Kitabın Adı: Mutlu Olma Sanatı
Yazar: Arthur Schopenhauer
Sayfa Sayısı: 53
Yayınevi: Can Yayınları
Çeviren: Şebnem Sunar
Türü: Deneme
Felsefeye ilgimin depreştiği bir sırada dikkatimi çeken ve fikirlerimle en çok uyuşan bir düşünce adamıydı Arthur Schopenhauer (1788-1860). Can Yayınlarının Kısa Klasikler serisinden biri olan "Mutlu Olma Sanatı" elime geçince ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Genel olarak karamsar bulunan yazar bana göre hiç de öyle olmadığını bu kitabında ortaya koymakta. Nietzsche'yi etkileyen ilk filozoflardan biri olan Schopenhauer'i tanımlamam gerekirse o, aklı temele oturtan rasyonalist (akılcı) bir düşünce adamı. Şebnem Sunar'ın başarılı çevirisinden okuduğum "Mutlu Olma Sanatı" yazarın 45 madde halinde sıraladığı mutluluk sırlarından bahsediyor.
"Gelecek için yaptığımız plânlar ve duyduğumuz endişeler, ya da geçmişe özlem bizi durmadan öyle meşgul eder ki mevcut an neredeyse hiç dikkat çekilmez, ihmal edilir." sözleriyle Horatius'un "Carpe Diem" (Anı yaşa) özdeyişine selâm çakan Schopenhauer, aslında acılar ve kötülüklerle dolu dünyanın hiç de yaşanacak bir yer olmadığını düşünürken, acı çekilmeyen ya da daha az acı çekilen zamanları mutluluk anları olarak değerlendiriyor.
"Sahip olmadığımız şeylere bakarken 'Benim olsaydı nasıl olurdu?' diye düşünme eğilimindeyiz ve işte böylece yokluğu hissederiz. Oysa bunun yerine sahip olduğumuz şeyler için sık sık şunu düşünmemiz gerekir. 'Bunu kaybetsem ne olurdu?'"
"Aklı başında kişi hoş olanın değil, acı vermeyenin peşindedir."
"Başkasının mutlu olması seni rahatsız ediyorsa asla mutlu olamazsın."
Schopenhauer'e göre bu anlamsız, boş, acıyla dolu ve kötü hayattan kaçınmanın tek yolu İstencimizi öldürmek! İstencimizle irademizi kullanarak baş edebiliriz. İstenç denilen, akla uygun olmayan her türlü aşırılık insanları parmağında oynatıyor ve geçici tatminlerle veya ulaşılmayan hayallerle, insanı hiçbir zaman dışına çıkamayacağı bir bıkkınlık ve acı döngüsüne sokmakta.
"Ne değerli oluyor elde etmediklerimiz. Bir kere elde ettik mi başka şeye yöneliyor tutku. Dinmez, onulmaz bir susuzlukla bağlıyız yaşama!"
"Hayatımızın en rastlantısal olaylarının da arkasında duran gizli güçten ötürü her olayı gerekli olarak görmeye alışmamız gerekir; kaderciliğin teskin edici bir yanı vardır ve esasında doğrudur." sözüyle kaderciliğe göz kırpan yazar, Hinduizm ve Budizm öğretilerine ilgi duymuş ancak bu durum yazarı dünyadan elini eteğini çekip münzevi bir hayat yaşamaktansa acılarımızı olabildiğince azaltmayı öneren bir yaşam şeklini önermeye yöneltmiş.
"Mutluluk bir rüyadır, acıysa gerçek."
"Bizi mutlu ya da mutsuz eden, aslında deneyimle dışarıdan ilişkili şeyler değil, bunları kavrama şeklimizdir."
Zevkle okuduğum bir kitap, şiddetle önerebilirim.
53 sayfacık?! Nasıl yani... :)))
YanıtlaSilCan Yayınlarının Kısa Klasikler serisi hep böyle. Bir oturuşta okunacak cinsten:)
SilHayat ne kadar ilginç! Yazınızı okuyunca bugün eşimle konuştuklarımızın özetini okumuş gibi hissettim. Uzun zamandır eşimle oturup konuşmamış, dertleşmemiştik. O kadar tükenmiştim ki anlatacak gücüm bile yoktu ama bu sabah gözyaşlarımla birlikte döküldü her şey dilimden. Mutsuzluğumun sebeplerini tek tek bulup söyledi eşim. Haklıydı. Haklı olduğunu içten içe biliyordum zaten ama ona halimi anlatmak, halimi bir de ondan dinlemek iyi geldi. Aslında mutluluk o kadar uzak ve ulaşılması güç bir şey değil ama bazen o kadar yanlış yerlere bakıyoruz ki bir türlü göremiyoruz.
YanıtlaSilHayatı ilginç kılan nedir Mrs. Kedi? Hayatın tesadüfler üzerine kurulduğunu düşünüyorum. Pek çok konuda hemfikir olsak, birbirimizi ne kadar iyi anlasak da farklı hayat görüşlerine sahip olduğumuza dair bir his var içimde. Schopenhauer'i tanımak onun fikirlerini benimsemiş olmak beni fazlasıyla mutlu etti. Kişisel gelişim kitaplarında yazılanlar bana hep bir aldatmaca gelir bu yüzden. Yaşam güzel, yeter ki iste, hedefini belirle, istersen olur vs. Yok arkadaş, o iş öyle değil. Yaşam öyle anlattıkları kadar güzel değil. İster her türlü imkana sahip ol, istersen yerlerde sürün mutluluk dediğin istediğin zaman elde edeceğin bir şey değil. Büyük bir çoğunluk yaşamın güzel olduğunu savunur, ne zaman başına bir olumsuzluk gelse kedere boğulur. Yaşamın o kadar güzel olmadığını ama içinde bazı güzel anlar yakalanabileceğini bir düşün. Bu şekilde karşılaştığımız acılar, sıkıntılar daha dayanılır hale gelir. Ne zaman ki sağlığımız yerinde, hiçbir acımız, sıkıntımız yok, işte o zaman tadını çıkar, neşelen, gül oyna. Mutluluk acıların arasına sıkıştırılmış güzel anlardır. İnsanın bu anları çoğaltması elinde değildir. Geleceğe dair büyük plânlar kurmak, hedefler koymak insanı mutsuz eder. Sanıyorum bu fikirler üzerinde taban tabana zıt düşünüyoruz. Ben kendimi yaşamın akışına bıraktım. Daha bir sene olmadı, belki Tacikistan'a gidecektim. Bugün Ankara'dayım. Bana geçen yıl sorulsaydı, İzmir'de olurum herhalde derdim. Yer zaman önemli değil, içinde bulunduğun durum, zamanın önemi yok. Mutluluğu anlarda yakalamak durumundayız, aramak ve beklemekle olmaz.
SilKader sözcüğünü dini çağrıştırdığı için pek sevmem. Ona başka bir karşılık bulmam lâzım. Yaşamımızı çevre şartlarımız belirler, irademizle istençlerimizi kontrol altına alabilirsek hayatımız daha az sıkıntılı çok daha mutlu geçer.
Son cümleniz güzel. Mutluluk her an yanımızda. Eğer nefes alabiliyorsak bu bile mutluluk kaynağımız olabilir. Ancak mutluluğu zirvelerde arıyorsak çok zor:))
Mutluluk, mutsuzluk anında birbirine dönüşebilen iki kavram gibi gelir bana. Bir anda mutlu iken mutsuz olabiliyoruz. Kötü bir haber alıyoruz, o an düşüşe geçebiliyoruz. Beklentilerimizin çok olması mutsuzluğumuzu arttırabiliyor. Köydeki üretici yağmur yağmasıyla mutlu olabiliyor. Aynı yağmur sele dönüşürse kentte mutsuzluk yaratabiliyor.
