derece kibar ve saygılılar. Yüzleri gülüyor sürekli. Uğurlarken mutlulukları yüzlerinden okunuyor. "Her şey çok güzeldi, çok teşekkür ederiz." diyorlar. Samimiyetlerine güvenerek, "Onu bırakın eleştirileriniz bizim için iltifat yerine geçer, lütfen beğenmediğiniz bir şey varsa söylemekten çekinmeyin. Biz de kendimize ona göre çeki düzen verelim." diyorum. "Eleştirilecek bir şey yok, gerçekten mezeleriniz, etleriniz mükemmel." diyorlar, güle oynaya ayrılıyorlar. 

4 Ekim 2017 Çarşamba

KAYSTROS TAŞ EV BİR YAŞINDA

03/10/2017 Salı, Tire

Bugün çok özel bir gün. Taş Ev bir yaşını doldurdu. Kocaman bir yılı geride bıraktık. Bir işletmenin geleceği altı ayda belli olur derler. Şükürler olsun dimdik ayaktayız. Adettendir diyerek geçen sene tam da bugün ufak çaplı bir resmi açılış yapmıştık. Mevsim itibarıyla misafirlerimizi salonumuzda ağırlamak gerekiyordu. Resmi açılış ya; şehrin idari ve mülki idare amirlerinin yanı sıra bir kaç tanınmış simayı ve dost bildiklerimizi davet etmiştik. Ne yazık ki kaymakam, jandarma komutanı, emniyet müdürü o gece yapılan geniş kapsamlı bir Fetö operasyonu sebebiyle görev başında olduklarından Belediye Başkanı ise sağlık nedeniyle İzmir'de bulunduğundan katılamamışlardı yemeğimize. Açılışı değerli meslektaşım Organize Sanayi Bölge Müdürü Sn. Galip Kılıç ile Tire Süt Kooperatif Başkanı Sn. Mahmut Eskiyörük birlikte yapmışlardı. Yerimiz geniş olmadığından davet edemediğimiz bazı dostlar gönül koydu, üzüldük bu duruma elbette. Diğer taraftan değer verip davet ettiğimiz bazıları hayal kırıklığına uğrattı. Belki bu yüzden şaşalı kutlamalara, yıl dönümü kampanyalarına yer vermedik ilk yaşımızda.

Yaşanan bir yıllık deneyim bize insanları daha iyi tanımayı öğretti. Hedefimizden, çizgimizden asla taviz vermedik. Bize dediler ki; "Rezervasyon yaptırmayı sevmez buranın halkı, kapıdan dönerse bir daha gelmez. "Akşamcı takılan kimi muhteremler dediler ki; "Rakıyı en ucuza sen ver ki, devamlı sana gelelim." Taş Ev Restaurant bölgenin incisi olmaya adaydı kafamda. Üç kişi ağırlamayı otuz kişi ağırlamaya tercih ettik. Bazı misafirler komşumuz olan diğer restoranları yermekten kendini alamadı. Biz hoş karşılamadık bu tutumlarını. Çünkü onlar olduğu için biz var olduk burada. Tehlikeli bulduğumuz bu kişiler bir daha uğramadı semtimize. 

Bir yılın sonunda hemen herkes biliyor ki, burası nezih, içkili bir aile restoranı. Dört hanımefendinin bir araya gelip gönül rahatlığı içinde gecenin geç vakitlerine kadar içkilerini yudumlayıp rahat rahat sohbetlerini yapabileceği bir ortam yaratabildiğimize göre hedefimize ulaşmışız demek.

Kış çok sert geçti. İki kez bahçeyi bembeyaz kar örtüsü kapladı. Taş Ev bir başka güzel olduç Yollarımız buz tuttu. Belki de en zor günlerimizdi. Belediyenin kapısını aşındırdık tuzlama yapılsın diye. Buzlar eridikten sonra tuzlamaya geldiler. Hakkını ödeyemeyeceğimiz sadık misafirlerimiz kendilerini riske atıp yine geldiler. Yolda arabaları kaldı. Onları kurtarmaya çalışırken ben de büyük tehlike atlattım. 

Kışın zor şartları hızımızı kesmedi. Şömine sobamız kestane odunlarıyla çıtır çıtır yanarken sıcak şarap ikram ettik misafirlerimize. Taş Ev'de kahvaltı servisimiz yaz kış devam etti.     

