6 Kasım 2017 Pazartesi

ŞÖMİNE KEYFİ

31/10/2017 Salı, Tire

Büyük pazar alışverişi çileye dönüyor. Arabamı park edecek yer bulamıyorum. Dar sokak aralarından ilerlemeye çalışırken hareket halindeki ya da talih yüzüne gülüp park edebilmiş araçların arasından teğet geçiyorum. Sonunda pazar yerine oldukça uzak bir yerde güçlükle bir yer buluyorum kendime.

Personel servisini geciktirmemek için pazar alışverişini yarıda kesince yeniden şehre inmem farz oluyor. Pazar yeri olağan üstü kalabalık. Geçen haftanın yağmurlu olması diyorlar buna sebep. Yine aynı manzaralar. Daracık yollarda bebek arabalarıyla alışveriş yapan genç anneler, iki bastonla yürüyebilen yaşlı teyzeler, herkesin elinde pazar arabaları...

Dönüş yolunda eşim arıyor. "Misafirlerimiz var." Gelenler yabancı değil. Haftada en az bir kere ziyaret eder onlar bizi. Hava serin olmasına rağmen terasta, açık havada güneşlenmek istiyorlar. Geçen hafta yedikleri ayva tatlısının tadını unutmamışlar ki yemekten hemen sonra "Ayva tatlısı var mı?" diye soruyorlar.

Lüks bir arazi aracıyla zarif bir hanımefendi geliyor. Urla'da bir butik oteli varmış. O da duymuş namımızı. Lion kulüp dönem başkanlarını ağırlamıştık epey önce. Onlardan biri tavsiye etmiş. Salona çıkınca manzara büyülüyor onu. Şarap gurmelerinden oluşan kırk kişilik grubu getirmekmiş niyeti.

Gecenin sürprizi İzmir'den. Telefon ediyor hanımefendi, "Servisiniz var mı?" Sormakta haklı. Açılalı beri değişik nedenlerle üç kez değişti tatil günümüz. Dün kapalı olduğumuzu bilmeden kapıdan dönenler oldu. Telefon edip kapalı olduğumuzu öğrenenler daha şanslıydı tabii. Açık olduğumuzu söylüyorum. "Birazdan İzmir'den yola çıkıyoruz, sanırım bir, bir buçuk saat sürer yol." Taş Ev uzak diyen Tireliler geliyor aklıma. İnsanlar en az yüz kilometre yapmayı göze alabiliyorsa demek iyi şeyler yapıyoruz.

Quora'dan ilginç bir soru ve ilginç bir yorum dikkatimi çekiyor. Soru şu: ABD Irak'a girmeseydi şimdiki durum ne olurdu? Cevap verip yorum yapanlar hiç boş insanlar değil. Bütün sorulara verilen cevaplar bilgi, belge ve araştırmaya dayanıyor. Cevaplar olabildiğince özgür ve tarafsız. Bir ABD vatandaşı diyor ki "Şüphesiz Saddam ülkesinin başında olur, Işid ve benzeri terör örgütleri ortaya çıkmazdı. İran bu kadar güçlü olmazdı. Orta Doğu'da sükunet hakim olurdu. Unutmamak gerekir ki Saddam, Osama Bin Ladin'den en az bizim nefret ettiğimiz kadar nefret ederdi." diyor. Ben devam edeyim. Suriye karışmaz, üç milyon mülteci Türkiye'ye gelmezdi. Irak'ın Saddam döneminde o topraklarda yaşayan biri olarak cevabı gerçekçi buluyorum. Neydi Irak'a girmek için gösterilen asıl neden? Ülkeye demokrasi getirmek. Alın size demokrasi...

01/11/2017 Çarşamba, Tire

Hava mevsim normallerinin altında seyrediyor. Gündüz saatlerinde idare etse de geceleri şömine sobayı yakmaya başlayacağız artık. Alışveriş yapmadığım nadir günlerden biri.

