20 Temmuz 2016 Çarşamba

SOĞUDUK BU TEZGAHTAN

19/07/2016 Salı, Tire

Evimiz doğum yapıyor adeta. Her gün yeni bir şeyleri evlatlık veriyor yukarıdaki Taş Ev'e. Yeni evlerinin uğurlu olmasını diliyorum. Bugün de her gün mutfakta kahvaltımıza eşlik eden küçük televizyonu çıkarıyoruz yukarı. Birkaç gün sonra kahvaltılarımızı Taş Ev'in verandasında yapmayı düşlüyoruz artık. Bu yüzden son kalan eksikliklerin bir an önce tamamlanması gerekiyor.

Evden çıkmadan önce muayene zamanı geçen arabama TÜV istasyonundan randevu almak istiyorum. Plaka bilgisinin arkasından iki harf ve altı rakamdan oluşan belge numarası soruluyor. Kaç sefer denedim bilmem ama her seferinde sayfada çıkan mesaj aynı. "Plaka no ile belge no uyuşmamaktadır, lütfen yeniden giriniz." Aklıma kötü şeyler gelmeye başladı. Yoksa çalıntı bir araba mı satın almıştım? Sigorta acentesini aradım. İşlemleri yapan kişi "Ruhsat sayfalarında isminizin altındaki belge no'yu yazacaksınız." dedi. "Zaten öyle yapıyorum." dedim. Ofise uğrarsam yardımcı olabileceklerini söyledi. "Bir bu eksikti." dedim kendi kendime.

Dün zaman yetmediği için yetiştiremediğimiz bir elektrikli şofben konusu vardı. Yapacağımız ilk işlerden biri olsun bu dedik.

"Siz gelmeyince geri göndermiştik ama isterseniz bugün yeniden getirtebiliriz." dediler. Yani geceden sabaha sabredememişler. Yerlerinin olmadığını söylediler. Kağıt üstünde haklıydılar. Dün uğrayacağımızı söylediğimiz halde işler uzayınca sözümüzü tutamamıştık. En azından telefon edip gelemeyeceğimizi söyleyebilirdik. Eleştirdiğim bir konuda bu sefer benim özeleştiri borcum doğuyordu. Şansımıza yetkili servis de oradaydı. Hem satış yapan kişi hem de servis elemanı termosifonun bugün yerine monte edilebileceğini söylediler. Hemen ödemeyi yaptık.

Aklım sigorta acentesindeydi. Kapıda karşıladı yetkili. Bilgisayarına arabamın plaka ve ruhsat belge no'sunu girdi. "Ters bir durum yok, randevu alabiliyoruz." dedi. Şaşırdım. Meğerse ben başka bir sayfadaki numarayı giriyormuşum. Ekranda beliren bilgi notunda iki harfli ve altı rakamlı belge numarasını girin deyince kendimden emin bir şekilde yanlış sayfadaki numarayı giriyormuşum. Doğru numara da iki harf ve altı rakamdan olunca işler karışmış. Yaşlanıyorum galiba... Sonuç olarak Tire TÜV istasyonundan haftaya çarşamba gününe randevu alabildim ancak.

Çarşı tarafına gittik. Her taraf araç dolu, park etmek imkanı yok. Her salı günü aynı hikaye. Reklamcıya yakın bir yer bulabildik sonunda. Dün konuşurken soğutucu servisi gelince apar topar ayrılmak zorunda kalmıştık. Genç bir çocukla birlikte logo tasarımı üzerinde çalıştık. O kadar güzel bir tasarım çıktı ki ortaya hem eşim hem de ben bayıldık. Yavuz adındaki genç bu konuda eğitim almış ve işini zevkle yaptığı belli. Web tasarımı da yapıyormuş. Önümüzdeki hafta bu iş için yine bir araya geleceğiz. Hafta sonuna kadar da üç tabelamız yerlerine monte edilmiş olacak. Bundan sonra her geleni karşılamama da gerek kalmayacak. Yoldan geçen hemen görecek koca tabelayı. "Kaystros Taş Ev Cafe & Restaurant". Ortaya çıkan logoyu bana göndermesini söylemeyi unuttum. Yoksa bugünün onur resmi o olacaktı...

Reklamcıda iki saate yakın bir süre kaldıktan sonra pazara çıkıp alışveriş yaptık biraz. TV ve internet bağlantılarını konuşmak üzere bir aile dostumuzun yanına gittik. İş yoğunluğu arasında sırasıyla çalışmamızı önerdiği muhasebeci, içecek grubu bölge bayii, yola döşeyeceğimiz beton kilit taşı ile ilgili olarak bir taşeronla görüştü. Hepsine benim telefon numaramı verdi. Ben de onlarınkini aldım. Çok yararlı olmuştu bu görüşmeler. İnternet konusunda bölgede en sorunsuz çalışan iletişim şirketi konusunda istihbarat yaptıktan sonra bizi hemen karşısındaki bayiye yönlendirdi. Teşekkür edip ayrıldık yanından. Akşama doğru TV bağlantıları için gelebileceğini söyledi.

Taş Ev'in bulunduğu yer Kaplan Köyünün üst kısmı. Burada en iyi internet bağlantısı Superonline ile sağlanıyormuş. Gerekli müracaatı yaptık. İki gün içinde bizi arayacaklarmış. Turkcell çalışanları dikkat çekecek kadar müşterilerine sıcak ilgi gösteriyorlar. Konuştuğumuz kızcağız da çok ilgilendi. İşimiz bitince yanından ayrılıp Pazarcı Ahmet'in yanına gittik. O da eşiyle birlikte sıcak bir şekilde karşıladı bizi. Son zamanlarda hasret kaldığımız iyi insanlardan biri Pazarcı Ahmet. Ona pazarda satması için dört sepet elma ve armut bırakmıştık evvelki gün. Zor satmış. İnsanlar meyvenin organik olup olmadığına bakmıyorlar ki. İri ve kırmızı olsun, göz doldursun yeter, isterse içi ilaç dolsun... Pazara götürdüğü elma ve armutların satış bedelini teslim ediyor.

Geçen hafta sonundan beri elektrik parasını ödemeyi unutuyorduk. Ödeme notasına yakın bir yere gelmiş ancak arabayı park ettiğimiz yerden epey uzaklaşmıştık. Eşimi o kadar yolu yürümesin diye Orta Parkta bıraktıktan sonra faturaları ödeyip arabamın yanına gittim. Sivrisinek avlayıcı bir cihazı dönüşte almak üzere dükkanda bırakmıştık. Şu mavi ışık saçıp sivrisinekleri cezbettikten sonra onları tuzağa düşürüp elektrik ızgarasıyla çıtır çıtır yakan alet. Düşünüyorum: Sivrisinekler mi bize karşı acımasız yoksa biz mi sivrisineklere...

Şehirde işler bitti sayılır. Yolumuz yayla yolu. Ama bizi büyük bir sürprizin beklediğini nereden bilebilirdim ki? Güle oynaya bahçeye girerken onca zaman kaybettikten sonra servisin nihayet gelip tezgah tipi soğutucuyu da çalışır duruma getirdiği için şükrediyordum Tanrıya. TV ve internet bağlantıları da yapıldıktan sonra bütün hayatımız yayla... Taş Ev'in mutfak servis kapısını açıyorum. Gözüm hemen tezgah tipi soğutucunun digital göstergesine kayıyor. Gözlerime inanamıyorum. Ufak ekran 43,8 dereceyi gösteriyor. Eşim verandada bir arkadaşıyla telefonda çene çalıyor. Ona müjdeyi vermeden cihazı satın aldığımız İlhan Beyi arıyorum. "Alın artık şu aleti başımızdan yeter artık, bu adam olmayacak." Servisi hemen arayacağını söylüyor İlhan Bey. Beş dakika sonra dün gelen servis elemanı Selçuk arıyor. Durumu anlatıyorum ona da. Whatsapp'tan göstergenin fotoğrafını göndermemi istiyor. "İnşallah becerebilirim." diyorum. Beceriyor ve gönderiyorum. Gönderememe gibi bir şansım olmadığını biliyorum. Yarım saat sonra Selçuk arıyor yine. Halen Urla'da bulunduğunu söyleyip ne zamana kadar yaylada kalacağımı soruyor. Ancak akşam saat sekizden sonra gelebileceğini söylüyor. Geç olacağını düşünüp yarın sabah erkenden gelmeyi teklif ediyor. "Yarına acil bir işin çıkar yine, sen iyisi mi ne yap ne yap bu gece gel." diyorum.
Gerekirse sabaha kadar beklerim seni...

Güzel giden günümün havası bozuluyor birden. Havuza gidip bakıyorum. Vanayı dün açmıştım. Tamamen boşalmış. Demek ki temizlediğim filtre işe yaramış. Aslında dün aldığım çizmeleri giyip havuzu temizlemem lazım. Bel ağrım zaman zaman nüksediyor. Gelecek insanlar var temizliğin sırası değil. Havuza su dolması için çıkış vanasını kapatıp dönüyorum. Telefonun şarjı iyice azalmış. Yukarı yaylaya çıkmam lazım. Aynı şekilde oradaki büyük havuzun da çıkış vanasını kapatmam gerekli. Birisi gelse eşimin bana haber veremeyecek. Şimdilik vaz geçiyorum yukarı çıkmaktan. Telefonumu şarja koyuyorum.

Biraz sonra bölgenin en büyük içki dağıtım şirketi yetkilisi Mustafa Bey arıyor. Kuşadası'ndan dönüp Kaplan yoluna girmiş. İyi ki yukarı yaylaya çıkmamışım. Yine de bidonu kaynak suyuyla dolduracak kadar zamanım var.

Mustafa beyi kapıda karşılayıp içeri alıyorum. Taş Ev, manzara ve bahçe çok hoşuna gidiyor. Mersin'den gelen üst düzey yönetici bir tanıdığını aşağıdaki restoranlardan birine götürmüş. Adam manzaraya hayran kalmış. Mustafa Bey buradaki manzaranın daha güzel olduğunu söylüyor. Gelen misafir o kadar beğenmiş ki Kaplan Köyünü; hemen sağa sola sordurmaya başlamış, bu manzaraya sahip taş ev yaptırabileceği bir arazi bulabilir mi diye...

Mustafa Bey'le uzun uzadıya konuşuyoruz. İki adet dikey soğutucu verecek. Ayrıca sponsor destekleri olacak. Eşimin yaptığı Türk kahvelerimizi verandanın serinliğinde yudumluyoruz. Mustafa beyi uğurladıktan sonra başka biri gelmeden yukarı yaylaya çıkıyorum. Çıkarken adımlarımı sayıyorum bu sefer. Yokuş yukarı çıkarken attığım adımların çoğu ayak boyundan fazla değil. Arada hiç dinlenmeden beş yüz sekseninci adımda havuz başına varıyorum. Hemen çıkış vanasını kapatıp dönüş adımlarımı saymaya başlıyorum. Dönüşteki adım sayımın daha az olmasını beklerken tam tersine altı yüz adım sayıyorum. Bunu yaparken sanki zaman daha çabuk geçiyor.

Aşağı yaylaya iyice yaklaştığımda kapalı siyah bir pikabın yıldırım hızıyla bahçenin giriş kapısından içeri daldığını görüyorum. Kim ki bu diye anlamaya çalışırken adımlarımı sıklaştırıyor peşinden yetişmeye çalışıyorum. TV için daha geç gelmelerini bekliyordum. Acaba termosifon montajı için gelen servis elemanları mı bunlar? Yok, olamaz. Bu bahçeyi çok iyi bilen biri. Hiç acemilik çekmeden kapıdan girip Taş Ev'in önüne kadar gidiyor. Arabanın Aydın plakasını görünce gelenin soğutucu servis elemanı olduğunu anlıyorum. Hemen işe koyuluyor. "Yeter artık tut raporunu da değiştirin şu soğutucuyu" diyoruz eşimle ağız birliği edercesine. Krom kapaklar sökülüyor yine, yirmi dakika sonra küçük bir delik daha buluyor gazın kaçmasına sebep olan.

Telefonum çalıyor. Bu sefer gelen Arçelik servisi. Termosifon montajını yapacaklar. İki kişi birlikte geliyorlar bahçe kapısına. Gidip onları da karşılıyorum. Avludaki arabamı görünce gülerek, "Abi söyleseydin ya Captiva'nın olduğu bahçe diye, o zaman kapıya kadar gelmene gerek kalmazdı" Anladım ki reklama ihtiyacımız var. Benim araba Taş Ev'den fazla tanınıyor. En azından şimdilik...

Eşim kahve servisine devam ediyor. Kahvenin yanında favori kurabiye çeşitleri, tahinli kurabiye ve Antakya kahkesi.

Elektrikli termosifon montajı ile soğutucu onarımı aşağı yukarı aynı zamanda bitiyor. Onlar ayrılmadan önce Ozan'ı arıyorum. Saat sekizde çıkacaklarını söylüyor. Eşime "Daha çok zaman var" diyorum, "Saat sekiz buçuğu bulur gelmeleri." "Saatten haberin var mı?" diye soruyor. Saate bakıyorum sekize çeyrek var. Ne çabuk geçmiş zaman (!)

Tam zamanında geliyor dört kişilik TV ekibi. Ozan'a Taş Ev'i gezdiriyorum. O da çok beğeniyor. Üst salonda katlanır camların bir kısmını açıyorum. Ekip terasın üzerinden çatıya tırmanıyor. Kıbleye bakıyormuş çanaklar burada. Bacanın yanına monte ediyorlar bu yüzden. Eşim kahveyi nasıl içtiğini soruyor Ozan'a. "Kahveler iptal" diyorum. İnip aşağıdan iki bira kapıp geliyorum. Mezemiz yok ama soğuk bira güzel gider burada. Eşim aşağıdan ceviz getiriyor bir tabak içinde. Cevizle birayı birlikte hiç denememiştim. Güzel oluyor.

Çanak antenin montajı tamamlanıyor. Ancak gece vakti bina dışından kablo çekmek riskli. Yarın devam etmek üzere ayrılıyorlar. Peşlerinden biz de kapıları kapatıp evimizin yolunu tutuyoruz.

10 yorum:

  1. Taş Ev mi?? Harika... :) :) :)

    YanıtlaSil
  2. Ta kendisi:)) Hem de organik:)))

    YanıtlaSil
  3. Antakya Kahkesi mi?
    Bütün bu yazıyı okuduktan sonra burda gözlerim faltaşı gibi açılıyor. Nerden buldunuz meşhur kömbemizi?
    Logoyu da merakla bekliyorum bu arada. Gerçekten enerjinize hayranım. Hiç zorsunmuyorsunuz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evveeet :)) Antakya Kahkesi. Eşim olduğu için söylemiyorum ama bu konularda o bir harika... Bir arkadaşından almış tarifi. Sonra biraz değiştirmiş, bazı şeyler ilave etmiş. İçinde yok yok şimdi. Lezzetini sorarsanız, tarifsiz. Olmaz böyle bir şey. Mübarek hiç de bayatlamıyor. Antakya'yı bir iş ziyareti vasıtasıyla görmüştüm. Mutfağı ve kültürüne bayıldım. O zaman kömbenizi bilmiyordum. Meşhur künefenizden ve tepsi kebabından yemiştim.
      Logo da gerçekten çok güzel oldu. Bazen şans el sallıyor bize bütün aksilikler arasından. Dünyanın parasını döksem böyle bir logo tasarımı çıkmazdı. Tabelacıdaki genç bir çocukla iki saatlik çalışmanın, özellikle onun zevk ve becerisinin ürünü. Eşimle birlikte renk ve font seçimini yaptık sadece. En kısa zamanda logoyu yayımlayacağım.
      Kendinize iyi bakın :)

      Sil
    2. Hataylı olmakla gurur duyuyorum. Kömbemiz gerçekten bereketli ve dayanıklı. Hurmalısını tek geçerim. Eşinizin ellerine sağlık. Birgün yolunuz düşerse bekleriz. Daha tatmadığınız çok şey var burda.

      Sil
    3. İnşallah yolumuz düşer de geliriz. Biz de sizi bekleriz yaylamıza:) Mucizeleri bol bol öpün bizim için:)

      Sil
  4. Bir web sitenizin olması, kurumsal bir logoya da kavuşmanız hoşuma gitti doğrusu. Ben de ilahiyat fakültesini bitirmeme rağmen meslek olarak gazetecilik, reklamcılık yaptım yıllarca. Bu alanda birikimim ve estetik anlayışım da vardır. Logoyu yayınladığınızda birkaç söz söylemek isterim. Çünkü bu paylaşımlarınızda vanayı kapatmaya kadar kelime kelime, cümle cümle okurken, sanki nefes aldığımın farkındayım. Ölmüşüz de diriliyormuşuz gibi hissediyorum. Doğallık bu olsa gerek. Siz de yorulmadan ve üşenmeden yazıyorsunuz bu sayfada. Öyle tahmin ediyorum meyvelere de ilaç sıkmıyorsunuzdur. Bir gün Tire pazarında dolaşırken meyve satan bir pazarcıya kurtlu elman bulunur mu deedim. Bey amca dedi, bizimle dalga mı geçiyorsun git işine diye azar yedim. Evladım dedim dalga filan değil varsa alayım dedim. Bana cillop gibi meyveleri göstererek biz iaç sıkıyoruz meyvede kurt mu olur dedi. Ben de müftülüğün oradaki peştemallı yeldeğirmeli köylü kadınların sergilediği kurtlu armutlarından aldım. Parasını bile sormadım. Ederinin üzerined para verince gerisini iade eden köylü kadına tekrar parayı iade ettim. Kurtlu armutlar bence daha pahalı olmalı. Kurtçuklar da armudun bir tarafında hayatiyetini devam ettirmeli. Biz insanlar da öyle değil miyiz, hatalarımızla biz insanız. Organik bir meyvenin kurtlu tarafından değil de sağlam tarafından ısırmak için bir hürriyetimiz var... Allah size güç kuvvet versin. Heyecanınızı dindirmesin. Böylelikle misafirleriniz ve dostluklarınız artsın. Bundan daha güzeli ne olabilir...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Logoyu yayınlayacağım. Umarım sizin gözünüze de güzel görünür:) Yaşadıklarımı yazıya dökmek beni mutlu ederken sizde de güzel duygular uyandırıyorsa daha ne isterim. Evet bu sene hiç ilaç kullanmadım. Toprak zaten temizdi, ağaçlarda da ilaç yok. İşin doğrusu ilaçlamak için zamanım olmadı. Yani özellikle meyveler kurtlu olsun diye bir çabam olmadı. Toprağın ilaçlanmasına (zehirlenmesine) karşıyım ama aşırıya kaçmadan ağaçların ilaçlanması gerekir sanırım. Meyve dökülmeleri çok fazla oldu. Kuşlar ağaçların ilaçsız olduğunu fark edip hisselerini arttırdılar :)
      Sizin gibi düşünen insanların sayısı maalesef çok az. Umarım organik gıdanın değeri er ya da geç geniş kitlelerce kabul görür.
      Dualarınız için teşekkürler. Yaşama farklı pencerelerden baksak da, saygı çerçevesinde birbirimizi anlamaya çalışsak, olaylara sabit fikirli yaklaşmasak, her zaman empati yapabilsek ne güzel...

      Sil
  5. Taş Ev'in her taşında ayrı bir öykü yazılı. O taşların her biri birer tablet misali, üzeri çivi yazılı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok doğru bu dediğiniz. O taşlar ki, en azından yüz elli yıl ne yaşamlara şahitlik yaptılar. Taş Ev'de kullandığımız bütün taşlar eskiden "Kule" dedikleri aynı yerdeki bir taş eve aitti. Sadece zamanın iyice zayıflattığı taşları kullanmadık. Kulenin yapıldığı yıllarda çimento icat edilmemişti. Bu yüzden duvarlardaki taşlar özel bir kille bağlanmıştı birbirine. Ahşap çatıyı bağlayan ağaç kütüklerden çıkan çivilerin ebatları hayrete düşürmüştü beni. Mamafih ömrünü doldurmuş bir yapıydı. Onun özünü, ruhunu mümkün olduğu kadar korumaya çalıştık.

      Sil