Geçen bir yıl aynı zamanda bir eğitim süreciydi bizim için. En büyük sıkıntımız personelden yana oldu. Başlangıçta kendini gösterip sonradan bizi kendilerine mahkum sayan bazı zavallılar yıllarca sürecek sıcak bir yuvadan oldular. Bayram günü eşim ve kızımla bir anda yalnız kaldık, yılmadık. İyi niyet ve gayretimizi gören hatırşinas misafirlerimiz işimizi kolaylaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Onlardan bazıları "Burası bizim evimiz, o sıcaklığı hissediyoruz." derken duygulandık. 

A dan z'ye her işe girdik, üstesinden gelince kendimize güvenimiz arttı. Geçmiş kariyerimize aldırmayıp bulaşık da yıkadık, mangal da yaktık, çöpleri de döktük, tuvaletleri de temizledik yeri geldiğinde. Bütün bu işler inanılmaz derecede zevk verdi bize. Yorgunluğumuz misafirlerimizden aldığımız tatlı bir sözle kayboldu. "Mezeleriniz harika, pirzolanız mükemmel." sözlerini duymak havalara uçurdu bizi. Belki inanmayacaksınız ama eşimin bel ağrısı şikayetleri bile azaldı. 

Asalet timsali Fifi, kara kızlarla birlikte girdi hayatımıza. Kısa sürede yeni yuvasını benimsedi. Kışın kapılar kapalı iken havlayarak haber verdi misafir geldiğini. Sonradan sevimli haydut Venüs geldi. Geldiğinde Fifi'nin yarısı kadar yoktu. İnanılmaz bir hızla büyüdü. Onlar en gerçek dostlarımız oldu. 

Evet, bugünü sıradan bir gün olarak geçirdik. Zaman zaman yaşadığımız keyifli ve zor anlar düştü aklıma. Sabah hava yeni yeni aydınlanmaya başlarken eşim mecburen yine uyandırıyordu beni. "Tüp bitti, değişmesi lazım." Kapıyı açıp çıktım dışarı. Beni gören Fifi ayaklarımın etrafında dört dönerek sevincini gösteriyordu.

Tüpü değiştiriyor, vanayı açık pozisyona getiriyorum. Büyük pazar alışverişi için ihtiyaçlarımı gözden geçiriyorum. En önemlisi dün bilemek için bıraktığım bıçakların alınması lazım. Eşim mutfaktan sesleniyor. "Ocak yanmıyor, tüpü değiştirmedin mi?" Uyku sersemliğinden olacak, vanayı açtığım halde tüpün açma kapama düğmesini çevirmemişim. Düğmeyi sağa çevirince gaz yolunu buluyor, ocaklar yanıyor. Gündüz saatlerinde misafirlerimiz Aydın'dan öğretmen bir çift. Beyefendi Çineli olduğunu söyleyince. "Ben de Çine Barajının ilk proje müdürüyüm." diyorum. Salondan şehrin manzarasına hayran kalıyorlar. İki çocukları da harbiyeliymiş. Fetö'cüler sözde sağlık nedenleriyle ordudan ayırmışlar büyük olanı, başarılı bir üsteğmen iken. Şimdi ABD'de pilot'muş. Diğer oğlunu da Harp Okulunun üçüncü sınıfından atmışlar Fetö'cü diye. Büyük oğulları Fetö'cüler, küçük oğlu sözde Fetö'cülere karşı operasyon yapanlar tarafından tasfiye edilmiş şanssız bir aile. Sadece tasfiye edilse yine iyi. Harp Okulunda öğrenci iken atılan gitmiş elektrik mühendisi olmuş sonra. Kurduğu şirkete iş yaptırmamışlar bu kez. Atatürkçü aydın bir aile. Uzun uzun memleket hallerinden konuşuyoruz. 

Öğretmen çifti uğurladıktan sonra İncirliova'dan geliyor misafirlerimiz. Hava serin olmasına rağmen verandada oturmayı tercih ediyorlar. İçlerinden birinin ilk ziyareti değil bu. İnsanların dostlarına gururla "Bakın sizi bir yere götüreceğim, bayılacaksınız." demeleri ne güzel. İki oğlundan biri bilgisayar, diğeri ziraat mühendisi. Diğerinin tek oğlu Edebiyat Fakültesini bitirmiş üç yıl önce. Hiç biri mesleklerini yapmıyor, babalarının kurduğu iş düzeninin içindeler. Alkolün rahatlatıcı etkisiyle beni masalarına davet edip sohbetlerine ortak etmek istiyorlar. Onların hayali çocuklarının kravat takıp mesleklerinde yükselmeleri. Çevrem geniştir diye iş konusunda yardımcı olmamı istiyorlar. "Bakın, ben diyorum otuz beş yıl kravatı boynumdan eksik etmedim. Şimdi onu boynumdan attığıma çok seviniyorum." 

