18 Şubat 2021 Perşembe

SON DANS BÖLÜM 14

Masanın üzerine bırakılan pet şişelerden birini alıp bardağına boşalttığı suyla ağzının kuruluğunu gideren Mr. Knudsen, başını kaldırıp mağrur bir tavırla kendisini izleyen şirket yetkililerini süzdü.

- Varsa sorusu olan, cevaplamaya hazırım. Önce Ümit, ardından Kemal’in üzerinde gezdirdi mavi gözlerini. Birkaç dakika önce beklemediği bir tepkiyle karşılaşan Anna'nın tadı kaçmış, süt dökmüş kedi gibi uysallaşmış, o kıpır kıpır halinden eser kalmamıştı. Başını kaldırmaksızın ağır hareketlerle bilgisayarını toplamaya başladı. Kemal, Anna'nın yakıcı etkisinden bir an önce kendini kurtarmak istiyordu. Bu onun son şansıydı. Sunumu yapan şirket yetkilisine teşekkür ettikten sonra önündeki dosyanın kapağını açtı. Eline aldığı kâğıdı Hans’a uzatarak teklifin ekinde yer alan yedek parça listesine işaretlediği parçaların eklenmesini ve garanti süresinin iki yıla çıkartılmasını talep etti. 

- Kemal Bey, hiç sorun değil, elbette istediklerinizi yaparız ama bu size küçük bir fiyat farkı getirecektir. 

Hans'ın bu sözleri, fiyatta indirim istemeye hazırlanan Kemal’in hiç hoşuna gitmemişti.

- Bunu kabul etmemiz mümkün değil, dedi bezgin bir halde. Zaten bütçemizi aşmış durumdayız, fiyatı arttırmaktan bahsediyorsunuz, oysa biz sizden fiyatlarınızı biraz daha aşağı çekmenizi talep etmeyi düşünüyorduk. 

Fiyat müzakeresi uzadıkça uzuyordu. Sonunda resti çekmişti Kemal. Mr. Knudsen, tekliflerini son bir kez daha gözden geçirmek üzere merkez ofisleriyle görüşebilecekleri bir yer isteyince, Ümit onları küçük toplantı salonuna yönlendirdi. Odasına dönen Kemal, kesinlikle rahatsız edilmemesi konusunda sekreterini uyardı.

Heyecandan yerine oturamadı, Almanların vereceği kararı beklerken geniş ofisinde bir aşağı bir yukarı volta atmaya başladı. Tabandan tavana kadar koyu renkli cam pencerenin önüne yaklaştı. Ellerini ensesine kenetleyerek vücudunu önce sağa daha sonra sol yanına doğru esnetti. Aşağıdaki kalabalık şehir manzarasına daldı yorgun gözleri. Kibrit kutusu büyüklüğünde arabalar, birer karınca misali oradan oraya koşuşturan insanlar, biteviye yanıp sönen mavi parlak ışığıyla trafiğin içinde ilerlemeye çalışan ambulans, üniversite binalarının arkasında, çay bahçesine yayılmış gençler… Bütün bu gördükleri, kendi küçük dünyasının dışında farklı hayatların olduğunu hatırlatıyordu. Hepsi telaşlı, hepsi büyük bir koşturmaca içinde. Sarı taksinin içinde randevusuna yetişmeye çalışan İrlandalı bir iş adamı hayal etti, iki lise öğrencisinin okullarından kaçmış olabileceğini, siren seslerini işitemediği ambulansın içinde yaşam mücadelesi veren ihtiyarı, sınavdan çıkıp gönüllerince eğlenen gençleri… Pencerenin önünde defalarca seyrettiği manzara ilk kez bu kadar ayrıntılı gelmişti gözlerinin önüne. Pencereden başını çevirince aklına ilk düşen yine Anna oldu. Turkuaz gözlü sarışın afet, başını yana eğmiş işveli bakışlarla kendisini süzerken odaya yayılan ağır parfüm kokusu aklını başından almıştı. Bir an ona haksızlık ettiğini, kadının uzun bacaklarının kısıtlı alanda başka bir hareket imkanı bulamadığını düşündü. Kendisi de bacaklarını açıp oturacağına daha derli toplu oturabilirdi. Yüzünü ateş bastı. Genç kadın, yaşadığı bu şoku, Alman müdürüne de anlatmış olabilirdi. Ne kadar utanılacak bir durumdu bu! Kimseyi kandırmaya gerek yoktu, besbelli etkilenmişti işte, belki de bu yüzden kendi kendine gelin güvey olmuştu. Şimdi nasıl bakacaktı kadının yüzüne? Zonklayan beyninin içinde birbiri ardı sıra dolaşan saçma sapan düşünceler boğazını sıkıyor, gözleri kararıyordu. Sandalyeler, duvarlara asılı tablolar, duvarlar, etrafındaki her şey dönmeye başladı. Dengesini kaybetmek üzereyken güçlükle bir adım atıp çalışma masasının kenarına attı elini. Masanın kenarına tutunarak bir çuval gibi koltuğa bıraktı mecalsiz bedenini. Bir süre öyle kaldı. Alnında boncuk boncuk biriken ter damlalarını elinin tersiyle sildi. Masasının üzerindeki kağıt yığınına baktı donuk gözlerle.

Ürkek bir tık tık sesinin ardından kucağında bir tomar dosyayla içeri girdi Nalân. Kemal'i koltuğuna serilmiş, benzi atmış bir halde görünce telaşlandı.

-  Kemal Bey, iyi misiniz?

Ağzını açmadan sağ elini hafifçe kaldırdı, iyiyim, merak etme dercesine. 

- Doktor çağıralım isterseniz, iyi görünmüyorsunuz, yüzünüz sapsarı. Tansiyonunuz düşmüş olmalı!

- Yok, hayır doktor falan istemez, bir ağrı kesici getir bana sadece, başım çatlıyor.

Elindeki dosyaları sessizce masaya bıraktı, Nalan. Çekingen bir ses tonuyla,

- Hemen getiriyorum Kemal Bey, bunlar acilmiş, efendim, imzalamanız gerekiyor, dedikten sonra arkasını dönüp seri adımlarla kapıya yöneldi. Kemal, arkasından seslendi, bu sefer sesi biraz daha gür çıkmıştı.

- Ortalığı telaşa verme, ben iyiyim, anlaşıldı mı?

- Peki efendim, ben hemen ilacınızı getireyim. Tam kapıyı çekiyordu ki, içeriden seslendi yine Kemal.

- Almanlar gitti mi?

- Hayır efendim, toplantı salonundan çıkmadılar henüz.

Sekreterin bıraktığı ağrı kesiciyi ağzına atarken dünkü yemeği düşündü. Her şey onun için hazırlanmıştı. Doğum günü pastasını bile kesmeden evden ayrılmak zorunda kalmış, Esther’i ne kadar zor durumda bırakacağını aklının ucundan bile geçirmemişti. Bu işe başladı başlayalı yaşadığından bile habersizdi. Karısıyla en son ne zaman baş başa oturup birlikte bir şey paylaştığını düşündü. Aradan sanki uzun yıllar geçmişti. Yüzünü ellerinin arasına alıp gözlerini kapadı bir süre. "Evet, uzun zaman oldu." diye mırıldandı. En son ne zaman sinemaya, tiyatroya gitmişler ya da baş başa bir yemek yemişlerdi. Hasan ve Ayhan'lar dışında görüştükleri hiç kimse kalmamıştı neredeyse. Bu düşüncelerin arasında anlık bir görüntü geçti gözlerinin önünden. Aynı hızla kayboldu Anna'nın gözü yaşlı hayali. Aylar geçmişti Esther'i düşünmeyeli. Bugün bunları düşünmesine sebep Anna'ydı belki de. Birden yüreğine bir hançerin saplandığını hissetti. Başından aşağı kaynar sular döküldü. "23 Temmuz, evlilik yıl dönümümüz. İki ay geçmiş, nasıl unuttum bunu ben," diye söylendi kendi kendine. Esther, ağzını açıp bir şey söylememişti. Ara sıra gözlerinin nemlenmesi,  dalıp gitmeleri  belki de bu yüzdendi.

Berlin’deyken, yani onun tek kelime Türkçe bilmediği, kendisinin ise çat pat Almanca konuşmaya çabaladığı zamanlarda bile birlikte gezip tozduklarını, ortaklaşa zevk aldıkları, eğlendikleri nice şeylerin bulunduğunu ve bütün bunlardan ikisinin de büyük mutluluk duyduklarını anımsadı. Evlendikten hemen sonra Esther'in büyük bir hevesle Türkçeyi öğrenmeye çalışması kendisini ne kadar çok sevdiğinin açık bir göstergesiydi.

