22 Eylül 2020 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 57

Ağaç Ev Sohbetleri pazartesi günlerinin en çok keyif verici sosyal ve düşünce etkinliği haline geldi benim için. 57. Haftanın konusu harika sohbet konularını gündeme getiren sevgili Deeptone tarafından belirlenmiş yine.  Yine diyorum, çünkü konu öneren başka bir arkadaşımız çıkmamış. Her ne kadar haftanın sohbet konularını önermede sevgili Deep'e fazla yüklenmiş olmamızın, kendisini ve bizleri rahatsız ettiğini düşünmesem de, diğer arkadaşlardan farklı konu önerilerinin gelmesi durumunda, Ağaç Ev Sohbetlerine daha fazla ilgi ve katılımın sağlanacağına inanıyorum. Bu hafta, sohbete katılan diğer arkadaşlardan etkilenmemek amacıyla bir değişiklik yaparak konu hakkındaki düşüncelerimi onların yazılarını okumadan önce yazmaya karar verdim. Bütün sohbetlere katılan ve bu etkinliği sonuna kadar destekleyen bir blogdaşınız olarak, müsait olduğum haftalarda sohbet konusu önermek hususunda hazır olduğumu belirterek haftanın sorusuna ve konu hakkındaki düşüncelerimi aktarmaya başlıyorum:

"Roman okumak mı daha keyifli, film izlemek mi?"

Roman ve film, içinde büyük emek barındıran sanatın iki dalı. Ancak kendi penceremden bakacak olursam, kaliteli ve ilgimi çeken konuda bir roman okumanın yine kaliteli ve ilgimi çeken konuda bir film seyretmekten daha keyif verici olduğunu söyleyebilirim. Takdir edilmelidir ki herhangi bir romanı herhangi bir film ile mukayese etmenin bir anlamı yoktur. Çünkü öyle güzel filmler vardır ki pek çok romana tercih edilebilir. Benzer şekilde bazı romanların yerini de pek çok film dolduramaz. Bugüne kadar bir sürü roman filme çekilmiştir. Romanını okuyup daha sonra filmini seyrettiklerim arasında "filmi daha güzeldi" dediğim bir örnek olmadı bugüne kadar. 

Sorunun cevabı kişinin zevkine göre değişebilir belki. Fakat şahsen bu tercihimi sadece zevkle sınırlandırmam benim açımdan yeterli olmazdı sanırım. Roman okumayı öncelememin başka sebepleri de var elbette. Şöyle ki;

- Roman, hayal ve düşünme kabiliyetimizi daha çok harekete geçirir.  Film izlerken görselliğimizi ve işitselliğimizi kullanırız. Bu avantaj gibi görünse de aslında insanı tembelleştirir. Örneğin bir olay anında kapının çalındığı gösterilmek istendiğinde, film izlerken kapının rengini, büyüklüğünü, ahşap mı, demirden mi imal edildiğini, kapıyı çalan kişiyi, kişinin kapıyı yumrukladığını ya da parmağıyla hafifçe tıklattığına dair yüzlerce detayı birkaç saniye içinde görebiliriz. Ancak bu detayları olduğu gibi yazıya aktarmak sayfalar alır. Yine de eksik kalan, okurun hayal gücüne bırakılan bir şeyler olacaktır mutlaka. İşte bana göre yazının sihri ve büyüklüğü burada. Usta bir yazar mükemmel ifadelerle sizi hayal kurmaya ve düşünmeye zorlar. Edebiyatın en güzel yönüdür bu. 

Roman, dilimizi doğru kullanmayı ve kendimizi daha iyi ifade etmemizi sağlar.  Güzel bir film seyrettikten sonra ondan aldığımız faydalı çıkarımlar olabilir. Yeni bir şeyler de öğrenebiliriz. Ben bu özellikleri romanda  daha fazla buluyorum. Ayrıca okumanın yazmayı da teşvik ettiğini düşünüyorum. Kelime hazinemizin artması, imla kurallarına vakıf olmamız ve ifade şeklimizi geliştirmemizde roman okumanın film izlemeye kıyasla daha etkili olduğunu düşünüyorum. 

Roman, çok daha fazla öğreticidir. Türlerine göre farklı konularda yazılan romanlar aynı türdeki filmlere göre daha fazla bilgi içerir ve kazanılan bilgi daha kalıcıdır. Çünkü üzerinde daha çok kafa yorulan konular akılda daha uzun yer tutar. Film izlerken pek çok şey önünüze hazır olarak gelir. Roman daha fazla düşünmeye anlamaya sevk eder ve bu yüzden daha kalıcı bir öğrenme imkanı yaratır.