Verandanın diğer masasında bir baba kızı ağırlıyoruz. Hanımefendi doktor, oldukça genç görünüyor. Kızımın arkadaşıymış. Ne yemek istediklerini soruyoruz, tavsiyelerimize uyacaklarını söylüyorlar. Tire'ye dışarıdan gelenlere yörenin en meşhur yemeği olan Tire şiş köfte sunuyoruz. 

Tanıtım filmi için ekip biraz daha çekim yapmak istiyor. Hazırladıkları taslak filmi gösteriyorlar. Çok beğeniyoruz. Yine drone havalanıyor, cepheden Taş Ev'in son görüntülerini alıyor.    

2 Ekim 2017 Pazartesi

850 EDEPSİZLİĞİ

02/03/2017 Pazartesi, Tire

Tatil günümüz ya, eşimle tembellik yaptık bugün. Çalışma günlerimizin temposundan eser yok. Hiç ayrılmadık birbirimizden. Güzel bir menemen yaptım, birlikte oturup yedik. Küçük pazara gittik öğleden sonra birlikte. Orada sadık misafirlerimizden biriyle karşılaştık. Gamzeli Hanım deriz eşimle biz ona. Ceviz almışlardı bizden. Bir yanlış anlama sonucu on iki lira fazla ödemişlerdi. "Size on iki lira borcum var." deyip durumu izah ettim. "Bir sonraki gelişimizde hallederiz." dedi, gülümseyerek. Daha sonra eve uğrayıp mevsimlik kıyafetlerimizi aldık. 

Niyetim erken dönmekti. Alışveriş listesi kabarık olunca uzun sürdü işimiz. TC. Devlet Demiryolları'ndan aradılar yine. Üç sene önce bıraktığım görevime benden sonra devam eden arkadaş ile aynı ismi taşımamızdan dolayı karışıyor işler. Geçen gün de Daire Başkanı aramıştı, şantiye ziyareti için Ankara'dan yola çıktıklarını haber vermek amacıyla. Yanlış kişiyi aradığını anlayınca "Bu vesile ile sesini duymuş oldum." demişti. Bunlar neyse de sabahın erken saatlerinden mesai bitimine kadar 850'li bir numara tatil günümü zehir ediyor. En olmadık zamanlarda elimdeki işi bırakıp telefona bakıyorum, hep aynı numara. Cevap vermeyince yine arıyor. Yüzüne kapatınca yine arıyor. Açıyorum, cevap vermiyor. Çin işkencesi gibi bir şey. Eşim evde hazırlık yaparken saç tıraşı olmak üzere altımızdaki kuaföre gidiyorum. Önlük ellerimin üzerinde, berber işini yapıyor. Zırr telefon. Güçlükle cebimden telefonu çıkarıyorum. Yine aynı numara. "Size yeni kampanyamız hakkında bilgi vermek isteriz, bize beş dakikanızı ayırabilir misiniz?" "İlgilenmiyorum." diyorum, canınız cehenneme dememek için kendimi zor tutarak. "Nedenini öğrenebilir miyim?" diyor. Nedeni yok işte. İlgilenmiyorum o kadar. Kişi haklarına saygısızlık bu yaptıkları. Eskiden kapı kapı dolaşan pazarlamacılar vardı. Bunlar telefonla daha beterini yapıyor.

Öğretmen Evi'nin bahçesinde oturup dinlendik biraz. Aldıklarımızı yerlerine yerleştirdikten sonra takip ettiğim bazı bloglara bakmak niyetim.

