27 Ocak 2016 Çarşamba

27/01/2016 Çarşamba, İzmir, Tire

Otoparkın anahtarını kızımıza bırakmamız gerektiğinden sabah erken çıkmak zorunda kaldık. Dışarısı yine soğuk. Öğleden sonra eşimin doktorda randevusu var. Sol gözü de ışığa karşı hassas.

Bana gelince adeta ismini koyamadığım bir musibet dolaşıyor bütün vücudumda. Adını koyamadığım bir musibetler dizisi desem daha doğru. Birden bir ürperti geliyor. Sırtımdan buz dökülüyor sanki. Arkasından, sağ göğsümün altına sanki iğne batırıyorlarmış gibi canım acıyor. Kalp olamaz bu diye kendimi avuturken, kalp ağrısı sağa vurur diyor eşim. Acaba kalp mi? Daha önce böyle ağrılar saplanmamıştı ki göğsüme. Üşütmüş de olabilirsin diyor eşim moral versin diye. Derken başlıyor sağ kasığım, ağrımaya. Fıtık olamasın? Bilmiyorum. Doktora gidelim diyen eşime, daha değil diyorum. Ne diyeceğim ki doktora. "Doktor bey, benim sağlığımla ilgili ciddi olabileceğinden kuşkulandığım sorunum var" deyip onun hastalığımı keşfetmesini mi bekleyeceğim. Yok diyor eşim, hani belki bir tahlil falan ister.

Klasik olarak "Neyiniz var?" la başlar doktor hasta ilişkisi. Ne demem lazım ki? "Doktor bey, nasıl anlatayım bilmiyorum, neyim yok ki benim?" desem abes bir soru sormuş olmaz mıyım?

Bazen zamana bırakınca dertleri, kendi kendini iyileştiriyor. İster inanın ister inanmayın ama ben buna şahit oldum. Hastalıkla dalga geçerim kafam iyi olunca. Ne kadar ağrırsa başım, ağrı kesici bile kullanmam. Mecbur bu ağrının da sonu gelecek.  Hastalık görür ki doktora falan gideceğim yok, bari daha sorumlu kişilerde deneyim şansımı der. İşte o zaman iyi ki biraz dişimi sıktım da gitmedim doktora derim ben de. Ama bu sefer durum biraz farklı. Doktora neyim var  neyim yok, şöyle bir iki cümlede ifade etmem çok zor, hatta imkansız. Bari rahatsızlıklarım sırayla zuhur etse. Yani teker teker gelseler. O zaman, göğsümü gererek aslanlar gibi giderim doktora, "Doktor, göğsümün aha şurası ağrıyor" derim, başka bir şeyim yok. Bunları düşünürken İzmir'i arkamıza almış çevre yolunda ilerliyorduk. İçimdeki karmaşadan habersiz eşim de belinin ağrısından yakınıyor. Bu sebepten dolayı  gideceğiz doktora zaten. Tam yaklaşmıştık ki, Optimuma uğramak istediğini söyledi. Hemen rotamızı değiştirdik. Gaziemir çıkışında oto yoldan çıkıp Optimuma geldik. O kadar erken bir saat ki, henüz otopark dahi açılmamıştı. Dönüp yeniden girdik oto yola az ileriden.

Ağrılar ve halsizlik üzerime üzerime geliyor. Dün geceki muhabbet iyiydi aslında, ama ne oldu böyle bana birden? Otoyolda yapmadığım kadar sürat yapmaya başladım. Hedef, bir an önce eve kapağı atmak.

Torbalı çıkışında gişelerden geçtim. Artık az bir yolumuz kaldı. Tire yol ayrımında hiç azaltmadım hızımı. Biliyorum aslında, Mahmutlar köyüne sık sık radar koyduklarını. Her zaman dikkat ederdim oysa. Ne olduysa aklımdan çıktı. Kader dedikleri böyle bir şey olmalı. İnsan robot gibi sonunu hazırlıyor. Bir anda önümde beliren trafik polisinin, beni sağa çekmeye davet ettiği, Mahmutlar Köyü girişinde buldum kendimi. Camı indirdim. Polis söylemeseydi de biliyordum diyeceğini zaten. Geldim geleli ilk kez girdim radara burada. "Beyefendi 117 km ile radara girdiniz, ehliyet ve ruhsatınız" dedi polis nezaketle. Çaresiz indim aşağıya. Kalan yol daha da uzadı gözümde. Ne yapalım, akacak kan yerinde durmaz. Cezamı kesip, tutuşturdu elime makbuzu.

Dünkü mezunlar gecesi çabuk duyulmuş. Mert telefon etti. Çok uzun zamandır görüşemiyorduk onunla da. Tayland'dan Bahar'la messenger aracılığıyla görüştük. Erdal beni aradığında duymamışım ama sonra ona döndüm. O da dünkü yemeğe katılamadığı için üzgün. Facebook sayfalarında tanıdığım lise arkadaşlarını aramakla geçti günüm.

Havalar hala soğuk geçtiğinden, yaylada sular yine donacak. Harç falan karılmaz duvar için. Biraz daha havaların kırılmasını beklemek lazım. Vücudumdaki anlam veremediğim, sırrını çözemediğim garip homurdanmalar zaten bendeki çalışma gücünü alıyor. Bakalım yarın ne olacak.     

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder