KATEGORİLER

19 Kasım 2019 Salı

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 7


Onun sesini duymasam bile neler hissettiğini biliyorum, yani geçmişimdeki ben'in hissettiklerini. O ise yazdıklarımı okuyor, başına gelecekleri benden öğreniyor. Mektup sohbet havasına döndü, hayatının çizgisini değiştirmese bile hatırladığım her detayı bilsin istiyorum. Ancak ola ki bu mektup birilerinin eline geçer de kitap olarak yayınırsa işler değişir. Kırk yıl öncesinin hikâyeleri muhtemelen zaman aşımına uğramıştır ama günümüze yaklaştıkça anlattıklarım, rahatsız edebilir belki birilerini. İşte bu sebepten ötürü bundan sonraki bölümlerde yazacağım olaylar ve bizzat yaşayarak hissettiklerim tamamen gerçekleri yansıtmaya devam edecek iken muhtelif zamanlarda kaderimin hayatıma girmesine izin verdiği bazı kişilerin, resmi veya özel kurumların ya da yerlerin adlarında gereken durumlarda karartma uygulayacağım ki cevap hakkı doğmasın. Kaç bölüme sığacak bu mektup bilmiyorum. Henüz on yıllık bir dilimi katettiğimize ve bundan sonra daha kırk yıllık bir yaşam sürem olduğuna göre bölüm sayısı kırkı bulacak gibi. 

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 7 ***

Kısacık dönem tatillerinde bavulunu toplayıp İzmir'e ailenin yanına, yani artık burun kıvırdığın o küçük eve döneceksin. Kapıyı açtıklarında anneannen, annen, baban ve kardeşlerinle kucaklaşacaksın. Yine o gidişlerinden birinde annenin yüzünde değişik bir gülümseme fark edeceksin. Sömestre kaybettiğini öğrendiklerini düşünüp işkilleneceksin. "Ne biçim üniversite bu, her dönem sonu karneler evlere postalanıyor, liseden farkı yok ki bunun" diye geçireceksin aklından. Annen tepkini merak eden bir ruh hali içinde, sakinliğini koruyarak, "Babana geçmiş olsun de" diyecek. Baban gülümserken yüzüne, sen şaşkın bir ördek gibi bakakalacaksın. "Ne oldu?" diye soracaksın heyecanla. "Büyük bir trafik kazası geçirdi, baban" diyecekler. Dikkatli bakınca sağ kaşının üzerinde kapanmış derin bir yara izini o zaman fark edeceksin. Sarılıp geçmiş olsun diyeceksin babana. Anlatmaya başlayacaklar iki buçuk ay önceki kazayı. Kullandığı makam arabası, bir yolcu otobüsüyle burun buruna çarpışmış, araçtan sağ çıkması mümkün değilmiş, tam bir buçuk ay yatmış beyin travmasından hastanede. Onca dayağını yiyen annen başucundan ayrılmamış.

Senin de onlara vereceğin acı bir haberin var. İçin burkulurken bir dersten kaldığını söyleyecek, ancak devam derslerini alamayacağından ötütü bunun sana bir döneme patlayacağını ekleyeceksin biraz utanarak. Sıkma canını, düzeltirsin nasılsa, diyecekler hep bir ağızdan, sırtından büyük bir yükün kalktığını hissedeceksin.

Kız kardeşinin üniversiteden bir arkadaşı gelecek bir gün evinize. Onu ilk gördüğünde, için kıpır kıpır olacak. Kardeşinin arkadaşı senin de arkadaşın sayılır, üstelik evinize misafir gelmiş. "Nasıl yan gözle bakarım böyle bir insana" deyip gönlünden geçenleri uzaklaştırmaya çalışacaksın aklından. Konuşması, zerafeti sende derin izler bırakacak. Öyle kelebek gibi dolaşırken evin içinde, gözlerine bakıp ürkütmekten korkacaksın. 

Nihayet senin de bir teybin olacak, havalı mı havalı. Anneannen G.Antepten sana hediye getirmiş, markası sharp, kanarya sarısı, hem de çift hoparlörlü. Keyfine diyecek yok evlat. İster fm kanalından müzik dinle, ister koy kasedi istediğin parça çalsın. Bu sayede tadına varacaksın klasiklerin. Radyoda çalan Korsakov'un "Flight of bumblebees" tam da içinden geçenleri fısıldayacak kulağına. Hemen basacaksın kayıt tuşuna, hapsedeceksin o seni zirvelere çıkaran arı vızıltısını. Ne zaman güçten kesilsen basacaksın teybinin tuşuna arılardan ilham alacaksın. Derslerin altında ezilirken verdiğin mücadeleyi anımsatacak o ezgiler. Anteplinin Ferdi Tayfur'larını, "Istırap çemberi, sardı beni kolları" nı bırakacak, Beatles, Boney M, Eagles, Rolling Stones, Abba, Tom Jones, Pink Floyd, Paul Mariot, Fausto Papetti, Elvis Presley dinlemeye başlayacak, büyük zevk aldığın bu tür müziklerde kendini bulacaksın. Soğuk bir kış günü okulda konser vermeye gelen Joan Baez, mimarlık bölümünün anfisinde gitarını eline alıp "Donna Donna" derken bir an derslerinden uzaklaşıp mutluluktan uçacaksın.

Sana bunları yazarken aynı günleri yaşiyor gibiyim evlât. İşte böyle güzel günler de yaşayacaksın. Ne yazık ki hayat hep güzel günler getirmiyor insana. Üçüncü sınıfta, bir kez daha toslayacaksın duvara. Ama yaşayacağın sıkıntılı bir döneme tekrar dönmek gelmiyor içimden. Eğer merak edecek olursan yıllar sonra Bölüm 1 ve Bölüm 2 olarak iki bölüm halinde bloguma yazdığım yazımın bir kopyasına göz atabilirsin.

Oda arkadaşlarından bazıları başka yurtlara transfer olurken yerlerine, yeni arkadaşların gelecek. Onlardan biri yine İstanbullu, Özer, aynı bölümdesiniz fakat birkaç yaş büyük senden. Mezun olmak için bir senesi daha var. İyi anlaşacaksınız onunla. Bir de kız arkadaşı var, Yücel. Diğer bir arkadaşın ise Manisalı, fizik bölümünden. Sanat müziği topluluğunun üyesi, elinden tamburunu eksik etmiyor. Sessiz sakin bir çocuk. Ara sıra enstrümanını eline alıp "Unutturamaz seni hiçbir şey" şarkısını söyleyeceksiniz birlikte.

Özer, Dağcılık Kulübünün üyesi. Seni alıp Amerikan Kültür Derneğine, dağcılıkla ilgili konferanslara, slight ve film gösterilerine götürecek. Onun kız arkadaşının ailesi geldiğinde ise odanız şenlenecek. Özer kendisine getirilen yaprak sarmalarını, cezeryeleri, tatlısından tuzlusuna bir sürü yiyecekleri önünüze serecek. Hep birlikte küçük çaplı bir şölen havası esecek odanızda.

