15 Aralık 2020 Salı

ÇOCUKLUĞUMUN KOMŞULARI # 5


Yine aynı sıradan devam edelim. Horoz Nuri'nin yanındaki evde Tireli bir ana kız yaşardı. Adını hatırlamadığım yaşlı kadın, kara kuru, altında çiçekli bir pijama, ayağında terlikle dolaşan biriydi, genellikle kapı önünde dikilir, bazen evlerinin önünü süpürürdü. Kızını akşam saatlerinde gelen taksiye binerken görürdük. Tombul, aşırı makyajlı, siyaha boyanmış saçlarıyla orta yaşlarda bir kadındı. İşten dönüş zamanını hiç hatırlamıyorum, muhtemelen bizim uykuda olduğumuz saatlere denk gelirdi. O zamanlar pavyon denilen gece kulüplerinden birinde çalışırmış. Ara sıra yabancı adamlar da gelirdi evlerine. Mahalleli ile bir iletişimleri yoktu. Kimse kimsenin işine de karışmazdı bizim mahallede.

Bir üstteki ev tipik dulhane evlerinden biriydi. Bahçesine merdivenle inilen bu evde Raym'anım (Rahime Hanım) Teyze otururdu. Onun da kocası çok önceden ölmüştü. Yalnız yaşardı ama çocukları sık sık ziyaretine gelirdi. Sessiz, sakin, sevilen komşularımızdan biriydi. 

Raym'anım Teyzenin yukarısında lakabı adını bastırmış neşeli teyzeyi hatırlıyorum. "Elma Şekeri" diye bilinirdi. Elmacık kemiklerine bolca sürdüğü allıktı bunun sebebi. Sessiz bir kocası ve artık evlenme yaşını geçmeye başlamış, devlet dairesinde çalışan kara kuru bir kızları vardı. Mini etek modasının başladığı yıllarda etek boyunu kısaltması ona bakış açımızı değiştirmemişti. İki kuru bacağının hiçbir albenisi yoktu. Fakat ara sıra onu ziyarete gelen bir arkadaşı vardı ki, mankenlere taş çıkartacak cinstendi, onu unutamam. İnce naylon çorap giymiş bacaklarını sergileyen süper minisiyle sokağın başından göründüğü andan itibaren bütün mahallelinin bakışlarını bir mıknatıs gibi üzerine çekerdi. 

Çocukken çok yemek seçerdim, annem bu huysuzluğuma karşı çoktan teslim bayrağını çekmişti. Özellikle yaz aylarında hiçbir sebze yemeğini ağzıma koymaz, öğünleri sana yağında pişirilen yumurtayla geçirirdim. Fakat abur cubura çok düşkün olduğumu söylemeliyim. Midem şerbetlenmişti bu pisboğaz beslenme şeklime. Mesela elime para geçtiğinde gider şambali dediğimiz, üzerinde bir sıra yer fıstığı monte edilmiş şerbetli hamur tatlısını alır, onu yedikten hemen sonra sokağımıza giren Turşucu Yaşar Ustaya kayıtsız kalmazdım. Dört bisiklet tekerlek üzerine oturan camekanlı el arabasında, biri lahana, diğeri badem dediğimiz körpe salatalığın (İstanbullular buna hıyar der) olduğu içi turşu suyu dolu iki plastik kovayı yerleştirmiş beyaz önlük giyen bir seyyar satıcıydı Yaşar Usta. Kovaların içinde birer plastik torba içine koyduğu buz kalıpları turşu suyunu iyice soğuturdu. "Yaşar Ustanın Florya Turşusu geliyoooor." dediğinde gözlerim parlardı. Genellikle lahana turşusunu tercih ederdim ama lahana parçalarıyla tıka basa doldurulmuş cam bardağın içine kepçeyle ilave ettiği turşu suyu miktarı azaldığı için üzülürdüm. Bu yüzden hızımı alamayıp, üstüne cila niyetine turşu ücretinin yarısını ödeyip bol acılı bir bardak sade turşu suyu içerdim. Mahallemizin seyyar satıcıları da bir nevi komşularımız sayılırdı.

Biraz daha yukarı çıkalım. Elma Şekeri teyzeye komşu Bekir'lerin ailesi sokağımızın düzgün nitelikli ailelerindendi. Nedense sık sık mevlut okuttukları kalmış aklımda. Bekir'in annesinin adı şu an geldi aklıma. Evet, Nimet Teyze, ufak tefek, güler yüzlü biriydi. Babası da sakin bir beydi, kavga ve gürültülerinin olmadığı nadir komşularımızdan biriydi onlar. Büyük kızları Kevser evlenmiş ve hemen ardından bir çocuk doğurmuştu. Bekir'e gelince... Bizden birkaç yaş büyüktü. Eşrefpaşa Lisesine giderdi ancak yıllarca dikiş üzerine dikiş atardı. Aynı sınıfı iki kez okuyan öğrencilere çift dikiş yaptı denirdi o zamanlar. Alaycı bir ifadeyle de "Sağlamcı gidiyor" denip kafa bulunurdu. Yine onun gibi lisede tekleyen bir üst sıradaki komşumuz Erdal yüzünden Eşrefpaşa Lisesine göndermek istememişti annem. Adı haşarılıkta kötüye çıkmış bir liseydi o zamanlar. Oturulan semtteki okullarda okuma zorunluluğu, okul aile birliklerine yardım yapıp ayrıcalık elde edebilecek kadar mali durumumuzun müsait olmaması sebebiyle ne Atatürk Lisesi, ne de Namık Kemal beni kabul etmemiş, burnumuzu sürte sürte Eşrefpaşa Lisesinin yolunu tutmuştuk. Sonunda gecikmeli de olsa liseyi bitirmişti bizim Bekir. Ödül olarak kendisine bir Bisan bisiklet alındı. Tip itibarıyla ufak tefek bir çocuktu. Bisikletin selesine dahi oturamıyordu ama onu sürmesini iyi öğrenmişti. Bisikleti olmayan bizim gibi çocuklara turu yirmi beş kuruş kiraya verir harçlığını çıkarırdı.    

