Portakal Çiçeği Sokağı üzerinde yükselen gökdelenlerden birinin döner kapısını iterek içeri girdi. Kapıda bekleyen güvenlik görevlisi onu nazikçe selamladı.
"Hoş geldiniz Bayan Kristie"
Sadece gülümsemekle yetindi. Asansörlere doğru yönelmişken görevli seslendi yine arkasından.
"Bayan Kristie, size bir mektup var efendim." Danışma masasının arkasındaki kafes görünümlü ahşap kutucukların birinden aldığı beyaz zarfı uzattı.
"Teşekkür ederim." dedi genç kadın.
Kristie elindeki zarfı incelerken asansörün çağır düğmesine bastı. Arka yüzündeki kırmızı balmumundan eritilmiş mührü görünce heyecanlandı birden. Her zamanki gibi bu sefer de yan yana dizilmiş üç büyük s harfinden oluşan bir damga basılmıştı kırmızı mührün üzerine.
"Teşekkür ederim." dedi genç kadın.
Kristie elindeki zarfı incelerken asansörün çağır düğmesine bastı. Arka yüzündeki kırmızı balmumundan eritilmiş mührü görünce heyecanlandı birden. Her zamanki gibi bu sefer de yan yana dizilmiş üç büyük s harfinden oluşan bir damga basılmıştı kırmızı mührün üzerine.
Sekizinci katta gelen asansörden çıktı dışarı. Kapıyı açıp dairesine girdi.
Üzerindekileri çarçabuk çıkarıp salondaki rahat koltuğa attı kendini.
Heyecandan titreyen elleri zarfı açmak için sabırsızlanıyordu. SSS damgasının altından gelen parfüm kokusunu iyice içine çekerken adeta onun varlığını hissediyordu yanında. Kısa bir müddet sonra düz beyaz kâğıda yazılmış satırları okumaya başladı.
Heyecandan titreyen elleri zarfı açmak için sabırsızlanıyordu. SSS damgasının altından gelen parfüm kokusunu iyice içine çekerken adeta onun varlığını hissediyordu yanında. Kısa bir müddet sonra düz beyaz kâğıda yazılmış satırları okumaya başladı.
Kristie, aşkım benim.
Ne kadar tatlısın, bunu sana anlatamam. Tanrım ne kadar şanslıyım.
İnanması zor ama beraberliğimiz tam on iki yılını doldurdu. Önceki yirmi üç randevumuz muhteşemdi.
Her geçen gün sana olan aşkım büyüyor. Kalbimde sana kocaman bir yer
ayırdım. Sadece sana özel bir yer. Senden ayrı geçen her günüm beni sana daha çok
bağlıyor. Her an seni düşünüyorum.
Sevgilim, önümüzdeki birkaç günü sadece aşkımıza adayacağız. Şimdi beni
iyi dinlemeni istiyorum. Az sonra kapıya bir limuzin gelecek. Arka koltuğunda
adına kesilmiş bir uçak bileti bulacaksın. Uçuş saatin bu akşam tam 20.30'da.
Pasaportunu yanına almayı unutma! Merak ettin değil mi? Yarın nerede buluşacağımızı aşağıda uçak biletini görünce öğreneceksin. İnan
ki çok heyecanlıyım. Senin de aynı durumda olduğundan eminim.
Sürprizler bunlarla sınırlı değil. Danışmaya bir paket bıraktım. Onu aç,
içindekileri beğeneceğini umuyorum. Paketten çıkanı üzerine giy. Ayrıca yolculuk için bir
de küçük valiz hazırlattım,. Hayır, sakın endişelenme sevgilim. Eksik olanları
gideceğimiz yerde birlikte tamamlarız. Senden tek isteğim yüzündeki o gülüşten
başka bir şey değil.
İşyerindeki patronunla görüşüp senin için bir hafta izin kopardım. Eve
gelen kadın da Lassy ile ilgilenecek. Kısacası yapman gereken tek şey kapıyı
çekip aşağı inmen. Merak etme, ben akla gelebilecek her şeyi ayarladım.
Valiz, paket? Genç kadın, danışmaya bırakıldığı söylenen eşyaların kendisine verilmediğini düşünüp paniklediği anda dairenin kapısı çalındı. Kapıya gelen aşağıdaki güvenlik görevlisinden başkası değildi.
-
Bayan
Kristie, çok özür dileriz. Mektubun yanında size verilmek üzere bize teslim edilen bir paket ve bir de bu valiz vardı. Onları vermeyi unutmuşuz. diyerek, mahcup bir şekilde valizi kapının yanına bıraktı ve kendisine
paketi uzattı. “Peki, teşekkür ederim.” dedi. Kristie, şaşkınlık içinde.
Valizi içeri alıp kapattı kapıyı. Paketi salona getirdi ve
yırtarcasına açmaya başladı. İçinde harika bir siyah elbise
vardı. Hemen üzerinde denemek istedi. Ayağa kalkarken ufak bir
hediye paketi kayıp yere düştü. Ufak paketi açınca Victoria’s Secret yazan bir hediye
kutusu gördü. Kutunun içinden çıkardığı siyah göz alıcı iç çamaşırlarını aldı eline.
