Kontrol kuleleri bulunmayan hava alanlarında,
pilotlar ortak bir frekansta iletişim kurarak bulundukları bölgedeki uçakları
ve planlarını birbirlerine bildirirler. Bu sayede, iki pilot piste aynı anda
inmeye çalışmaz ve kimse başka biri inerken kalkış yapmak için sıraya girmez.
Stream'in çağrılarını nasıl ifade ettiğini öğrenmek istedim. Tarlanın on mil
kuzeyinde, üç bin metrelik dar bir dairede uçtum ve telsizde onu dinledim. Kendisini
duyabilen herkese yapacaklarını bildiriyordu. Kalkış, piste yaklaşma ve iniş
çağrılarının ses kayıtlarını aldım. Son inişini anons ettiğinde kuzeye döndüm
ve geri dönüş uçuşuna başladım.
Otuz yedinci yaş günümde, ben hala uyurken Tieresse iki bardak
taze greyfurt suyunu yatak odamıza getirmişti. Gölgelikleri açtı ve bana dedi
ki,
“Hadi kalk ve gözlerin ışıldasın doğum günü çocuğu, sana bir
sürprizim var.”
Arabasına bindik ve güneye, sahile doğru sürdü.
“Galveston’a mı gidiyoruz?” diye sordum. Tieresse, işaret parmağını dudağına götürdü,
“Şşşt, soru sormak yok.” dedi, bataklık araziyeye girmemek için kaplaması delik deşik bir yola döndü ve arabayı
batı yönüne doğru sürdü. Birkaç dakika sonra çiftlik olduğunu düşündüğüm bir yere
girdik. Arka tarafta alüminyum prefabrik bir bina, kaplaması olmayan pist ve büyük,
çift motorlu bir turboprop uçağı görünüyordu. Tieresse beni paraşüt atlayışına
getirmişti.
Orada bizden başka kimse yoktu. Bir düzine katlanır sandalye ve bir de beyaz tahtası olan bir sınıfta oturduk. İki paraşüt eğitmeni, güvenlik
önlemleri ve olası aksilikler hakkında dersler verirken biz footsie* oynadık. İki saat sonra, çıkmadan bir şeyler atıştırmak isteyip istemediğimizi sordular. Tieresse,
“Bence bu hiç iyi bir fikir değil delikanlı, şimdi hemen işimize
bakalım.” dedi.
Tieresse ile birlikte iki uzmanı uçağa kadar takip
ettik. Uçağın içinde koltuk yoktu, sadece gövdeye paralel uzanan iki sıra yerleştirilmişti. Pilot uçaktaki yerini almış, kontrol listesini gözden geçiyordu. Sert bir şekilde gökyüzüne doğru tırmandık ve sonra birden sol tarafa döndük. Tieresse pencereden dışarı
bakıyordu. Başı dönmüştü. Benim durumum iyiydi. On beş bin metreye
yükseldiğimizde eşimle birlikte uzman olduğunu düşündüğümüz insanlara bağlı bir
şekilde aşağı atladık. Saniyeler içinde saatte yüz altmış kilometreden fazla bir
süratle düşmeye başlamıştık. Tieresse’nin ağzının hareket ettiğini gördüm, bir şey
söylüyordu, ama kulaklarımdaki rüzgârın uğultusu sözlerini boğuyordu.
Dudaklarını okumaya çalıştım, bana gülümsedi. Bağlandığım genç adam bileğime taktığım
altimetreye dokunarak rakımı kontrol etmem gerektiğini hatırlattı, yani paraşütü beş bin metrede açmayı unutmayacaktım. Sağ kolumu geri çektim, paraşütün
ipine uzandım. Eğitmen elimi tuttu ve ipi işaret etti. Seri bir hareketle ipi çektim. Paraşüt açıldı
ve bir anda iniş hızımız düşünce sarsıldık. Yavaş yavaş aşağıya doğru süzülürken sessizlik, az önceki sağır edici uğultunun
yerini almıştı. Tieresse'nin nefes nefese kaldığını görebiliyordum, eğitmenim
benim iyi olup olmadığımı sordu. Kuzeyde Houston şehrinin siluetini seyrediyordum, daha sonra 180 derece dönüp güneye, Meksika’ya doğru baktım. Bir süre sonra, tuzlu bir göletin kenarında, hafif meyilli, sazlık bir alana indik.