Derin bir iç geçirdi. Berlin’deki dil okulunda ilk kez göz göze geldiği anı hatırladı. Bir anda içine ateş düşmüş, deniz mavisi gözlerinin ışıltısı sarmıştı bütün benliğini. Sıcak gülümseyişi bir mıknatıs gibi çekmişti kendine. Yüreği göğsünden fırlayacak gibiydi. Bütün bu hissettiklerinin karşılık bulması, onu dünyanın en mutlu insanı yapmıştı. Gözü artık hiçbir şey görmüyordu. Ders çıkışlarında birlikte gezip eğleniyorlar, birlikte hoşça vakit geçiriyorlardı. Yine bir ders çıkışında, şirin bir kafede oturmuş sohbet ederlerken ailesini sorduğunda, "kimsem yok benim" demişti Esther, aynı anda yüzünde beliren hüzne şahit olmuştu. İlk anda bu durumu annesiyle babasının ayrılmış olabileceğine yormuştu. Avrupa memleketlerinde ebeveynlerin on sekiz yaşından sonra çocuklarını yanlarında görmekten pek hoşlanmadıklarını, onları erken yaşta kendi ayaklarının üzerinde durabilecek şekilde yetiştirdiklerini biliyordu. Belki, herhangi bir nedenden ötürü ailesiyle arası açılmıştı. “Kimsem yok” dedikten sonra daha fazla üzerine gidip canını sıkması ne işe yarayacaktı ki. Zamanı geldiğinde kendisi anlatırdı nasıl olsa. Can sıkıcı bir konuyu eşeleyince eline ne geçecekti. O gün bugündür bu konu hiç açılmamıştı aralarında. Belki bunun için daha zamana ihtiyaç vardı.

Devam edecek.



24 yorum:

  1. kemal de pek duyarsız değilmiş, aferin ona :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kemal de iyi, Esther de:) Bu romanda kötü olan bir karakter yok, çok hayalci aslında:)))

      Sil
  2. Anna... Birlikte zaman geçirmek ne kadar önemli aslında. Paylaşmadıkça inceliyor iki insan arasındaki bağ. Sonra başka insanlar giriyor görüş alanına. Kemal, Esther'i görmez olmuş iş yüzünden. Belki evde işler farklı olsa Anna'dan böyle etkilenmezdi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle... Olayın farklı boyutları var. Böyle bir toplantı Avrupalılar arasında yapılsaydı. Mesela Kemal, Türk değil de bir İtalyan olsaydı aynı tepkiyi gösterir miydi? Büyük bir ihtimalle kadının kulağına eğilir, "le tue gambe sono fantastiche!" derdi. Bunun üzerine kadın "Oh scusa!" der olay biterdi:)) Anna'nın en büyük faydası Kemal'in aklına Esther'i getirmesi. Ya, bu bana asılıyor, ben evli bir adamım demiş olmalı. Onun sayesinde evli olduğunun farkına varmış ve gözünün önüne sevgili karısı gelip ona büyük haksızlık ettiğini anlamıştır muhtemelen:) Elbette en büyük sorun iş nedeniyle evin ihmal edilmesi. Teşekkürler, Mrs. Kedi:)

      Sil
  3. Zaman zaman insanın kendini sorgulaması ne iyi olur. Hepimizin buna ihtiyacı var. Hele özel ve anlamlı günler ne kadar önemli. Vicdan azabı duymamalı insan.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Özellikle yurdumuzda çalışma şartları çok ağır. Şantiyelerde altı ayda bir ailesini gören insanların olduğunu biliyorum. Uzun yol şoförleri, denizciler ailelerinden hep uzak. Bazı insanlar bu hayata uyum sağlasa da bir çoğu kaderine isyan ediyor. O ağır yaşam koşullarında zaman zaman ailesi düşüyor akıllarına. İşte o zaman vicdan azabı çekiyorlar. Sanırım toplumsal bir sorunumuz bu...

