7 Şubat 2021 Pazar

SON DANS BÖLÜM 11

Esther, yanağından süzülen yaşları çantasından çıkardığı kağıt mendile sildikten sonra karşısındaki koltukta kendisini dikkatle dinleyen doktora içini dökmeye devam etti.

- Kocam yeni işine başladıktan yaklaşık altı ay sonra şirketin icra kuruluna atandı. Uzun zamandan beri ilk kez eve erken gelmiş, boynuma sarılmıştı. Sevinçten havalara uçuyordu. Elinde kocaman bir gül buketini bana uzatarak, "Sana müthiş bir haberim var sevgilim. Şirketin icra kurulundayım artık. Hadi hemen hazırlan, bunu kutlamamız lazım, Hasan’ı aradım, Selma’yla birlikte onlar da gelecek." dedi. Fakat biliyordum, yeni pozisyonu onu daha çok yoracaktı. Sorumluluğu daha artacak, daha çok çalışacak ve bana ayıracak zamanı kalmayacaktı. O gece, sahildeki en güzel lokantalarından birine gittik. Hiç bu kadar coşkulu görmemiştim Kemal’i. Bu hızlı yükseliş ona, beş kat fazla maaş, yıl sonu primi, kapsamlı bir aile sağlık sigortası, son model bir araba, her şeyden önemlisi müthiş bir kariyer ve özgüveni beraberinde getirmişti. Bu duruma sevinmeli mi üzülmeli mi, gerçekten bilmiyordum. İşin doğrusu, kendi adıma pek sevindiğim söylenemezdi. Çünkü, mesleğinde yükseldikçe Kemal'in benden uzaklaşacağından adım kadar emindim. Sabahın erken saatlerine kadar süren toplantılar, iş yemekleri, iş seyahatleri, uzun mesai saatleri derken artık ne bir tatil hayalimiz kalmıştı ne de kendimize ayıracak tek bir günümüz. Her gece eve yorgun argın geliyor, duşunu alır almaz sırtını dönüp horlamaya başlıyordu. İşinden başka hiçbir şeye yer yoktu artık hayatında. Zoraki birkaç arkadaş ziyareti, ayda yılda bir yemek davetinden başka birbirimizin yüzünü görmez olmuştuk. Dün akşam olduğu gibi davetli konuklarımıza aldırmadan yaptığı telefon görüşmeleri, işinin gereği acilen evden çıkmalar… Yani, o hayallerimi süsleyen erkek gitmiş, yerine varlığımdan bile habersiz yabancı bir adam girmişti hayatıma. Bana kötü davranmıyordu, bilakis son derece nazikti ama onca işinin arasında bir figüran, bir aksesuar bile değildim. Yok sayılmak kadar kötü bir şey yoktur, Hocam. Daha önce bahsettiğim gibi onunla konuşmaya çok çalıştım, ama olmadı. Bunu defalarca denedim, her seferinde ya bir telefonu, ya da bir işi çıkıyordu.

Doktor, anlıyorum dercesine başını salladı. Mesleğinin gereği her türlü ihtimali değerlendirmesi gerekiyordu.

- Yoğun iş temposu nedeniyle eşinizin size karşı ilgisinin azaldığını söylüyorsunuz, peki tek neden bu muydu sizce?

Derin bir iç geçirdi, Esther. 

