3 Haziran 2020 Çarşamba

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 31/2


Sargent, yolculuk için hazırlandığımı duydu. Ona avukatlarımın bana önerdikleri çözüm yolunu söyledim.

“Gandhi'nin açlık grevlerine karşı olduğunu biliyorsun değil mi?” diye sordu.

“Sözü nereye getirmek istiyorsun? dedim.

“Gandhi, açlık grevleriyle hapishane koşullarının iyileştirilmesi ya da hapistekilerin erken salıverilmesi için gardiyanlara baskı yapıldığını söylüyordu. O baskının her çeşidine karşıydı.” dedi.

“Ne yani, onların taşımasını beklemektense idama götürecek tekerlekli sedyeye kendim gitmeliyim, öyle mi?” dedim.

Sargent, “Allah kahretsin Inocente, sen kendini filozof mu sanıyorsun?  Elbette lanet olası sedyeye kendin gitmemelisin. Benim sana söylemek istediğim, kendini kontrol etmen, yani kendine karşı dürüst olman, anlıyor musun?” dedi.

“Evet, anlıyorum, teşekkürler Sargent.” dedim.

Hücremden ayrılırken, “Selametle kardeşim.” dedi, “Kahverengi Gömlekliler* bizi tekrar bir araya getirince yeniden görüşürüz.”

Beni D Blok'una götürdüler. Geriye dönüp baktığımda, beni, bugün olduğum kişiye dönüştüren şeyin D-Blok'u olduğuna inanıyorum. Dünyaya bakış açım değişmişti. O zamana dek hapishanede bir ziyaretçiydim sadece. Oraya ait değildim. Ama D-Blok'a geçince mutfaktaki şefliğim, bir kadının kocası olmam, hücredeki arkadaşlığıma dair her şey son kalıntısına kadar silindi ve bütün kimliği sadece kendi ailesi olan biri oldum.


Sargent'a Gandhi'nin de böyle düşünüp düşünmediğini sormak isterdim, ancak Sargent artık yanımda değildi. Onu çok özlüyordum. Águila'yı da.

Lila, beni yeni hücreme bıraktığında, bana birkaç tane kulak tıkacı vermişti. Çok geçmeden bunun nedenini öğrendim. O gece saat dokuzda, yan hücremde kalan mahkûm anlaşılmaz bir dilde konuşmaya başlamıştı. Nezaketle "Lütfen sessiz ol kardeşim!" diyerek onu uyardım. Bana, anlamadığım bir dizi metalik tıklama sesi ile cevap verdi. Kulak tıkaçlarımı taktım ve uyumaya çalıştım. Ertesi sabah infaz memurlarının kahvaltı saatini haber verdikleri vakit uyandım. Birkaç dakika sonra üç kasklı muhafız komşumun hücresine daldı. Adam çorba kaşığıyla oyduğu gözünü yemiş. Onu helikopterle Houston'ın bir saat güneyindeki bir psikiyatri kliniğine götürdüler ve bize bir hafta boyunca hücremizde kilitli kalacağımızı söylediler.


O günün ilerleyen saatlerinde, koğuşun en yaşlı mahkumu uykusunda öldü. Dallas şehrindenmiş, yetmiş dört yaşında, iki yıl önce geçirdiği felç nedeniyle tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş, beyaz bir adamdı. Onu salona çıkardıklarında kucağında oksijen tüpünü tutuyordu. Yüzbaşı hücrede kilitli kalma süremizi yedi gün daha uzattığını söyledi.


Kendine Vaiz Bob adını veren bir mahkûm, heyecanlı bir şekilde vaiz vermeye başladı. Yüzbaşıya, Tanrı'nın bile Sodom ve Gomore'yi yok etmeden önce dürüst davranıp haklı ve haksızı ayırdığını söyledi. Yüzbaşı,

“Bunun ne önemi var, Mahkûm.” dedi ve arkasını dönüp uzaklaştı.

Vaiz Bob kapıya bir kafa attı ve yedi saatten uzun sürecek abuk subuk bir vaaza başladı. Kulak tıkaçlarıma rağmen, onun saçma sapan lafları gece boyunca beni uyutmadı. Ona bir uçurtma gönderdim, Notuma,

Fidel Castro’nun saçma sapan konuşmaları bile ipe sapa gelmez vaazlarınızdan daha kısa. Biraz uyuyabilmemiz için, sesinizi biraz kısmaya ne dersin?” diye yazdım. Bana hemen bir cevap gönderdi ve

A-Bloktaki Meksikalı kim?” diye sordu.

Gardiyanların beni fark edip etmediklerini anlayabilmem için bir haftalığına oruç tutmaya karar verdim. Ne kadar kilo verdiğimi bilmiyordum, bir tartıya çıkıp öğrenmek mümkün değildi tabii, fakat ayağıma geçirdiğim şortumun aniden bollaştığını ve çıkan kalça kemiklerimi görebiliyor, kaburgalarımı sayabiliyordum. Kimse tek laf etmedi. Sargent'ın bana verdiği, Beccaria**’nın kitabını açtım, aklım karışmıştı ve okuduğumu anlayamıyordum. Hücrelerimize kilitlendiğimizin sekizinci gününden itibaren tıraş olmamaya karar verdim. Muhafız, sakal bırakmaya başladığımı görünce, bana tıraş olmamı emretti. Ona tıraş bıçağım olmadığını söyledim. O gün, öğleden sonra bana bir tıraş bıçağı getirdi ve sakalımı hemen kesmemi istedi. Ona kulak asmadım.

"Bu senin için son uyarı, Mahkûm. Hemen tıraşını ol." dedi. Beni izlediğini hissediyordum.

Vaiz Bob'un Yeremya' dan ayetler okuduğunu duydum.
Onlardan korkma. Size karşı savaşacaklar ama sizi yenemeyecekler, çünkü sizi kurtaracağım.

Hayal görmemek için gözlerimi sıkı bir şekilde ovuşturdum. Büyük bir sessizlik oldu. Hücremden dışarıya baktım, başına kask takmış üç muhafız gördüm. Dördüncüsü, bir elinde video kamerayı, diğer eliyle göz yaşartıcı sprey kutusunu tutuyordu.

“Bir sorun mu var?” diye sordum. Biraz düşününce durumun kötüye gittiğini zaten anlamıştım. Anlaşılan burada işler böyle yürüyordu. Biri servis penceresinin kapağını açtı ve bana göz yaşartıcı gaz sıktı. Gözlerimden yaşlar süzüldü ve boğazımda safranın yükseldiğini hissettim. Kuru kuru öğürmeye başladım. Bir tanesi kapıdan uzaklaşmam için bağırdı, sonra servis kapağı yeniden açıldı, yanağımdan sert bir darbe yedim. Bir gardiyan Üç, iki, bir diye saydıktan sonra birden kapı açıldı ve üç kasklı muhafız içeri girip beni yere yatırdı. Karnımın üstüne yatırdılar, nefes almaya çalışıyordum. Biri sırtıma dizini dayamıştı. Taşa vuran ön dişimin kırıldığını hissettim. Tulumumu yırttılar ve ellerimi kelepçelediler, sonra beni ortasında bir su gideri olan başka bir kafese koydular. Video kameralı muhafız, kayıt almaya devam ederken kadın bir gardiyan beni bir yangın hortumuyla yıkadı. Tıraş olmamı emreden gardiyan,

Son uyarı, son uyarıdır”, Mahkûm, dedi. Kelepçeler hala bileklerimdeydi ve çıplak halde ve vücudumdan sular damlarken, iki yeni muhafız beni üst katta bir hücreye götürene kadar duş alma kafesinde kıç üstü oturdum. Beni hücreye atmalarından sonra kapı arkamdan kapandı.

“Hey, eşyalarım nerede?” diye bağırdım. Ne şilte, çarşaf ne de herhangi bir giyecek vardı. Yere oturdum, dizlerimi göğsüme bastırıp ısınmaya çalıştım.


O gece servis penceresi açıldı ve McKenzie içeri bir tulum ve bolonez soslu bir sandviç fırlattı. Bir ısırık attım. Tadı bozuk para gibiydi, kalanını çöpe attım.

“Seviye 3'e hoş geldin, pislik. Lanet olası herif, burada inatçı bir deve jokeyi gibi hareket edersen, layığını bulursun.”dedi. 

Bir diş fırçası, bir kalıp sabun ve bir de tıraş bıçağı verdiler. Komodini temizledim. Bir hafta sonra ikinci gazımı yedim. Geçen sefer sırtıma çöken ayı yine iş başındaydı. Öksürük nöbetine tutulmuştum, içeri girdiler, bana saldırıp üzerimdeki kıyafetleri çıkarttılar. Bu sefer başka bir dişimin kırılmamasına dikkat ettim. Yere indirdikten sonra, beni, zemine sabitlenmiş metal bir sandalyenin bulunduğu aydınlık bir odaya sürüklediler.

“Burası eskiden kullandığınız bir gaz odası mıydı?” diye sordum.

Bir süredir görmediğim diş teli takan genç gardiyan, Teğmen’e baktı.

“Burasını gaz odası olarak kullanmış mıydık, Teğmen?” diye sordu. Gardiyan,

“Bizim görevimiz düzeni sağlamak, Çavuş, Nazi subayı değiliz.” dedi.

“Görevinizde başarılar dilerim, genç dostum.” dedim.

Çavuş, bir cevap vermek için hareketlendi ancak Teğmen ona sert bir bakış atınca vazgeçti. Ellerimi önden kelepçelediler, göbek deliğimde biriken suya yol vermek için başparmağımı kullandım.

*Kahverengi Gömlekliler : Nazilerin eli sopalı paramiliter zabıta teşkilatına benzetilen gardiyanlar
Beccaria**: Cesare Beccaria (1734-1794), İtalyan hukukçu, filozof, ekonomist, edebiyatçı

(Devam edecek) 

4 yorum:

  1. Cidden sinir içinde kalıyor insan okurken! Yaşarken neler hisseder kim bilir!

    YanıtlaSil
  2. rafael hapiste neler çekti yaaa idam edilmesine gerek yok valla :) bi de ölüm orucu çıktı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bana kalırsa biraz kaşınmış. Tıraş olmamakta niye direnirsin be adam. Sen terörist misin? İdam onun için kurtuluş belki ama daha yapacak çok şeyi var bu dünyada;)
      Sargent'a Gandhi'nin ne düşüneceğini soramadı ama eğer sorma imkanı olsaydı, Sargent'ten"Gandhi, senin yaptıklarını yapmazdı herhalde" yanıtını alırdı muhtemelen. Gandhi, Rafael'e göre çok barışçıl, Rafael tam aksine olabildiğince isyankar:)

      Sil