YanıtlaSilİntihar oranları Kuzey Ülkelerinde çok yüksek. Çünkü üst düzeyde tatmin söz konusu. Her istediklerine kavuşuyorlar. Amaçsızlar. Acıyla da karşılaşmalı insan. Acıya da alışmalı.
Esenlikler diliyorum.
Elbette öyledir:) Bir insan varlık ve şöhret sahibi de olsa sürekli bir mutluluğa sahip olamaz. Genel olarak mutluluk erişilmeyene ulaşmak olarak değerlendirilir. Fakat o hedefe erişene kadardır mutluluk, kısa süre sonra kendimize yeni hedefler koyarız mutlu olmak için. Bu insanın yaratılıştan gelen doyumsuzluğudur bir bakıma.
SilBiri tuğlacı diğeri buğdayını ekmiş bir çiftçi olan iki kardeşin hikayesi gibi. Biri Tanrı'ya dua eder aman yağmur yağmasın tuğlalarım kurusun diye, diğer yakarır Tanrı'ya ekinim kurumasın diye. Sonuçta ikisinden biri olacak, biri mutlu olurken diğeri karalar bağlayacaktır. İşte hayatın temel prensibi bu. Bu yüzden karşılaştığımız acılar ve ıstıraplara karşı dirençli ve sabırlı olmalı, güzel günlerimizin tadına varmalıyız. Ne acıları sürekli görmeli ne de sevinçlerimizin sürekli olamayacağını bilmeliyiz.
Kuzey ülkelerindeki intihar olaylarının doyumsuzlukla ilgili olduğunu sanıyorum. Kendileri için koydukları hedeflere ulaştıkça yerine yenilerini koymuşlar. Bu sonu gelmeyen bir süreç ve insanı sürekli mutsuz eder. Acıyı da sevinci de hayatın değişmez bir gerçeği kabul edip ona elimizden geldiğince ayak uydurmalıyız. Bana göre mutluluğun sırrı bu:) Teşekkür ederim, ben de size sağlıklı günler diliyorum.
Görünce şaşırdım. Çünkü birkaç hafta önce okudum bu kitabı. Ben de beğenmiştim. Gerçekten hayata karamsar bakan bir filozoftan beklentimiz mutlu olma sanatından haberdar olması değil. İşte tüm sırlara erişmiş olsak da mutlu olmak da olmamak da seçimden ibaret.
YanıtlaSilGelmiş geçmiş bir sürü düşünür arasında Arthur Schopenhauer'a karamsar damgası vuranlar bana göre hiç de haklı değiller. Şahsen kendimi karamsar biri olarak görmüyorum ama onca filozof arasında fikren en fazla uyuştuğum bu düşünür oldu. Onun ben de bıraktığı iz, hayatın akışına kendimizi bırakmak ve aşırı beklenti içerisine girmemek. Karşımıza çıkan acıları hayatın doğallığı içinde değerlendirmek ve acısız geçen her anın tadını çıkarmak. Bence mutluluğun sırrı bu:)
SilKatılmıyorum, olsun.
SilNe güzel, olabilir:)
Silbir günde 3 yazı, blogunu özlemeye başlıyorsun herhalde, geçen yıl blogunu daha çok seviyordun :)
YanıtlaSilYok yaa, Ankara'da olduğum için biraz daha fazla zamanım oldu. Bir de üç gün internet yoktu boşluğu oğlumun kütüphanesindeki kitapları okuyarak değerlendirdim. Yetiştirebilirsem değerlendireceğim iki ince kitap daha var. Fakat eski formuma henüz ulaşmadım. Bugün İzmir'e dönecektik, yarına kaldı:) Aslına bakarsan esas özlediğim, günlük, deneme türü yazılar yazmak ama zincirlerimi kıramıyorum bir türlü:)
Sil