- Aslında kendimi sorguladığım anlar olmuyor değil. Acaba eşimin ilgisizliğinin nedeni ben miyim? Çok şey mi bekliyorum kocamdan? İçine düştüğüm yalnızlık, gördüğüm düşler, hayal âlemlerinde yaptığım yolculukların nedeni sadece karanlık geçmişim mi? Yoksa kocamın ilgisizliği mi yeniden depreşen rahatsızlığıma sebep.  Son zamanlarda sürekli sorduğum bu sorularla kendimi tartıyordum. Sağlığım yerinde olsaydı, yeniden düzene sokabilirdim belki hayatımı. Baştan itibaren kocamla geçmişimi paylaşmamak bir hataydı, biliyorum. İlk zamanlar ilişkimizin yara almaması için beni derinden etkileyen konuları konuşmak cesaretini bulamamıştım kendimde. Daha önceki doktorlarımın söylediğine göre gördüğüm kâbusların, tuhaf hayal ve rüyaların nedeni o feci kazadan sonra geçirdiğim kafa travmasıydı. Yaşadığım ruhsal sorunları, uzun süreli tedavi sürecimi öğrendiğinde eşimin delirdiğimi düşünebileceğini ve haklı olarak beni terk etmek isteyeceği korkusuna kapılmıştım. İlaçlarımı düzenli olarak kullandıktan sonra uyku düzenim yerine oturmuştu, halüsinasyonlarım ortadan kalkmış, kabus görmez olmuştum. Dikkat etmem gereken tek şey kullandığım ilaçları Kemal'in öğrenmemesiydi. Çocuk yapmayı düşünmediğimiz için rahatlıkla ilaçlarımı alabilecektim. Evliliğimizin ilk yıllarında mutlu bir çifttik. Ancak yeni işine başladıktan sonra bütün düzenimiz değişti, koca evde yalnızlığa mahkum oldum. Onsuz geçen bir dakikam bile bana uzun gelirken sadece birkaç dakikalığına görüyordum yüzünü. Kendi eksikliklerimi düşünerek yalnız kalmaktansa eşim tarafından ihmal edilmek kabulümdü. Bu yüzden ihtiyacım olan ilgiyi göstermemesinden dolayı eşimi hiçbir zaman suçlamadım, yine de suçlamıyorum. İşin doğrusu, Hocam, hem kendine, hem de benim gibi eksikli bir kadına dünyayı zindan eden bir adama nasıl davranacağımı, ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. Onun akıl sağlığı yerinde, üzerine aldığı işin sorumluluğunu yerine getiriyor, gereğini yapıyor diyordum çoğu zaman kendime. Bana gelince; akıl hastası olarak yaftalanmak, o gözle bakılmak, yalnızlığa mahkum edilmek istemiyordum. Eşimin bu nedenle benden uzaklaşma ihtimali çıldırtıyordu beni. Uzun bir aradan sonra ilaçlarımı düzenli olarak aldığım halde yeniden kabuslar, hayaller görmeye başladım ve bu durum artık dayanılmaz bir hal almaya başladı. O kahrolası kabusları görmemek için geceleri uyuyamıyorum. İşte size gelmemin nedeni bu, Hocam.

Sözlerini bitirirken farkında olmadan, sesini yükseltmiş, yüzü ağlamaklı bir hal almıştı Esther'in. Büyük çaresizlik içinde çaldığı son kapıydı bu. Doktor, oturduğu yerden kalktı. Gözlerinin içine baktı genç kadının.

- Seni çok iyi anlıyorum Esther. Söz veriyorum, o mutlu günlerine geri döneceksin. Sadece biraz sabırlı olmanı ve bana güvenmeni istiyorum.

- Size güveniyorum Hocam, dedi Esther, gözünde biriken yaşları mendiliyle silerken.

- Peki, o halde anlaştık, bugünlük burada bırakalım. Şimdi sana yeni bir ilaç yazacağım, akşamdan itibaren kullanmaya başla. Bu, uykunu bir miktar düzene sokacaktır. Mümkünse gece erken yatmaya çalış. Uykusuzluk, halüsinasyon ve kabus görmeye zemin hazırlar. Senin için de uygunsa sekreterimle konuşup önümüzdeki hafta için sana bir randevu vermesini isteyeceğim.   

Esther, oturduğu koltuktan yavaşça ayağa kalktı ve doktorun elini sıktı. Kendini biraz olsun rahatlamış hissediyordu. Odadan çıkmak için kapı kolunu çevirmeden geri dönüp aralarında doğan güveni teyit edercesine, belli belirsiz gülümsedi Doktor'a.

- Teşekkür ederim, Hocam. Haftaya istediğiniz saatte gelebilirim, hoş çakalın.  