      Sil
  4. Kemal kendine geliyor sanırım, Esther’i üzmez umarım...
    Devamını sabırsızlıkla bekliyoruz :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kemal'i kendine getiren belki de Anna oldu. Teşekkür ederim:)

      Sil
  5. Kemal aydınlandı mı yoksa geçici bir göze fener tutulması mı oldu bu, göreceğiz..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence Kemal Anna'nın cazibesine dayanamadı. Ama hemen sonra vicdan muhasebesi yaparak evli ve ihmal ettiği bir karısı olduğunun farkına vardı. Ha bu geçici bir durum mu, yoksa yine kendini işin akışına mı kaptırır, göreceğiz:)

      Sil
  6. Kenal ve Anna karakterlerinin havalı hikayesi ... sanırım hikayeleri mutlu bitecek ve birbirlerini tamamlayacak gibi görünüyor 😊. Sıradaki hikayeyi bekliyorum .... Endonezya'dan dostluk selamları

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Endonezya'dan hikayemin okunması çok heyecan verici. Çok teşekkür ederim. Haklısınız, yaşam şartları insanların canını yaksa bile sevgi olduğu sürece her zorluğun üstesinden gelinebilir.

      Sil
  7. 12.bölüm. Hep bu denli uzun bir seri yakalamak istemişimdir. Neden bilmiyorum başaramıyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ooo, 12. Bölüm ne ki, yüzüncü bölümü zorlayan çeviri romanlarım oldu:)) İsterseniz, olur. Teşekkürler:)

      Sil
    2. Yalnız buraya özel mi yazıyorsunuz? Yani, hobi olarak mı yazıyorsunuz sadece.

      Sil
    3. Evet, sadece burada yazıyorum. Şu an bölümlerini yazdığım Son Dans romanı sanırım geçen yıl yazmıştım taslak olarak, şimdi gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra dizi halinde yayınlıyorum. Hobi, evet denebilir, zira henüz yazmak suretiyle elde ettiğim bir gelir yok. Burasını kendimi geliştirecek bir mecra olarak görüyorum. Yazdığım bütün yazıların her türlü eleştiri ve yoruma açık olmaları sebebiyle gelen yorumlardan da besleniyorum, diyebilirim:)

      Sil
  8. İş ortamını çok iyi aktarıyorsun. Ben mesela bu kadar iyi yazamam. Polisiye falan da yazamam, yeterli bilgim ya da deneyimim olmayınca. Sanırım o yüzden bana en kolay gelen fantastiği yazmayı seviyorum. :)
    Bu arada belirtmeyi unuttum. Bloğun teması çok güzel. Beyaz zeminde okumak zor geliyor çünkü, dikkatimi dağıtıyor.
    Kemal bir zahmet eşine yaptı haksızlığı anlayabildi. Anna' dan niye etkilendi zaten? Bir parfüm, bir bakış mı yetti? :/ Neyse uzatmayım. Kalemine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Onca yıl işin içindeydim tabii:) Ama araştırırsan sen de yazabilirsin. Fantastik yazman cinler, perilerle birlikte olduğundan değil sanırım:)))
      Başından beri blogun temasını değiştirmedim, ben de alıştım buna zaten:)
      Kemal hâlâ eşine haksızlık ettiğinin farkında değil tam olarak. Bana kalırsa asıl tedaviye ihtiyacı olan Kemal'in kendisi. İş deyince adamın kendini bile görmüyor gözü. Yoksa eşiyle ilgili bir problemi yok. Anna'dan etkilendi tabii, hangi erkek Anna'dan etkilenmez:) Önemli olan insanın kendine hakim olması.

      Sil
    2. "Fantastik yazman cinler, perilerle birlikte olduğundan değil sanırım:)))" Buraya güldüm istemsizce. :D Fantastikte hayal kurmak kolay ve istediğin gibi bir dünya oluşturabiliyorsun. Gerçeklere uygun yazmak zorunda olmamak yazmaktan keyif almamı sağlıyor. :)

      Sil
    3. Sınırsız hayal kurmak ve bunu kurgulayıp yazıya dökmek ayrı bir başarı elbette. Ben de espri olsun diye yazdım zaten. Şimdi düşündüm de, çocukluğumdan itibaren fantastik öykülere ilgim olmadı benim. Masal okusam bile içinde gerçeğe aykırı olayları yadırgadım hep. Dediğiniz gibi siz bundan keyif alıyorsanız ne güzel. Ben okuduğum yazılardan bilmediğim, yeni şeyler öğrenmek telaşındayım sanırım:) Ancak yazının içeriği bana bir şey vermese bile yazının üslûbu keyif almak ve ondan faydalanmak için yeterli. Siz de kendi dalınızda gerçekten iyisiniz:)

      Sil