8 Ocak 2021 Cuma

SON DANS BÖLÜM 4

Porselen fincana uzanıp bir yudum daha aldı çayından. Kimseyi suçlamıyordu. Çok az kişinin sahip olabileceği böylesine sorunsuz bir ortamda yaşadığı sıkıntıların sebebini başka yerde aramak boşunaydı. Bütün bunların kaynağı kendisiydi sadece. Herkesin gıpta ettiği, kariyer sahibi, bir dediğini iki etmeyen, yakışıklı bir eşe, bütün isteklerini önüne serecek paraya, zevkine göre döşenmiş muhteşem bir eve, kısaca pek çok kadının rüyalarını süsleyen her şeye sahipti fakat yine de eksik kalan bir şeyler vardı. Evet, bu aralar kocasının işleri yoğundu ama hep böyle gidecek değildi ya. Bir süre sonra eskiden olduğu gibi mutlu günlerine dönecek birlikte zaman geçireceklerdi. Sorun kocası değildi, kendini yalnız ve suçlu hissediyordu. Geçmişte yaşadıklarının beyninde bıraktığı kalıntılar mıydı bu yaşadıkları, yoksa sonuna kadar güvendiği kocasına istem dışı duyduğu kıskançlık, bir öfke mi?

Hayatı boyunca peşini bırakmamıştı bu karabasanlar. Yaşadığı felaketten çok önceleri, daha henüz çocukken, gördüğü bir kâbusun etkisiyle kan ter içinde uyanmıştı, gecenin karanlığında. Gözlerini sonuna kadar açmasına rağmen hiçbir şey göremiyordu. "Karanlıktan olmalı." deyip teselli etmişti kendini. Annesine sesini duyurmaya çalışmıştı. Ağzından çıkan sesleri duymuyordu kulağı. Bağırmaya  çalışmıştı, avazı çıktığı kadar. Çıkmayan sesinde miydi sorun, yoksa duymayan kulaklarında mı? Kimselere duyuramamıştı avaz avaz bağrışlarını. Yok, yok kulakları değildi görevinden kaçan. Yardım çığlıkları ses olup çıksa boğazından, evdekiler başına üşüşürdü. Yatağında oturup ağlamaya başlamıştı sessizce, gözyaşları akmadan. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber uyandığında, gördüğü kâbus, sessiz çığlıklarından başka hiçbir iz bırakmadan silinip gitmişti hafızasından. Bunun gibi sayısız rüya görmüş, korkmuş, gecenin zifiri karanlığında kulaklarının duymadığı sessiz çığlıklar atmış, gözlerinden yaş gelmeden ağlamıştı.    

Ağzına bir kaç lokma atabilseydi,  bir ağrı kesici alıp başının ağrısını dindirebilirdi ama bornozu üzerinden atacak gücü kalmamıştı. Nazlı kollarıyla çayına uzandı bir kez daha.

Gençlik yıllarında gördüğü kâbuslar daha da sıklaşmıştı. Gördüğü bu kâbusları arttıran o talihsiz kazayı hatırladı, unutmak istediği ama bir türlü unutamadığı o kazayı. Budapeşte'ye giderken karşı yönden gelen bir kamyonla burun buruna çarpışmış, annesiyle babası hemen oracıkta can vermişti. Ağır yaralı olarak kurtulduğu kazadan sonra üç ay boyunca hastaneden çıkamamıştı. Tedavi tamamlandıktan sonra şans eseri vücudunda gözle görülür bir hasar kalmamıştı ama bu olayın şokunu uzun yıllar atamamıştı üzerinden. Ona ailesiyle birlikte geçirdiği güzel günleri hatırlatan, doğup büyüdüğü Szentendre kasabasının adını bile duymak istemedi bir daha. Rengârenk iki katlı evlerini, parke taşlı sokaklarını, evlerinin önünden nazlı nazlı akan Tuna Nehrini, her şeyi sildi hayatından. Oturduğu koltukta göz kapakları ağırlaşıyordu yavaş yavaş, sonunda dayanamayıp teslim oldu uykunun cazibesine.

