10 Ocak 2021 Pazar

SON DANS BÖLÜM 5

Ümit'in suratını asması çıldırtmıştı Kemal'i. İçi içini yiyor, bir türlü sakinleşemiyordu. Çıldırmış bir halde adamın arkasından avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

- Senin umurunda değil tabii. İş olmuş, olmamış ne fark eder ki. Bu şirket eğleneceğiniz bir oyun parkı değil. Herkesin kıçını toplamaktan kendime zaman ayıramıyorum. Siz mesai bitsin evime gideyim ailemle birlikte olayım diye zaman öldürürken benim uykularım kaçıyor. Araştırmayı yapan ben, firmayı bulan ben, sözleşmeyi hazırlayan ben. E, size ne gerek kaldı o zaman. Yok, yok vazgeçtim, katılmıyorum ben toplantıya. Satış müdürünün karşısına hangi şirket oturtur genel müdürünü. İşe verin biraz kendinizi ya, bu devam etmez böyle..."

Suratı pancar kırmızısına dönen Ümit, kapıyı nazik bir şekilde çekip dışarı çıktı. İşaret parmağını dudaklarına götürüp "sus" işareti yaparken Nalân’ın masasına doğru eğildiğinde Kemal hâlâ hızını alamamış söylenmeye devam ediyordu.

 Buyurgan ama kısık bir ses tonuyla fısıldadı.

- Necdet'i ara, hemen gelsin geri.

- Ümit Bey, az önce konuştum ben Necdet'le. Misafirleri getiren uçak yeni inmiş havaalanına.

Endişe içinde, boş gözlerle yüzüne bakan Nalân'a nasıl bir tepki vereceği noktasında kararsız kalan Ümit bir anlığına duraksadı. Az önce içeride yediği fırçayı hatırlayınca bu kez daha gür çıktı sesi. 

- Ne diyorsam onu yap, Kemal Bey şoförün hemen dönmesini istedi, misafirleri almadan. Ben şimdi onları ararım gönderdiğimiz araç arıza yaptı falan der, bir şeyler uydururum. Misafirleri alıp gelirse hiçbirimiz kurtulamayız Kemal Bey’in dilinden. Ha, bir de sade kahve gönder içeri, belki biraz sakinleşir.

Sarışın sekreter şoke olmuştu. Sakin ve kibarlığıyla bilinen finans müdürünü ilk kez bu kadar asabi görüyordu. Sinmiş bir halde sadece bir çift söz döküldü dudaklarından.  

- Peki, efendim. 

Ümit, sekretere tahsis edilen cam bölmenin kapısına doğru ilerlerken genç kadına biraz fazla yüklendiğini, haksız yere bütün hıncını ondan çıkardığını düşündü. Tam kapıdan çıkacakken ortamı biraz olsun yumuşatmak için geri dönüp yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirdi. Aklına son anda bir şey gelmiş gibi sağ elini kaldırıp  parmağını şıklattı. 

- Bu arada, toplantıyı büyük salonda değil, benim odamda yapacağız. Sadece iki yabancı olacak, bir de biz. Kemal Bey de katılmayacakmış toplantıya. Yani dört ya da beş kişi falan oluruz, sen yuvarlak masayı ona göre hazırlatırsın artık, okey.

Nalân sessizce başını salladı. Necdet'i durumdan bir an önce haberdar etmek için çekmeceden cep telefonunu çıkardı, elleri titriyordu.

 ***

Esther evden ayrılır ayrılmaz rahat bir nefes aldı, Selmin. Şimdi Allah'ı var, bugüne kadar hiçbir kötü söz işitmemişti hanımından ama son günlerdeki onun şu melankolik halleri, iyiden iyiye gözünü korkutmaya başlamış, koca evde onunla birlikte yalnız kalmaktan çekinir olmuştu. Bir anda gözlerini sabit bir noktaya dikiyor, dünyayla bağı kopuyordu. Birkaç gün önce yemeğe çağırmıştı. Oturduğu koltukta başını pencereye doğru çevirmiş bakışları kilitlenmişti yine. "Esther Hanım, ne oldu size, niye cevap vermiyorsunuz?" diye çığlık çığlığa bağırmıştı ama o kılı kıpırdamadan bir heykel gibi durmaya devam etmişti karşısında. Panik içinde ne yapacağını bilmez bir halde oradan oraya koşturmaya başlamıştı. Neden sonra beyefendiyi arayıp yardım istemek gelmişti aklına. Tam telefonu eline aldığı sırada Esther yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı. Her zaman yaptığı gibi "İyiyim Selmin, telâşa gerek yok." demişti yine. Saray gibi ev, adeta perili bir köşke dönmüştü. Ne bir çift lâf edebiliyordu hanımıyla ne de ortak bir meşgaleleri vardı. Evet, o evin hanımı, kendisiyse bir hizmetçi parçasıydı ama asla bu gerçeği yüzüne vuracak cinsten biri değildi Esther Hanım. Neyse ki, sık sık bir yerlere gidiyordu. Fakat nerelere gittiğini, neler yaptığını anlatmazdı hiçbir zaman. Esther'in evde bulunmadığı zamanlarda salona geçer, koltuğa kurulup televizyon seyreder, müzik dinler, bazen de müziğin ritmine kendini kaptırıp çılgınca dans ederdi. Esther eve döndüğünde yeniden mutfağa kapanır, işlerini bitirdikten sonra mesaisi bitene kadar açar kitabını okurdu.   

İnce belli bardağına çay boşalttı. Mutfak masasına oturup tabağına birkaç zeytin, bir parça tereyağı, biraz peynir ve bir kaşık da çok sevdiği kızılcık marmeladından koydu. Adanalı kalabalık bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelen Selmin’i çocuk hasretiyle yanan İstanbul'daki halası öz evladı gibi büyütmüştü. Doğduğu günden bu yana annesini, babasını ve kardeşlerini görmediği gibi onların ne iş yaptıkları, nasıl yaşadıkları hakkında hiçbir şey bilmiyordu. İşin doğrusu gerçeği öğrendikten sonra bile, biraz olsun merak etmemişti bu konuları. Kendisini nüfuslarına alıp büyüten ve bugünlere getiren halasıyla eniştesini gerçek annesi ve babası bilmiş, her ikisi de onun bir dediğini iki etmemişlerdi. On beş yaşına bastığı gün, kocasını bir iş kazasına kurban veren halasından başka hiç kimsesi kalmamıştı. Halası büyük sırrı saklamaya daha fazla dayanamamış, eşinin ölümünden tam bir hafta sonra gerçeği, gerçek annesi olmadığını anlatmıştı Selmin’e. Selmin, liseyi bitirdikten sonra zengin ailelerin çocuklarına dadılık yapmış, bu sayede görgü kurallarını iyice öğrenmişti. Çıtı pıtı, hoş, becerikli ve sakin karakterliydi. Kısa saçları, kalkık burnu, dolgun dudakları vardı. Boyu biraz daha uzun olabilseydi, gençlik yıllarındaki fiziğiyle değme mankenlere taş çıkartırdı. Okumayı, müzik dinlemeyi seven, yeni şeyler öğrenmeye hevesli biriydi. Çalışkandı, temizlik ve hijyene dikkat ederdi. Konuşması düzgündü, kendisinden bir şey istendiğinde asla kulak ardı etmez, elindeki işi bırakıp hemen yardıma koşardı. Bu kadar üstün özelliklerine rağmen mütevazılığını elden bırakmaz, başkalarının meziyet olarak bildiği bütün bu özelliklerin kendisine bir üstünlük kazandırdığını aklının ucundan bile geçirmezdi. Ona göre başarının sırrı, gevezelik yapmamak ve üzerine vazife olmayan işler hakkında soru sormamaktı. Pazar günleri, özel durumlar hariç her sabah saat sekizde gelir, kendisine verilen anahtarla kapıyı açar, çayı demler, kahvaltı masasını hazırlayarak başlardı güne. Neyin nerede olduğunu sadece o bilir, ortalığı derleyip toparlar, alışverişi yapar, yemeği hazırlar, temizlik kendisinden sorulurdu. Genel olarak akşam saat beş olunca işi biter, kapıyı çekip çıkardı. Yemekli akşam davetlerinde son misafiri uğurlayıp ortalığı temizlemeden ayrılmazdı evden. Bütün bu işleri işten atılırım korkusuyla değil büyük bir heves ve zevkle yapardı. Onun kahkaha attığına hatta gülerken ses çıkardığına kimse şahit olmamıştı ama görevini yerine getirirken duyduğu heyecan, parlayan gözlerinden ve saygılı gülümsemesinden kolayca anlaşılırdı.