Tuvalete gidip akan makyajını temizledikten sonra salona geri döndü ve çantasından cüzdanını çıkardı. Cep telefonunu açtığında, Selmin’in aradığını gördü. Ama önce Selma vardı aklında. Salondaki beyaz zambağa bir kez daha baktı. Binadan çıkıp arabasına doğru yürürken arkadaşını aradı, doktorun muayenehanesine yakın, yeni açılan bir kafede buluşmak üzere sözleştiler.

Evin temizliğini bitiren Selmin, kirli çamaşırları makineye attı. Akşam yemeği için Esther'in bir şey isteyip istemediğini sormayı unutmuştu. Birkaç kez telefonla hanımını aramış ama her seferinde "aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor" mesajıyla karşılaşmıştı. Gerçi istediği bir şey olsaydı mutlaka ona söylerdi ama yine de içi rahat etmemişti. Tam evden çıkıyordu ki, telefonu çaldı. Arayan Esther’di.

- Hayırdır Selmin, beni aramışsın. 

- Kusuruma bakmayın Hanımefendi, rahatsız ettim. Akşam yemeği için benden istediğiniz bir şey var mı diye soracaktım.

- Hayır, benim için bir şey yapmana gerek yok. Acıktıysan sen kendine bir şeyler hazırla.

Devam edecek



25 yorum:

  1. Hikaye daha ilginç bir şekilde takip ediliyor .. Karı koca arasında olacakların hikayesini merak ediyorum.
    Saygılarımızla

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim:) Karı koca arasında çok ilginç şeylerin olacağını size şimdiden söyleyebilirim:) Selamlar.

      Sil
  2. Fakat üstat, nedense sizin adınıza endişelenmeye başladım; biliyorsunuz ülkemizde intihalcilik yaratıcılıktan daha kıymetli: Çünkü intihalciyseniz yükseliyor, hatta rüyanızda bile göremeyeceğiniz kurumların başına gökten zembille inebiliyorsunuz ve arkanızda kaya gibi duruluyor. Samimi endişem şudur, ve korkum: Bir gün kendi romanınızı, ufak değişikliklerle bir başka yazarın adından okumanız! O nedenle -bence- bu emeğinizin önceki bölümlerini ufak ufak -kamu yararından uzaklaştırarak- sahneden alsanız, diye düşünüyorum. Kalacaksa da patentin size ait olduğunu kanıtlayacak resmi bir belge (noter onayı falan gibi), belki de başka yol ki bunun için tanıdık bir avukattan fikir almak iyi olabilir.

    Elbette emek ve ürün sizin; yazdıklarınızın düzeyini beğenen ve severek okuyan, emeği kıymetli bulan sade bir okur endişesi benimki. Belki biraz da -genel manada- piyasa denen şeyin ne mal olduğunu bilen biri diyebiliriz buna:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Estağfurullah:) Size hak vermemek elde değil. Sizin gibi kalemi güçlü birinin yazılarımla ilgili yapmış olduğu değerlendirmeler beni fazlasıyla yüreklendiriyor ama henüz yolun başında olduğumu düşünüyorum. İntihal olayında nasıl bir tepki vereceğimi inanın ki bilmiyorum. Ama muhtemelen üzülürüm. Evet, intihal konusunda piyasanın ne mal olduğunu biliyorum:) Koca koca profesörler bile buna tevessül edebiliyorlar. Buna benzer yazı dizilerini tamamlandıktan sonra yayından kaldırmayı düşünüyorum. Bir de şu var: Çok değerli yazarlar bile bu işten doğru dürüst gelir elde edemiyorlar maalesef. Yani kaybedeceğim fazla bir şey yok gibi geliyor bana. Diyelim ki, yazım intihal edilmiş, bunu yapan kişiyle hukuki mücadeleye girişmek Türkiye gibi adaletin olmadığı bir ülkede ne kadar mantıklı olur acaba? Eğer bir Avrupa ülkesi ya da ABD olsa fikir eserlerine verilen değer farklı elbette. Orada yaşamış olsaydım illa ki bunu önemserdim sanırım. Maalesef ülkemizde emek en ucuz şey, o yüzden değeri yok.
      Yine de sözleriniz benim için değerli ve uyarılarınız önemli. İlginiz ve kıymetli yorumunuz için size minnettarım. Sağ olun:)