19 yorum:

  1. Bekir ne oldu sonradan, işadamı? :))) Vay uyanık. İlk bisikletimi hatırlıyorum, kırmızı pinokyo muydu neydi markası. Tüm çocukları tabii beleşe bindirmekten kendime sıra gelmezdi. İnsan 7’sinde neyse 70’inde o demek ki :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok, liseyi zor bela bitirdikten sonra kapağı belediyeye attı, memur oldu. Ne kadar rüşvet yedi, bilmiyorum:))) Benim sadece üç tekerlekli bisikletim olmuştu, dedemin bana aldığı:)

      Sil
  2. N'olur kusuruma bakmayın ama siz vaya bildiğiniz pis boğazmışsınız Mr.Kaplan :)))) Şambali üstü turşu nedir :)))) Turşu suyuna da turşuya da bayılırım. İstanbul'dayken evimizin hemen dibine pazar kurulurdu her hafta ve muhteşem bir turşucu vardı o pazarda. Her seferinde Evrim'le gider hem tazecik, kütür kütür turşu alır hem de turşu suyu içerdik. Nasıl canım çekti şimdi, olsa da içsek :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Neden kusurunuza bakayım ki:))) Ben öyle biriyim, kendimi inkar edemem:)) Ben azını söyledim belki de. Lisedeyken arkadaşlarla önce salep'ten başlardık, sonra midye dolması ve arkasından turşu. Üniversite'deyken mide kanaması geçirmiştim, aspirin mideme yapışmıştı, biraz da derslerin ağırlığına bağlı stresti nedeni. Bunu saymazsak, pis boğazlığım oldukça toleranslı bir mideye sahip olmamı sağladı. Mide bulantısı, hazımsızlık, ekşime türü rahatsızlıklardan hiç muzdarip olmadım. Eşim tam aksine yediklerine dikkat eder, saat beşten sonra bir şey yememeye çalışır ama her zaman midesinden şikayetçidir. Organlarımızı fazla şımartmamak lazım geldiğine kani oldum ben:))))

      Sil
    2. Laf aramızda ben de tam bir pis boğazım Mr. Kaplan :)) Kokoreç, midye dolma, midye tava, ciğer... Gecenin bir vakti hiç üşenmem kalkıp sucuk ekmek /makarna /pizza vs. yapıp yiyebilirim :D Ama sizin aksinize benim midem de eşinizinki gibi arıza çıkarır. Son zamanlarda azalmakla birlikte yıllardır reflüden müzdaribim ama yine de vazgeçmem yemekten :)))

      Sil
    3. İlk üç cümlenizde ağzımın suları aktı:))) Sanırım insanın canı bünyesine yarayacak şeyleri istiyor. En azından ben kendimi böyle kandırıyorum. Hala aklımda dedikleriniz, Kokoreç, midye dolma, midye tava, ciğer...:))

      Sil
  3. Bizim de hiç iki tekerli bisikletimiz olmadı. Üç tekerlesi vardı ama... Aslında iki tekerli de alınabilirdi de, sanırım o zamanların ana babaları, çocuğumun şusu da olsun, busu da olsun kafasında değillerdi. Karnı doysun, sırtı pekçe olsun yeterdi onlara göre. Bilmiyorum belki haklılardı.
    Sizin mide de sağlammış sevgili Kaplan ama sanırım esas olay, o yıllarda yediğimiz içtiğimiz hazır şeyler de aynen evdeki gibi yapılırdı. Henüz sanayileşmiş gıda üretimi yoktu. Haliyle de mideye dokunmazlardı. Sağlıkla kalın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biz dört kardeştik. Dört bisikletin maliyeti ağır gelirdi aileye. Diğer bir husus annem evhamlıydı, ayrı bisiklet yollarımız olmadığı için sokak aralarında kullanmamız gerekecekti, bu yüzden kaza yapmamızdan çekinirdi. Evet, benim de üç tekerlekli bir bisikletim vardı, sanırım sadece bana alınmıştı dedem tarafından, ilk göz ağrısı olmam hasebiyle:)
      Siz de o kadar kibar olmayıverin, resmen pis boğazdım işte:))) Evet, yediğimiz, içtiğimiz şeyler hakiki ve doğaldı o zamanlar. Hiçbirinin tadını alamıyorum artık bu zamanda. Ama eskiden hiçbirinin tadından da mahrum kalamıyordum. Belki buydu benim pis boğazlığımın nedeni:))))

