5 Kasım 2019 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #10

Bir an çok korktum. Deep ağırdan aldı nöbetçi moderatörlüğü. Yoksa Ağaç Ev Sohbetleri bitti mi diye ödüm patladı. Neyse ki İrem Can ona omuz vermiş ve 10. Hafta sorusunu atmış ortaya. Şu Cadılar Bayramı çok korkutmuş bizimkileri anlaşılan. Hadi Ağaç Ev Sohbetlerinin 10. Hafta sorusu neymiş bakalım. 


Korkunç veya anlamlandıramadığınız olaylar yaşadınız mı? Biraz da korkalım!"



Gariptir, bu soruya cevap bulamadım ilk anda. Ya, dedim kendi kendime, ben hiçbir şeyden korkmam ki. Fobim, bobim de yok bildiğim. Ne yüksekten ne karanlıktan korkarım. Öyle anlamlandıramadığım bir olay da gelmedi hatrıma. Hadi başlayalım bakalım, belki korkunç bir şeyler çıkar yazarken.

İnsan neden korkar? Meselâ vahşi bir tropikal ormanda aç bir kaplanla karşılaşıldığında korkarım. Hayaletlere, cinlere, perilere inanmam. Ama ola ki, karşıma gece yarısı bir hayalet çıktı, altıma yaparım. Nedense çıkmıyorlar işte. Ya inanmadığım için güceniyorlar, ya da onlar korkuyor benden.


Trafik kazaları korkutur beni. Ölmekten değil, sakat kalmaktan korkarım. Yanarak, boğularak ölmek de korkularım arasında. Neyse ki bunları da yaşamadım. Hah, şimdi buldum galiba. Depremden korkarım meselâ. Çok büyük şiddetli olmasa da orta şiddetli depremler yaşadım. Yer sarsılmaya başladığında şiddeti ne olacak, ne kadar sürecek bilinmez. Çaresizlik içinde bitmesini beklerken saniyeler saate döner. Acaba oturduğum bina bu sarsıntıya göğüs gerebilecek mi? Daha uzak yerdeyse merkezi, oralarda can kaybı olur mu? soruları geçer aklımdan.


Yaşadığım diğer bir afet türü ise su taşkınları yani sellerdir. Mesleğim gereği suyla çok boğuşmuşumdur. Yıllar önce Kdz. Ereğlisi'nde baraj yaparken yakalandığımız sel felâketi bir sürü can almıştı. Şantiyede maddi hasar dışında can kaybı yaşamadığımız için şanslıydık. O gece yollar sel suları altında kalmıştı. Karanlıkta azgın suların sürüklediği kayaların uğultusu hâlâ kulaklarımda. Tarihi karayolu köprüsü yıkılmış, elektrik direkleri devrilerek yolumuzu kapatmıştı. İşte o an hayatımın dönüm noktalarından birini yaşamıştım. Elektrik kablolarından cereyana kapılmayalım diye arabadan inmiştik. Hava henüz aydınlanmamıştı. Yağmur iri damlalar halinde olanca şiddeti ile devam ederken sel sularının çağıltısı köprünün karşısından gelen insan seslerine karışıyordu. Karşıdan gelen sesleri biraz daha iyi duyabilmek için kablolara basmadan ilerledik. Karşıdan gelen sesler hiç anlaşılmıyordu. Ağır ağır ilerlerken bir anda şok olduk. Önümüzdeki yol da köprü de bitmişti. Sel suları köprünün ortasında kocaman bir yarık açmıştı kendine. Yarığın genişliği yaklaşık kırk metre vardı. Büyük bir gürültü eşliğinde süratle akan sel sularına bakarken yanımdaki arkadaşlarla birlikte buz kesildik. Ya o direkler devrilip yolu kapatmasaydı? Arabamızla köprüden azgın suların içine uçup bir ceviz kabuğu misali karışırdık, artık sahilden toplarlardı cesetlerimizi. Karşı kıyı kalabalıklaşiyordu. Gücümüz yettiğince bağırıyoruz. "Can kaybı var mı?" Köprünün yanı başı şantiye. Binalar, makinaları süpürüp gitmiş sel suları. Cılız bir şekilde yanıt alıyoruz karşıdan. Can kaybı olmadığını öğreniyoruz. Bu haber rahatlatıyor bizi biraz. Fakat dizlerimiz titriyor korkudan, belki biz olacaktık şantiyenin can kayıpları.


Bir gariplik de İstanbul-Ankara otoyolunda başıma gelmişti. Gençlik işte, yol otoyolsa köklüyoruz gazı sonuna kadar. Sanki kendimizi kendimize ispatlıyoruz. Akşama doğru bir vakit, ama hava kararmaya henüz başlamamış. Genelde sol şeridi bırakmazdım kimseye o zamanlar. Nasıl olduysa Gerede'yi geçtikten sonra sol şeritten ayrılıp orta şeride geçmiştim. Beş dakikadan daha az bir zaman geçmişti. Birden gözlerim faltaşı gibi açıldı. Sol şeritte park etmiş, ışıkları yanmayan bir tır. Hızla yanından geçtim. Mantıken böyle bir durum olamazdı. Hatta ertesi gün pür dikkat haberleri izledim, oto yolda bir kaza olmuş mu diye. Olmamış. Nasıl olur? Hala kafamda soru bu. Kamyonu gördüm resmen, bir yanılsamamıydı yoksa. İşte size anlamlandıramdığım bir olay.