      Sil
  3. bu psikiyatri de, maşallah hocam, 20 seans sürecek, sana verdiğim ilaçları al, yarın yine gel diye diye sömürdü kadını :D Hocam bir de yukarıda telifle ilgili yorumu gördüm de, yanlış yönlendirmek istemem ama bildiğim kadarıyla hikayenizin tamamını kendinize, kendi isminizle postaladığınız zaman eser sizin eseriniz sayılmış oluyor, bilginize :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kırmızı Oda ve türevlerini izliyor olmalısınız, onun yanında bu nedir ki:))) Sizin söylediğiniz son derece basit ama bana biraz imkansız geldi. Herhangi biri herhangi bir yazının tamamını kendi kendine e-mail yoluyla postalayabilir. Bunun yerine blogta yayınladığım tarihi kimse değiştiremez sanıyorum. Biri yazımı alıp kopyalayıp yayınlarsa benim aynı yazıyı daha önce yayınladığım ve onun benden intihal ettiği aşikar olmaz mı? Bu delil niteliğinde değil midir? Ama birine bu konuda tazminat davası açmam için illa ki patent almam ya da benzeri bir şekilde eserin bana ait olduğunu belgelemem gerektiğini sanıyorum. Bunu yapmadığım takdirde intihalciyi deşifre etmekten başka bir işe yaramayacaktır muhtemelen:)

      Sil
  4. Çok heyecanlı ve merak uyandırıcı bir yerde kalmış sabırsızlıkla devamını bekliyorum :)

    YanıtlaSil
  5. Okudukça devamını istiyor gözlerim, büyük bir açlıkla :)

    YanıtlaSil
  6. "Seni çok iyi anlıyorum Esther. Söz veriyorum, o mutlu günlerine geri döneceksin. Sadece biraz sabırlı olmanı ve bana güvenmeni istiyorum."

    Önce annemin, sonra dayımın rahatsızlıkları sebebiyle yıllarca psikiyatrist ve psikologlara gitmiş biri olarak söylüyorum ki sizin doktor yanlış yapıyor Mr. Kaplan. Özellikle ruh ve sinir hastalıkları doktorlarının ifadesiz, mesafeli ve objektif olması, kesinlikle hastayla samimiyet kurmaması ve iyileşeceği yönünde kesin sözler vermemesi gerekiyor. İnsana "Ne soğuk, adeta ruhsuz!" dedirtecek bir tavır takınmaları bile daha doğru olur diyebilirim. Bunun aksi yönde davranan doktorlar hastalarına yarardan çok zarar verebilirler. Bahsettiğim tavır acımasızlık değil tabi ki ama işte dostça, babacan ya da anaç tavırlar da olmamalı. Özellikle de o "Söz veriyorum, o mutlu günlerine geri döneceksin." cümlesi göründüğü kadar masum değil maalesef.

    Yıllarca annemin doktorunun taş kalpli, ruhsuz bir adam olduğunu düşündüm. Ancak annem öldükten sonra karşılaşıp konuştuğumuzda anladım ki aslında annemi çok sevmiş ve onun için elinden geleni yapmaya çalışmıştı son ana dek. Aynı şekilde lise dönemimde gittiğim doktorumun beni dinlerken hiç bir tepki yansıtmayan ifadesiz suratını hiç unutamıyorum. Hadi annemin doktoru erkek, çok da takmıyor ama bir kadın nasıl bu kadar ruhsuz olabilir diye çok düşünürdüm. Ama şimdi biliyorum ki o dönem doktora gidip destek almasaydım üniversiteyi kazanıp bugünkü ben olamazdım. Eğer o doktoru gereğinden fazla sevip bağlansaydım da o zaman yaşadığım şehirden ayrılmayı, doktorumdan uzaklaşmayı göze alamazdım belki de. Yani ince bir çizgide cambazlık yapması gerek doktorun. Hem güven vermeli hem de mesafesini koruyup pek de bilimsel olmayan sözler vermemeli.

    Diğer yandan anlattığınız gibi doktorlar yok mu? Var maalesef. Yani hikayedeki doktoru bilerek böyle şekillendirmiş olabilirsiniz. Bu koşullarda bu doktorun da diğerleri gibi pek başarıya ulaşamayacağının sinyalleri olarak görebiliriz Esther'e olan yanlış yaklaşımını.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) valla ben de kediyle aynı fikirdeyim. hiç bir doktor ama özellikle ruh sağlığı alanında çalışanlar hastaya söz vermekten özellikle kaçınırlar fakat acaba yazarımız doktoru hicvedeceği için ilerleyen bölümlerde, böyle bir hava mı yarattı diye düşündüm ben.. sonuçta yazın ve karakterler yazarın elindedir, mutlaka iyi doktor olmak zorunda değil, belki de amaç bu, doktorun de katkısı olacak Esther'in "son" olan dansında? Belki karanlık bir öykü okuyoruz farkında değiliz henüz.

      Sil
    2. Sevgili Mrs. Kedi,
      Prof. Dr. Cevdet Saran'ı yakinen tanıyorum, Mrs. Kedi. Kendisi gerçekten iyi bir doktor, eğer hastasına "seni iyileştireceğim" diyorsa sözünü tutar. Ben onun şimdiye kadar yanıldığını hiç görmedim:))

      Şaka bir yana, bilimsel açıdan hekim-hasta ilişkileri konusunda fikir sahibi değilim. Yorumunuz, eleştirileriniz başımın tacı. Müsaadenizle bu konuda düşündüklerimi paylaşayım sadece:) Öncelikle yazdığım bir roman ve bu yüzden bilimsel doğrularla kendimi sınırlamak zorunda değilim sanırım. Yaratılan karakterler işinin ehli, ya da sıra dışı fikirlere sahip olabilir. Örneğin işin uzmanlarından meşhur Gülseren Budayıcıoğlu yazdığı birçok kitabında ve daha sonra senaryolaştırılan eserlerinde hekim-hasta davranışlarına ilişkin epey eleştiri aldığını biliyorum. Ben de bütün kitaplarını okumuş ve bana aykırı gelen bazı olayları not etmiştim. Örneğin bir hastasının evine gidip bizzat ilgilenmesi, onunla aşırı derecede bağ kurması çok da mantıklı gelmemişti.

      Kendi romanıma dönersem, Esther burada büyük çaresizlik içinde. Artık umudunu sonuna kadar yitirmiş. Onu ayakta tutan ilaçlar da kar etmiyor. Bunun üzerine bir de tek dayanağı olan eşinin ona sırtını dönmesi büyük bir yalnızlığın içine sürüklenmesine sebep olmuş. Artık güvenecek bir dal arıyor. İçinde bulunduğu psikolojik durum çerçevesinde geleceğe ilişkin en ufak bir ümit ışığından yoksun. Bana göre bu durumda bir hastaya yapılması gereken ilk şey ona umut aşılamak ve bunu gerçekleştirmenin yolu da doktoruna güven duymasını sağlamak. Bakın size bir örnek vereyim. Tıpta yapılacak cerrahi müdahalelerde başarı şansı hiçbir zaman % 100 olmadığını biliyorum. Bu yüzden hastane ya da doktorlar (ki bana son derece ters gelir) müdahaleyi hastanın arzusu ve onayı ile yaptığını, bazı yan etkilerinin ya da operasyon sonucu yaşanabilecek olumsuzlukların hasta veya yakınları tarafından bilinip kabul edildiğine dair kağıtlar imzalatırlar. Ankara'da eşimin ayağındaki bir rahatsızlık sebebiyle ortopedi profesörüne gitmiştik. Ben de daha önce kendisi tarafından ameliyat edildiğim için ona güveniyordum. Eşimi muayene ettikten sonra ameliyat olması gerekiyor dedi. Ve ben can alıcı soruyu sordum. Peki, başarı şansı nedir? soruma % 90 dedi. Yani dedim, eğer operasyon başarılı olmazsa sakat kalacak, öyle mi? Evet, dedi. O gün bugündür eşim ayağından hala çekiyor bu yüzden. Bana göre % 10 sakat kalma riski çok büyük çünkü. Demek istemem şu ki, gerek enfeksiyon kapması, gerekse diğer aksilikler nedeniyle işlerin ters gitmesinde olumsuz neticelerin çıkacağını biliyordum zaten. Ama bunu doktorun söylemesi bende doktora olan güveni sarstı. Çünkü başarısız bir operasyonda bana ben bunu size söylemiştim deme hakkını vermiştim ona. Yani bu bir hasta ve hasta yakını psikolojisi.