PAZAR TELAŞI

01/10/2017 Pazar, Tire

Yine zaman çarkı hızlı dönmeye başlıyor. Ekim ayına güzel bir başlangıç yapıyoruz. Elemanları zamanında alıp geliyorum. Emine Hanım yöresel olarak katmer denilen otlu gözlemeleri yapmak üzere yufkaları açmaya başlamış bile. Hava kapalı, yağmur yağdı yağacak. Kim çıkar bu havada evinden diye düşünürken yanıldığımı anlamam uzun sürmüyor. Kahvaltıya gelmediği pazar günü artık merak etmeye başladığımız eczacı hanımefendi ilk rezervasyonu yapıyor. Hemen hazırlığa başlıyoruz. Onlar henüz gelmeden İzmir'den yola çıkan misafirlerimiz Kaplan Köyünden arıyor. "On beş dakika sonra oradayız." Kahvaltımızı etmeye fırsat bulamadan hummalı bir telaş başlıyor. Bir hanımefendi arıyor. İsmini söylemese de numarası telefonumda görünüyor. "Misafirimiz gelecek, beş kişiyiz, sizde kişi başı kahvaltının ücreti ne?" Söylüyorum, pahalı geliyor ki, teşekkür edip kapatıyor telefonu. E, ne yapalım her kalitenin bir bedeli var. Merak ediyorum kim bu arayan. Facebook'a telefon numarasını yazıyorum. Devlet Hastanesi uzman doktorlarından biri çıkıyor karşıma, şaşırıyorum.  

Bizi bugün rahatlatan olay misafirlerimizin önceden arayıp rezervasyon yaptırmaları. Yarım saat önce aramaları işimizi kolaylaştırıyor. Bu süre o kadar önemli ki bizim için. O esnada yumurtalar kaynatılıyor, domates ve salatalık söğüşler hazırlanıyor, beş çeşit ev yapımı reçel kişi sayısına göre porselen kaplara konuluyor, gelmelerine yakın pişiler, gözlemeler hazırlanıyor. Yetmezmiş gibi, eşim bugün bir de minik kuplarda kek hazırlamış. Beklenenden fazla gelen olunca kekler tükeniyor, bu sefer tahinli kurabiyeler alıyor yerini. Çaylar potlara dökülüyor, ekmekler, ısıtılmak üzere hazırlanıyor,  Kaplan'ın meşhur suyu sürahilere dolduruluyor ve servisler açılıyor.

Her şey saat gibi tıkır tıkır işliyor. Defalarca çaylar tazeleniyor, ilave ekmek isteyenler mi ararsın, kekikli, pul biberli zeytin yağı mı? Arada tereyağında yumurta, sucuk ya da sucuklu yumurta isteyenlere gecikmeden yetişiyoruz. Bu koşturma içinde nihayet uzun süredir beklediğimiz yağmur nihayet geliyor. Şimşekler çakıyor, gök gürültüleri ortalığı inletiyor. Yağmuru salondan seyretmenin keyfine doyum olmuyor. Misafirlerimizden bazıları yakınlarını arıyor telefonla. "Öyle güzel bir yer keşfettik ki, inanmazsın." Tire'de ya da yakın ilçelerde yaşayıp ilk kez konuk ettiklerimiz neden şimdiye kadar gelmedik buraya diyerek hayıflanıyorlar.

Ama bende en çok iz bırakan Defne adında iki üç yaşlarında bir kız çocuğu. Benimle o kadar sıcak bir ilişki kuruyor ki yanımdan ayrılmıyor. Masalara uzanıp servise yardım etmeye çalışıyor. Ben salona çıkarken peşimde, aşağı inerken yine peşimde. "Ne güzel kızsın sen öyle." deyince pek de mütevazı. "Herkes öyle diyor." diye cevap veriyor. Bana yetişmeye çalışırken bir ara merdivenlerden düşüyor. Dudağı kanamaya başlıyor. Ağlamasını durdurmak zor. Yine onunla konuşarak acısını unutturmayı başarıyorum. Kahvaltılarını bitiren ailesini uğurlarken onun aklı burada kalıyor. En yakın arkadaşı Mete. "Mete ile birlikte yarın yine gelelim." diyor annesine. "Söz mü?

Her şey çok beğeniliyor bugün. Böyle bir güzelliği Tire'ye kazandırdığım için teşekkür ediyorlar. Her ayrılan yanında kartvizitimizi götürüyor. Mezelere bayılıyorlar, elimizdeki malzemeler tükeniyor. Akşama doğru bir nefes alıyoruz. Ne çalışanlar ne de biz ağzımıza bir lokma bir şey koyamadık. Yardımcı hanımlar hemen bir şeyler hazırlamış. Fırsat bu fırsat aceleyle atıştırıyoruz. Gecenin ilerleyen saatlerinde sadece bir masa kalıyor. Onlar da derin mevzulara dalmışlar.