Dört genç arabalarını bahçe kapısının önünde park edip bahçe içindeki yürüyüş yolundan yaya olarak yaklaşıyorlar. İzmir Alsancak'ta bir kafeyi işletiyorlarmış. Onlar da "Kahvaltı için harika bir yer burası." diyorlar. "Keşke burada bir de konaklama imkanı olsaydı." diyor bir diğeri. Eleman sıkıntısından bahsediyoruz.

Şömine sobayı yakmak konusunda karar veremiyorum. En azından hazırlık yapmak lazım. Erdal'ın kestiği kestane kütüklerini salona istif ediyorum. Her gün böyle biraz stok yapabilsem sonra rahat ederim.

Venüs'e mamasını veriyorum. Yüzüne bakmıyor. Pirzola kemiklerine alıştığından olsa gerek. İlginç olan kara kızların gelip Venüs'ün kulübesinin önündeki köpek mamasını yemesi. Serbest bıraksam en az bir tavuğu katleden Venüs yanına gelen tavuklara o kadar ilgisiz ki.

Ödemiş'ten sadık misafirlerimizden biri rezervasyon yaptırıyor. Eşi ile birlikte artık aşina oldukları mezelerimizden sipariş ediyorlar. Son derece kibar bir çift. Teşekkür sözcüğü dillerinden düşmüyor.

Akşam misafirlerini erken uğurladıktan sonra erken kapatıp dinlenme hesapları yaptığımız bir anda bir rezervasyon daha alıyoruz. Geç vakitlere kadar onları ağırlıyoruz. Bu sayede bu satırları yazma imkanım oluyor.

02/11/2017 Perşembe, Tire

"Hiçbir şeyden çekmedi dünyada, nasırından çektiği kadar." Orhan Veli "Kitabe-i Seng-i Mezar" isimli şiirini Süleyman Efendi için değil de benim için yazsaydı herhalde şöyle derdi. "Hiçbir şeyden çekmedi dünyada, şu Tire'nin esnafından çektiği kadar." Bir aydır çay ocağının tamiratıyla uğraşıyorum. Dün "Servisteyim, işim bitince gelirim." demişti. Yorulmaması için "Yok sen zahmet etme, ben gelir alırım seni." desem de kar etmedi. Bugün telefonuma cevap bile vermiyor.  "Adam mı yok, başkasına gidin siz de." diyorsunuz değil mi? Yok arkadaş, hepsi aynı. "Bu işi yapacak zamanım yok." demiyorlar, sizi bağlıyorlar ama işinizi de yapmıyorlar. Eğitimle alakası yok bu durumun, tarihine yakışmayan bir kültür oluşmuş burada, sözlerin namus olmaktan çıktığı, yoz bir kültür. Eşim "Böyle değildi benim memleketim otuz sene önce, nasıl bu hale geldi anlamıyorum." der durur.

Sabah gıdak gıdak sesleri ta uzaklardan geliyor. Emine Hanım, "Sessizce git yanına oraya yumurtlamış olmalı." diyor. Kümesin arka taraflarından gelen sese doğru ilerliyorum. Kara kızlardan biri koca bahçe dar gelmiş olmalı ki, tel çitin arkasındaki ormana geçmiş. Ormanda yumurta aramak işime gelmiyor. Bahçede atılı bulduğum eski bir kümes telini kümesin ortasındaki ağacın etrafına sarıyorum. Böylelikle kümesin çatısına, oradan da dışarı atlayacak bir yolu kapattığımı umuyorum. 

Hava soğudukça kış hazırlıkları daha fazla önem kazanıyor. Dün başladığım yakacak odun istifine devam ediyorum. Girişte geçen sene odun istiflediğimiz yeri ağaç kütükleri ile dolduruyorum. Akşama doğru şömine sobayı yakmak üzere hazırlıkları tamamlıyorum. Depodan odunluk ve maşa takımlarını çıkarıp şöminenin yanına yerleştiriyorum.