Tieresse koşup yanıma geldiğinde kollarım hâlâ titriyordu.
“Mutlu yıllar, aşkım.” dedi.
“Müthiş bir şeydi bu! Teşekkürler corazón.”**
“Ne demek!” dedi. “Eski rengin yerine geldiğinde yeniden yaparız!”
Ve dediği gibi bu heyecanı sonraki günlerde yeniden yaşadık.
Başka bir şey daha hatırladım, çocukluğumdan bir
sahne geldi gözümün önüne. Chiapas'ta yaşıyorduk. Annem ve ben koka*** çiçekleriyle bezenmiş
tarlanın kenarında duruyorduk. Ürün, babamın çalıştığı Meksikalı bir adama aitti, ancak
tarlada çalışan ırgatlar çoğunlukla Guatemala'dan geliyordu ve anlayamadığım
bir dil konuşuyorlardı. Gülmeye başladılar, annem onları dikkatle süzüyordu. Bir eliyle
minik elimden tutarken diğer elini güneşe siper ediyordu. 'Mira tu papá, él está muy bajo'**** dedi. Dönüp baktığımda babamın yemyeşil tarlaya paralel ve onun en
fazla elli metre üzerinden uçtuğunu gördüm. Bir anda tepe taklak döndü ve baş
aşağı uçuyordu. Ben büyük bir zevkle çığlık attım. Guatemalıların, dizlerinin
bağı çözülmüştü korkudan. Anneme ve bana poz verirken el salladı, gülümsemesini ve
gözlerindeki ışığı görebiliyordum, durmadan havaya zıplayıp ellerimi çırpıyordum.
Bu iki anımı hatırladıktan sonra kafamda planım yavaş yavaş oluşmaya
başlamıştı. Pazartesi sabahı evimin yakınındaki havacılık akademisine gittim.
Eğitmene, sekizli rulo veya 180 derece ters dönüş yapma konusunda bir dereceye
girmek gibi bir niyetim olmadığını, sadece daha iyi uçabilmek ve kendine daha
güven duyan bir pilot olmak için akrobasi dersleri almak istediğimi söyledim.
Gerçek sebebi kendime saklamıştım. Akrobasi dersi, paraşüt alabilmem için yarattığım
bir bahaneydi.
Ertesi ay paraşütle atlama kursuna kaydımı
yaptırdım. İki hafta boyunca yirmi beş solo atlayıştan sonra beni
sertifikalandıracak bir paket için peşin ödeme yaptım. Artık aşırı rüzgâr
olmadığı takdirde, istediğim yere inebileceğimden az çok emindim. Eğitmene
sinüzitimin başladığını ve bir süre ara vermem gerektiğini söyledim. Çok
üzüldüğünü söyledi. Fakat paramı peşin aldığı için samimiyeti konusunda şüpheliydim. İyileşir iyileşmez onu arayacağımı söyledim ve elini sıktım.
Onu bir daha asla görmeyi düşünmüyordum.
Günler kısaldı. Kansas’ta hava iyiden iyiye soğumaya başlamıştı. Yerler
iki metre karla örtüldü. Sıcaklık durumundan emin olmak için yeraltı silosunda
bir iki gece geçirdim. Zamanlayıcıları çalıştırdım, ortam sıcaklığı gayet iyiydi, su temizdi.
İki kez öksürdüm, bu yüzden hava filtrelerini değiştirmem gerektiğini düşünüp
notumu aldım. Eğer altı yıllık hapishane tecrübem olmasaydı (ve tabii ki,
istediğim zaman dışarı çıkabileceğim düşüncesi), kar ve buzun altına gömülmüş
olarak yerin altında iki gece geçirmenin klostrofobisi beni intihara
sürükleyebilirdi. Ancak, asıl sorun önümde duruyordu.
