26 Haziran 2016 Pazar

YA İTFAİYECİ, O DA OLMAZSA POLİS

24/06/2016 Cuma, Tire


Yaylada iş bitmek bilmiyor. E, acemilik de var. Geçen sene yıllardır icara verdiğimiz kişiden az buçuk bir şeyler öğrenmiş olsam da tek kişiyle yapılacak işler değil ki bunlar. Yevmiyeli işçi çalıştırmak birkaç yönden sıkıntılı: Birincisi istediğiniz zaman çalıştıracak adam bulunmuyor. Özellikle fabrikalar çoğaldıkça işten anlayan köylülerin çoğu fabrikada çalışır olmuş. Köydekiler için fabrikada sigortalı çalışmak pek bir havalı. Derler ki, birkaç seneye kalmaz kestane silkecek adam kalmayacak... İkincisi yevmiyeler yüksek. Öyle ki hasat elde edilene kadar cebinizden çıkacak işçilik bedeli ürün bedelinden çok daha yüksek. Bırakın sulamayı, çapalamayı, ilaçlamayı, budamayı, toplattırma maliyeti bile ürün bedelinin üzerinde. Başka etkenler de var elbette. İnsanların karnı tok bu memlekette. Her birinin en az üç beş dönüm arazisi var. Yaşamak ucuz. Çoğu kahve köşelerinde iş bekliyor beklemesine ama iş çıktığı zaman da kendini bir ağırdan satıyor ki sorma gitsin. Siz işçiyi değil işçi sizi seçiyor...

Sabah erkenden iki önemli işim vardı hedefimde. Orta ve yukarı yaylanın sulama işleri için Salih Ustayla buluşacaktık. Geç çıkacaklarını tahmin ediyordum. Bu yüzden kahvaltımızı rahat rahat ettik. Daha sonra aradım Salih'i. "Yarım saate kadar çıkıyoruz." dedi.

Arabaya bardak, çanak, çatal, kaşıkları yükledim. Yavaş yavaş evimizi yaylaya taşıyoruz artık. Kırılacak eşya çok olduğu için Kaplan yollarını ağır çıktım bu sefer. Tam köye varmıştım ki Salih Usta aradı. Yaylaya çıktıklarını ama bahçe kapısının kapalı olduğunu söyledi."İki dakika sonra yanınızdayım." dedim.

Orta yayladan başladık. Buradaki vanaya gelen su kesilmiş. Kaynaklar yukarı yaylada olduğu için geçen sene açtırdığım yoldan yukarı doğru tırmanmaya başladık. Yol kış sezonu boyunca yağan yağmurlardan etkilenmiş, derin oluklar oluşmuş. Yolun üzerinde biten otlar iyice odunlaşmış artık. Geçen sene arabamla çıkabildiğim yola yeniden çıkabilmek için makine sokup tesviye etmek zorundayım.

Yukarıda ot biçen Yakup Ustayla buluştuk. Kaynakların yerine varmak için daha çok geniş bir alanda otların biçilmesi lazım. Büyük havuzda da su kalmamış. Vanaları açık bırakmış olmalılar. Su gelirleri iyice azalmış. Kaynakların önünün açılması şart. Salih Usta'nın ekibi ve Yakup Usta ile birlikte yukarı doğru omuz seviyemize varan otların içinde güçlükle ilerlemeye çalışıyoruz . İlk kaynağı kolaylıkla bulunuyor. Buraya paletli bir makine çıkabilir ancak. "Makine olursa kaynağı biraz hareketlendirmek mümkün olacak, aksi takdirde kazma kürekle günlerce uğraşmak gerekir." diyorlar.

Yukarıda iki üç kaynak daha var. Yerlerini bu otların arasında bulmak mümkün değil. "Havuz dolana kadar bir şey yapamayız." diyor Salih Usta. "Öncelikle yukarıdaki kaynakların yeri belli olsun, otlar biçilsin. Bu arada havuz da dolmuş olur. Ne zaman bu işler bitti, telefon edersiniz, biz hemen geliriz." diyor. Yakup Ustadan Salih'in telefonunu kaydetmesini istiyorum. İşi bittiğinde arasın diye.

İkinci önemli iş genel tuvaletlerin asma tavan montajı. Aslına bakılırsa çok parçalı oluşu, duvar seramiklerinin yapılmış olması sebebiyle kaynak kullanamamaları işleri zorlaştırıyor. Penci Mehmet'i hazır bulmuşken kaçırmak istememiştim bu yüzden. Malzemeleri de getirip bırakmıştı yaylaya. Bugün, yani Cuma günü geleceğine söz vermişti. Ben bu sözü hafif bulduğum için "Erkek sözü mü?" diye üstelemiştim. Gülerek "Evet" demişti. Görecektik bugün, erkek sözü nasılmış?

Saat on olmuş, bizim Penci Mehmet'ten ses yok. Telefon ediyorum. "Abi, arabayla uğraşıyorum, aküsü bitmiş, kaldım yolda." diyor. "Neredesin Mehmet?" diyorum. Hani dilimin ucuna geliyor, arabayı olduğu gibi bırak gelip seni alayım da şu işe başla demek. Ama demiyorum. "Güme Köyündeyim" diyor. "Mehmet, bugün başlayacaksın değil mi benim işe?" diye sıkıştırıyorum. "Bak, söz vermiştin" deyip hatırlatıyorum. "Başlayacağız abi, hele şu arabayı bir halledeyim, bugün başlarız." diyor.

Salih Usta ve ekibi ayrıldıktan sonra Penci Mehmet'i beklemeye koyuluyorum. Bu arada zamanı değerlendirmek için kazma küreği alıp depo hidrofor arasındaki su hattını toprağa gömmek için kanal kazmaya başlıyorum. Bunca yıl kalem tutmaya alışmış eller hiç alışık olmadıkları kazma ve küreğe tepki gösteriyorlar. On beş metre kadar bir kanal kazıyorum. Hava burada bile sıcak. Buram buram terliyor, terledikçe kaynak suyundan kana kana içiyorum. Kim demiş terli terli soğuk su içilmez diye. Ben en çok terli iken severim soğuk su içmeyi...Terledikçe suya koşuyor kana kana içiyorum buz gibi kaynak suyundan. Ellerim su topluyor...

Arada Penci Mehmet'i arıyorum. Geldim, geliyorum diyor ama geldiği yok. Birazdan akşam olacak bizimki daha gelecek!

Bu arada Torbalı'dan bulduğum şu bizim Tireli tenekeci arıyor. "Abi senin iş bin üç yüze olur." diyor. "Ne diyorsun? Nerdeyse davlumbaz kadar fiyat çıkardın üç metrelik teneke boruyu..." diyorum şaşkın vaziyette. "Daha aşağı kurtarmaz, krom pahalı" diyor. Ne kromu, kim senden krom baca borusu istedi. Davlumbazlarla uyum sağlasın diye  o da krom olsun demiş. Tövbeler olsun. "Ya usta, ben senden krom borumu istedim? Galvanizli boru neyime yetmiyor?" diyorum. "Tamam, o zaman ona göre hesaplayıp döneyim size." diyor.

Penci Mehmet'i arıyorum. Artık bu vakitten sonra gelmesin diyeceğim. Telefonu cevap vermiyor. Bir daha arıyorum. Bir daha... Cevap veren yok. Yukarı yaylada otların arasında dolaşırken ayakkabımın içi diken dolmuş. Havız başına oturup temizlemeye başlıyorum. Aklımdan kapıları kapattıktan sonra çekip gitmek geçiyor. O sırada bir ses duyuyorum. Penci Mehmet yanında iki kişiyle teşrif buyuruyor. Arabadan biri çocuk üç kişi iniyor. Esmer olan ustasıymış. Çocuğunu da yanında getirmiş çıraklık etsin diye. Birkaç malzeme, el aleti indirdikten sonra arabasına binip gidiyor Mehmet.

Tenekeci Özdemir Usta'yı arıyorum. Cevap yok. Bir daha arıyorum. Yine cevap alamıyorum. Bu adam davlumbaz borusunu krom istemediğim için mi telefona çıkmıyor acaba! Lanet olsun, kromsa krom aç şu telefonu artık diyesim geliyor. Üç dört saat boyunca arıyorum ama ne cevap veren var ne de geri dönen. Eşimi arıyorum. Bak Torbalı'dan Tireliyi bulduk, adam yine bizi satışlara getirdi. "Ne bahtsız insanız biz." diyorum. Eşim komşuluk ettiği için kendisiyle, "Bana telefonunu ver ben arayacağım." diyor. Mesajla gönderiyorum numarayı. Az sonra dönüyor eşim bana. Çok iyi karşılamış. Cuma namazında olduğu için açamamış telefonu. Abisine (!) dönecekmiş hesabı çıkarınca. Kusura bakmasınmış abisi (!)

Penci Mehmet'in ustası hava kararana kadar çalışıyor ama sadece bayanlar kısmını bitirebiliyor. "Aslında fırıncılık yapıyorum ben" diyor. Ancak çalışması ustaca. Bir buçuk yıl önce bu işi yapıyormuş. İşler kesilince fırında çalışmaya başlamış. Oğlu akıllı bir çocuk. Babasına yardımcı oluyor, şunu ver, bunu götür işlerinde. Soruyorum, kaça gittiğini. Dörde geçmiş. "Ne olmak istiyorsun?" "Henüz karar vermedim." diyor. Biraz daha üsteliyorum. "Ya itfaiyeci, o da olmazsa polis." diyor. İlkokul çağındaki çocuklar ne de düşkün oluyorlar üniformaya. Yarına sarkıyor iş. Evlerine bırakıyorum ustayla ufaklığı. Hava iyice karardı. Yemekten sonra bende hal kalmamış koltukta uyuklamaya başlamışım. "Hadi kalk yatağına" diyor bir ses. Ama ben daha günlüğümü yazacaktım... Blogları da okumadım... İki gün de üst üste sabahlanmaz ki deyip doğru yatağa...

4 yorum:

  1. Benimki de tavşan polis olmak istiyormuş. Zootropolis izledi de geçtiğimiz gün 😀

    YanıtlaSil
  2. Tam sevilecek yaştalar :) Şansı bol olsun.

    YanıtlaSil
  3. Benim minik olayı iyice abarttı. Belediyenin araçları park ettiği ek hizmet binaları var. Üç günde bir gidip, inceliyor. Binmiyor da "Ben işçi değilim, şoför değilim küçüğüm" diyor. Nerede beton mikseri ya da silindir var, biz oradayız.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vow, şehir kuruyor desenize. Mikser, silindire ilgi duyuyorsa meslektaş oluruz belki onunla :) Şansı bol olsun. Sağlıkla :)

      Sil