      Sil
  4. Eskimo'ya rastlayamadım mı yoksa kaçırdım mı?:) Büyük şehirlerde frigo, küçük şehirlerde sözde vişneli ya da limonlu; mavi, içine sac geçirilmiş sözde soğutucu kutulardan çıkarılarak satılan, kağıda sarılı, küçük silindirler şeklindeki aslı boya, çubuksuz buz yani. Ve elbette, buzzzz gibi eskimo geldi, diye bağırılan:) Bir de kırmızı boyalı küçük top şekline getirilmiş, şekilli patlamış mısırlar... Aburcuburculağa katkı olsun, eğer gözümden kaçmadılarsa:) Ha bir de leblebi tozu vardı, şu an hatırladığım. Şans, kader, kısmet talih diye bağırılarak dolaşılan, yuvarlak daireleri içndeki kağıt kazındığında altından çıkan numaraya göre listedeki hediyenin verildiği, boş çıkarsa da uyduruk gofretlerin teselli ikramiyesi olduğu, çekiliş setini unutmamak gerek:) Seyyar, mini, yarısı bisiklet ya da motor "gazoz fabrikalarını" da..

    Güzel bir yazı serisi vesselam, hafızanın sandıklarını açıyor, ruhu tazeleyip besliyor. Elinize sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, hatırlıyorum ama sanırım bizden sonra çıktı onlar. Sadece marketlerde satılırdı, seyyar satıcıları galiba fuar zamanı fuarda olurdu. Leblebi tozunu hatırlıyorum. Dondurma külahlarına koyarlardı. Şans, kader, kısmet evet. Bak unutmuşum onu. Evet, kazıyıp bazen boş çıkardı, bazen bir numara ve numaranın karşılığından eften püften bir ikramiye. Çocukluğumuzun ilk kumarları:)) Daha çok vardır, unuttuğumuz ya da hemen aklımıza gelmeyen. Dondurmacılar, darıcılar, macuncular, iki yanında kefeleri sallandıran yoğurtçular, gece salepçileri, bozacılar, at arabalı zerzevatçılar, bir küfesine razakı, diğerine sultaniye üzüm yüklemiş eşeğiyle dolaşan üzümcüler, balları akıyor diye bağıran bardacıkçılar (taze incir, yemiş)...
      Teşekkür ederim, bana da iyi geldi bunları yeniden hatırlamak:)

      Sil
  5. Teşekkür ederim:) Beklenti içine girip üzmeyin kendinizi, ben zaten bana yorum yapan komşularım neler pişirmiş bakmaya gelirim:))

    YanıtlaSil
  6. bisiklet kirası iyimiş :) dulhane diye terim var ha hoşmuş :) elma şekeri teyzeyi de sevdim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Abdülhamit'in Girit'ten gelen dullar için yaptırdığı bitişik nizam, arkasında küçük bir avlusu olan iki oda bir hol, odaların birinin altında basık bir mutfaktan ibaret evlere denirdi, dulhaneler:)

      Sil
  7. Leblebi tozu yiyenleri güldürmek için şebeklik yapması, vardı birde.Ağzından burnundan püskürsün diye.Bazı pis boğazlıklara bayılırım ama şambali üstüne turşu ile çıtayı aşılmaz yüksekliğe koymuşsunuz:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet:))) Aklımda kalacağına midemde kalsın:))

      Sil
  8. Eşrefpaşa Lisesi (şu anki durumunu bilmiyorum) uzun yıllar kötü bir üne sahip oldu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim öğrenciliğim sırasında çok iyiydi. Üniversite sınavında ilk elliye bir kişi girerdi. Fizik hocamız meslek hayatımın en başarılı sınıfı derdi. Üniversite sınavında hemen hemen hiçbirimiz açıkta kalmamış, Hacettepe Tıp, Ege Tıp, ODTÜ gibi yerleri kazanmıştı. Benden sonra benden 11,5 yaş küçük kardeşim de aynı liseyi bitirdi. O da önce İTÜ inşaatı, daha sonra ODTÜ işletmeyi kazandı. Sonraki yılları bilmiyorum.

      Sil
  9. Şambali tatlısını ben de biliyorum :) Ne kadar ağır bir tatlı olduğunu anımsıyorum. Bornova'da okurken biz de yerdik sokak satıcılarından :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Seyyar satıcıların bazen iki tür şerbetli tatlı olurdu tezgahlarında eskiden. Biri şambali, sanırım irmikten yapılan ve üzerine şerit şeklinde yarıya bölünmüş yer fıstıkları dizili olan, diğeri üzeri Hindistan Cevizi ile sıvanmış Halep tatlısı. İkisini de severdik ama çoğumuzun tercihi şambali olurdu. O bizim yerli ve milli:) tatlımızdı, diğerinin Suriye'den ithal edildiğini düşünürdük muhtemelen:)

      Sil