9 Temmuz 2020 Perşembe

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 68/4


Bu ziyaret, iki eski dostun birbirine kavuşmasıydı. Bana tanıdığım mahkûmların neler yaptıklarından bahsetti. Ona neler okuduğunu sordum. O da bana, kuzeni Charice'den hala haber alamadığını anlattı. Reinhardt'ı, nerede yaşadığımı sordu. Ona bütün gezdiğim yerlerden -Austin'dekiler hariç- söz ettim. Okuması için yanımda getirdiğim "Haham Hikâyeleri" kitabını verdim.


“Tanıdıklarım arasında okumayı en çok seven kişi olduğun için, sana bunu getirdim. Ayrıca, kitabı sende bırakabilmem için gereken izni aldım.” dedim.


Ona kitabın asıl adının “Pirkei Avot” olduğunu söyledim.


“Bana onun ne anlama geldiğini de söyler misin?” diye sordu.

“Babaların Etiği anlamına geliyor, Talmud’taki etik öykülerin derlemesi” dedim.

“Vay canına, Inocente. Nasıl desem bilmem ki, ben senin kafası karışık bir Musevi olduğunu düşünüyordum.” dedi.


“Bu, annemi defalarca okurken gördüğüm tek kitaptı. Evimin mutfağında buldum. Onun hâlâ bende olduğunu bilmiyordum. Evrende, her zaman bir bilgelik kırıntısının saklı olduğunu anlatıyor.” dedim.


Sargent gülümsedi. O sözlerin gerçekte kime ait olduğunun bilinmediğini söyledi. Yıllar önce, yine bana aynı şeylerden bahsetmişti.


“Her kiliseden bazı akıllı o. çocukları çıkar, anlıyor musun? Onların mucize dedikleri hokus pokusları görmezden gelmeli ve kendini sadece aklına yatan zırvalıklarına odaklamalısın. Bak sana işin doğrusunu anlatayım, din, tanrıya ve onun mucizelerine inanmayı gerektirir.”

"Şimdi, karşımda oturan, tanıdığım, akıllı bir adam, bana bir zamanlar bunları öğretmişti.” dedim.


“Tanıdığın akıllı adamın ne demek istediğini tam olarak anladığını sanmıyorum.” dedi.

Eliyle ağzını sildi, ona verdiğim kitaba bakarken,

“Beni düşündüğün için teşekkür ederim, Inocente. Sana bunu bütün samimiyetimle söylüyorum.” dedi.

Ona, annemin akşam yemeklerinde babama ve bana epigramları okuduğunu ve anında İspanyolcaya çevirdiğini anlattım. Babamın favorisi, Ben Zoma adındaki bir hahamın -zengin kişi, sahip olduklarından mutlu olan kişidir.- sözüydü. Bu sözü çok sevmişti, çünkü o, hiçbir şeye sahip olmadığı halde, mutlu olduğunu düşünüyordu.


Sargent, “Bu kadar aptalca bir sözü söyleyebilmenin tek nedeni, Inocente, onun bir çocuğunun olmamasıdır.” dedi.


“Belki de.” dedim. “Kitabı sana bırakıyorum çünkü onu benden daha iyi anlayacağını biliyorum.”


Ölüm hücresine nakledilmeden önce, birkaç gün arayla suçsuz oldukları anlaşılmış Lucas ve Antonio adında iki adam vardı. Onları haberlerde izlemiştim. Sargent'a hahamların, kutsal kitabın bir bölümünde, -güçlü insan, duygularına hâkim olan insandır.- dediklerinden bahsettim ve ona adamları tanıyıp tanımadığını sordum.

"Evet, onları tanıyorum." dedi.


“Peki, onları öfkelerinden alıkoyan ne?” diye sordum.


“Öfkelenmediklerini nereden biliyorsun? Bu iş, yüzündeki gülümsemeye bağlı olarak kardeşinin içinde ne fırtınalar koptuğunu tahmin etmene benzemez. Hahamların bazı saçma sapan sözleri mantıklı olsa da, bu, söyledikleri her şeyin doğru olduğu anlamına gelmez. Senin öfkeyi küçümsediğini sanıyorum. Eğer daha fazla insan sinirlenirse daha iyi bir dünya olur ve bu, patronların endişelenmeleri için ciddi bir durum yaratır." dedi.


Ayrıca serbest bırakıldığını bildiğim iki mahkûm daha vardı. Özgürlüklerini kazandıktan aylar sonra her ikisi de farklı trafik kazalarında yaşamlarını yitirmişlerdi. Sargent'a,


“Sence Toney ile Guerra’nın başına gelenler birer rastlantı mı?" diye sordum.


“Evet,” dedi. “Bu bir gerçek. Farklı bir şey söyleyen herkesin aklından zoru vardır. Kardeşlerimiz, pilav pişirmeyi unuttuklarından dolayı kaza geçirmediler ya da kendilerini öldürmediler. Buraya gelene kadar zaten şans onların yüzüne gülmemişti. Ne fark ederdi ki, zaten burada ölüme götürüleceklerdi, bunun yerine çıkıp dışarıda öldüler?” dedi.


“Hatırlarsan bana, bazı insanların gelecekleri için plân yaptığını, bazılarının ise yapmadığını söylemiştin. Belki bu adamların ölmesinin nedeni karşılarına aniden yapamayacakları bir işin çıkıp çevrelerinde bunu nasıl yapacaklarını gösterecek bir kimsenin bulunmamasıydı. Her neyse, benim içimden geçen bir şey bu işte. Babam hiçbir şeye sahip olmamasına rağmen her zaman mutluydu. Bense harcayabileceğimden daha fazlasına sahibim ama geçmişteki bazı şeylerin eksikliğini hissediyorum.” dedim.