Bir tatil sonrası okullar açılmak üzereyken askerlerin yönetimi ele aldığını ve sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini öğreneceksin. Siyasi partiler kapatılacak, anarşik olaylara karışanlar göz altına alınmaya başlayacak. Kendinden emin tavırlarıyla ülkenin geldiği duruma dikkat çeken, darbenin baş aktörü Kenan Paşa'nın darbesi çevrendeki pek çok kişi tarafından sevinçle karşılanacak. Sen de sevineceksin artık çatışmaların son bulduğuna. Gazeteler ona övgüler düzecek. Darbeyi övmeyen basının yayını durdurulacak. Yasak yayınlar toplanacak, bu tür kitap ve dergi bulunduranlar için takibat başlatılacak. Korkacaksın sen de. Çünkü bir türlü okuyamayıp ileride belki bir gün okurum diyerek evde sakladığın yığınla yasak kitabın var. Başına çorap örmesin diye bütün kitaplarının sobada yanmasını seyredeceksin. Artık bu yönden için rahat. Lakin hiçbir olaya karışmadığın halde Ankara'nın caddelerinde mecburen katıldığın gösterilerde, bir filmin karesine girip mimlendiğini düşünecek, hep diken üstünde olacaksın.

Ülke sükunete kavuşmuş, her şey yavaş yavaş normale dönerken yeniden eğitime başlayacak olan okulunun yolunu tutacaksın. Şaşıracaksın çok. Şaşıracaksın çünkü, sağ-sol çatışmalarında günde on beş, yirmi gencin öldüğü olaylar jilet gibi kesilecek. Ama her şeye rağmen ODTU'nün kolay kolay askere teslim olmayacağını düşüneceksin. Darbeden sonra dersler başlarken korsan gösteriler, mitingler bir süre daha devam edecek kampusta. Ancak asker bu kez kararlı, göz açtırmayacak.

Mitingler eskisi gibi kalabalık olmayacak artık. Darbenin korkusu iyice hissedilecek. Bir gün şehre inmek üzere servis otobüsüne bineceksin. Değişik semtlere ring servisi yapan okul otobüsleri nizamiye kapısında asker tarafından durdurulacak. Herkesi aşağı indirip tespih misali karşılarına dizecek askerler. Sonradan öğreneceksin ki yine bir korsan miting düzenlenmiş. Alınan istihbarata göre mitingde konuşan kişi yeşil parka giyiyormuş. Öğrencilerin yüzde doksanı yeşil parkalı. Tabii senin de üzerinden okula başlayalı beri çıkarmadığın yeşil renkli parkan var. Bir astsubay yanındaki askerlerle birlikte teker teker öğrencileri süzecek, mitingte yasa dışı konuşan kişiyi teşhis etmek maksadı. Yanına geldiklerinde askerlerden biri "Komutanım bu olamaz, yakasında siyah kürkü var bunun" deyince paçayı kurtaracaksın bir kez daha.

Bir müddet sonra mitingler kapalı alanlara kaydırılacak. Bölümde yapılan o mitinglerin birine şahit olacaksın. Yeşil parkalı kız öğrenci konuşmasına başlar başlamaz ortalık karışacak. Bölüme askerler ve sivil polisler doluşurken kız kirişi kıracak. Birinci sınıftan beri advisor'ın, yani danışmanlığını yapan hocan Tülây Hanım olaydan bir gün sonra odasına çağıracak seni. Tülay hanım, aynı zamanda akışkanlar mekaniği dersine girmiş, eskiden beri seni içinde eşya kalabalıklığından oturabilmek için zor yer bulduğun mavi vosvos arabasına alıp defalarca evine yemeğe götürecek kadar yakınlık göstermiş, hatta şeref listesine geçtiğin bir dönemin ertesi senden kendisine asistanlık yapmanı istemiş biri. Yanına gidince şevkatle koluna girip aynı bölümden başka bir hanım hocanın yanına götürecek seni. Odada sadece siz, üçünüz olacaksınız. Kocaman kara defterler olacak masanın üzerinde. Hocalar defteri açmadan önce sana güzel bir nutuk çekecek, solcuların ne kadar vatan haini olduklarını, seninse vatansever, çalışkan ve dürüst bir öğrenci olduğunu anlatacaklar. Şaşkın bir vaziyette neler olduğunu anlamaya çalışırken kara kaplı defterin kapağını açacak biri. "Hadi bunlara bir bak bakalım dün bölümde konuşan kız bu gördüklerinden hangisine benziyordu?" diye soracaklar sana. İçinde bulunduğun durum şok edecek seni. Neden ben? Niçin bana soruyorlar bunu? Ben solcuların düşmanı mıyım? soruları birbiri ardına geçecek aklından. Hayır, hayır yüzde yüz emin olsam da ele vermem o kızcağızı. Fakat nasıl sıvışırım bu durumdan diye için içini yiyecek. Göstermelik de olsa kalın, kara kaplı defterin bütün sayfalarını çevireceksin sözde dikkatli gözlerle bakacaksın. Yok, bunların hiçbirini hatırlamıyorum deyince ilkine benzer diğer bir defter koyacaklar önüne. Her bir sayfasında on kadar fotoğraf ile kimlik bilgilerinin yanı sıra kısa notlar bulunan defterlerin incelemesi bitince "Bir şeyler duyarsan bize haber vermekten çekinme, kapımız her zaman açık sana" diyecekler. İşte evlat, yaşadığın bu durumdan tiksinirken ilk kez ve alenen muhbirlik teklifi almış olacaksın. Vay be diyeceksin, iki gün öncesine kadar öğrencilerin korkusundan sesini çıkartamayan hocalar, nasıl da birden kahraman kesildiler.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1  ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 2  ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 3  ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 4  ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 5  ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 6  ***

18 Kasım 2019 Pazartesi

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 6


Çocukluğumdan alıp üniversiteye getirdim beni. Artık çocuk sayılmayacağı için aramızdaki yaş farkına binaen "evlat" diyorum ona. Bu hitap şekli sıcak geliyor bana. Tıpkı bir babanın oğluna seslenişi gibi. Bizim acemi çaylak iyice alıştı artık yeni yaşantısına. Fakat zor günler yolunu gözlüyor. Mektubumuzun yeni bölümüyle devam ederken yine çok sevdiğim bir parça eşlik etsin size. Amy Winehouse'dan Rehab. 

