Ertesi sabah, erken saatlerde, gardiyanlar bana bir telefon geldiğini bildirmek için yanıma geldiklerinde, Hapishane Müdürünün bıraktığı
formu doldurmakla meşguldüm.
Olvido, Yargıtay'dan henüz bir haber çıkmadığını söyledi.
Yüksek Mahkeme kararları sadece çarşamba günleri açıklanıyordu ama o, infaz
tarihimi dikkate alacaklarını ve bu yüzden açıklamayı daha erken bir tarihe çekebileceklerini ümit etmişti. Hukuk bürosu
olarak Federal Mahkemeye yeniden itiraz etmeye hazır olduklarını fakat önceki
müracaatlarımız hala bekletilirken bunu bir kez daha yapmanın hiçbir anlamı olmayacağını
anlattı.
“Hala bekletilmesi ne anlama geliyor?” diye
sordum.
Olvido, “İtirazlarımızın dikkate alınmadığı anlamına geliyor.”
“İtirazları değerlendirilirken idam cezasına çarptırılan birini
tanıyorum.” dedim.
Olvido, “ O farklı bir durumdur.” dedi.
“İlk duruşmada avukatım bana muhtemelen mahkûm
olmayacağımı ve kesinlikle ölüm cezasına çarptırılmayacağını söylemişti.”
dedim.
“Jürilerin neye karar vereceğini tahmin etmek zor.
Fakat karar, yargının işi.” dedi.
“Bu doğru, ancak hâkimlerin olayı değerlendirme
şekli ve yorumları sizinkinden ya da benimkinden farklı olabilir.” dedim.
Artık konuyu sulandırmaya başlamıştım ancak bu
kez bana cevap vermedi. Belki de beni duymazdan geldi.
“Haber geldiğinde seni ararım.” dedi.
Gardiyanlar saat başı beni kontrol ediyorlardı. Bazen servis penceresinin kapağını kaldırıp “Bir şeye ihtiyacın var mı?” deyip yokluyorlar, bazen de kapımın arkasından onların fısıltılarını duyuyordum.
Tieresse’nin Vakfı, otoriter ülkelerdeki siyasi
muhaliflerin psikolojisi üzerine çalışma yürüten bazı araştırmacıları finanse
etmişti. Bazı erkeklerin ve kadınların kaderlerine nasıl boyun eğmediklerini
anlamaya çalışmışlardı. Üzerinde inceleme yaptığı kişilerden biri Sharansky adında
bir Rus fizikçiydi. Yıllarca Sovyet tarzı bir çalışma kampında bulunmuştu, ağır
çalışmaya mahkûm edilmişti. Sibirya'da bile insanları örgütlemekten geri durmadı.
Sonunda, Başkan Reagan'ın baskısına boyun eğen Ruslar onu serbest bıraktılar. KGB
onu Doğu ve Batı Berlin'i birbirine bağlayan bir köprüye götürdü ve doğruca
karşı tarafa yürümesi ve geriye bakmaması doğrultusunda talimat verdi.
Sharansky Batı Berlin'e doğru zigzaglar çizerek yürüdü. Tieresse, onunla birkaç
ay sonra İsrail'de tanışmıştı. Bana o anı şöyle anlattığını hatırlıyorum.
“Tanıştığımda, onun heybetli biri olmasını bekliyordum. Bunun yerine, kel bir
ektomorf*’un elini sıktım. Elli beş kilo bile değildi. Onu ayakta tutan şeyin ne
olduğunu sordum. Bana kötülüğün olduğu her yerde akla gelen ilk şeyin direniş
olduğunu söylemişti.”
Ertesi gün beni götürmeye geldiklerinde onlara direnemeyeceğimi biliyordum. Kaderimi bilmezden gelip ölüme doğru yürüyecektim.
Sharansky'den dokuz kilo fazlam vardı ama onun yaşama azminin dokuzda birine bile sahip değildim. İnsan kendini dahi yapamaz derler, cesur
yapamayacağı gibi.
Bazıları bu son dönemimde uyuyup uyumadığımı bilmek isteyecektir.
Hayır uyumadım. Çarşamba sabahı saat sekizde hücre kapım açıldığında meditasyon
yapmaya çalışıyordum. Yüzbaşı, telsiz telefon ahizesini bana uzattı. Olvido,
Federal Mahkemeye bir dilekçe sunduklarını söyledi ve Teksas Mahkemesinden öğlene
kadar bir karar çıkmazsa yanımda olacaktı.
***
Babam yaşasaydı, başıma gelenlerin Amerika'da imkânsız
olduğunu söylerdi. Yedi yıl öncesine kadar kesinlikle onun haklı olduğunu söyleyebilirdim.
Saat ona yaklaşırken, gardiyanlar toparlanmam gerektiğini söylediler. Bir saat içinde yola
çıkacaktık.
***
Hücremden çıkarken diğer kapıların arkasından bazı sesler duydum. Bunlar, biz mahkûmların tek protesto yöntemi olan gürültü
ve nara atma sesleriydi, komşularım bana veda ediyordu. Beni eski hücremin
önünden geçirerek ölüme giden yolda B-Blok içinde yürüttüler. Onca gürültü arasında
Sargent’ın sesini fark ettim.
“Illegitimi
non carborundum.**” diye bağırıyordu.
“Anlamı ne onun?” diye sordum.
“O. çocuklarının gözlerinin içine bak, Inocente. Gözlerinin içine
bak.” diyordu.
Yaklaşık altı yıl önce geldiğim kapıdan
çıkardılar beni. Bulutlu gökyüzünü görebiliyordum. Karla karışık yağmur altında
yürürken, muhafızlardan biri, nazik bir şekilde, sırtıma sarı bir yağmurluk
geçirdi. McKenzie de oradaydı, ancak infazın gerçekleşeceği Duvarlar Birimi'ne gelmeyecekti.
Son kez ismimi yanlış telaffuz etti ve ruhuma iyi davranması için Tanrı'ya dua
edeceğini söyledi.
Önümüzde beklemekte olan bir minibüsün sürücü
koltuğunda bir muhafız ve yanındaki koltukta silahlı başka bir güvenlik
görevlisi vardı. Solumdaki muhafız, kafamı aşağı doğru eğdi ve beni arkaya koltuğa,
aracın diğer koltuklarına dik döşenmiş bir tezgâhın bulunduğu kısma doğru
yönlendirdi. Belimi çevreleyen deri kemeri bağlamak için bir çift
kelepçe kullandı. Sonra geri çekildi ve başka bir muhafız içeri girdi. Şoföre,
“Haydi gidelim.” dedi.
Ayrıldığımız ve gitmekte olduğumuz hapishanedelerdeki güvenlik görevlilerine, çift yönlü bir telsiz aracılığıyla, hızımız ve
konumumuz hakkında rapor verilmesi dışında yol boyunca hiç kimse ağzını açmadı. Aradan ne kadar
zaman geçtiğini bilmiyordum, Yeni hapishaneye vardığımızda, binanın cephesinde bulunan bir saat, bire yirmi dakika kaldığını gösteriyordu. Bir buçuk saat panelvan
minibüsün içinde bekletildim.
Hapishane Müdürü ile birlikte dört gardiyan bizi girişte karşıladı.
Beni kendi kelepçeleriyle zincirlediler, daha sonra üzerimdekileri çıkarıp beni
getiren gardiyanlara teslim ettiler. Yeni müdür kendini tanıttı ve prosedürü
anlattı. Duş alabilecek ve üstümü değiştirebilecektim.
“Hayır, teşekkür ederim.”
dedim.
Saat üçte akşam yemeği verileceğini söyledi.
“İstemem, teşekkürler.”
dedim.
Müdür bana yine de getireceklerini, istersem yiyebileceğimi,
istemezsem yemeyebileceğimi söyledi. Manevi bakımdan yardım alabileceğim
birinin olup olmadığını sordu.
“Hayır, yok.” dedim.
Onlardan birini isteyip
istemediğimi sordu.
“Hayır, istemiyorum.” dedim.
Eğer fikrimi değiştirecek
olursam kendilerine haber vermemi söyledi.
Jüri, yıllar önce ölüme mahkûm etmişti beni nasıl
olsa, artık benim için hiçbir şeyin önemi yoktu. Zaten “suçlu” kelimesini ilk duyduğumdan
beri her şey beyaz bir uğultudan ibaretti.
Müdür yanımızdayken, “Ekip!” dediğinde görevliler işareti anlamış ve derhal harekete geçmişlerdi. Bu, beni bağlamaları anlamına geliyordu. İntravenöz iğneleri damarlarıma sokmak için, bedenimi, deri kayışlarla tekerlekli sedyeye sıkı bir şekilde bağladılar. Seslerin kesildiğini fark ettiğimde, müdür yanımızdan ayrılmıştı.
Müdür yanımızdayken, “Ekip!” dediğinde görevliler işareti anlamış ve derhal harekete geçmişlerdi. Bu, beni bağlamaları anlamına geliyordu. İntravenöz iğneleri damarlarıma sokmak için, bedenimi, deri kayışlarla tekerlekli sedyeye sıkı bir şekilde bağladılar. Seslerin kesildiğini fark ettiğimde, müdür yanımızdan ayrılmıştı.
Gardiyanlardan biri öne geçip yol gösteriyordu. Biri
arkamdan sedyeyi iterken diğer ikisi de sağımda ve solumda bana eşlik ediyordu.
Duvar kenarlarında mavi ve sarı kış hercai menekşeleri bulunan bakımlı küçük bir
avlu içinden geçtik.
*ektomorf : zayıf, bir türlü kilo alamayan kişilerin vücut tipine verilen ad.
**Illegitimi non carborundum : Latince, Aşağılıkların seni ezmesine izin verme
(Devam edecek)
hımmm tam iğne anında durcak demekki idam :)
YanıtlaSilEvet, bu kısmı Türk filmlerine benzemiş:) Rafael saat farkıyla ölümden dönüyor gerçekten. Empati yapmaya kalktım, tansiyonum düştü valla:)
Silbu konuda önemli ve iyi bir film var izle bak o zaman :) ölüm yolunda (dead man walking) :)
YanıtlaSilOk, teşekkürler deep. Beyzbol'dan anlıyor musun?:)
Silbeyzbol çevirisi çok yaptım. çok da beyzbol filmi izledim. bezybol canlı da çok izledim statta :) kelime mi sorcaaan :)
SilEvet bir iki cümle var, ben anlamadığım için saçmaladığımı düşünüyorum:)
Silhıhıms sor tabiiii :)
SilTeşekkür. O bölüme sıra gelince düzeltmeni isterim:)
Sil