“Evet, seni anlıyorum.” dedi. “Zavallı kadın!”

“Hayır, demek istediğim tam olarak o değil. Onun yasını tutmakla çok zaman geçirdim ama yine de benim için değişen bir şey yok.” dedim.


Sargent, “Inocente, dışarı çıktığından bu yana geçen zaman diliminden daha uzun bir süre hapiste çile çektin. Parmaklıklar arkasında bir yıl geçiren kardeşlerin var ve burada onların geri kalan hayatları berbat olacak, anlıyor musun beni? Serbest kalışının henüz altıncı ayında benimle bunları konuşuyorsun. Senin gibi biri için hayli zor bir durum, kabul ediyorum. Ancak bu durumu aşman senin için imkânsız demiyorum.” dedi.


Ben "Evet, altı ay geçti" diyene kadar birkaç dakika boyunca sessizce oturduk ve sonra biraz daha konuşmaksızın bekledik. Sonunda ona bir şey daha sordum.


SPU’nun* davasında içeri alınan adamı hatırlıyor musun?


Sargent, “Elbette hatırlıyorum. Nelson birader. Ne olmuş ona?" diye sordu.

“Burada geçirdiğim zamanlardan bahseden bir kitap yazıyorum ve onun öyküsünü anlatmak istemiştim ancak detayları hatırlayamadım.” dedim.


Yalan söylediğim için kendimi kötü hissetmiştim. “Hey, uçak kazasında kaybolan o iki yargıcı hatırlıyor musun? Şimdi var ya ben onları rehin tutuyorum.” diyebilseydim benim için daha kolay olurdu.


Sargent bana Nelson'ı anlattı.

“Dört yıldır ölüm hücresindeydi ve temyiz başvurusu reddedilmişti. Avukatları görevlerini üstünkörü yaptıkları için Nelson çaresizdi, bu yüzden Ağır Ceza Mahkemesinin üç üyesine, masum olduğunu ısrarla dile getiren birer mektup yazıp idamına izin vermeleri durumunda birer katil olacaklarını ve bu yüzden Tanrı'ya hesap vermeleri gerekeceğini hatırlattı. Moss kendisinin tehdit edildiğini öne sürüp hapiste yatan kişilerin işlediği suçları araştıran Özel Savcılık Birimi ile temasa geçti.” dedi.


“Nasıl yani, mektup yazmak suç mu?” diye sordum.


Sargent, “Suç değil. Fakat olay şu ki, hücresine gelip ona birkaç soru sormuşlar ve hâkimlerin ev adreslerini ve çocuklarının isimlerini nereden bulduklarını öğrenmek istemişler. İlginçtir, Nelson'ın bununla hiçbir ilgisi yoktu. Sanırım, Letonyalı dilberlerden biri, neredeyse her gün ona yazıyor ve mektubuyla birlikte kendisinin ve lanet olası kızının porno resimlerini gönderiyormuş. Tabii, eğer bu saçmalığa inanıyorsan, en azından McKenzie'nin  bana söylediği buydu. Duyduğuma göre, kadın, sonuçlanan davalarla ilgili internetten bir sürü çıktı almış ve buradan hâkimlerin nerede oturduklarına dair bilgiler edinmiş. Nelson birader bunuları okuyamamıştı bile. SPU işleri yine bilinen yollarla halletmişti. Adamı önce seviye 3’e çıkardılar, karısını ve çocuklarını tehdit ettiler, ona kimin yardım ettiğini açıklamadığı takdirde başının iyice belaya gireceğini söylediler.” dedi.

“Sonra?” dedim.

“Sonrası yok." dedi. Ağzını açıp hiçbir şey diyemedi. "Kardeşimiz iki ay sonra idam edildi.”

“İlçede iletişim kurmasına izin verilmeyen kişilere para karşılığında mektup gönderen bir gardiyan biliyorum.” dedim.

“Sargent, “Evet.” dedi.

Sormak istemiyordu, bunu anlıyordum, ama yerli yersiz konuşmalarımdan bir şeyler sakladığımı tahmin edebiliyordu.


“Sakladığım hiçbir şey yok, dostum. Dediğim gibi, sadece bir kitap yazmayı düşünüyorum.” dedim.

*SPU: Özel Savcılık Birimi

(Devam edecek)

2 yorum:

  1. sargentle özlem gidermesi ne hoş oldu ama rafael boş konuşmaya başladı :) içi rahat değil :) bir kitapta veya filmde de musevilik olmasın yaa. amerikada sinema edebiyat müzik para herşey bu musevilerde :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, dinlenmediğini bilse Sargent'le yaptıklarını kesinlikle paylaşırdı. Paylaşacağı kimsenin olmaması onu daha çok bunalıma sokuyor.

      Rafael'in ailesi Musevi. Demek Meksika'da da varlar! Rafael'in dinle pek alâkası yok ama yine de ailesinden dolayı bazı izler taşıyor.

      Fakat annesi ne kadar kültürlü biriymiş değil mi? Babası da iyi insanmış ama ikisinin arasında muazzam bir kültür farkı var. Babası, eşine ve ailesine bağlı bir insan. Böyle olunca eğitim farkının önemi kalmıyor demek:)

      Sil