İnsanın algılayabildiği dördüncü boyutmuş zaman! Bilim adamları, filozoflar evrende on farklı boyutun varlığını dile getiriyorlar. Paralel evrenler, kara delikler, beyaz delikler, solucanlar... Kâinatın sırları, var oluşun bilinmezliği içinde kaybolmuş zavallı insanlarız biz. Bana göre bilimi en gerçekçi kılan değişime bıraktığı açık kapı. Yıllar boyunca nice fikirler, teoriler bir tarafa atılmış, yenileri türetilmiş. Bazen yoğun düşüncelere, derin hesaplara kendini kaptırmış insanların yanı başında duran basit gerçekleri gözlerinden kaçırdığını düşünürüm.
Bir yorumdan çıktım yola. Belki de geçen zaman değil, zamanın içinden geçiyoruz. Uzun, çok uzun bir çizgi bu zaman. Yürüyen bant üzerinde ilerliyoruz sanki. Bir durakta binip diğerinde iniyoruz. Hayat diyoruz bu kısa yolculuğun adına. Kimimiz düşe kalka, kimimiz keyifle ilerliyoruz. Aklımız geride kalıyor çoğu zaman, nadiren önümüze geçiyor.
Çok gerilere gidelim bantın üzerinde. Dünya öküzün boynuzunda. Bu aralar kafasını çok sallıyor bizim öküz Mercan. Yok olmadı, gelelim şu tek tanrılı dinlerin peygamberlerinin yaşadığı zamanlara. Dünya suyla kaplı dümdüz bir alan, kara parçaları suyun üzerinde yüzüyor. "Dünya düzdür, çünkü İncil'de öyle yazıyor." ya da "Dünya dönmüyor, çünkü Kuran'da öyle" Oysa M.Ö 310 yılında Samos'lu Aristarkos, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söyleyince kimse inanmamış.
1 Kasım 1710 tarihinde koyu katolik bir şehir olan Lizbon'da, kutsal Azizeler Günü sebebiyle halk kiliseleri doldurur. Saat 09.40'ta meydana gelen deprem, onun arkasından çıkan yangınlar ve limanı vuran tsunami dalgaları 100.000'e yakın insanın ölümüne sebep olur. Kilise, başta olmak üzere halk şaşkındır. Tanrıya olan bütün vazifelerini ziyadesiyle yerine getirdikleri halde koca şehri haritadan silen böyle büyük bir afet nasıl başlarına gelebilir? Kısa bir süre sonra ülkenin tek hakimi Kilise Tanrı'nın öfkesinin sebebini bulur. Bu aralarındaki ahlâksız ve günâhkâr insanlardan dolayı kendilerine verilen bir cezadır. Tanrı'ya karşı gelen, ayinlere katılmayan, ahlâksızların ve günâhkârların teker teker toplatılıp öldürülmesini ister.
Aydınlanma çağının başlarında Voltaire, dindarların başına böyle büyük bir felâketin geldiği saatte günâhkâr Paris'te millet eğlence içinde sefasını sürüyordu der. Bu, Tanrı'nın öfkesi, insanlara verdiği bir ders olamaz. Kilise'nin dedikleri doğru olsa deprem Lizbon'da değil, Paris'te olurdu. Bunun dinle, Tanrıyla bir ilişkisi olamaz, jeolojik bir olaydır sadece der. Jean Jacques Rousseau, Sayın Voltair'e katılmadığını söyler. Bu deprem afetinin jeolojik yapıyla bir alâkası yok. Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım. Eğer deprem jeolojik nedenlerden dolayı olmuş olsaydı, ölenler sadece fakir halktan olmazdı.
Pekçok deprem oldu yurdumuzda. Eski Katolik Kilisesinin fikri uzantıları, yobaz takımı her depremin ardından "daha yetmedi mi anlamanız için?" diyerek bu doğal afeti Tanrı'nın bir ikazı, bir cezası olarak getirdiler önümüze. Ne yazık ki hâlâ bunlara inanan insanlarımız var. Profesör ünvanlı bir zat, Elâzığ depreminden sonra çocuk yaşta kızların evlendirilmesine yasak konulduğu için Allah'ın verdiği bir ceza olduğunu söylemiş depremin.
Yıl 2020. Zaman çizgisinde Samos'lu Aristarkos'la aramızda tam 2.330 yıl geçmiş. Kilisenin Lizbon depremini insanların günâhkârlığına, ahlâksızlığına bağladığı tarihten bu yana 310 yıl ileride yürüyoruz. Aslında yürüyen bedenlerimiz. Aramızda bazıları var ki o zaman tünelinde bedenleri ilerlerken akılları hep geriye gidiyor.
