19 Ocak 2016 Salı

İLK YILIM (2) GÖZLERİM, SIĞ KALIR HAYALLERİM

İşi bırakmaya karar verdikten bir müddet sonra ne yaparım diye sordum kendime. Bundan sonra ne istersem onu yapacağım cevabı geçti aklımdan. Biraz düşününce anlıyor insan her istediğini yapabilmenin imkansızlığını. Eğer, gerçekten her istediğimi yaparım dersem, ne sığ kalır hayallerim.

Her şey bir anda gelişti. Gözlerimden ameliyat olmam da. Laf olsun diye derler ya, işte aynı o hesap buldum kendimi Kudret Göz Hastanesinde. Tamam, kabul ediyorum, özellikle gece araba kullanırken önümdeki aracın plakasını bile göremiyorum diyen bendim. Ama şimdi eski gözlerimi arar oldum. O lanet olası operasyondan sonra adeta dengemi kaybettim. Hani insanın basireti bağlanır bazen. Beş dakika sürmedi doktorların bizi ikna etmesi: Efendim, yakın ve de uzak gözlüklerinden kurtulacakmışım, on dakikalık bir operasyonmuş, ertesi gün normal hayatıma dönecekmişim. Bunlar da pazarlama tekniği mi, yoksa yapılan operasyon mu başarısız oldu, anlamış değilim. Madem ki, doktorumuz bir gün sonra normal hayatıma döneceğimi söylüyor, ertesi gün işim gereği Balıkesir'e doğru çıktım yola, hem de yanıma şoför almadan. Sonuç çok kötü oldu, gece boyu acıyla yandı gözlerim. O gecenin sabahı, ışığa bakmam mümkün olmadı. Dönüş yolunda havanın kapalı olması sayesinde sağ salim varabildim Ankara'ya.

Gözlerimin ayarı kaçmıştı bir kere. Uzunca bir süre güneş gözlüğü kullandım. İşim gereği gece gündüz vaktimin çoğunu bilgisayar başında geçirmek durumundaydım.  Bilgisayarımın ekranından vuran ışık dahi rahat görmemi engelliyordu. Bakmam gereken, onay vermem gereken işler yığıldı. İşime bağlı biri olarak çalışmalarımı istediğim gibi sonuçlandıramadığımdan, iç dünyamda kendimi eksik hissetmeye başladım. Şimdiye kadar kimseyle paylaşmasam da işten ayrılma kararımda az ya da çok etkisi olmuştur bunun.

Biraz daha gözümden bahsedeyim. Her iki gözümden katarakt ameliyatı olalı bir yıldan fazla zaman geçti. Görüyorum görmesine ama bir gariplik var, bunu anlatamıyorum kimseye. Hadi, dedim hanıma, İzmir'de meşhur Kaşkaloğlu Göz Hastanesi'ne gidelim de şu gözleri bir gösterelim bakalım. Belki de vardır bir çaresi. Meşhur doktor Kaşkaloğlu patron olmuş şimdi tabi. Çömez doktorların eline düştük. Bir doktor düşünün ki, aldığı ücretin karşılığında size tedavi uygulayıp moral vereceği yerde, tam tersini yapıyor. Bu yaştan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz, siz bundan sonra bu gözlerle idare etmeye bakın, buna bir şey yapamayız kabilinden bir sürü zırva. Kabullensem de durumu, moralim bozuluyor.

Dün yola çıkmak üzere arabaya bindim. Ekseriyetle olduğu üzere hanımı beklerken, yanıma aldığım kitabı okumaya başladım. Uzun zamandır hem yakını hem uzağı görmekte  bir gariplik seziyorum. Nereden aklıma geldiyse, sol gözümü elimle kapattım ve sağ gözümle kitabı okumaya çalıştım. Sonuç, mükemmel. Harfler net olarak okunuyor. Aynı şekilde sağ gözümü kapatıp sol gözümle okumak istedim. Aman Allah'ım, o kadar bulanık ki, okumak mümkün değil. Aynı denemeleri uzaktaki nesneler için yaptım sonuç değişmedi. Yani sağ gözüm iyi sol gözüm berbat. Bu o ana kadarki dengesiz görmemdeki sebepmiş meğer. İzmir'de bu tür operasyonları yapan tanınmış bir özel hastanenin doktorundan randevu almak istedik. Aslında İzmir'e gitme nedenlerimizden biri de bu olacaktı ama aksilik bu ya doktor uzun bir izne çıkıyormuş, istediğimiz randevuyu alamadık. Artık bir süre daha beklemekten başka çare yok. En azından durumu teşhis etmiş oldum bu kez.