Açık pencereden süzülen serin hava, ürpertti çıplak bedenini, hafifçe gözlerini araladı. Ne kadar zaman geçtiğini anlamaya çalıştı. Tuvalet masasının üzerindeki telefona baktı. Saat 09.05'i gösteriyordu. Kemal evden her zaman dokuza çeyrek kala çıktığına göre, hepi topu on dakika olmuştu kendinden geçeli. Yok, hayır, bugün daha erken çıkmıştı Kemal. Selmin, yedide gelip çayı, kahvaltıyı hazırladığına göre Kemal kapıyı çektiğinde taş çatlasın yedi buçuk falan olmalıydı saat. Bir buçuk saat boyunca bornozunun içinde koltuğa sızmıştı demek. Eskiden erken kalkar kocasıyla birlikte en az bir saat kahvaltı keyfi yaparlardı. Son zamanlarda nadiren oluyordu böyle anlar. Koltukta bu kadarcık kestirmesi bile biraz olsun toparlanmasına yetmişti. Başının ağrısını bile hissetmiyordu artık. Randevusuna yetişmek için biraz acele etmesi gerektiğini düşündü. Sehpadaki fincanın yarısı doluydu hâlâ. Hemen üzerindeki bornozu çıkarıp soyunma dolabına yöneldi. Bir müddet çıplak vücudunu seyretti aynanın önünde. Kusur bulamadı kendinde.

Kapıyı tıklatan Selmin, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordu. Bu onun kapıyı ilk tıklatması olmayabilirdi.  Onu merak ederek kapıyı açmış, beyaz bornozunun içinde koltuğa serilmiş, uyukladığını görünce rahatsız etmek istememiş, daha sonra sessizce dönüp gitmişti belki. Telaşlı bir şekilde hizmetçiye seslendi.

- Hayır, bir şeye ihtiyacım yok Selmin. Yalnız hemen çıkmam lazım, geç kaldım.

Aceleyle makyajını yaptıktan sonra odasından fırlarken ani bir hareketle geri döndü.

- Hay Allah, az kalsın telefonumu unutuyordum.

Cep telefonunu şarjdan çıkarıp attı çantasına. Alışveriş için Selmin'e biraz para bıraktı ve işini bitirdikten sonra erken çıkabileceğini söyledi. Dün geceki misafirler yüzünden oldukça geç vakitlere kadar evden ayrılamayan Selmin, çok mutlu oldu buna, gülümseyerek, minnet duygusu içinde karşılık verdi. 

- Teşekkür ederim efendim, eksik olmayın.

***

Gösterişli bir binanın yirminci katındaki ofisinde önemli misafirlerini bekliyordu Kemal. Alman şirketinin üst düzey yöneticileri, ürünlerini tanıtmak ve sözleşme imzalamak için geleceklerdi. Büyük toplantı salonundaki koltuklardan her birinin önüne şirket amblemli not defterleri, kalem ve birer bardak bırakılmış, gelen konuklara sempatik görünmek için oval masanın tam ortasına büyük bir çiçek aranjmanı yerleştirilmişti. Ancak her şeyin yolunda gittiği sırada yurt dışından gelen bir mesaj fena halde moralini bozmuştu Kemal'in. Yönetim kurulu başkanı ile üst düzey yetkililerinin katılacağı toplantıya son anda yapılan değişiklikle sadece satış müdürü ve yardımcısının geleceği bildirilmişti. Sanki adamın suçuymuş gibi yine finansman müdürüne yüklenmeye başladı, Kemal.

- Nerede kaldı bu herifler?

- Necdet'i aradım, uçakları rötar yapmış, efendim.

- Ha, şoförle beraber bir de limuzin gönderseydin, bir taksiye atlayıp gelseler incileri dökülürdü sanki. Biz olsak böyle mi yaparlar? Tutarız bir taksi, atlar gideriz ofislerine.

- Ama efendim, onları havaalanından alacağımızı bildirmiştim, ayıp olur şimdi.

- Ya ne ayıbından bahsediyorsun sen Ümit, mallarını satacak olan onlar değil mi? Hem esas ayıbın büyüğünü yapan kendileri. Dünyanın satışını yapacaklar, kalkmış satış müdürlerini gönderiyorlar bir de bana. Üç kuruşluk satış müdürünü havaalanından aldırmaya kalkıp bir de araç mı göndereceğiz. Söyle sekretere, hemen geri çağırsın Necdet'i.