Keyif çayını içtikten sonra kirli tabak ve bardakları bulaşık makinesine yerleştirip mutfağı düzene soktu. Daha sonra salona geçti, pencereleri açar açmaz serin ve temiz bir hava doldu içeri. Eşyaların tozunu alırken Esther düştü yine aklına. Evliliklerinin ilk iki yılında mutlulukları gözlerinden okunuyordu. Her gün düzenli olarak gittiği Türkçe dersleri dışında gün boyunca evden pek dışarı çıkmazdı ama günleri hep dolu dolu geçerdi. Türkçeyi yeni öğrenmeye başladığı ilk yıllarda odasına kapanıp saatlerce Türkçe kitap okur, bazı kelimeleri doğru telaffuz edip etmediğini sorar, hatalı cümle kurduğunda mutlaka düzeltmesini isterdi kendisinden. İlk günlerindeki komik telaffuzları bir süre sonra duyulmaz olmuş, azmi sayesinde Türkçesi oldukça iyi bir seviyeye gelmişti.

Hanımından esas beklentisi onun eve neşe getirecek bir çocuk sahibi olmasıydı. Daha önceki tecrübelerinden çocuk bakımı hakkında çok şey öğrenmişti. Severdi çocuklarla ilgilenmeyi, doğacak bir çocuk evin havasını değiştirecekti şüphesiz. Bugüne kadar neden çocuk yapmayı düşünmediklerini hanımına sormayı aklından geçirse de böyle bir terbiyesizlik yapmayı kendine asla yediremezdi. Bütün uğursuzluk geçen yıl Kemal'in yeni iş teklifini kabul etmesiyle başlamış, evin bütün düzeni değişmişti. Büyük bir şirketin bir numaralı adamı olmuştu. Kemal, yeni girdiği işte kendini kanıtlamak için gece gündüz demeden delicesine çalışmaya başlamıştı. O günden beri Esther'in yüzü gülmüyordu. Karı koca ikisi de birbirlerini deliler gibi seviyorlardı ama kendilerine ayırdıkları zaman günden güne azalıyordu. Dün akşamki yemek davetinde masadakiler güle oynaya sohbet ederken hanımının dalıp gittiği o an gözünden kaçmamıştı. Hanımının en az masadakiler kadar düzgün konuşabileceğini, sohbetin içine rahatlıkla girebilecek kadar Türkçeyi ilerlettiğini biliyordu oysa. Hep Kemal'in ilgisizliğine veriyordu onun bu durgun halini. Ne tatil, ne pazar gezmesi, ne de birlikte geçirebilecekleri küçücük bir zaman... Hepsi mazide kalmıştı. Kemal’in kendini bu kadar işe gömmesi neyle açıklanabilirdi?  Yine dün akşamki yemek boyunca dakika başı gelen iş telefonları yüzünden masadaki sohbetin tadını kaçırmış, bu yetmezmiş gibi, misafirlerine acil olarak çıkması gerektiğini söyleyip evden çıkmış, maruz kaldıkları bu durum karşısında bütün misafirlerin ağzı açık kalmıştı. Ne kadar önemli olursa olsun hanımını böyle bir davette yalnız başına bırakmayı nasıl içine sindirebildiğine bir türlü akıl erdiremiyordu, Selmin. 

