26 Ekim 2016 Çarşamba

SAKİN BİR GÜN

24/10/2016 Pazartesi, Tire

Pazar gününün yorgunluğundan sonra haftanın ilk gününün sakin geçmesini hayal ediyoruz. Hüseyin, geliş saatinden yarım saat önce telefon edip kendini iyi hissetmediğini söyledi ve bugünkü yevmiyesinin de düşülmesini istedi. "Olur mu hiç Hüseyin, yevmiyeni kesmeyeceğim ama ne zaman kendini iyi hissedersen gelirsin. Oğlum da çok yoruldu dün. O da aşağıdaki evde istirahate çekildi.

Henüz saat on bile değilken dört hanımefendi giriyor bahçeye. Arabalarını ağaçların arasına park ediyorlar. "Açıksınız değil mi?" diye soruyor arabadan ilk inen.
"Evet açığız, buyurun." deyip karşılıyorum. Zeytinin zincirini yeni çözmüştüm. İlk iş onu yeniden bağlamak oluyor. Ödemiş'ten misafir getirmişler. Bizim Kaystros Taş Ev Restaurant'ın serpme kahvaltısı ağızdan ağıza dolaşıyor. Gelenler de methini duymuşlar, kahvaltı istiyorlar.

"Hafta içi kahvaltımız yok." deyince yüzlerindeki hayal kırıklığını anlamamak mümkün değil. Eşim onların bu isteğini kabul ediyor. Dört kişilik serpme kahvaltı hazırlamaya başlıyoruz. Güya bugün sadece kendimize güzel bir kahvaltı hazırlayacaktık.

Kahvaltı servisi sona erdikten sonra içeri bir minibüs giriyor. Şoförü tanıdık. Her grup gelişinde görüyoruz onu. Misafirler tam dokuz kişi.. Hemen servisler açılıyor. Sabah misafirlerinin hepsi bayan. O esnada iki bayan daha geliyor. Hanımefendilerden biri İstanbul'dan geliyormuş.

Böyle giderse tek başıma altından kalkamayacağım. Sıcakları hazırlayan Aşkın Şef servise çıkıyor. Oğlumu arıyorum. "İhtiyacınız varsa geleyim." diyor. İnatlaşıyoruz. "Hayır, yok" diyorum şaka yollu. "Eğer ihtiyacım var demezsen gelmem." diyor. "Gel hadi" diyorum. "Özledik seni."

Yukarıdaki grup terastaki masaları görünce açık havaya çıkmak istiyor. Tabak, çatal, bıçakları kendileri toplayıp dışarı taşıyorlar. Keşkekler, köfteler geliyor masaya. Bir ara içlerinden bir hanımefendi elindeki defterden bir şeyler okuyor. Dikkat kesiliyorum. Bu bir öyküye benziyor. Masadakiler pür dikkat onu dinliyorlar. Yazının sonuna gelince dayanamayıp soruyorum. "Yazar mısınız?" "Hayır değilim ama yazıyorum." diyor.

Çok hoşuma gidiyor. Misafirlerin çoğu İzmir'den kalkıp gelmişler. Keşke misafirlerimiz hep böyle olsa. Ressamlar, yazarlar, müzisyenler... Taş Ev'den Tire manzarasını seyrederken ilham alsınlar doğadan, şehirden, insandan.. Ressamlar vursun fırçalarını tuvale, ölümsüzleştirsinler bugünü. Yazarlar döksünler içindeki cevheri. En güzel bestelerini Taş Ev'de yapsın müzisyenler.

Böyle giderse Ekmek yetmeyecek diyor Aşkın Şef. Şehre iniyorum. Dönüş yolunda telefonum çalıyor.
"Alo, orası Taş Ev mi?"
"Evet efendim."
"Balık aldım biraz, temizlettim. Getirsem pişirir misin diye aramıştım."
"Yok efendim, dışarıdan yiyecek kabul etmiyoruz. Kusura bakmayın."
"Rica ederim."

Belli ki bu balık muhabbeti bir süre daha devam edecek. Akşama kadar genel olarak sakin geçiyor. Gece gelenlerden genç bir çift ile Çeşme'den Tire'ye güzel bir sohbet açılıyor. Beyefendi, sadece birkaç yıl sonra Taş Ev'e benzer bir yer açıp rakibim olacağını söylüyor. Bundan mutluluk duyacağımı söylüyorum.
                                                          

4 yorum:

  1. İnsanlar restorana "balık getireyim, pişirir misiniz?" diye niye sorarlar ki... Şu bizim memleketin insanları harbiden de fıkra gibiler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değişik bir kültürü var buraların bana ters gelen. Belki de kırsalın özelliğidir. O balığı getirmek isteyenler erkektir. Birkaç erkek arkadaşını toplayıp içkili muhabbet ederler. Her akşam ya da sık sık tekrarlanır bu. Karısı ve çocuklar evde adamın yolunu gözlemezler. Çünkü bilirler ki adam arkadaşlarıyla demleniyor. Evin hanımı da bir komşu kapısı bulup vakit öldürür.

      Sil
  2. Taş Ev bilindi artık. Manzarası, yemekleri malım. O yüzden galiba evdeki hesap çarşıya uymayacak. Kapalı gün dinlemeyecek orayı duyanlar :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yeni duyanlar, duymayanlar var daha. Her gelen geç öğrendiğine yanıyor:) Bir gün kalsın artık bize :)

      Sil