Kazablanka Hava Alanına indiğimiz andan itibaren gözümüz kulağımız Şinasi Bey olmuştu. Üç mühendis onun peşine takılıp taksi durağına doğru yürümeye başladık. Şinasi Bey'e sürücüyle pazarlık yapmasını söyledik.
"Ayıp ettiniz, o iş bende." dedi. Sıradaki esmer bir taksi şoförüyle Fransızca konuşmaya başladılar. Adam bir yandan valizlerimizi bagaja yerleştirirken diğer yandan Şinasi Bey'e lâf yetiştiriyordu. Tamam, dedik, Şinasi Bey şoförü kafaya aldı. Şinasi Bey, konuşuyor, adam birkaç sözcükle cevap veriyor, sonra arkadan kahkahayı basıyordu.
Yola çıktık, biraz gittikten sonra bir köprü altından geçip çevre yoluna girdik. Dayanamayıp sordum.
"Şinasi Bey, ne anlatıyorsunuz adama, adam ne diyor, biz iyice Fransız kaldık. Hem, anlaştınız mı, kaça götürecek bizi." dedim.
Şinasi Bey, şoföre dönüp yine bir şeyler söyledi. Onların konuşmalarında ilk kez gideceğimiz Sheraton Hotel'in adını duyduk. Çok geçmeden adamın suratı asıldı ve sert bir manevrayla otoyolun kenarına çekip arabayı durdurdu. Ne oluyor diye birbirimizin yüzüne baktık.
"Şinasi Bey, neler oluyor?"
Adam normal ücretin tam üç katı fiyat istemiş. Şinasi Bey talep ettiğin ücret yüksek deyince, "Fiyatım bu, kabul etmezseniz inin arabadan o zaman." demiş.
"Şinasi Bey, adamla yarım saattir ne konuşuyordunuz Allah aşkına? Yola çıkmadan anlaşmak gerekmez miydi? Ne yapacağız şimdi otobanın ortasında? Burada başka taksi bulma imkânımız yok ki artık." dedim.
Meğerse Şinasi Bey, o yıl Avrupa şampiyonu olan Galatasaray muhabbetine girmiş şoförle, pazarlığı falan unutmuş tabii. Çaresiz, şoförün istediği ücreti kabul ettik fakat yol boyunca kimsenin ağzını bıçak açmadı.
Şinasi Bey'in gevezeliği bize pahalıya mal olmuştu. Ama hata bizdeydi, bunun böyle olacağını tahmin etmeliydik. Şirkette gevezelik konusunda onunla yarışan tek kişi, şantiyelerimizin birinde, kalite kontrol mühendisi olarak çalışan Serdar Bey'di. Şinasi Bey, küçük bir konuda bilgi almak için Serdar Bey'e telefon ettiğinde konuşmaları üç saati bulur, sonunda bize dönüp "O da bilmiyormuş." derdi.
Bazen ben de ona telefon etmek, bir şeyler sormak zorunda kalır, huyunu bildiğim için en kısa yoldan cevabı almak isterdim. Konu uzamaya başlayınca,
"Şinasi Bey'ciğim, sizi çok iyi anlıyorum, bak çok işim var, ne olur sadece benim soruma cevap verin lütfen." derdim.
Şinasi Bey, ne huyundan vazgeçerdi, ne de kibarlığından,
"İstirham ederim efendim, haklısınız, haklısınız ama ben size bu olayı baştan anlatmak mecburiyetindeyim. Size sadece sonucu söylersem meramımı hakkıyla anlatmam mümkün olamayacak. Siz bana beş dakika daha müsaade edin, hemen toparlamaya çalışacağım."
Hangi beş dakika? Aradan yarım saat geçerdi en azından, telefon geldi, randevuma yetişmem lâzım nevinden bir bahane uydurur, iznini ister, konuşmayı kesmek zorunda kalırdım.
Fakat o akşamı hiç birimiz unutamazdık. Sheraton Hotel'in danışmasından Fas'ın geleneksel yemeklerinin tadına bakabileceğimiz güzel bir restaurant önermelerini istedik. Danışmadaki görevlinin İngilizce bilmesi en büyük şansımızdı. Zira bu işi yine Şinasi Bey'e bırakmaya kalksak, akşam yemeğine değil, kahvaltıya ancak yetişebilirdik. Danışmadaki genç hanım, taksiyle on beş dakika mesafede Atlas Okyanusunun kenarında harika bir yerden bahsetti ve yazıcıdan sözünü ettiği yerin adres bilgilerini çıkarıp bize uzattı. Teşekkür edip dışarı çıktık. Hava yeni yeni kararmaya başlıyordu.
Bu kez işi sıkı tutup taksi şoförüyle pazarlık yaptık. Adamın istediği ücret o kadar azdı ki, hiçbirimiz inanamamıştık. Bu yetmezmiş gibi, istediğiniz saatte gelip aynı fiyata sizi geri götürebilirim demişti.
Neşe içinde Osmanlı saraylarını andıran süslemelerle dekore edilmiş restorana girdik. Önceden rezervasyon yaptırmış olduğumuz için salonun en güzel köşesi bize tahsis edilmişti. Kırmızı renkli alçak koltuklara kurulduk. Gün batımı ve okyanus manzarası muhteşemdi.