Devam edecek



13 yorum:

  1. Burdayım okudum hepsini. Merakım devam ediyor :)

    YanıtlaSil
  2. aksiyon, olaylar başlasııın :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aksiyonu sevdiğini biliyorum ama her bölümde aksiyon olursa kalbe zarar:))

      Sil
    2. pessoa anarşist banker denemesi, anlatısı sana çok uygun, seversiin, bol politika ve sistem filan işte :)

      Sil
    3. sana daha önce dizi listesi vermiştimdii, ordan devam et, house of cards olabiler örnekins :)

      Sil
    4. Ok, evet sıradan gideyim, önce Designated Survivors vardı, sonrakinden devam ederim:)

      Sil
  3. Kemal işyerinde fırtınalar estirip eve gelince de kafasını kapatıp rahatlayamayan insanlardan demek ki.. Ne çok varlar, yazık oluyor onlara da evdekilere de :( Ama neyse ki Ümit'ler de var, hem böylelerini idare edebilen hem de asıl iş yapan, durumu kurtaran insanlar. İnsan idare etmek de kesinlikle bir sanat!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sormayın:)) Size bir sır vereyim, ben de o delilerden biriydim. Böyle işin en ince noktasına kadar hakim olunca, kimsenin yaptığı işi beğenmiyorsunuz, iş yerinde sağa sola saldırıyorsunuz ama size söylenecek en ufak bir söze, hatta imalı bir bakışa tahammülünüz olmuyor. Mesela Kemal, Ümit'in yerinde olsaydı kaç kere basardı istifayı. Bir de dediğiniz üzere Ümit Bey gibi olanlar var, takmıyor hiçbir şeyi. Benim yazı dizisindeki Rauf Bey gibi, patron ağzına geleni söyler, yüzüne telefonu kapatır ama o hiç oralı olmazdı:) Şimdi dışarıdan bakınca sizin düşüncenize hak veriyorum ama çalıştığım dönemde daima kendimi haklı görür, işinden başka bir şey düşünenlere çok kızardım. Sözüm ona iş ahlakıydı bu. Bugün yeniden meslek hayatına dönsem aynı karaktere bürünür müyüm? Korkarım, evet. Bu yüzden düşünmüyorum:)))

      Sil
  4. Stresli iş ortamlardan nefret ediyorum. Okurken bile gerildim, sinir oldum. :) Canımı sıkan iş ortamında uzun süre duramıyorum. Halbuki çok mu zor nazikçe ve anlayışla konuşup meseleleri çözmek? Hep bir kaos ortamı olacak. Neyse hikayeye döneyim ben. :)
    Esther'in durumu üzücü. Selmin onu iyi anlıyor, keşke yakın arkadaş olabilseler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız. Bu yüzden Avrupa'daki çalışma şartlarına gıpta ediyorum. Ülkemizde büyük bir gelir adaletsizliği ve sömürü düzeni var. Dünyanın her yerinde var bu ama ülkemizde batı ülkelerine göre daha fazla. Eğer ideal çalışma koşullarında çalışsa insanlarımız, daha çok iş gücüne gereksinim duyulur, bu da işsizliğin azalması demektir. Bizde bir insandan üç kişilik bekleniyor zira. Bu da ailesel ve sosyal sorunlara neden oluyor. Bir de romanın konusundaki gibi insanlar var, farklı sebeplerden ölümüne adıyor kendini işe, işi dışında gözü bir şey görmüyor. Bu bir tür hastalık ve romanın ana konusu da bunun üzerine bina edilmiş.
      Esther kocasından dolayı mağdur. Üstelik yabancı bir ülkede... Selmin'le mesafeli, çünkü onların arasında da işveren-işçi ilişkisi var. Selmin aslında kendini yetiştirmiş ama bu dediğim statü farkından dost olamıyorlar. Esther'in eltisi Selma ile iyi arkadaş, başka bir kimsesi yok.

      Sil