Akşama doğru şöminede yılın ilk ateşi yanıyor. Kestane odunlarının çıtırtısı oldukça büyüleyici. Akşam yemeğine yakınlarda bir baraj inşaatını yapan şantiye şefi ve çalışma arkadaşları konuğumuz oluyor. Konu baraj, barajın tipi de silindirle sıkıştırılan beton SSB olunca muhabbet derinleşiyor. Sohbet ettikçe Kayseri'den, Zonguldak'tan, Aydın'dan pek çok ortak tanıdıklar çıkıyor ortaya. 

03/11/2017 Cuma, Tire

Biraz geç kalınca ikinci defa şehre inmek zorunda kalıyorum. Malum bu gün küçük pazar. Sabahın serinliği diri tutuyor insanı. İlk olarak çay ocağını tamir edecek ustanın dükkanına uğruyorum. Artık bu son gidişim. Yapmayacaksan yapmayacağım de. Dükkan kapalı. Telefon ediyorum, tahmin ettiğim gibi yine cevap vermiyor. Cevap verecek yüzü yok çünkü. Başka birini buluyorum bakalım o sözünde duracak mı?

Pazar oldukça kalabalık. Bebek arabasıyla arada sıkışan genç bir kadın elindeki pazar arabasını yolun ortasında bırakıp alışveriş yapmaya koyulan orta yaşlı bir kadına çıkışıyor. "Şu arabanızı önünüze alsanız da yol verseniz." Kadın bir şey demeden arabayı çekip yolu açıyor. Fırıncı Hatice Hanımın işleri yolunda. Pazarın içine nasıl girdiğini anlayamadığım bir pikabın arkasına ekmek dolduruyor. "İdare edebilirsen gerisini yarın vereyim." diyor. "Tamam, olur." diyorum gülümseyerek.

Akşama yine bir doğum günü yemeği var. Şömine sobayı erken yakıyorum. Geçen seneden işi öğrendiğim için sobayı yakmak uğraştırmıyor. Salon oldukça keyifli bir mekana dönüşüyor. Hem sıcacık hem de şöminenin ateşinde çıtır çıtır yanan kestane odunları güzel bir görsellik veriyor.

Saat yedi deyince misafirlerimiz gelmeye başlıyor. Eşimin TV de tiryakisi olduğu kelime oyununun başladığı saatler. Emine Hanım bizi çok güldürüyor. Dışarıdan mutfağa girsem "Ay korkuttunuz beni." diye çığlık atıyor. Hadi buna alıştık ama bugün ne dese beğenirsiniz? Salonda pencerenin kenarında duran bir iki biblo var. Benim çok hoşuma giden, bir dostumuzun hediye getirdiği dekoratif süs eşyaları. Biri saksafon çalan şapkalı zenci, diğeri gitar çalıyor. "Yukarıdakiler ne korkunç değil mi? Ben çok korkuyorum." demesin mi? Ne korkunç? "Hani pencerenin yanında duruyorlar ya, gece rüyama girmesin diye temizlik yaparken gözlerimi kapıyorum." 

Misafirlerimizden bir diğeri incir üreticisi. Arkadaşlarıyla birlikte gelirken bir torba incir getirmişler, tadımlık. Torbayı eşime uzatıyorum. "Balık getirmişler pişirilmesi için." Yüzüme şöyle bir bakıyor. Gülmeye başlıyorum. "Yok, yok hediye incir getirmiş misafirlerimiz." 

Eşimin kahvaltı ısrarı var yine. Bana söz veriyor. Sadece pişi ve börek vereceğim, aşırıya kaçmayacağım diye. "O zaman sadece rezervasyon yaptıranlara veririz kahvaltıyı." diyorum.

Misafirleri uğurladıktan sonra Venüs'ü serbest bırakıyorum. Sevinci görülmeye değer. Bu kadar enerjiyi nereden buluyor bilmiyorum.

04/11/2017 Cumartesi, Tire

Güzel başlayan bir gün. Venüs ile Fifi birbirleriyle eskisi kadar boğuşmuyor. İkisinin karşımda poz verir gibi durmaları üzerine vakit geçirmeden deklanşöre basıyorum.

Diğer günlerin aksine şarap siparişleri rakıyı solluyor. Ağırlamaktan büyük zevk duyduğumuz misafirlerimiz son geldiklerinde ayırtmışlardı masalarını. Talihsizlik işte, geçen geldiklerinde değerli bir yüzüklerini düşürmüşler. Ne kadar arasalar nafile. Yanlarında İzmir'den gelen misafirleri var bu kez. Hanımefendiler şarap beyefendiler rakı içiyor. İçtikçe coşuyorlar, kahkahaları ortalığı inletiyor.

Yan masada genç aşıklar. Onlar da şarap içiyor. Şömine ateşinde Tire manzarası ve şarap. Keyifler tıkırında. Benim ise başıma geleceklerden haberim yok.

Misafirleri yavaş yavaş uğurluyoruz. Hanımefendiler kendi aralarında karar vermişler. Bu mezeleri yapanın elinden öpülür. Eşimin elini öperek ayrılıyorlar. "Ayılabilirsek sabah kahvaltısında görüşmek üzere."

Genç çift, çifte kumrular gibi yan yana oturmuş şaraplarını yudumluyorlar. Kalkmaya hiç niyetleri yok gibi. Elemanları bırakmak için şehre iniyorum. Yakıt göstergesi sona dayanmamış ama ışık yanıyor. Şansıma güvenip eşimi yalnız bırakmamak için yakıt alma işini yarın sabaha bırakıyorum. Maceramız da böyle başlıyor. Dönüş yolunda Taş Ev'e varmaya iki yüz metre kala arabam yolun en dar kısmında kalıyor. Ne direksiyon dönüyor, ne fren tutuyor. Hemen dörtlüleri yakıyorum. Arkamda bir başka araba beliriyor. Arabadan inip emniyetli mesafeye kadar geri gitmelerini istiyorum. Fren de direksiyon da kazık gibi. Bir taraf uçurum. Diğer taraf budanmış ağaç dallarıyla kaplı. Zor bela biraz sola yanaşıp arkamdaki aracın geçmesini sağlıyorum. Şanssızlık işte! Neyse, yürünebilecek bir yol. Depoda bir bidon benzin olacaktı. Eşime durumu anlatıyorum. Depodan aldığım bidonu ve huni görevi görecek plastik bir şişeyi alıp aracın yanına varıyorum. Karanlık bir taraftan, bidonu tek başıma huniyi tutarak depoyu doldurmanın zorluğu diğer taraftan, bu işin tek başına olmayacağına kanaat getirip benzin bidonunu arabanın bagajına koyuyor, gerisin geriye Taş Ev'e dönüyorum.

Genç kumrular hala yukarıda oturuyorlar. Bir ihtiyaçları olup olmadığını soruyorum bir kez daha. Teşekkür ederek bir istekleri olmadığını söylüyorlar. Saat 12.00 olunca müzik yayınını kesiyorum. Kalkma zamanının geldiğini anlıyorlar böylelikle. Hava oldukça serin. Durumu anlatıp bizi arabanın yanına kadar bırakmalarını rica ediyorum. Yanımızda götürdüğüm beş litrelik su bidonu işe yarıyor. Depoya üç dört litre kadar benzin boşaltıyorum. Eşim bir an önce dönmek için sabırsızlanıyor. Biraz daha benzin koymak niyetindeyken işi yarına bırakıyorum. Bir iki denemeden sonra araba çalışıyor ve arabayla Taş Ev'e geliyoruz.

Arabadan inerken aklım başıma geliyor. Yahu benim araba dizel. Ben kalktım benzin koydum. Tamam, şimdilik işimi gördü ve arabamı bırakılmaz bir yerden Taş Ev'e kadar getirdi. Hemen internete giriyorum. Aman Allah'ım ben ne yaptım? Motoru parçalarsınız diyen mi ararsın, krank milini kesersin diyen mi. Bazı yorumlarda araba ateş alır diyen bile var. Hemen arabayı olduğu yerde bırakıp depoyu boşaltın, benzin giren ne kadar aksam varsa servise temizletin yorumları iyiden iyiye canımı sıkıyor. Yarın pazar, kahvaltı vermeye karar verdik, alışveriş yapmam lazım, elemanları erken getireceğim. Yarın ola hayrola.

05/11/2017 Pazar, Tire

Ne zaman başımı yastığa koydum, nasıl uyandım hatırlamıyorum. Eşim kahvaltı telaşında, benim zorum arabanın durumu. Saat 07.30 da taksi duraklarından birini arıyorum. Cevap veren yok. Pazar sabahı kimin işi olur taksiyle. Canım sıkılıyor. Bir başka taksi durağını arıyorum. Uzun uzun çaldırdıktan sonra Mustafa isminde biri açıyor telefonu. Hemen gelmesini istiyorum. Niyetim şehirden mazot alıp mümkün olduğunca benzini mazot içinde seyreltmek. Hafta arası olsa tamircimi arayacağım ama bugün sanayide çalışan olmaz. Elimdeki 25 lt lik bidonda hala bir miktar benzin var. Şansım yaver gidiyor pazar olmasına rağmen 25 litrelik bir bidon daha alıyorum. Benzinlikten ikisini de mazotla doldurduktan sonra geri dönüyoruz. Mustafa arabasını o kadar yavaş kullanıyor lakin sesimi çıkartamıyorum. Elemanları alış saatim yaklaşıyor. Taş Ev'e varıyoruz. Bidonları indirdikten sonra elemanları almaya gidiyoruz birlikte. Mustafa "Şansımız varsa hortumla depodaki benzini çekebiliriz belki." diyor. Biraz da olsa rahatlıyorum.

Hortum işe yaramıyor. Aldığımız iki bidon mazotu aracın yakıt deposuna zor bela boşaltıyoruz. İnternet yorumlarında böyle bir durumda sakın ola sürat yapmayın diye uyardıklarını hatırlıyorum. İkinci sefer kontağı çevirince araba çalışıyor. Rolantide yarım saate yakın çalışır durumda bırakıyorum. Kahvaltı rezervasyonları başlayınca iyice daralıyorum. Bu benzin kokusundan nasıl arınacağım?

Taksi şoförünü gönderiyorum. İlk kahvaltı misafirleriyle ilgilendikten sonra acil ihtiyaçları almak üzere şehre iniyorum yavaş yavaş. Pencerem açık. Dışarıdan kuş seslerine benzer sesler geliyor. Sesler beni takip edince bunun motordan geldiğini anlıyorum. Benzinli motorine motorun alışma sesleri bunlar. Bir süre sonra sesler kesiliyor. Alışverişimi tamamlayıp kazasız belasız dönüyorum Taş Ev'e.

Yoğun bir pazar günü. Misafirleri ağırlama telaşıyla arabayı unutuyorum. Yoğunluk öyle bir hal alıyor ki rezervasyonsuz gelen bazı misafirlerimizi geri çevirmek zorunda kalıyoruz. Taş Ev övgü üstüne övgü alıyor. Telefonlara bile cevap veremez haldeyim. 24 Kasım Öğretmenler günü rezervasyonları gelmeye başlıyor. Böyle zamanlarda vakit hızlı ilerler. Bir bakmışız akşam olmuş. Öyle oluyor. Eşimle birlikte elemanları şehre bırakıyoruz. Arabada sorun yok görünüyor. 

8 yorum:

  1. açıkçası benim bile istanbul'dan kalkıp gelesim geliyor taş eve. kilometreler gözümde bir hiç, hamile olmasaydım eğer :( şimdilerde fazlaca hantal hissediyorum kendimi. sanırım insan hiç görmediği kilolara ulaşınca böyle oluyor :8

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O zaman sizi ve doğacak bebeğinizi birlikte ağırlamak nasip olur İnşallah. Her şey gönlünüzce olsun:)

      Sil
  2. Bibloları ben de severim. Onlara baktığımızda yüzümüzde hoş bir gülümseme olur. Bu caz ustası zencinin gözünde siyah gözlük tasarlanmış mı merak ettim doğrusu. Çünkü bu çok önemli. eğer siyah gözlüğü varsa bibloyu tasarlayan sanatçı da zenci ve caz kültürünü biliyor demektir.

    Zenciler Amerika kıtasına köle olarak Afrika'dan çalıştırılmak üzere getrildiklerinde, kendilerine kölelik muamelesi yapılmıştır. Beyazderililer Siyahderililere yapmadıkları eziyet, işkence ve zulüm bırakmamışlardır. Bu kıtada yaşayan Beyazderililer Kızıldedililere yaptıkları zulmün kat be kat fazlasını zencilere reva görmüşlerdir. Zenciler tarlada, bahçede, taş ocaklarında, maden ocaklarında yarı aç, bi ilaç ve kırbaçlanarak çalıştırılmışlardır. Zencilerin sosyal hayatları o zaman yoktu.

    Zamanla yıkık ve viraneliklerde bir araya gelerek protest müzik yapmışlardır. Böylelikle bir dünya müziği olarak kabul edilen jazz gerçeği ortaya çıkmıştır. Zenciler bu protest müziği kendileri arasında yaparken, kendi mekanlarına Beyazlar da gelmeye başlayınca, bu gelişme Zencilerin onurlarına çok dokunmuş. Çünkü bu protest müzik Beyazlara karşı yapıldığı için bu çelişkili duruma bir formül bulmuşlar. Bu formülü, sahnede sırtlarını seyirciye dönerek, yüzlerini de duvara çevirerek suretiyle müzik yapmakta bulmuşlardır. Ama bu durum zenci sanatçıları tatmin etmemiştir.

    Buna karşılık matemi de sembol eden, siyah gözlük takarak, seyircilere karşı siyah gözlüklü yüzlerini göstererek müzik yapmaktadırlar siyah gözlük takma adeti böylelikle ortaya çıkmıştır. Siyah gözlük sahnede, gündüz ve gece kullanılır olmuştur. Siyah gözlüksüz zenci jazz bir usta düşünemeyiz. Bu geleneği diğer Beyaz derili jazz müzik ustaları da devam ettirmektedir.

    YanıtlaSil
  3. Sayın Profösör, verdiğiniz bu değerli bilgiler için teşekkür ederim. Sorunuzun cevabı; hayır, iki ayrı bibloda canlandırılan kişiler siyah derili ancak siyah gözlükleri yok. Birisi saksafon diğeri gitar çalıyor. Her ikisinin başlarında fötr şapkaları var.

    Yıllar önce John Steinbeck'in Gazap Üzümleri isimli romanını okumuştum. Amerika'daki içler acısı yaşamı bütün çıplaklığı ile anlatıyordu.

    YanıtlaSil
  4. Epey birikmiş yazılar.

    Pazar yeri parkı, esnaf... Şu an içinde bulunduğunuz işiniz tam anlamıyla insan tanıma okulu. Şömineniz de varsa ağaçlarından kestanelerin toplandıktan sonraki hallerinin ne olduğunu hemen hatırlatıyor :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Artık günlük yazıp haftalık yayınlıyorum. Galiba bu biraz daha kolaylaştırdı işimi:) Her geçen gün yeni bir tecrübe.

      Sil
  5. ha haaaaaa türk esnafı işte hem de ege ha haaa gevşek olur tabiii. burası almanya değil ki :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keşke Almanlar kadar iş disiplinine sahip olan bir millet olabilseydik. Olamayınca o dünyada sözü geçen Almanya, biz ise Türkiye kalıyoruz.

      Sil