Ümit'in fena halde canı sıkılmıştı, ağır aksak kalktı yerinden, sekreter Nalân'a durumu bildirmek için kapıya doğru yürüdü.

Devam edecek



16 yorum:

  1. Hepsini sonra okuycam, baştan.Silmeyesiniz sakın:) Aslında bu ''Arkası Yarın'' lar vardı onları hatırlatıyor bana ama merakta kalmayı sevmiyorum galiba.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bütün bölümler bitene kadar yayından kaldırmayı düşünmüyorum. Evet, bölüm bölüm olunca sanki o tadı veriyor. Radyo tiyatrosunun bir jenerik müziği vardı, şimdi o geldi aklıma:)

      Sil
  2. Esther'e kendimi yakın hissediyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Esther'in işi zor ama bakalım neler yaşayacak?:)

      Sil
  3. Oturup karşılıklı açık açık konuşmalarını ve Esther'in bir doktordan yardım almasını bekliyorum. Ama tabi ki kısa vadede bu beklentimin gerçekleşeceğini sanmıyorum.

    Ben roman okurken ya da film izlerken çok zorlanıyorum bazen. Konuşarak çözülecek şeylerin ya da ilgili kişiye ulaşarak önüne geçilebilecek sorunların giderek büyümesine müdahale edememek beni tabiri caizse deli ediyor. Sanırım bu hikayeyi okurken sık sık "Kızım anlatsana sıkıntını eşine!" ve "Adam sen de azıcık anlasana eşinin halinden!" deyip duracağım :D Merakla bekliyorum olayların gidişatını :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Niye sanmıyorsunuz ki?:)) Acaba hangi randevusuna geciktiği için panikliyor?
      Değindiğiniz konu en büyük sorunlarımızdan biri Mrs. Kedi. İnsanlar ne kaybediyorsa iletişimsizlikten ya da iletişimlerinin yeterli olmamasından kaybediyor. Sormak, öğrenmek, nedense zor geliyor bize. Kolayına kaçarak ya bilmezden geliyor ya da yanlış değerlendiriyoruz birbirimizi. Bazen de karşımızdakinden saklıyoruz duygularımızı. Neden saklıyoruz duygularımızı; güvensizlik, utanç, karşımızdaki kişinin bize bir faydasının olamayacağı öngörüsü, beklemediğimiz bir tepki, çektiğimiz acı ve sıkıntıları karşımızdakine yansıtarak onu da üzmek istememek, içimize gömüp unutmak istediğimiz bazı sırlarımızı paylaşmaktan imtina etmek, kaybetme korkusu...

      İşte böyle olunca daralıyoruz. Bilmece çözmek zorunda kalıyoruz. Evet, anormal bir şeyler var ama nedir bunun sebebi? Hikayemizde Kemal, sizin gibi düşünmüyor maalesef. Onun tek düşündüğü işi. Yoksa illâ ki soracak. Neden yüzün gülmüyor, niye bana karşı ilgisizsin diye. Hasta mısın, doktora gidelim diye teklif edecek. Demek ki sevgi yeterli değil ilişkilerde, sevgi olduğu kadar ilgi de lâzım. Yoksa uçuruma doğru gider ilişkilerimiz. Zaman geçer, bazen geç kalırız, başımızı vururuz taşlara. Ama artık çok geçtir:)

      Sil
    2. Yine her kelimenize katılıyorum Mr.Kaplan :)

      Sil
  4. Bir okur olarak şahanesiniz diyebiliyorum şimdilik, usta işi demem gerek ama demeyeceğim çünkü ustalıktan öte insani bir tat var üslupta... Elbette bir kurgu, ama samimiyetsiz ve okuru tavlayan bir tavırla değil bu; son derece sıcak, samimi, çalışkan ve gönlü geniş, özverili ve paylaşmaktan çekinmeyen, emeğe değer verip verdiği emeğin de tadını çıkaran, okurunu asla aldatmayan, heyecanı yerinde bir yazarın pırıl pırıl renklerini alıyorum romandan:) "Piyasa" gördüğünde basılı bir kitap olarak, eminim bir çok okur hissettiklerimi hissedecektir. Piyasa olmayan, bu satar mantığı ile kurgulanmayan, samimiyet duygusunu okura geçiren, -ufaktan ticari dokunuşları olsa da okurun gözlerini gönüllüce off konumuna getirebilen-kitaplar kalıcı, ötekiler kenarda unutulasıdır her zaman, diye düşünürüm:)

    Not: -ufaktan ticari dokunuşları olsa da okurun gözlerini gönüllüce off konumuna getirebilen- kısmı, geniş anlamda yazar samimiyetine okurun inancına vurgudur, sevgili yazarımızın romanını kastetmez, samimiyetin tadının altını çizer ve o samimiyet varsa okur bu durumu farketse dahi gülümser, yazarı anlar, alkışını kesmez manasındadır:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu denli usta bir üslûpla kaleme aldığınız yorum pek az yazara nasip olur. Hani biri arkanızdan seslenir, başınızı çevirip baktığınızda tereddüt eder, şaşırırsınız. Sesin sahibini görseniz bile dönüp çevrenizde ararsınız başka birilerini. İnanmakta zorlanırsınız, hedefin siz olduğuna. Aynı duyguları yaşattınız bana.

      Sizin gibi usta bir yazarın nazarında gurur okşayıcı böylesine naif sözlerin muhatabı olmak benim için paha biçilmez. Çok mutlu oldum, çok teşekkür ederim.

      Lakin yine de çok fazla eksiklerim olduğunu düşünüyorum. Sözleriniz son derece berrak ve anlaşılır. Ancak yeri geldiğinde en sert eleştirilerinizi de kucaklamaktan büyük keyif alacağımı bilmenizi isterim. Sevgi ve saygılarımla,

      Sil
    2. Çok teşekkür ederim, nazik sözlerinize:) İçtenliğinizden, yanıtınızdaki ifadelerinizin samimiyetinden ve coşkunuzdan ufacık bir tereddütüm yok ancak çok hoşuma gitse de -ki kimin hoşuna gitmez:)-katılamıyacağım bir tanım var: Usta bir yazar. Kendime en fazla iyi bir blog yazarı diyebilirim.:) Aslında iyi, hatta bayağı iyi bir anlatıcı... Eğer yazar dersem kendime, başta siz olmak üzere, gerçek manada yazar normlarına sahip pek çok insana, yazın emekçisine haksızlık olur bu:) Söz konusu otomotiv sektörünün dallarından herhangi biri olsaydı tamamdı. Ama usta yazarlıksa söz konusu olan en fazla iyi bir blog yazarıyım diyebilirim kendim için. Çünkü ben somut olanı, yaşadığımı, gezdiğimi, okuduğumu, izlediğimi, gördüğümü anlatıyorum, bir yaratım söz konusu değil... hatta bir hobi bile denebilir benimkine:)

      Eksikleri olduğunu düşünen insanlar kıymetlidir, onlara yön vermeye gerek yoktur diye düşünmüşümdür hep, ben bir usta yazar değilsem de iyi bir okurum!:) Eleştirecek bir şey olsaydı, yukarıdaki yorumu yazmamış olurdum. Benim için çok kıymetli ve o güne kadar hiç tanımadığım, dili çok iyi kullanan, buna özen gösteren bir yazar, Sayın Ekmel Denizer, tesadüfen ulaştığı yazıma bir yorum yazmıştı, imla bilmezliğimden utandığımı belirten bir mail atmıştım, övgüsüne teşekkür ederek: O demişti ki önemli olan duygudur. Üstelik sizde imla da var:) Yolunuz açık olsun:)

      Not: O günden beri yazılarıma daha bir özen gösteriyor, eskileri düzeltikçe düzeltiyorum:) Sizin bu konudaki yazı serinizden de yararlanmaktayım:)

      Sil
    3. Mütevazılığınız sizi daha da yüceltiyor gözümde. Blog dünyasında tanınmış yazarları yolda bırakacak iyi yazarlar var gerçekten. Okumasını bilenler için elbette siz de onlardan birisiniz. Emin olun, yazılarınızdan istifade ediyor ve okurken büyük zevk alıyorum. Teşekkür ederim:)

      Sil
  5. esther e yazık yaa neler de yaşamış. jale nerdee :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, Esther'in sıkıntısı büyük. Jale mi, o falcıya gitti, fal baktırıyor:))

      Sil