      Kitaba dönersem, Esther'in daha önce geçirdiği travma sonucu yaşadığı depresyon ilaç tedavisi ile başarıya ulaşmış. Tecrübeli doktor, Cevdet Bey hastasındaki esas sorunun umutsuzluk ve yalnızlık olduğunu görerek, sonuç ne olursa olsun önce babacan tavırlarla kendisine güven duymasını sağlayarak Esther'in içinde sönen umut ateşini yeniden yakmayı düşünmüş olabilir. Şahsen yukarıda verdiğim örnekten hareketle ben de aynı şekilde davranırdım.

      Sizin yaşadıklarınız farklı düşünmenize sebep olabilir. Bilim insanları aynı konu üzerinde birbirine zıt fikirler üretebilirler elbette. Özellikle konu insan psikolojisi olunca durum diğer branşlardan çok daha özel bir hal alıyor. Hasta-doktor ilişkisinde hastanın durumuna ve doktorun konuyu kişisel olarak ele alış şekline göre farklı boyutlarda ele alınmalı bence. Sonuç olarak yorumlarınızdan feyz aldığımı, karşılıklı düşüncelerimizi ortaya koymanın birbirimizi daha iyi anlamanın yolu olduğunu ve bunun benim için büyük önem arz ettiğini belirtmek isterim. Teşekkürler:)

      Sil
    3. Sevgili C.,
      Yukarıda sevgili Mrs. Kedi için yazdıklarımı tekrarlayıp kıymetli zamanınızı çalmayayım. Fakat bu konuda sizden gelecek yorumu da bekliyordum aslında. Bugün fırsat buldukça hasta-doktor ilişkisi üzerine biraz araştırma da yaptım:) Elbette bu konuda siz donanımlısınız. Yukarıda belirttiğim üzere bu bir roman. Doktorumuz ne kadar tecrübeli olursa olsun onun sözlerine bakıp hiçbir hasta kendine çözüm aramasın:)) Sizin tahminleriniz kuvvetli. Doktor normal bir doktor değil, onun Esther'e uygulayacağı tedavi de emin olun hiçbir doktor yapmadı, yapmayacak:)) Sadece sanırım bir konuda yanılıyorsunuz. Roman benim gerçekçiliğime aykırı bir şekilde karanlık bir sona sahip değil:) Teşekkürler:)

      Sil
    4. Eşinizin ayağı için üzüldüm. Geçmiş olsun.

      "... Ama bunu doktorun söylemesi bende doktora olan güveni sarstı. Çünkü başarısız bir operasyonda bana ben bunu size söylemiştim deme hakkını vermiştim ona."

      Eğer doktor bunu söylemeseydi ve işler ters gitseydi daha kötü olmaz mıydı Mr. Kaplan? Ben her zaman için tüm gerçekliğiyle her şeyi ortaya koyan bir doktoru tercih ederim. Aksini yapıp "Her şey yoluna girecek" diyerek bilimsel olmayan bir yaklaşımla beni teselli etmeye çalışan doktor daha çok endişelendirir beni. Sonuçta onun elinde olmayan dış etkenleri de hesaba katmak zorundayız. Ama gerçek hayatı bir kenara bırakıp hikayeye geri dönersek canım Ceren'in de dediği gibi yazın ve karakter sizin elinizde :) Biz ancak merakla olacakları beklerken ipucu yakalamak için sorularımızla sizi bunaltabiliriz biraz :)

      Sil
    5. Sondan başlayım, bunaltmak ne kelime, tam aksine yorumlarınızla onurlandırıyorsunuz sayfamı:)

