8 Mart 2023 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 185

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu sevgili Sade ve Derin / DeepTone'dan.

"Başka şehre, ülkeye iş, okul ve benzeri zorunluluklardan dolayı bir süreliğine giden insanlar sık sık ağır bir yuva özlemi duyarlar. Acaba bu neden olur ve bunu nasıl azaltırız?"

Memleket ve yuva hasretinin derecesi her kişi için farklıdır. Bazı insanlar evinden, memleketinden herhangi bir nedenle bulunduğu yerden uzaklaşmak, uzak şehir ve ülkelerde yaşamak zorunda kaldıklarında ortama kolayca adapte olurlarken bazıları bu duruma dayanmakta hayli zorlanır. Aklıma askerden dönen lise arkadaşımın ağabeyi geldi. Son derece neşeli ve kilolu bir gençken vatani hizmetini tamamladıktan sonra onu ilk gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Tanıdığım o iri yarı, gösterişli genç, adeta sıçana dönmüş, yüzü küçülmüş, tanınmaz hale gelmişti. Bunun bir sebebi aile bireylerinin birbirine olan bağlılığı ve güven duygusu olmalı. Yeni ortamında ilk kez kendini yalnız ve çaresiz hissetmiş, belki o ana kadar deneyimlemediği için gururunu inciten hakaret ve şiddetle karşılaşmış, çıkarılan yemeklere alışamamıştı.

Liseyi bitirene kadar evimden ayrılmamıştım. Boykotlar nedeniyle uzayan ilk sömestre başlangıcı, 20 Aralık'a ertelenen üniversite eğitimi için ilk kez doğduğum şehirden uzağa, Ankara'ya doğru yola çıktığım günü unutamam. Yurtta yer bulamadığım için kötü bir otelin odasında, yalnız başına geçirdiğim o ilk yılbaşı gecesi garip duygular eşliğinde erkenden yatmıştım. Bu karışık duygular arasında özlem belki ilk sıralarda değildi. Daha ziyade yalnızlık ve koşullar ne olursa olsun başarma arzusuydu bu sanırım. Elbette koşullar çok farklıydı bugüne göre. Görüntülü haberleşme şöyle dursun en basitinden cep telefonları bile henüz ortaya çıkmamıştı. Evi aramak için danışmaya telefon yazdırır, birkaç saat sonra telefon bağlandığında anonsla aşağı çağrılırdık. Bu haberleşme aslında bir özlem, bir arama ihtiyacından daha çok iyi olduğumuzu bildirme sorumluluğuydu. Zira o dönemde üniversiteler sağ-sol çatışmalarının içinde pek çok şiddet olayına sahne oluyor, yurt genelinde, günde en az on on beş genç ateşli silahlarla vuruluyordu. 

Evet, buna özlem demem doğru olmaz. Annem güzel yemek yapardı ama üniversite kafeteryasında çıkan yemekler de çok güzeldi. Evde tencerede su kaynatıp yıkanırdık. Yurda geçtiğimde musluklardan sıcak su akar, duşun altında yıkanırdık. Yurtta çamaşır makinesi vardı, evimizde olmayan. Hoş, beyaz iç çamaşırlarım ilk yıkamada eşofmanlarımın mavi rengini almıştı ama olsun, o zamanlar renkli beyaz ayrımını bilmiyordum. Daha bunun gibi nice yeni şeyler öğrenmiştim. Tek hedefim vardı, okulu başarıyla bitirebilmek... Bunun için derslerime vermiştim kendimi. Bir de tek endişem anneannem. İzmir'den her ayrılışımda gözü yaşlı, bir daha görebilecek miyim seni diye söylenip sızlanırdı. Aradan yıllar geçti, mezuniyetimi, evlendiğimi ve çocuklarımı gördü. Vefat ettiğinde tam yüz yaşındaydı, ne de olsa Girit kanı taşıyordu.

Evet, bu benim ilk ayrılış hikâyem, yuvamı ve memleketimi fazla özlediğimi hatırlamıyorum. Çünkü kendimi bir an önce okulumu bitirmeye vermiştim. Muhtemelen ailem açısından özlem duygusu daha fazlaydı. Çünkü onların okullarını bitirmek gibi ulvi bir hedefleri yoktu ve inanıyorum ki gece gündüz, hep beni düşünüyorlardı. Tabii o dönemde şehir dışında üniversite öğrencisi okutmanın saldığı korku ve endişe bu duyguyu daha da arttırıyordu. Her şeye rağmen üniversite eğitiminin aile ve memleket toprakları dışında, farklı bir şehirde yapılmasının gençleri hayata daha iyi hazırladığını düşünürüm. Bu yüzden biraz özlem duygusuna katlanarak yeni ortamlara uyum sağlama becerisini geliştirmek gerekir.

