11 Temmuz 2020 Cumartesi

SUÇ ve CEZA

Hayır, bu yazımda sizlere Dostoyevski'nin ünlü romanından bahsetmeyeceğim. Artık sonuna yaklaştığım "Masum Bir Adamın İtirafları" adlı roman çevirimin baş kişisi Rafael ve "Suç ve Ceza" romanının kahramanı Raskolnikov'un benzer iç çatışmalarından yola çıkarak bir değerlendirme yapmak istiyorum. Şüphesiz iki roman kahramanı arasındaki en önemli fark, Raskolnikov'un iki kez cinayet işleyip tesadüf eseri izini kaybettirmesine karşılık, Rafael'in işlemediği bir cinayet suçundan idam cezasına çarptırılması.  Elbette, olayların bundan sonraki gelişimi ve kahramanların iç hesaplaşması kendilerini bambaşka yollara sürüklüyor.

Şüphesiz suç, hukukçular tarafından tanımlanıp toplumun genel kabullerini barındırırken, her coğrafi bölgede farklılıklar içeren, karşılığında yine bölgelere göre değişkenlik gösteren cezai müeyyidelere sahip bir mefhumdur. Toplumun kendini güvende hissedebilmesi, kaosa sürüklenmemesi için suç ve ceza, yasa denilen yaptırım kurallarıyla büyük ölçüde teminat altına alınmıştır. Fakat yine de bir takım adaletsizliklerin önü alınamadığı için tarihler boyu, insanların suç işlemesinin önüne geçilememektedir.

Her şey bir tarafa, ben, sağlıklı bir insanın işlediği suçtan ötürü kendi iç hesaplaşmasını yasalardan üstün görürüm. Empati yeteneği insanı doğru yola götüren önemli bir kavramdır.

Hakaret içermediği sürece bireyin düşündüklerini yazıp söylemesi asla suç kapsamında değerlendirilmemeli, somut kanıtlar olmaksızın kesinlikle hüküm verilmemelidir. Masum bir insanı ortada kesin kanıt yokken mahkûm etmek, suçu tespit edilemeyen yüz suçluyu serbest bırakmaktan çok daha ağır bir sorumluluktur.

Bazen içim daralıyor. En çarpıcılarından bir örnek vereyim: Kürt değilim, ailemde, çevremde hiçbir Kürt arkadaşım yok. Geçmiş yıllarda, öğrenciliğim sırasında olması mümkün ama onların etnik kimliği beni hiç ilgilendirmemiştir. Eğer Diyarbakır'da doğmuş olsaydım, büyük bir olasılıkla Kürt de olabilirdim. Ne fark ederdi ki? Selâhattin Demirtaş! Yıllardır hapiste. T.C yasalarına göre tanımlanmış bir suç işlediğine dair somut delil yok. Daha da ileri gideyim. Kimseye fiili zarar vermediği, terör örgütlerine maddi destek sağlamadığı, onlara yataklık etmediği sürece, "Ben Kürtlerin bağımsız bir devleti olsun istiyorum" diyerek fikrini beyan etmesi suç mudur? Bana göre değildir. Çünkü bu dünya hiçbir kimsenin tapulu malı değildir. Unutmayalım ki, bir zamanlar yabancı devletlerin maşası haline gelmiş Osmanlı padişahı, Mustafa Kemal Atatürk'ü de terörist ilân etmiş ve hakkında ölüm fetvası verdirmişti. 

İktidar, ülkenin ekonomik çöküşünü, işsizliği, adaletsizliği unutturmak için hamle üzerine hamle yapıyor. Halkımız da ne yazık ki bu oyuna çabuk geliyor. Aya Sofya meselesi de bunlardan biri. Atatürk'ün imzaladığı bir kararla 1934 yılında müzeye çevrilmiş Aya Sofya. Sinsi bir manevra. Yok Fatih Sultan Mehmet'in vasiyetiymiş, yok İstanbul'un kurtuluşunun simgesiymiş! Ya bu eser, kilise olarak yapılmadı mı? Onu inşa eden mimarın mezarında kemikleri sızlıyordur. Hiç bir esere saygınız yok, gözünüzü hırs bürümüş. Adı bile Aya Sophia. Seni rahatsız eden ne? Böyle önemli kültürel bir varlığı yapılma amacının dışına çekmeniz, sanki büyük ihtiyaçmış gibi halkı galeyana getirmeniz, şov yapmanız suç değil mi? 

İnanamıyorum. Ana muhalefetin, dinsizlikle suçlamasınlar diye sessiz kalması, iktidar yanlılarına yetmiyor. Siz, hepiniz, liderimizin bu muhteşem kararını alkışlayın diyorlar. Yarın, aynı kişiler, onlara hesap soracak, siz de sessiz kaldınız diye. Aynı sözde 15 Temmuz senaryosunda olduğu gibi, aynı bütün muhalifleri fetöcü terörist ilân ettikleri gibi.

Korkuyorlar, korkuyoruz. Adaletin olmadığı yerde suçun ne olduğu, ne olmadığı da belli değildir. Ceza sahiplerini bulmaz. Sonra bir Rafael çıkar, kafasına göre adaleti intikam hırsıyla yoğurur. Devran böyle döner, iyilik ve iyiler her zaman mağlup, kötülük ve kötüler her zaman galiptir. Ve biz her zaman galiplerin sesini duyarız...


6 yorum:

  1. Ülkece tek derdimiz Aya Sophia'nın müze olmasıymış! Şimdi içinde namaz kılınınca ne dert ne tasa kalmayacak hiç içimizde. O değil de sokakta mikrofon uzatılan koca koca adamlar gözlerini kırpmadan "Yıllardır içimize dert oluyordu. Cami olmalı, içinde namaz kılınmalı. Çok mutluyuz." diyorlar ya! 2 gün öncesine kadar Aya Sophia'nın ne olduğundan bile haberi yok adamların ama işte... Offf düşünmek istemiyorum, bu ve benzeri bir çok konuyu silip atmak istiyorum kafamdan sadece.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sormayın, Aya Sophia konusunda oluşturulan algının hilâfında birkaç söz etmek dahi beni ziyadesiyle gerdi.

      Yaptıklarının yanlış olduğunu düşünen tek ben kalmışım gibi bir hisse kapıldım.

      Bu gidişle en fazla on yıl sonra Atatürk heykel ve büstlerini ortadan kaldıracaklar ve halkın ekseriyeti onlara yine alkış tutacak. Umarım bunu düşünenlerin on yıllık ömürleri kalmamıştır.

      Sil
  2. 2013 yazında olacak gibiydi. Olmadı. Bundan gayrı da olur mu bilmem.. Gergin bir konu....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Olur, olur. Ne olmaz dediklerimiz oldu. Nereye bu gidiş bilmiyorum.

      Sil
  3. dostoyevsky, rafael, kürtler, ayasofya. ilginç karışım olmuş :) bu konu herhalde ekonomideki kötü gidişi unutturmak için yapılanlardan olsa gerek. eh hukuk diplerde bizde zaten :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayasofya en büyük sorunumuzdu, onu da çözdük. Ne şanslı bir ülkeyiz, bütün dünya bizi kıskanıyo, bütün ülkelere maske gönderdik, süperdik, Ayasofya'da cuma namazını kılınca süpersonik olacağız, uçuyoruz, uçtuuuuuk:)))

      Sil