Hemen yanımızdaki platformda keman, kanun, ut ve klarnetten oluşan dörtlü saz heyeti, programına başlamadan önce son hazırlıklarını yapıyordu. Erken gelmiştik, masaların çoğu boştu. Bizim oturduğumuz yer, şark köşesi gibi düzenlenmiş özel bir locaydı. Uzaktan kulağımıza Arap müziği ezgileri geliyordu.
Yöresel, şık giyimli bir garson, bize sormadan türlü mezelerle masayı donattı. Gelen tabakların hepsi damak tadımıza uygun şeylerdi. Elimize verilen büyük menü listesinden yemeklerimizi seçtik.
Bir süre sonra yemekler kalaylı baķır sahanların içinde servis edilmeye başlandı. Saz heyeti, kulağımıza hiç de yabancı gelmeyen makamlarda hünerlerini gösteriyor, hem çalıyor, hem de söylüyorlardı. İlginç bir şekilde, Şinasi Bey, icra edilen her şarkının makamına göre Türk Sanat Müziğinden uygun bir parça buluyor, onlara Türkçe sözlerle eşlik ediyordu. Aynı makamların Arap müziğinde de olması ve bu kadar eşleşmesi hepimizi şaşırtmıştı.
Salonda artık bütün masalar hınca hınç dolmuştu. Şinasi Bey, her şarkı bitiminde saz heyeti ile Fransızca bir şeyler konuşuyordu. Bir yandan keyifle önümüze getirilen leziz yemekleri yerken eğlencenin dozu gittikçe artıyordu. Sonunda Şinasi Bey, konuk sanatçı gibi mikrofonu eline aldı, saz heyetine saba diyor, saba makamında Türk müziğinden bir şarkı okuyordu. Şedaraban makamından diyor, saz heyeti ara bir taksim geçiyor, arkasından Şinasi Bey sözleriyle onlara eşlik ediyordu.
Görülmemiş devr-i Yusuf'tan beri hiç böyle güzel
Tavrı güzel, sesi güzel, raksı güzel, ah o güzel
Kendi yanan ateşine yaktı beni ah o güzel
Tavrı güzel, sesi güzel, raksı güzel, ah o güzel
Bütün sazlar ve Şinasi Bey, sanki günlerce prova etmişcesine, büyük bir uyum içinde eserleri icra ediyorlardı. Salon inliyordu, her şarkıdan sonra büyük bir alkış kopuyor, Arapça tezahürat sesleri yükseliyordu.
Görülmemiş devr-i Yusuf'tan beri hiç böyle güzel
Tavrı güzel, sesi güzel, raksı güzel, ah o güzel
Kendi yanan ateşine yaktı beni ah o güzel
Tavrı güzel, sesi güzel, raksı güzel, ah o güzel
Bütün sazlar ve Şinasi Bey, sanki günlerce prova etmişcesine, büyük bir uyum içinde eserleri icra ediyorlardı. Salon inliyordu, her şarkıdan sonra büyük bir alkış kopuyor, Arapça tezahürat sesleri yükseliyordu.
Gece yarısı, hesabı ödeyip kalktık. Taksi söz verdiği gibi kapının önünde bizi bekliyordu. Şinasi Bey o gece kendini affettirmişti bize.
(Devam edecek)
Şinasi Bey "peoples people" denenlerden anladığım kadarıyla, bu insanlar beni bazen çok keyiflendirir, bazen de çok gerer. Sizin gibi ben de hedefe en kısa yoldan ulaşmak isteyenlerden olduğum için "e hadi be adam" diye düşünür gerilirim ama bir yandan da meselâ ya adama bak amma özgüvenli, bilmese bile prova edip hemen katılıyor sohbete de derim :)
YanıtlaSilCasablanca hakikaten acaip bir şehir. Ben tek başıma Fas'a gittiğimde tabii genç ve parasız olarak baya berbat bir otelde kalmıştım, otelin ortasında bide vardı (tuvalet yoktu!) sanırım ayak yıkamak için / abdest almak için falandı, siz böyle şeyler yaşamamışsınızdır tabii :D Ama çok keyifli bir tur olmuştu, casablanca'nın pazarları, geceleri... Gittim geldim sağolun. Ben de böyle uzun bir hikâye yazmak istiyorum acaba becerebilir miyim ki?
Çok daha iyisini yaparsınız:)
SilCasablanca dışında araba kiralayıp epey yol gitmiştik. Cebeltarık boğazı civarında güzel yerler görmüştük. Ne yazık ki Marakesh'e gidecek zamanımız kalmamıştı:(
Pazarları ve geceleri olan Marakesh zaten :)) Yorgundum kusura bakmayın, yorumu okuyunca fark ettim. Casablanca'da muhteşem bir camii vardı, onu gezebilmiştim ancak ve sokaklarda dolaşmıştım biraz.. Diğer şehirler daha otantik gelmişti bana da.
SilEvet, biz maalesef Marakesh'i kaçırdık:(
Siloh keyifli geceymiş :)
YanıtlaSilEvet, güzeldi:))
Sileğlenceyi seven yerinde duramayan biri şinasi bey :)
YanıtlaSilNeşeli ve değişik bir karakterdi, Şinasi Bey:)
SilBu Şinasi Beyi zaptetmek zor. Yerinde duramayan biri :)
YanıtlaSilOnu sadece Feriha Hanım zapt edebilir:))
SilKeyifli bir gece olmuş gibi....
YanıtlaSilHarikaydı, evet:)
Sil