      Eşim ve kendi adıma teşekkür ederim. Sanırım insan mizacıyla da ilgili bu konu. Belki farklı düşünüyoruz ki, bu son derece doğal. Sorunuzun cevabı bana göre "daha kötü olmazdı". Eşimle de farklı bakış açılarımız var. Mesela o, en az doktorun işinin ehli olmasına baktığı kadar hastaya karşı davranışını da önemser. Dünyanın en iyi doktoru bile olsa hastaya karşı nazik ve saygılı değilse bırakır o doktoru. Bana gelince, belki size çelişki gibi gelecek ama aşırı derecede iyimser olduğumu düşünüyorum. Olayı gözümün önünde yeniden canlandırdığımda bana başarı şansı olarak % 90 diyeceği yerde şöyle deseydi mesela; "Biliyorsunuz her operasyon bir risk taşır ama şimdiye kadar onlarca ameliyat yaptım önemli bir aksilik yaşamadım." Benim kararım o zaman ameliyat yapılması yönünde olurdu. Çünkü her zaman iyi tarafını düşünürüm işin. Olası bir aksi durumu aklıma bile getirmem. Ha, deyin ki kötü bir sonuç aldık. Bunda doktoru kesinlikle suçlamam, bilirim ki elinden geleni yapmıştır. Sonucu değiştiremeyeceğim durumlarda sakinliğimi korur bundan sonra neler yapılabileceğine odaklanırım. Lakin doktorun yüzde 90 oranı benim tüm dikkatimi % 10'a çekmiş bütün iyimserliğimi alıp o 10'luk dilimi gözümde büyütmüştüm. Belki doktorun tavrı kendisini rahatlatmıştı ama beni germişti. Bilimsel yaklaşım önemli elbette ama en az onun kadar doktorun hastaya yaklaşımı da önemli. Babamın ağırlaştığı günlerde kızım ümitlerin tükendiğini bana açıkça söylemiş, her şeye hazırlıklı ol demişti. Elbette ölecek bir hasta yakınına ümit vermek doğru değil ama adam zaten ölecekse doktorun hastasına gidip her şeye hazırlıklı ol demesi de yersiz bence.

      Hikayeye dönelim peki, evet yazmak, karakterleri canlandırmak onlara cisim ve ruh üflemek ilahi bir heyecan katıyor insana. Mesela sizin Hayati Kaptan'ınız beyaz giysiler içinde gözümün önüne geliyor. Hayat'ı eski filmlerdeki Selma Güneri'ye benzer bir kadın olarak hayal ettim. Ama onlara hayat veren sizsiniz. Ne büyük güç değil mi bu? Harika bir şey. Diğer taraftan karakterler üzerine yaptığımız tartışmalardan büyük zevk alıyorum. Yazdığım cümleleri defalarca değiştirerek ıslah etmeye çabalıyorum ayrıca. Bir hayali, bir görüntüyü yazıya dökmenin bin bir türlü yolu var. Amacım bunu olabildiğince iyi yapabilmek. Ancak her yazımı yeniden okuduğumda düzeltmem gereken bir şeyler buluyorum, bu bana sonsuza dek gidecekmiş gibi geliyor bazen. Bazen de düzelttikten sonra, yok önceki daha iyiydi deyip ilk şekline dönüyorum. Ne düşünüyorum biliyor musun Mrs. Kedi, eskiden kağıt kalem, bilemedin daktiloyla yazılırdı kitaplar, biz bilgisayarın tuşlarında istediğimizi saniyede değiştirebiliyoruz. Bunu düşününce eski yazarlar gözümde bir başka büyüyor. Teşekkürler:)

      Sil
    6. Evet! Evet Hayat benziyor gerçekten de Selma Güneri'ye :) Ben de karakterler üzerinden yaptığımız tartışmalardan çok keyif alıyorum Mr. Kaplan. Yine dediğiniz gibi biz eski yazarlara nazaran çok şanslıyız, canımız ne zaman isterse yazdıklarımızın istediğimiz kısmını çat diye değiştirebiliyoruz. Elimizde böyle bir imkan olması büyük kolaylık :)

      Sil
    7. sadece keyifle okuduğumu belirtmek istedim :)

      Sil
    8. Ben de bundan büyük mutluluk duyduğumu belirtmek istiyorum:)

      Sil