Bir yorumdan çıktım yola. Belki de geçen zaman değil, zamanın içinden geçiyoruz. Uzun, çok uzun bir çizgi bu zaman. Yürüyen bant üzerinde ilerliyoruz sanki. Bir durakta binip diğerinde iniyoruz. Hayat diyoruz bu kısa yolculuğun adına. Kimimiz düşe kalka, kimimiz keyifle ilerliyoruz. Aklımız geride kalıyor çoğu zaman, nadiren önümüze geçiyor.
Çok gerilere gidelim bantın üzerinde. Dünya öküzün boynuzunda. Bu aralar kafasını çok sallıyor bizim öküz Mercan. Yok olmadı, gelelim şu tek tanrılı dinlerin peygamberlerinin yaşadığı zamanlara. Dünya suyla kaplı dümdüz bir alan, kara parçaları suyun üzerinde yüzüyor. "Dünya düzdür, çünkü İncil'de öyle yazıyor." ya da "Dünya dönmüyor, çünkü Kuran'da öyle" Oysa M.Ö 310 yılında Samos'lu Aristarkos, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söyleyince kimse inanmamış.
1 Kasım 1710 tarihinde koyu katolik bir şehir olan Lizbon'da, kutsal Azizeler Günü sebebiyle halk kiliseleri doldurur. Saat 09.40'ta meydana gelen deprem, onun arkasından çıkan yangınlar ve limanı vuran tsunami dalgaları 100.000'e yakın insanın ölümüne sebep olur. Kilise, başta olmak üzere halk şaşkındır. Tanrıya olan bütün vazifelerini ziyadesiyle yerine getirdikleri halde koca şehri haritadan silen böyle büyük bir afet nasıl başlarına gelebilir? Kısa bir süre sonra ülkenin tek hakimi Kilise Tanrı'nın öfkesinin sebebini bulur. Bu aralarındaki ahlâksız ve günâhkâr insanlardan dolayı kendilerine verilen bir cezadır. Tanrı'ya karşı gelen, ayinlere katılmayan, ahlâksızların ve günâhkârların teker teker toplatılıp öldürülmesini ister.
Aydınlanma çağının başlarında Voltaire, dindarların başına böyle büyük bir felâketin geldiği saatte günâhkâr Paris'te millet eğlence içinde sefasını sürüyordu der. Bu, Tanrı'nın öfkesi, insanlara verdiği bir ders olamaz. Kilise'nin dedikleri doğru olsa deprem Lizbon'da değil, Paris'te olurdu. Bunun dinle, Tanrıyla bir ilişkisi olamaz, jeolojik bir olaydır sadece der. Jean Jacques Rousseau, Sayın Voltair'e katılmadığını söyler. Bu deprem afetinin jeolojik yapıyla bir alâkası yok. Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım. Eğer deprem jeolojik nedenlerden dolayı olmuş olsaydı, ölenler sadece fakir halktan olmazdı.
Pekçok deprem oldu yurdumuzda. Eski Katolik Kilisesinin fikri uzantıları, yobaz takımı her depremin ardından "daha yetmedi mi anlamanız için?" diyerek bu doğal afeti Tanrı'nın bir ikazı, bir cezası olarak getirdiler önümüze. Ne yazık ki hâlâ bunlara inanan insanlarımız var. Profesör ünvanlı bir zat, Elâzığ depreminden sonra çocuk yaşta kızların evlendirilmesine yasak konulduğu için Allah'ın verdiği bir ceza olduğunu söylemiş depremin.
Yıl 2020. Zaman çizgisinde Samos'lu Aristarkos'la aramızda tam 2.330 yıl geçmiş. Kilisenin Lizbon depremini insanların günâhkârlığına, ahlâksızlığına bağladığı tarihten bu yana 310 yıl ileride yürüyoruz. Aslında yürüyen bedenlerimiz. Aramızda bazıları var ki o zaman tünelinde bedenleri ilerlerken akılları hep geriye gidiyor.
hiç bilemediğim konular, bişi diyemiyceeem :) cumadan beri yoksun ortalıkta, iyisin de miii, inzivaya mı geçtiiin ayolcum :)
YanıtlaSilİyiyim, iyiyim:) İnzivaya çekildim diyelim:))
SilElazığ depremi için söylenenler trajikomik bir hadise..Yazınız buna mantıklı bir gönderme de olmuş,emeğinize sağlık..😊
YanıtlaSilTeknoloji ve bilim çağımızda depreme çareler üretmişken, bunu ceza olarak görüp önlemini almak yerine sebebini ahlâk bozukluğunda aramak ve buna inanmak cehalettir. Teşekkür ederim:)
Silmerak uyandırıcı bir yazıydı. Sanıyormusun o insanların dediklerine kendileri inanıyor asla inanmazlar sadece çıkarları o an onu gerektiriyor
YanıtlaSilSanmıyorum. Kendileri inanmasa da geniş kitleleri zehirliyorlar.
Sil