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 6 ***

Başka üniversiteleri kazanan arkadaşların üçüncü sınıfa başlarken senin bölümüne daha yeni kayıt yaptırman senin suçun değil evlat. Bir yılın öğrencilerin ders boykotları ile heba olurken ikinci yılını da hazırlık okuluna vereceksin. Her zaman olduğu gibi evden ayrılırken anneannen seni yaşlı gözlerle uğurlayacak, onun "belki bu seni son görüşüm olacak" demesi içine işleyecek fakat yüz yaşına kadar o bizleri bırakmayacak. Freshman dedikleri birinci sınıfa başladığında ülkenin durumu hayli karışık ama sen fazla umursamayacaksın bu durumları. Tek hedefin okulu bitirip ailene yük olmaktan kurtulman ve daha iyi bir hayat sürmen. Hazırlık okulunu bitirdikten sonra dersler ağırlaşacak. Gece gündüz demeden derslerini çalışacaksın bu yüzden. Senin onca çalışman karşılığında elde ettiğin başarılar bazıları için çocuk oyuncağı. Farklı sosyal statülerden gelen öğrenciler olacak etrafında. Robert Kolejliler, Ankara Fen Liseliler, TED Kolejlilerin yanı sıra memleketin en ücra köşelerinden aranıza katılan arkadaşların var. Sen Thomas'ın Calculus'u üzerinde kafa patlatırken Robert'liler onu lisedeyken çoktan yutmuş olacaklar. 

Yurdunu değiştireceksin, her odada dört kişinin kaldığı üçüncü yurda geçeceksin. Yeni oda arkadaşların olacak. Yine bir Antepli çıkacak karşına, kocaman teybiyle. Gece gündüz dinlerken Ercan Turgut'un, Ferdi Tayfur'un şarkılarını, her nasılsa rahatsız etmeyecek seni. Başka bir müzik kültürün olmayacak o zamanlar. Devletin radyo ve tv kanalında dinleyip izleyebileceğin yurttan sesler korosu dışında değişik gelecek bu Arap ezgileri. Düzinelerce kaseti birbiri ardına yerleştirecek teybe Antep'li. Bu ortamda ders çalışmak mümkün olamayacağı için inekhane dedikleri çalışma salonlarından çıkmayacaksın. Günler böyle geçerken bir muziplik gelecek aklınıza. Oda arkadaşlarından fizik bölümünde master'a başlayan Bursalı Orhan'ı işleterek biraz eğlenmek isteyecek canınız. Onun hakkında yeterince bilgi sahibisin. Ailesini, kardeşlerini, nerede oturduklarını hangi siyasi görüşe sahip olduklarını sadece sana anlatmış daha önce. Hemen iş bölümü yapacaksınız Orhan'ın olmadığı bir zaman. Sen bir metni hazırlayacaksın, Polatlılı Mustafa değme spikerlere taş çıkaran sesiyle haberi okuyacak, Antepli de onu kasede kaydedip gerekli düzenlemeleri yapacak. Orhan akşama doğru odanıza geldiğinde hemen masanın başına geçip çalışmaya başlarken Antepli teybin düğmesine basacak.

Hain planınız kusursuz işleyecek. Beş dakika kadar hafif müzik çaldıktan sonra Mustafa haberleri okumaya başlayacak. "Sayın dinleyiciler, şimdi haberleri veriyoruz. "Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan, kadayıfın üstü kızardı, artık kadayıfın altının kızarmasını bekliyoruz" dedi. Kadayıfın altı kızarmadan hükümetten desteğimizi çekersek ülkeye en büyük fenalığı yapmış oluruz diyen Erbakan, beklemekte yarar bulunduğunu sözlerine ekledi. Bursa'nın Çınar mahallesinde sağ görüşlü vatandaşların bulunduğu bir kahvehaneye silahlı saldırı düzenlendi. Olayda Mehmet Gürtaş hayatını kaybederken, üç kişi yaralandı. Yaralılardan Mustafa Paker'in durumunun ağır olduğu bildirildi. Polisin sıkı takibi sonucunda olaya karışan Selçuk Nalbant, Selami Uğur ve Naci Selen yakalanarak göz altına alındı. Seka Kağıt Fabrikasında işçiler greve başladı. Sendika sözcüsü, ücretler makul düzeye getirilinceye değin işçilerin işbaşı yapmayacağını ifade etti. Sayın dinleyiciler, yayınımız türküler ve oyun havalarıyla devam edecek."

Orhan başını kitabına gömmüş, ilgisiz görünürken, elindeki kitabı fırlatıp ayaklanacak birden. "Kardeşim, kardeşimin adını söyledi, duymadınız mı Selçuk Nalbant dedi" diyerek panikleyecek. O panikleye dursun Antepli teybi kapatacak. "Aç, açsana oğlum şu radyoyu, kardeşimi göz altına almış polis diyor." Merak etme bir yanlışlık olmuştur, ya da isim benzerliği falan deyip sakinleştirmeye çalışacaksınız arkadaşınızı. O arada saate bakacak. Saat başı olmaması dikkatini çekecek ama sizin ne iler çevirdiğinize dair en ufak bir kuşku duymayacak. "Benim hemen Bursa'ya gitmem lazım" derken bir yandan valizini toplamaya başlayacak. Onun işi bu kadar ciddiye alması korkutmaya başlayacak hepinizi. Ama kimse bunun bir şaka olduğunu söyleyebilecek cesareti bulamayacak kendinde. İş sana düşecek. "Dur, sakin ol bi, önce telefon edip durumu öğren, gerekirse gidersin sonra" diyeceksin. Her geçen dakikanın durumu içinden çıkılmaz hale getirdiğini görecek, arkadaşınızın tepkisinden korkmaya başlayacaksınız. Jet hızıyla zemin katına inip danışmadaki görevliye telefon yazdıracak. Sen de peşinden koşturacaksın. "Dur dur, diyeceksin ve hepsi bir şakadan ibaret." Bir yumruk yiyeceksin göğsüne okkalı, yaptığınız bu eşek şakasının karşılığı olarak. Sarılacaksın ağlayan koca adama, "Kusura bakma, bu kadar tepki vereceğini düşünemedik." Böylelikle bir daha eşek şakası yapmamayı öğreneceksin evlat, bir daha seninle konuşmayacak olan Orhan'ı, iyi bir arkadaşını, kaybedeceksin.