Restoranın barındaki tabure yerine bir masaya
oturarak orada daha fazla zaman geçirmeye başladım. Bir kâse çorba veya BLT***** sipariş ettikten sonra, bir yandan yazarken, diğer yandan da bir şeyler atıştırıyordum.
Ne yaptığımı soran herkese kitap yazdığımı söylüyordum. Kitabın konusu, Tieresse
ile birlikteliğim ve onun yaşamı sona erdikten sonra başıma gelenlerle ilgiliydi.
Susanna, kahvemi doldurdu ve bana bir yayıncım olup olmadığını sordu.
“Henüz yok, ama bunun için daha zamanım var.” dedim.
Aslında, ikisi New York'ta ve biri de Hollywood'da
olmak üzere üç yayıncı temsilcisi benimle iletişime geçmiş ve hikâyemi bir
milyon dolara satabileceklerine garanti vermişti. Bu benim başıma gelenleri
bilmediklerini kanıtlamıştı, bu yüzden sonradan aradıklarında sorularına cevap
bile vermedim. Ünlü bir film yapımcısı telefonuma mesaj bırakmıştı. Avukatımı
aradım ve ondan kimseye numaramı vermemesini istedim. Bana Reinhardt dışında hiç
kimseye numaramı vermediğini söyledi. Özür diledim ve telefonu kapattım. Haftanın
geri kalanında, yabancıların beni bu kadar kolay bulmasının nasıl mümkün
olduğunu düşündüm ve bundan endişe duydum.
*footsie: Ayakları birbirine romantik bir şekilde dokundurarak fingirdeşmek
**corazón: İspanyolca, hayatım
***koka: Kokain yapımında kullanılan bitki
****“Mira tu papá, él está muy bajo: İspanyolca, Babana bak! Ne kadar alçaktan uçuyor.
*****BLT: Pastırma, marul ve domatesli sandviç
(Devam edecek)
pastırma yiyemesem de pastırma marul domates bi deneyim. bu bölüm de anılaar anılaar ah mazi olduuuu rafael açısından :) sonra da bakalım nolcak bu hazırlıkların sonu :) rafael kötü yola doğru yavaş yavaş gidiyo, böyle tek başına hiçkimseye söylemeeden planını yapıp uygulamaya başladığına göreee kafası gitmiş biraz yani hafiften delirmeye doğru gidiyo olabilir, bütün psikopatlar gibi, bu chapter a kadar rafaele sempati duyuyordum ama artık psikopat ya da sosyopat mış meğerse yaaa :)
YanıtlaSilMuhtemelen Kayseri pastırmasıyla iyi olur, ister çemenli ister çemensiz:)
SilRafael ile biraz empati yapmayı dene bir bakalım:)))
Cesaretinden ve azminden dolayı benim takdirimi kazanmaya başladı:)
Ben de giderek daha çok "zaten Rafael'in içinde varmış böyle biri, yaşadıkları sadece ortaya çıkmasına katkı yapmış" diye düşünüyorum. İnsan kinlenir, intikam almak ister, atar tutar hatta belki gider açıktan saldırır ama böylesine ince detaylı plan yapmak... Yargıçlar hak etmiyor bunu demiyor, aksine hak ediyorlar ama yine de şaşırtıcı buluyorum Rafael'in azmini, hırsını.
YanıtlaSilDüşünüyorum, çok sevdiğim biri var ve bir cinayete kurban gidiyor. Alıp beni götürüyorlar ve onu sen öldürdün deyip ölüm cezasına çarptırıyorlar. Son dakikada şans eseri ipten dönüyorum. Sevdiğimin hunharca öldürülmesinin acısına mı yanayım, toplumun haksız yere beni suçlamasına mı, hapishanedeki hücremde çektiğim işkenceye mi, neredeyse idamla sonuçlanacak kaderime mi?
SilŞimdi sevgili Deep olsa, ama hapishane sana çok şey öğretti, oradan da edindiğin bilgi ve tecrübe var deyip hakkımda yanlış yere idam kararı veren yargıçları affetmemi isteyebilir. Ama ben Rafael'e biraz kafayı sıyırmış olsa da hak veriyorum hala:)