Ne yaparım derken, hayallerimden bir tanesi de bol bol kitap okumak ve yazmak fikriydi. Kitapta içerik ve tür olarak bir tutuculuğum yok. Yani zırvaların dışında her tür ve görüşü yansıtan kitapları okuyabilirim. Ancak yazıdaki ifade gücü çok önemli benim için. Bu çerçevede konuyu ele alış, düşüncelerin sıralanış ve birbiriyle ilişkilerini çok önemsiyorum. Aynı bir müzik aletini icra etmek gibi yazmanın da biraz kabiliyet gerektirdiğini düşünenlerdenim. Nasıl bir müzik ezgisi bestecisinin notalarıyla onun duygularını özgürce dillendirirse, yazmak da benzer şekilde kelimeleri kullanarak düşündüklerini kağıda döker. Kitap ve beste, her ikisi de eser sahipleri (yazar ve bestekar) tarafından oynanan kuralları belli birer oyundur bir anlamda. Hangi oyun daha zordur derseniz, ben aralarında büyük bir fark göremiyorum. Diğer taraftan yazmak, düşündüklerini tam olarak aktarmak, bunu yapabilmek için doğru yerde doğru kelimeleri bulabilmenin yanı sıra, müziği besleyen duygu ve coşkuları da içine alır çoğu zaman.

En büyük edebiyat ustalarının eserlerinde bile, düşüncelerin dört dörtlük yazıya dökülebildiği inancında değilim. Ustalık arttıkça ifade güçlenir ama yine de geride aktarılamayan bir şeyler kalır mutlaka. Bazen kelimeler kifayetsiz kalır, bazen kelime yerini beğenmez ve okuyucunun kulağını tırmalar. Kimi zaman yazının içeriğindeki duygu ve coşkular artar. Artık yazı form değiştirmiştir, şiir olarak dökülür insanın gönül pınarından. Böyle durumlarda zemberekten boşalmışçasına akar gider artık süslü kelimeler.

Yazı ile müziği yakın gördüm birbirine. İkisinden de iyi yapılanları severim. Değişik bir açıdan bakarsanız  müzik, yazıya göre daha soyuttur. Bu bakımdan bestecinin duygularını tam olarak anlayabilmek için, onun başından geçen olayları, besteyi yaparken içinde bulunduğu ruh halini ve çevre şartlarını çok iyi anlamak gerekir. Yazar, besteciye göre bu bakımdan biraz daha şanslıdır. Ama yine de duygu ve düşüncelerinin tamamının kağıda dökülmesinin güçlüğünü yaşarken yazar, okuyucu da yazılanların ancak bir kısmını algılayabilir. Bu bakımdan yazarın ortaya koyduğu eser, ya yanlış ya da eksik anlaşılmış olur.

Yazı yazmak zor bir iş ama zor olduğu kadar eğlenceli de. Beni yazma fikrine iş hayatımın farklı dönemlerinde resmi yazışmaların daima üzerime bırakılması yüreklendirdi. Mahkemelere, Sayıştay'a, teftiş kurullarına savunmalar ve raporlar hazırladım. Bunlardan hiçbiri kendi adıma açılan soruşturmalar ya da davalarla ilgili değildi ama başkalarının adına bu savunmaları hazırlamak bana düşüyordu. Yazdıklarım üzerinde çalışırken çok değişiklik yapar istediğimi tam olarak aktarabilmek için yoğun çaba harcardım. Yazı bittiği zaman sırtımdan büyük bir yük kalkmış olurdu fakat o kadar enerji harcamış olurdum ki, sonunda baştan aşağı okumak büyük külfet gelirdi bana artık. İşin doğrusu yazı bittikten sonra bir değil en az iki kez baştan sona okunmak gerektiğini biliyorum. Ama bunu ben de yeni yeni yapmaya başladım. İlk okuduğumda yazıdaki basit ama önemli hataları ayıklıyordum. Onları düzeltirken yeni hatalar çıkıyordu ortaya. Şimdi bu konuda daha da titiz davranmaya çalışıyor ve  henüz yolun çok  başında olduğunu da biliyorum.

Yazılarımın okunup eleştirilmesi beni çok mutlu edecektir. Okunmasa da yazmaya devam edeceğim. Bu sayede kendimi geliştirme şansım olacağına inanıyorum.                     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder