18 Ekim 2016 Salı

PAZAR TELAŞI

16/10/2016 Pazar, Tire

Dün yazmaya fırsat bulamadım. Yoruluyoruz evet, dilimiz el vermese de söylemeye, bünyemiz açık veriyor. Gece güya yazacaktım. Uyku galip çıktı. Sabahın kör vaktinde daha kargalar kahvaltı bile etmeden çıkıp kestane toplayıcılarını alacaktım Hüseyin'le birlikte. Allah biliyor ya, ilaç gibi geldi bu uyku.

Pazar sabahına dönecek olursak anlatacağım çok şey var. O kadar çok şeyin arasında aklımda önemli yer tutanlara yer vereceğim sadece. Geçen pazar aşırı ilgiye mazhar olmuştuk. Sabahları serin oluyor. Rezervasyonlar geçen haftadaki kadar fazla değil. Ama burada rezervasyon olmaması işlerin durgun olacağı anlamına gelmiyor. Rezervasyonlu misafir diğer misafirlerin küçük bir yüzdesi hala. İşte o ender rezervasyonlardan biri. Israrla verandadaki köşe masayı istiyor. Israrla diyorum çünkü ben de aynı ısrarla "Sabah üşürsünüz, size yukarıda kapalı salonda yer ayıralım." diyorum. "Yok üşümeyiz." deyince "O zaman sıkı giyinmenizi naçizane önermek isterim." deyip noktayı koyuyorum. Ama ben yine de salondaki "Evdeki Yazar" köşesini ona ayırıyorum.

Açılış saatinden itibaren bahçe arabalarla dolmaya başlarken güneş de yavaş yavaş sabah serinliğini kırıyor. Üşümeyen misafirler ilk gelenler arasında. Dediklerini yapıyorlar ve verandada oturup kahvaltılarına başlıyorlar. Her geçen saat daha kalabalıklaşıyor. Bir fırsatını bulup aşağı alışverişe inmem lazım. Hiç olmazsa kahvaltı saati bitsin diye bekliyorum ama Aşkın Şef ilk alarm sinyallerini veriyor. Köfteler bitiyor acil kıyma almamız lazım, ekmek de azaldı...

Hemen fırlıyorum. Yolda telefonların ardı arkası kesilmiyor. Domates de azaldı, salatalık bitiyor. İstenenleri alıp dönüyorum. Bahçenin içi hınca hınç dolu. O ısıran sabah serinliği gitmiş, hava bahar havasına dönmüş.  Kahvaltı saati bitince kalabalık gruplara iki masa yetmemiş, üçüncü masaları eklemişler. Yukarı çıkıyorum, teras dahil her yer dolu. Hesap işleri oğlumda. Dün gece çalıştırdığımız Mehmet şaşkın vaziyette ortalarda dolaşıyor. Her şeye rağmen masalarda oturanlar hallerinden memnun.

Değişik kesimlerden geliyorlar Taş Ev'e. Büyük bir kısmı merak edip geliyor. Avludaki masalarda oturanlar yemeklerini bitirmiş, kahvelerini çaylarını yudumlarken yanlarında getirdikleri ay çekirdeklerini çitliyorlar. Hoşuma gitmiyor, sesimi çıkaramıyorum. "Nasıl efendim, beğendiniz mi yemekleri?"

"Hayır, beğenmedik." diyor içlerinden birisi. Devam ediyor, "Biz Tire'de eti çok pişmiş severiz, sizinkiler bize göre yeterince pişmemiş." Sezar'ın hakkı Sezar'a bizim Aşkın Şef ızgaranın hakkını veriyor. Eti fazla pişirince ne lezzet kalır ne tat. Ama misafire söylenmez böyle şeyler. "Haklısınız efendim, ben şefle konuşurum. Siz de bir sonraki sefere etleri iyi pişmiş tercih ettiğinizi söylersiniz."

Bu pazarın rekortmenleri ızgara köfte ve keşkek oldu. Sıcak şarap mı? Doğrusu onca telaşın arasında kimsenin aklına gelmedi bile. Ama o veya bu şekilde sıcak şarap olayını sevdirecek misafirlerine Taş Ev.    

4 yorum:

  1. Bence de kısa bir süre sonra sırf sıcak şarap için gelen ayrı bir kesim bile oluşacak Taş Ev'de ;)

    YanıtlaSil
  2. İnsan laboratuvarı gibi oluyor her gün onlarca insanın uğradığı yerler... Eti n pişişi kişiye göre öyle farklı ki.

    Çok yorulacaksınız daha gibi geliyor :)

    YanıtlaSil
  3. Evet, devamlı birşeyler öğrenirken eğlenceli de oluyor aslında:) Bence etin tadına varmak için et az pişmiş, en fazla orta pişmiş olmalı.
    Yorulmak mı? Ben yorulmam ki, çok yorulacak olursam düşer bayılırım:)

    YanıtlaSil