Son olarak Deeptone'un hatırlattığı bir konuyu arz edeyim. Üniversitenin ilk yılı, yanılmıyorsam hazırlık sınıfındayım. Ankara sağ-sol çatışmalarından geçilmiyor. Sık sık mitingler yapılıyor, okulun o zaman pırıl pırıl mercedes otobüsleri ile bütün şehri dolaşıp gövde gösterisi yapıyoruz. Otobüsler tıklım tıklım öğrenci. Sloganlar gırla. "Kahrolsun Faşizm", "Mahir, Hüseyin, Ulaş kurtuluşa kadar savaş" Çocuk sayılırız tabii o zamanlar. Abilerimiz ne derse, ne yaparsa onu demek, onu yapmak durumundayız. Yoksa faşist oluruz Allah muhafaza. Ama bir de yakalanmaktan korkuyoruz. Bahçelievler faşist arkadaşların hakimiyetinde. Polisin, jandarmanın eline düştüğün zaman yandın, anlatılanlar ürkütücü. O gün pazardı günlerden. Yine büyük bir mitinge gidilecekti. Okulun ellinin üzerinde mavi mercedesi rektörlüğün karşısına sıralanmış, Kızılay'daki mitinge taşıyacak yurtta kalan öğrencileri bekliyor. Otobüslere hücum ediyor herkes. Sloganlar atılıyor, bayraklar, flamalar, pankartlar ellerde. İçimde bir his orada bir şeyler olacağını söylüyor. Ne yapıp, edip bir şekilde kaytarmam lazım. Ama ne mümkün. Bir gören olur da, "Hocam nereye?" dese bittim. İnşallah otobüsler dolar da yer kalmaz ben de gidemem diye içten içe dua ediyorum. Otobüsten otobüse koşturuyorum. O kadar insan nasıl sığdı ki. Yavaş yavaş dolan otobüs hareket ediyor. Ben binemedim, sığamadım kandırmacasına devam ediyorum. Son otobüs de gitti. Etrafıma bakıyorum. İn cin top oynuyor. Kampusun caddeleri, binaları, yurtları bomboş. Etrafta kedi, köpek bile kalmamış. Tam korku filmi gibi. Koca yerleşkede bir tek ben varım. Her an bir nöbetçi devrimci gelip hesap soracakmış korkusu. Hızlı adımlarla yurduma doğru yürüyorum. Kantin boş, odalar boş, çalışma salonları boş. Sinek bile vızıldamıyor. Ürkütücü bir sessizlik. Korkmaya başlıyorum. Biri gelir de "Sen niye buradasın, neden katılmadın mitinge?" diye sorarlar korkusu. Ne diyeceğim. Otobüste yer kalmadı mı olacak cevabım. E, sormazlar mı adama, o kadar kişi yer buldu da bir sana mı kalmadı yer? En iyisi odaya girip beklemek. Yok, orası da sağlam değil. Kilidi yok odaların, olsa bile kilidi kırabilirler. Böyle yakalanırsam tam bir suç üstü. Duşa girsem sesi duyar gelirler. Gidip tuvalette beklesem nasıl olur. Evet, en mantıklısı bu. Işığı yok tuvaletin. Zaten olsa da deep gibi kitap okuyamam, okuma alışkanlığım yok o zamanlar. Karanlık tuvalette korku içinde geçen dört beş saat. Sonra sesler gelmeye başlıyor. Mitingden dönüyorlar. Ortalık canlanıyor yavaş yavaş. Kendime verdiğim hücre hapsi sona eriyor.


Gerçekten de hiçbir şeyden korkmamışım. Hafıza pek çok şeyleri yutuyor.   


8 yorum:

  1. gelcam yineee mimlediim ayol :). ağaç ev 11 momentos yazcak, ağaç ev 12 de belli olduu, ağaç ev 13 sen bul hadiii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ok, gördüm:) Düşünmeye başlayalım bakalım:)

      Sil
  2. Korku dağları beklemiş de siz korkmadım demişsiniz gibi olmuş yazının sonu :D hiç merak etmediğim bir konuyu merakla okudum. Korkunuza ay pardon elinize sağlık :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazıya başlarken ne kadar cesurmuşum dedim kendi kendime:)) Yazmaya başlayınca saçıldı her yere korkularım:) Eyvallah:)

      Sil
  3. bu sağ-sol gençlik hareketlerine dair tüm anılarınızı okumak isterdim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anılar çok ama bir şeyler vesile olacak ki akla gelsin. Bu önerinizi not ettim, teşekkürler. Belki anı belki de öykü olarak çıkabilir karşınıza:)

      Sil
  4. yaaa hayatın olaylarla doluymuş yaaaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de bu kadarını bilmiyordum deep, yazmaya başlayınca geliyor işte:)

      Sil