8 yorum:

  1. Üniversiteye gittiğimde ben de hiç özlem duymadım. Yeni evim, yeni hayatım olayına kolay adapte olurum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sanırım bu bir karakter özelliği. Bazı insanlarda aile bağları kendi özgür yaşamlarını kurmada daha etkili. Bu yüzden bir kısmı memleketini terk etmek istemezken diğer kısım bağımsız hareket etmekte daha cesur davranıyorlar. Bence ikinci tür davranış daha sağlıklı gibi.

      Sil
  2. Ben de 18’de üniversite için ayrıldım ve 30’una kadar ana baba ocağında kalan arkadaşlarımla bakıyorum da aramızda dağ kadar fark var.. Kendimi olgun diye nitelendiremem ama en azından hayat beni bu yaşımda onları şaşırtıp endişelendirdiği kadar şaşırtmıyor, endişelendirmiyor çünkü çoğu sorunu erken yaşta görüp çözünce sanki insan daha bir sağlam mı basıyor hayata, kendine daha çok mu inanıp güveniyor bilmem ki..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de aynı görüşteyim. Üniversite başlama çağında ailelerinden ayrılması gençlerin kişisel gelişimine büyük katkı sağlayacağına inanıyorum. Bu şekilde kendi başlarına ayakta kalmalarına imkân doğuyor, hesabını kitabını biliyor, dostunu düşmanını daha iyi tanımış oluyor. Daha iddialı bir söylem olarak karakterimin üniversite yıllarında baba ocağından ayrıldıktan sonraki dönemde şekillendiğini düşünmüşümdür.

      Sil
  3. Bugünlerde göç, yer değiştirme, ayrılık deyince hep deprem geliyor aklımıza. Tüm algılarımız o yönde çalışıyor. Yoksa travmalar yaşamadan insanın sevdikleriyle birlikte yer değiştirmesi çok kolay olmasa da kişileri fazla zorlamıyor.
    Lise son sınıfa kadar adana'da idim. Doğduğum, büyüdüğüm yer olarak hala farklı izleri vardır bende. Üniversite yıllarımda İstanbul'da 4 yıl yurtta kaldım. Çemberlitaş Yurdu, 8 kişi birlikte kaldığımız odalarıyla, Anadolu'nun her yöresinden gelmiş farklı kişiliklerle, yemek kuyruklarıyla, temizlik koşullarıyla aile ortamından çok farklıydı. Her yönden hayatın öğrenildiği yıllar. Kara trenle Adana- İstanbul yolculuğu neredeyse bir gün sürerdi. Sonraki yıllarda otobüsle 14 saat kadar uzun yolculuklarla geçti. Aileme uzun mektuplar yazardım, telefonlar beklemeliydi. Cep telefonları yoktu.
    Yaşamak; her zaman, her koşulda hayata direnmek bence. Her değişim biraz yıpratıyor, biraz yoruyor belki ama zaman içinde insanı olgunlaştırıyor da. Yeter ki çok büyük acılar, kayıplar yaşanmasın.
    Esenlikler diliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kusura bakmayın cevabım geciktiği için. Gerçekten de depremin travmasını henüz atlatmış değiliz. Bir de o bölgelerde felaketi yaşayan, sevdiklerini hiç beklemedikleri bir anda feci şekilde kaybeden insanların yaşadığı travmayı düşünüyorum, kelimelerle ifade edilir cinsten değil.
      Aşağı yukarı aynı dönemde aynı şeyleri yaşadık. Bir de sağ sol çatışmaları vardı, ailelerin endişeli geçmeyen tek saati yoktu o zamanlar. Dediğiniz gibi iletişim imkânı son derece kısıtlı, tek haberleşme kaynağımız mektup ve yazdırmalı telefonlar... Yaşamdan zevk almak yerine yaşamaya direnç gösterebilmek günümüzde sanırım daha öncelikli. Umarım bu zor günler de atlatılır ve en azından çocuklarımız için ferah günler gelir. Teşekkür ederim. Sağlıklı günler.

      Sil
  4. yani, üniversite sonrasında ev özlemi tarzı bir durum yaşamadın bir daha :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok, yaşadığımı söyleyemem. Liseden sonra eve her dönüşüm misafirlik gibiydi. Artık aileden kopuş mu dersin, yoksa ayaklarının üzerinde duruş mu sen karar ver:)

      Sil