Yıllar çabuk geçecek. Ekonomik kriz ülkeyi yaşanılmaz kılacak. Her şey karaborsaya düşecek, margarin, şeker, hatta ampul bile. Suikastler, grevler, bombalar, silahlı baskınlar birbirini kovalayacak. O günlerde Hacettepe Üniversitesinde okuyan Hikmet ile ara sıra buluşup efkar dağıtacaksın. İlk rakını içecek, çiğ köftenin tadına ilk kez o zaman bakacaksın. İlk kez sarhoş olacaksın, Ankara sokaklarında şarkılar söylerken sallana sallana son servis otobüsüne yetişmeye çalışacaksın. Hikmet, bir hafta sonu yeni açılan Beytepe yurtlarına davet edecek seni. Yurdun girişinde onun bir arkadaşının kimliğini göstererek odalarına çıkacaksın. Niyetiniz, kuracağınız çilingir sofrasından sonra geceyi orada geçirmek. Arkadaşlarla eğlencenin dibini vurmuşken radyoda dinlediğiniz bir haber neşenizi kaçıracak. Kahraman Maraş'ta yüzden fazla insanın öldürülmesi, yüzlerce ev ve iş yerinin yakılması ile sonuçlanan olayların başladığını öğreneceksiniz. Kulaklarınızı transistörlü radyolardan ayırmayacak, Maraş'tan gelecek son haberlere odaklanacaksınız. Diğer taraftan böyle büyük olaylarda yurtlarda kesin arama yapılır diyecek arkadaşların. Gecenin bir yarısında yurttan ayrılsan da şehre gitmen mümkün değil. Beytepe dediğin henüz ağacın bile olmadığı dağ başı. Korku içinde sabahı sabah edeceksin. Gece jandarma bassa yurdu ne diyeceksin? Arkadaşlara iki tek atmak için ziyarete geldim mi diyeceksin. Neyse ki şansın yine seninle beraber, baskın falan olmadan sabahın ilk ışıklarını karşılayacaksın. İlk servis ile terk edeceksin Beytepe'yi.

Bir üst sınıfa geçeceksin zayiat vermeden. İlk meslek derslerini almaya başlayacaksın. Sınıfında kimler var böylelikle çıkacak ortaya. Çünkü o ana kadar ortak mühendislik derslerini almışsın. Bölümünde gördüğün on kadar kız öğrenci kafanı karştıracak, şaşıracaksın. Kızların da inşaat mühendisi olabileceğine ilk kez şahit olacaksın. Sadece kızlar değil bölümünde ve yurtlarda bir sürü milletten öğrenci göreceksin. Pakistanlı, Ürdünlü, İranlı, Filistinli arkadaşların olacak. Nijeryalıları komik bulacaksın. Anlamakta zorlandığın şiveleri bir tarafa özel günlerinde giydikleri rengarenk milli kıyafetleri ilgini çekecek. Bir de kendine has ağır kokularını ve diş fırçalama tarzlarını unutamayacaksın. Siyahi arkadaşların dişlerini fırçalamaya başladığında elindeki fırçayı sabit tutarken kafalarını sağa sola sallamalarına çok güleceksin.

Sınıfta yarıdan fazla öğrencinin döküldüğü statik dersinden sen de çakacaksın ve bu okulunu bir dönem uzatmana sebep olacak. Üzüleceksin, hem de çok, ama elden ne gelir. Öğrencilik hayatında ilk kez yaşadığın bir kayıp bu. İlk kez sınıf farkını idrak edeceksin, hem de buna karşı mücadele veren bir okulda. Kolej bebeleri seni almayacaklar aralarına. Uzaydan gelmiş gibi, bulaşıcı hastalık mikrobu taşıyorcasına uzak duracaklar senden ve senin gibi olanlardan. Belki de sana öyle gelecek, bu yüzden yaklaşmayacaksın yanlarına. Ama içlerinden birisi var ki o başka. Sadece o sana diğerlerinden farklı davranmıyor.

Hatırlayacak olursan evlat, bir de lise arkadaşın Ayfer vardı aynı bölümü kazanan. Çok sık olmasa da onunla birlikte bir kaç yere gideceksin, bazen yalnız, bazen diğer arkadaşlarınla birlikte. Bir gün hadi gidelim diyecek, kafaları çekmeye. Nereye gideceğine dair hiçbir fikrin yok. Kızılay'da bir yer biliyorum diyecek, Şeytanın Mağarası. Kararlaştırdığınız gibi buluşup mağaraya gidecek, sayısız bira içeceksiniz birbiri ardına. Onca saat neler konuşacaksınız tam hatırlayamadım ama oradan çıktıktan sonraki halinize hala gülerim. İki kafadar birbirinize dayana dayana düşerken yola, Ayfer ağzı yamulmuş diyecek ki sana "Bak, sakın bana aşık falan olayım deme." Sen de aynı vaziyette dönüp ona "Yok başka işim sana aşık olayım." Kahkahalar atarak onu evine yolcu ederken sen yurduna döneceksin.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 2 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 3 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 4 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 5 ***

16 Kasım 2019 Cumartesi

TATLI ACI

Yabancı bir dilden çeviri yaparken bazı sözcük ya da sözcük gruplarının Türkçe karşılıklarını bulmakta zorlanırım. Geçenlerde yaptığım "Notalarla Yolculuk" miminde bu konuya biraz değinmiştim. Daha sonra sevgili Deep yorumunda "Douce Souffrance" nin karşılığı olarak daha önce aklımdan geçirdiğim ama garipsediğimden dolayı tercih etmediğim "tatlı acı" sözcüklerini kullanmış. Bu birbirinin zıddı iki sözcükle anlatılmak istenen aşkın ta kendisi. Fakat "tatlı acı" denilince ilk anda algılanan onun yenilecek bir şey olduğu. Dolayısıyla gerçek karşılığını bulmuyor. Diğer taraftan yine Deep tarafından şirinlik olsun diye kullanılan "tatliş acı" TDK'da karşılığı bulunmasa da yiyecekten ziyade insanın hoşuna giden acıları hatırlattığı için hedefe daha yakın duruyor.

Tehlikeli sulara girmek istemiyorum ama okuduklarım beni destekler mahiyette aşk konusunda. Aşık, kendisini her şeyden yoksun, tamamen bir hiç olarak kabul ederken, kendisinde olmayanları yani her şeyi sevdiğinde görüyor.

Örneğin yazılarını zevkle takip ettiğim Sevdiğim Günlük 'ün sayfasındaki Ümit Yaşar Oğuzcan'ın Ayten'e olan aşkını anlattığı ünlü şiirinde, bu patolojik duygu muhteşem bir dille mısralara dökülmüş.

Konumuza dönecek olursak, acısını çekerken aşkın, tadından büyük mutluluk duyacak, onu hakkını vererek anlatabilecek uygun bir tabir arıyorum. Acı yemekten hoşlananlar bilir. Zehir gibi acı biberleri kütür kütür yer bazıları, ağızları, boğazları yanar, dilleri şişer de ondan vazgeçemezler yine. Fiziksel bir acıdır o duyulan. Ne var ki, acı çekmek acı yemekten çok daha zordur.

Sonuç olarak en çok sevdiğim şarkının adı olan "Oh ma douce souffrance"ın içime sinecek, bende aynı duyguları uyandıracak bir karşılığı hâlâ yok ne yazık ki...

15 Kasım 2019 Cuma

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 12


Ağaç Ev Sohbetleri başlayalı beri her toplantıya katıldım. Bazı konular işte tam bana göre dediğim cinsten olurken bazı konularda ise tek cümle yazamayacakmışım gibi geldi bana. Ama  her seferinde yazmaya başladığımda, takıldım sözcüklerimin peşine, onlar alıp beni bir yerlere götürdü. Özellikle konu sıkıntısı çektiğim dönemlerde epey işe yaradı bu sohbetler. Hatta konulara ev sahipliği yapan bazı arkadaşlar konukseverlik gösterip pasta bile ikram ettiler. Taha Akkurt ve Edischar tarafından başlatılan ve onların mazereti dolayısıyla Deeptone ile İrem Can tarafından yürütülen Ağaç Ev Sohbetleri 12. haftaya girerken bu kez Sessiz Gemi'nin misafiriyiz. Arkadaşımızın seçtiği konu itiraf etmeliyim ki benim için en zorlarından biri olacak. Konumuz şöyle; 

"İnsanların ruhlarının rengi ve bir formu olduğunu düşünüyor musunuz? Örneğin, gün ışığı gibi veya pembe kiraz çiçeği gibi. Öyleyse sizin ruhunuz nasıl forma, renge sahip olurdu?"

Önce ruhun ne ve nasıl bir şey olduğunda anlaşalım belki daha sonra rengine karar verebiliriz. Ruhun bedene can veren bir şey olduğu kabul edilir. Ama o şeyin nasıl bir şey olduğunu ne gören var, ne de tanıyan. Var olduğunu da herkes bilir üstelik. Hani yok desen, ruhsuz diye yapıştırırlar cevabı, altında kalırsın. Sadece insanda mı olur ruh? Hayvanlar, bitkiler ruhsuz mudur? Madem bedene can veriyor, canlıların hepsinde olmalı.

İnanç açısından bakılırsa ruh Cebrail'in ta kendisi. Cebrail'i gören var mı? İnsan tanımak istiyor, erkek mi, dişi mi, sarışın mı esmer mi? Tanrı'ya göre ruh, insan aklının yetmeyeceği bir şey. Boşuna karıştırmayın o konuları, ruh, sizin bilinmeziniz olarak kalacak diyor kutsal kitap. Hepsi bu. Daha sonra insanlar bir sürü görev ve sorumluluk yüklemişler ruhlara. Ruhum daraldı demişiz içimize ufunet basınca. İçimizde bir şey olmalı ama neremizde? Eğer ruhuma bedenimde yer seçme imkânım olsaydı onu beynimin en ücra bir köşesine oturturdum. Madem o çıkartıyor böyle tuhaf şeyleri, bakmasını da bilmeli.

İyi beslemeli meselâ, bol oksijenli bir ormana, ya da yosun kokulu bir deniz kenarına götürmeli. Ruh deyip geçmeyin, onun da ihtiyacı var gezip tozmaya, ruhdaşlarıyla bir masada kadeh tokuşturmaya.

Bazen, kafanıza bir şey takıldığında dinlendirmeniz lâzım ruhunuzu, sevdiğinizin kucağında. Hep dünya işleri ile uğraşıp bunalıma sokmamalısınız onu. En çok hoşlandığı şeylerle beslemelisiniz. Müzik meselâ. Sakin bir deniz kenarında, ay ışığı altında, sevdiğiniz yanında, parmaklarınız dolaşırken gitarın tellerinde, hafiften esen bir meltem eşliğinde, okşamalısınız onu.

Suyuna gitmez, ihmal ederseniz ruhunuzu, ne çoraplar örer başınıza bilseniz. Hatta çıkar beyninizden, çeker gider, terk eder sizi. Değme doktorlar çare bulamaz derdinize, aklınızı yitirirsiniz. Böyle bir şeydir işte benim de ruhum. İyi kötü geçiniriz, bazen neşeli, bazen melankolik bazen de hüzün verir bana. Vefalıdır da aynı zamanda. Onu aç bıraktığım, ilgisiz kaldığım, dünya işlerine dalıp umursamadığım günlerde sabırla beklemesini bilmiş, terk etmemiştir beynimi.

Benim ruhum ebruli. Bazen kararır katran rengine, dünyaya geldiğime pişman eder, bazen süt gibi beyazlaşır güzellikler limanında. Bazen mavileşir uçar gökyüzüne, ayaklarım yerden kesilir, bazen sararır, karışır hazan yapraklarına. Gün gelir kızarır utancından göstermez yüzünü, ama her zaman yeşillenir bahar gelişlerinde. Evet, evet tam da böyle. Benim ruh rengim ebruli.

Hiçbir şekle sokamam ki ben ruhumu. Sanırım gaz halinde. Yoksa sıvı mı desem, bulunduğu kabın şeklini alan. Yok, yok her kaba giremez ruhum benim. Benim ruhum  bir su buharı gibi gökleri deler, gök gürültüleri, şimşeklere aldırmadan yere süzülüp, besler ırmakları, denizleri...

14 Kasım 2019 Perşembe

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 5


Yeni Bir Hayat serisi devam ederken okurlardan aldığım yorumlarda özellikle sağ sol çatışmalarıyla ülkenin sürüklendiği kaos ortamının fazla bilinmediği, bu dönem hakkında yeterince kitap yazılmadığını fark ettim. ABD'nin ülkemizin geleceği olacak bir nesli birbirine düşürmek suretiyle tezgâhladığı 1980 darbesinden bu yana yaklaşık 40 yıldır gençlik cebren siyasetin dışında bırakıldı. Aklımda yer eden ve bizzat yaşadığım olaylar dışında yurdun değişik yerlerinden kahvelerin kaleşnikof tüfeklerle taranması, bombalı saldırılar, gazetecilere, yazarlara, siyasetçilere ve öğretim üyelerine düzenlenen suikast haberlerine alışmıştık. Evet, şanslıydım. Onca hengâmenin içinde bulunmama rağmen sağ duyu ile hareket etmek suretiyle ve elbette şansım sayesinde emniyet müdürlüklerinde işkence görmedim, göz altına alınmadım, neredeyse bütün öğrencilerin en az bir kez ifade vermek üzere götürüldüğü kampus içinde, bir tepenin üzerinde yer alan jandarma karakoluna dahi ziyaretim olmadı. Şimdi mektubuma dönelim, genç delikanlıya bakalım daha ne hiķâyeler anlatacağım.