Film izlemeyi romana tercih ettiğim tek tür doğa belgeselleri. Çünkü bir albatrosun gökte süzülüşünü görmeden hayal etmemiz oldukça zor olurdu sanırım. Bir de filmde gördüklerimiz hayal gücüne fazla pay bırakmıyor. Romanda yanlış bir hayal, yanılgıya dönüşür. Romanın bir yerinde geçen albatros kuşunu hayal etmeye çalışırken onu bir uçak zannedebiliriz ki, o zaman bu, büyük bir hata olur.   

Sonuçta her şeyden önce bir zaman meselesi, keşke yeterli zamanımız olsa da, bütün kaliteli romanları ve bütün kaliteli filmleri seyredebilsek.

16 yorum:

  1. Ben ikisinin de tadının ayrı olduğunu düşünüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Elbette ikisinin tadı ayrı fakat hangisi sizin için daha keyifli diye sorulduğunda bir tercih söz konusu oluyor:)

      Sil
  2. Bence her koşulda önce kitap, sonra ikinciye film. Çünkü hayal edebiliyor insan, filmde ise sadece izlemek. Biri pasif diğeri aktif. Biri hızlı diğeri yavaş. Biri genele mal olurken diğeri sana özel hissi. Birinde hayal gücü nedeniyle zamana bırakıldığında kopmalar ve yitirilmeler, diğerinde görsel hafızanın gücü nedeniyle daha iyi hatırlamalar vs vs. Zevkler renkler.
    İlk paragrafınız çok güzel, çok teşvik edici, ben de düşüneyim birkaç fikir, becerebilirsem.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değil mi? Tespitinizde size katılıyorum. Roman bireysel, elinize kitabı aldığınızda hayalinize bırakılan çok şey var. Film genellikle toplu halde izleniyor ve her şey ortada. Belki polisiye filmlerde katilin kim olduğuna dair kafa yoruluyor biraz. Benim için zor olan kitap okumak aslında. Kitap okumaya başlamadan önce kendimi okumaya hazırlamam gerekiyor. Film için buna gerek olmuyor çoğu zaman.
      Sizin de bu konuda detaylı düşüncelerinizi merakla bekleyeceğim:)

      Sil
  3. evde bir edebiyatçı olunca yani faydalı bir durum oluyo. hayvan belgeseli en sevdiğim. timsah balina penguen :) fim izlemezsem hep nat geo wild bakarım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evdeki edebiyatçı dizilerden de büyük keyif alıyor aslında. Evet, eskiden kaptan Cousteau'yu kaçırmazdım. Seviyorum ben de belgesel izlemeyi:)

      Sil
  4. Söylediklerinize katılıyorum. Roman daha kişiye özelmiş gibi geliyor bana da.Okumak da emek vermeyi gerektiriyor. Emek verilen şeyi de insan, daha fazla sahipleniyor haliyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eserin ortaya çıkarılmasında hem film hem romanda emek var. Fakat bunları bir ürün olarak kabul edersek izleyici fabrikasyon kullanırken, roman okuru ev yapımı kullanıyor gibi geliyor bana. Böyle olunca tercihimiz romana kayıyor doğal olanı tercih etmemizden dolayı:)

      Sil
  5. yazıyla bir olayın, mekanın, durumun anlatılabilmesi müthiş bir şey aslında. poşetin hışırtısı, pişen balığın cızırtısı.. hayalimizde canlandırabiliyoruz. hatta görmediğimiz fantastik dünyaları bile hayal edebiliyoruz. çok enteresan, büyüleyici :) albatros kuşunu bile canlandırabiliriz bence :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizi anlıyorum:) Doğrusu, yazı mutlaka hayal gücüne pay bırakıyor. Naylon poşetin hışırtısı ile kese kağıdının hışırtısı aynı değil elbette. Bazen kelimeler kifayetsiz kalabiliyor. Pişen balığın cızırtısını biliyorsunuz, evde tavada ya da ızgarada balık pişirdiyseniz. Ancak bunu hayatında yapmamış bir kişi için o kadar kolay olmaz sanırım:) Albatros kuşu için de aynı. Ben belgeselde o koca kuşun kanatlarını açıp havada nasıl süzüldüğünü gördüm. Kitapta "Albatros rüzgarı kanatlarının altına almış süzülüyordu." dediğinde hayalimde belgeselde o gördüğüm canlanıyor. Fakat albatrosu ne canlı olarak görmüş ne de filmde izlemiş biri için kafasında kendine göre yarattığı bir hayal illa ki vardır elbette:)

      Sil
  6. Ben seçimimi romandan yana yapıyorum :)

    YanıtlaSil
  7. Deeptone harika bir konu seçmiş. Hangisi daha keyifli karar vermek zor. Elbette bize kattıkları çok farklı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, haklısın. Deep bu işi iyi yönetiyor ve güzel konular buluyor. Hani derler ya kulağa hoş gelen her türlü müziği severim. Biz de onun gibi ruhumuza hitap eden kitap ve filmleri keyifle okuyoruz, izliyoruz:)

      Sil