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 5 ***

Ya evlât işte böyle. Biliyorum, zor günler yaşıyorsun ama evden ayrıldığına hiç pişman değilsin. Bahara doğru, yurdunuzun zemin kattaki odasında arkadaşlarınla beraber ders çalışırken pencerenizin önünde bir takım sesler gelecek kulağınıza. Afyon'lu arkadaşınla pencerenin dibinde, otlar arasında bir şeylerin kıpraştığını göreceksiniz. Hava karardığı için zorlukla seçeceksiniz aşk yapan bir çift kirpiyi. Afyon'lu tecrübeli bu konuda. Koş, leğeni getir derken anlamayacaksın ne yapmak istediğini. Diğer oda arkadaşlarınla hep birlikte pencereye üşüşeceksiniz. Birden pencereden atladığı gibi yakalayıp leğene koyduğu her biri birer kedi büyüklüğünde olan bir çift kirpiyi size uzatacak Afyon'lu. Ne olacak bunlar demeye kalmadan, "Yarına ziyafet var" diyecekler. Ya bu kirpiyi, nasıl kesecek, neresini yiyeceksin? diye soracaksın. "Göreceksin bak, kirpi çok lezzetli bir hayvandır" diyecekler. Her şeyin bir usulü varmış. Kirpinin kesilmesinin de. Kafasının kesileceğini anladığında başını içine çekip dikenli bir toptan farksız olacak hayvan. Afyonlu önce birini, sonra diğerini su dolu leğenin içine daldırınca zavallı hayvanlar nefes almak için can havliyle başlarını çıkaracaklar ve o anda canice kesecek kafalarını. Kanını akıttıktan sonra bir güzel yüzecek onları. Artık birer piliç büyüklüğündeler. Kocaman bir naylon torbaya koyup yurt kantinin soğutucu dolabına koyacaksınız. 

Ertesi gün güneşli bir gökyüzü karşılayacak sizi. Tam bir piknik havası yani. Hafif serinden bir hava. Bana kimse kirpi yediremez diye inatlaşacaksın İstanbullu arkadaşınla. O diyecek yediririm, sen diyeceksin yediremezsin. Uzunca bir çubuğa geçirdikleri kirpileri yaktıkları ateş üzerinde çevirmeye başlayacaklar, İş Bankasının yanındaki ağaçlıklı yeşil alanda. Bir duman tütecek ateşin üzerinden, neredeyse itfaiye gelecek yangın var diye. Ne yağlı hayvanlarmış mübarek. İstanbullu bir parça koparıp gelecek üzerine. Sen kaçacaksın, o kovalayacak. Sonunda yere yatırıp sokacak boğazına. Yer misin, yemez misin? İşte böyle matrak anlarınız da olacak evlat. Ama sakın ola ağzından kaçırıp ben kirpi nasıl kesilir, nasıl yüzülür biliyorum diye boş boğazlık etme. Hani nereden biliyorsun derler de sen de elindeki mektuptan öğrendim der, ağzından kaçırırsın. Bak yine hatırlatayım sana. Eğer bu mektubumu ifşa eder başka birine söylersen, sihir kaybolacak ve sen burada okuduklarını asla yaşamayacaksın. Mektubumu senin dışında okuyanlar inanmayacaklar sana, Ne de güzel masal anlatıyorsun bize diyecekler.

Yine günlerden bir gün okuldan çıkıp kafeteryaya doğru giderken üçlü anfinin önünün kalabalıklaştığını göreceksin. ÖTK temsilcileri önünü kesecek. "Nereye gidiyorsun hocam, miting var." diyecekler. Böylelikle öğreneceksin mitingin Tariş olaylarını protesto etmek amacıyla yapıldığını. Baban ve erkek kardeşinin çalıştığı fabrikada olaylar olmuş, bir sürü insanın işine son verilmiş. Onlardan biri de kardeşin. Kalabalık büyüyünce jandarma da gelmiş sinsi sinsi yaklaşıyor olacak. Bir öğrenci lideri heyecanla konuşmaya, Tariş'te yapılan kıyımı anlatmaya başlayacak. Konuşması bitmeden jandarmanın bir hilâl şeklinde bütün kalabalığı kuşattığını fark edeceksin. Konuşmacının yanında bir genç belinden silahını çıkarıp ardı arkasına havaya ateş etmeye başlayacak. Beş altı kez silah sesinden sonra kalabalık panik halinde alttaki çevre yoluna, oradan bayır aşağı ormanlık bölgeye kaçışırken jandarma peşlerinden kovalayacak. Yakaladıklarını karakola götürmek üzere cemse dedikleri askeri taşıma araçlarına bindirecekler. Bu arada sen ne mi yapacaksın evlat? Şanslısın dedim ya. Üçlü anfinin önünde kızlarla muhabbet eden iki askeri öğrencinin yanına yamanacaksın. Onları tanımadığın halde bozuntuya vermeyecekler. Jandarma da seni onların arkadaşı sanıp önünden geçecek, askerlerden bir kısmı kaçanları yakalamaya çalışırken, diğer bir kısmı üçlü anfide kapana giren diğer öğrencileri toplayacaklar.

Evlât, biliyorum kafanı meşgul eden bir şeyler var senin. Dedeni düşünüyorsun. Seni iyi bir müslüman olarak yetiştirmişti. Kuran'ı okumayı teşvik etmiş, hatimler indirmiştin ona sevgini göstermek için. Henüz on yaşında camilerde müezzinlik yaparken ne de çok gururlanmıştı hatırlarsın. Ta yukarılardan onun hâlâ seni izlediğini sanıyorsun değil mi? Ama burada sana anlatılan başka başka şeyler. Üstelik söylenenler boş da değil. Kafandaki bu karışıklığı çözmen için bir şeyler yapman lâzım. Her fırsatını bulduğunda koşacaksın. Spor yapmak değil amacın. Koşarken düşünecek, düşüncelere kapılınca koşacaksın ayakların seni taşımaz hale gelinceye dek. Önce hâlâ silemedikleri, basamaklarında  "Devrim" yazan stadyumun çevresini turlayacaksın. Bir, beş, on kez değil sütçü beygiri gibi en az elli kez tur atacaksın. "Allahım bana doğru yolu göster diye"

Daha sonra başka bir güzergâh keşfedeceksin. "Hayat Yolu Parkuru"  denilen, yurtların üzerinden başlayıp vişne bahçelerinin içinden terk edilmiş bir köye ulaşan toprak bir koşu yolu bu. Ramazan ayına girmiş olacaksınız yaza doğru. Üç ayrı gazetenin ekinde verilen Kuran'ın Türkçe meallerini büyük bir dikkatle okuyup notlar alacaksın. Bu senin ders kitapları ve Kuran'ın arapçası dışında okuyacağın ilk uzun metin olacak. Okudukça kafan daha çok karışacak. Delirmek üzere olduğun anlar yaşayacaksın. Hayat yolu parkuru seni biraz olsun rahatlatacak. Koşacaksın, düşünürken. Ne olduğunu, kim olduğunu, tanrının ağzından çıkmaması gereken sözlerin kutsal kitabımıza nasıl girdiğini düşüneceksin uzun uzun. En az yarım saat koştuktan sonra, terk edilmiş köye varacaksın. Hüngür hüngür ağlayacak, tanrıya yakaracaksın, bir yol göstermesi için. Ondan cevap alamayınca, biraz kırgın, biraz küskün döneceksin yurduna. Günlerce bu devam edecek böyle evlât, günlerce. Ve sonunda rahatlayacaksın. Bu kitap tanrının kitabı olamaz, mutlaka birileri olmaması gereken şeyleri koymuş içine...

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 4

10 yaşındaki Ben, sekiz yıl sonra, ülkedeki siyasi durumun en karanlık döneminde üniversiteye başlamış ve hayalini dahi kuramayacağı, önceki yaşantısından tamamen farklı bir ortamın içinde bulmuştu kendini. Önce altı sonra dokuz ay süren öğrenci boykotları nedeniyle bir yıldan fazla bir süre gecikmeli başlayan eğitim süreci, şükürler olsun ki bir daha büyük bir kesintiye uğramadı. Ne var ki, kaybolan yılı telafi edebilmek için yazları bile eğitime ara verilmezken en baba tatil süresi on beş günden fazla değildi.  İkinci bölümde küçük Ben'e üniversite sınavında yapacağı tercih sıralamasında bir değişiklik yapmasını önermiştim. Onun hayatını değiştirecek bu önerimi kabul etmedi. Bu bölümde benim yıllar önce yaşadığım, onun da sırası geldiğinde yüzleşeceği maceralarımızdan bahsetmeye devam edeceğim.

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 4 ***

Neyi merak ediyorum biliyor musun evlat? Sana bu imkan sunulmuşken tercihlerini değiştirmeyip benimle birlikte aynı yolu sürdürmekle iyi mi ettin? Yoksa daha mı iyi olurdu hayatın, önerimi kabul etseydin? Mektubum eline geçtiğinden bu yana geçen zaman içinde yazdığım her şeyin doğru çıktığını görmüş olmalısın, bundan sonra da şüphesiz birebir yaşayacaksın bütün anlattıklarımı. Neler yaşayacaksın biliyorum, çünkü aynılarını yaşadım ben yıllar önce. Eğer doktorluktan yana olsaydı tercihin, Hangi şartlarda yaşardın hayatı, nerede olurdun, kimlerle karşılaşırdın, işte bunları bilmem mümkün değil. 

Bizim hazırlık sınıfına üniversitenin balayı derler. Bunun ne kadar doğru olduğunu göreceksin. Dersler ağır değil, hatta "Keşke sınava girip atlasaydım da, doğrudan birinci sınıfa başlasaydım" dediğin günler olacak, bunun için hiç zorlanmayacaksın hazırlıkta. Bolca vaktin olacak. Ah bir de okumaya merakın olsa. Artık yavaş yavaş alışmaya başlayacaksın Ankara'ya. Hafta sonları, Akün ya da Batı sinemalarından birine gidecek, vizyondaki filmlerden birini izledikten sonra Batı pasajında ya da Tunalı Hilmi caddesindeki birahanelerden birinde oturup patates kızartması eşliğinde bir ya da iki bira içecek biraz olsun kafanı ve yalnızlığını dağıtacaksın. 

Yurtta aynı odada kaldığın arkadaşlarınla yakınlaşacaksın zamanla. Öğrenci abilerinin cuma akşamları eğitim seminerleri devam edecek. Bir gün yurtta yine öyle bir eğitim semineri sonrasında ÖTK'nın kat sorumlusu sana ve diğer bütün oda arkadaşlarınıza görev verecek. Bunu sakın çömezlikten kurtuluş olarak algılama. Bazılarınıza kuş denilen, üzerinde slogan yazılı şerit şeklinde deste deste kağıtlar, bazılarınıza bina cephelerine slogan yazmak için kırmızı boya ve fırça takımları falan teslim edilecek, ertesi gün sabah Kızılay meydanında diğer gruplarla buluşacağınız söylenecek.

Odanıza döndüğünüzde hepiniz ne yapacağız şimdi diye birbirinizin yüzüne bakacaksınız, anlamsız ifadelerle. Hiç beklemediğiniz bir iş bu. Şimdi biz anarşist mi olacağız? diye kalbiniz güm güm vuracak. "ÖTK kat sorumlusu arkadaş ne dedi bize, ne olmuşuz, ne olmuşuz?" diye soracak arkadaşlarından biri, gırgırına, alaycı bir gülümsemeyle. Diğer bir tanesi cevap verecek ona, "Artık olgunlaşmışız, hee" bir kaç saniye sonra sesini yükselterek, "La oğlum, armut muyuz biz, olgunlaşalım, gitmiyoruz bir yere" diyecek.

Bütün odadakiler, hep birlikte katıla katıla gülmeye başlayacaksınız. Biraz zaman geçtikten sonra sakinleşecek, gitmemenin daha tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini düşünecek, ertesi sabah erkenden ineceksiniz Kızılay Meydanına. Meydan kalabalık, çevrenizde tanımadığınız bir sürü insan olacak. Sen farkında olmayacaksın ama senin en yakınındaki yeşil parkalı, kirli sakallı tip polis. Onun gibi onlarcası aranıza karışmış, hiçbirinden haberin olmayacak. Miting başlar başlamaz polis toplananları dağıtmak için üzerinize doğru gelmeye başlayınca büyük bir panik dalgası kalabalığı hareketlendirecek. Elindeki kağıtları kimseye çaktırmadan bir köşeye bırakacaksın. Emniyet güçleri etrafınızı çevirmeye başlarken kontrolünün dışında hiç tanımadığın bir gruba karışacak, sokak aralarına dağılacaksın.

Grupta yer alan kişi sayısı gittikçe azalırken iyice korkmaya başlayacaksın. "Ne işim var benim burada, yanımdakilerin hepsi yabancı, tanıdığım bütün arkadaşlarım kim bilir nereye dağılmışlar?" diyeceksin düşüncelerinde. İçinde bulunduğun grup çöp konteynırlarını sürükleyerek polise barikat oluşturacak. Daha sonra gözlerini kestirdikleri bir otomobili sürükleyip yolu kapatmaya çalışacaklar ama başaramayacaklar. Sen bütün bunları uzaktan seyretmeye çalışırken bir pundunu bulup gruptan ayrılacaksın. Ortalık iyice karışık, bir tarafta sloganlar atılıyor, diğer tarafta polis kalabalığa gaz sıkıyor. Bu sefer Kızılay Meydanı yakınlarında daha kalabalık bir grubun içinde bulacaksın kendini. Onlarla aynı okuldan olman biraz olsun içini ferahlatacak. Maltepe yönüne doğru yürümeye başlayacaksınız. Tanımadığın biri yanına gelip üç direkli pankart taşıyan birinden nöbeti devralmanı isteyecek. Taşıdığın devasa pankartın üzerinde ne yazdığını dahi bilmeyeceksin. Canın çıkacak o ağırlığı taşımaktan ama sesin çıkamayacak. Korkacaksın. Çünkü köprünün üzerindeki polislerden birinin elindeki kamerayı görüp bütün korteji filme çektiklerini anlayacaksın. Yürüyüş kolunun en başında olan da sensin. "Belki de akşam televizyonda gösterecekler, o zaman anneme, babama ne diyeceğim?" diye aklından geçirirken huzursuzluğunu artıracak bu düşünceler. Mecalin kalmadığı bir anda yanına gelen biri "Ver bana yoldaş, sen dinlen biraz" deyince sevinçten havalara uçacaksın. Tam bir yol ağzına geldiğinizde grup geniş bir alana yayılacak. Nereden geldiği belli olmayan lastikler yolun ortasına çekildiktem sonra üzerine benzin dökülüp ateşe verilecek.

Yaklaşık elli metre önündeki durakta sessiz, sakin bekleyen belediye otobüslerinin kapıları bir anda açılır açılmaz bir sürü polis ellerine aldıkları beyaz kasklarını başlarına geçirip göstericilerin üzerine saldıracaklar. Sen onlardan kaçmak yerine sakin bir şekilde biraz ötede yolun kenarındaki bakkal dükkanına yürüyüp bir meşrubat söyleyeceksin. Mucizevi bir şekilde bütün polisler senin önünden geçip kaçanları kovalayacak, sen ise sakinliğini bozmadan polislerce yakalananların otobüslere doldurulup götürülmesini locadan seyredeceksin.

Olayların ardı arkası kesilmeyecek. Kampustan dışarı çıkmadıktan sonra emniyettesin gibi bir hisse kapıldığın sırada yanıldığını anlayacaksın. Anneannenin dul maaşının üzerine bir de kredi ve yurtlar kurumundan (mezun olduktan sonra geri ödemek üzere) kredi almaya başlayacaksın. İşte bu, önemli bir olayın öznesi olmaktan korumuş olacak seni belki de. Bir cuma sabahı yurttan çıkıp Tunus Ziraat Bankası şubesine gideceksin. Bankadan parayı çektikten sonra kampusa dönmek üzere servis otobüsüne binip okulun yolunu tutacaksın. Nizamiyeye geldiğinde büyük bir kalabalık, gelişi güzel park edilmiş araçlar, sıraya dizilmiş onlarca mavi servis otobüslerini görünce bir şeyler olduğunu anlayacaksın. Otobüsten iner inmez kapıdan geçip içeri girmek isteyince görevliler müsaade etmeyecek. Rektörlüğün önüne bomba atıldığını, çok sayıda ölü ve yaralı olduğunu öğreneceksin. Yüzlerce öğrenci ailesi kapıda endişeyle içeriden gelecek haberleri bekliyor olacak. Dört beş saat sonra yurtta kalanlar için izin çıkacak. Otobüslerle yurda gidilecek. Yurtlar tıklım tıklım. Sadece yurt sakinleri değil, kampus içinde kim varsa yurtlara sığınmış. Öğrenciler, onların yakınları, öğretim üyeleri, herkes orada, kulaklar transistörlü radyolarda olacak. Radyo ve tv lerin ilk haberi olacak ODTÜ'de öğrencilerin üzerine atılan bomba, bir öğrenci öldü, tam otuz sekiz öğrenci yaralı. Yaralılar arasında durumu ciddi olanlar var. Evlat, öğlen yemeklerinden sonra, her kafeterya çıkışında hazırlık okuluna giderken sen, rektörlüğün önündeki mitinge katılıp, o öğrenci kalabalığının arasına karışırken, senin tam da o gün bankadan para çekmeye gidecek olman büyük şans. Rektörlüğe sağ görüşlü Hasan Tan atandıktan sonra iki yüz kadar sağcı (size göre onlar faşist olacak) işçi alacak. Devrimciler kaleyi kolay teslim eder mi? Farklı bölümlere dağılmış, gelişlerindeki misyonu belli olan sağcı işçileri teker teker temizleyip kurtaracaksınız, sonunda rektörlüğe sıkışacaklar. Artık orada da barındırılmayacaklarını anlayınca, size veda seremonisi düzenleyip üzerinize parça tesirli tahrip gücü yüksek bir bomba atacaklar. İbrahim Baloğlu adındaki bir öğrenci arkadaşınız can verecek, onlarca yaralı hastanelere taşınacak. Elbette ailene haber verebilmek, onları merak ve endişeden kurtarabilmek için çırpınacaksın. Yurdun telefonuna yazılacaksın, ya sıra gelmeyecek, ya hatlar düşmeyecek. Baban güç bela yurdun telefon numarasını bilmem kaç kez denedikten sonra düşürecek, bir haber alırım umuduyla. Yurt görevlisi başından savmak için "O isimde biri kalmıyor yurtta" diyecek. Ertesi sabah cumartesi günü ilk otobüsle Kızılay'daki PTT ofisine koşacaksın. Hemen bir telgraf çekip ailene durumu bildireceksin birkaç sözcükle, "Ben iyiyim, merak etmeyin. Stop."

(Devam edecek)
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 2 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 3 ***

12 Kasım 2019 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 11

Taha ve Edischar tarafından başlatılan Ağaç Ev Sohbetlerinin on birinci haftasında ev sahipliğini sevgili Momentos yapıyor. Arkadaşımızın hazırladığı bu haftanın sohbet konusu şöyle:

Ergenlik döneminizde rol model aldığınız biri var mıydı, kimdi? Yetişkin biri olduğunuzda bu rol model hakkındaki fikriniz aynı mıydı?

Önce bu sorulara cevabımın olmadığını düşündüm. Çünkü kişi olarak değil fakat genel anlamda mesleğinde başarılı olmuş herkes benim rol modelim. Ancak daha önceki mimlerden birini cevaplarken meslek seçimiyle ilgili bir soruya verdiğim cevap geldi aklıma. Belki aynı cevap bu soruya da karşılık gelebilirdi. Henüz ergenlik dönemine bile girmeden, çocukken gördüğüm beyaz takım elbiseli, beyaz peugeot marka arabası olan otuz beş, kırk yaşlarındaki mühendis benim rol modelim oldu diyebilirim. Daha o zaman kararımı vermiştim. Ben de onun gibi olacağım ve onun arabası gibi arabam olacak. Beyaz bir peugeot (!)

Etik davranış özellikleri bakımından ise annemi gösterebilirim rol model olarak.

Yetişkin biri olduğumda çocukken sadece bir kez gördüğüm rol modelim gibi ben de inşaat mühendisiydim. Onun hakkındaki fikrim değişmişti. O zamanlar inşaat mühendislerinin sadece konut yaptığını sanıyordum çünkü. Okul bittiğinde konut yapımını mühendislik olarak görmedim ve büyük alt yapı proejelerinde çalışmayı hayal ettim, hayallerimi de gerçekleştirdim üstelik. Araba mı? Yok hala bir peugeot'm yok, o zamandan beri olsun diye bir gayretim de hiç olmadı zaten.

Kısa bir sohbet oldu ama bu seferlik böyle olsun. Hadi bana müsaade, pastamı ayırırsınız artık.