Gülümseyerek iç geçirdi. “O bu işi biliyor.” dedi. Koltuğa bıraktığı, son
satırlarını okunmaya fırsat bulamadığı mektubu aldı eline.
Görüşmek üzere, SSS
Murat
“Geceyi birlikte yaşayalım…”- Rolling Stones
Hep yapardı bunu. Söylemekte zorlandığı şeyleri hep şarkı
sözlerinin arkasına gizlerdi. Bu sözler, onun aklından
geçenleri ele veriyordu.
Saate baktı, çok fazla vakti kalmamıştı. İyi ki
Cumartesi bugün, diye geçirdi aklından. Bu yüzden erken çıkıp eve gelmişti. Hiçbir
yere takılmaması ise tam bir tesadüftü.
İstanbul’da ünlü bir avukattı Murat. Aldığı davalardan
hiç birini kaybetmemişti. Tuttuğunu koparan biriydi yani. Ne yapar
yapar müvekkilini temize çıkarırdı bir şekilde. Hemen hemen hiç yolu düşmezdi Ankara’ya, düşse bile Kristie’nin bundan haberi olmazdı zaten. Sadece bir kez, onu iş yerinde ziyaret etmiş, aynı gün patronuyla tanışmıştı. Kısa süre içinde
Kristie'nin patronu ile sıkı fıkı olması Kristie’yi şaşırtmıştı.
Murat böyle biriydi işte. Başarısının altında yatan kısa süre içinde
kurduğu sıcak ilişkilerdi. Dava konularında hiç seçici değildi. Elinde
kuvvetli dayanaklar olduğu müddetçe, müvekkilinin gangster veya katil olmasının hiçbir
önemi yoktu. Kristie hep şaşırmıştı bu yönüne ama yine de onun işine karışmayı aklından
geçirmedi. Dün adam öldüren katil ya da banka soyan bir soyguncu onun yüzünden ortalıkta dolaşmaya devam edecekti.
Bir defile sırasında podyumda görmüştü
Kristie’yi tam on iki yıl önce. Görür görmez vurulmuştu güzelliğine. Programdan hemen sonra elinde
bir demet gülle girmişti kulise. Hiç beklemediği bir anda kara yağız
yakışıklı delikanlıyı görünce karşısında, onun da dizlerinin bağı çözülmüştü. O günün akşamı boğazın ünlü lokantalarının
birinde denize karşı romantik bir yemek sırasında koydu kurallarını Murat.
Birbirlerini özledikçe çoğaltacaklardı aşklarının ateşini. Sadece yılda iki kez
görüşeceklerdi birbirleriyle. Görüşmedikleri zaman diliminde, ne bir telefon ne de bir
mektup bastıracaktı hasretlerini. Ayrılık günlerde yaptıklarının hiç bir önemi olmayacaktı. Ayrı geçen zamanlarında birbirlerine anlatmayacaklardı ne yaptıklarını, nereye gittiklerini, ne yiyip içtiklerini. Ne
kıskançlık yer bulacaktı aralarında ne de sen ben çekişmesi. Katıksız bir aşk olacaktı
bu, eskidikçe kıymetlenen bir şarap gibi.
Kristie, ailesini Amerika’da bırakıp bir arkadaşı vasıtasıyla Türkiye'ye gelmişti. Ankara'ya yerleştikten sonra eğitim aldığı moda üzerinde çalışmaya başlamıştı. Ünlü giyim firmalarının aranan modelleri arasında geçer oldu adı kısa zamanda.
İlginç buldu genç adamın düşüncesini. O da fazlasıyla etkilenmişti ondan. Başka yolu yoktu bu ilişkinin. Ya bir daha hiç görüşmeyecekler, ya da sadece yılda iki kez. Böyle başladı aşk serüvenleri. Altı yıl önce podyumlardan inmişti Kristie. Genç modelleri eğitmekti artık onun işi. Sık sık İstanbul’a düşse de yolu, Murat’ı aramak düşmüyordu aklına. Çünkü kesindi kuralları Murat’ın. Kuralı bozmak, bir daha asla görmemek demekti birbirlerini.
Kristie, ailesini Amerika’da bırakıp bir arkadaşı vasıtasıyla Türkiye'ye gelmişti. Ankara'ya yerleştikten sonra eğitim aldığı moda üzerinde çalışmaya başlamıştı. Ünlü giyim firmalarının aranan modelleri arasında geçer oldu adı kısa zamanda.
İlginç buldu genç adamın düşüncesini. O da fazlasıyla etkilenmişti ondan. Başka yolu yoktu bu ilişkinin. Ya bir daha hiç görüşmeyecekler, ya da sadece yılda iki kez. Böyle başladı aşk serüvenleri. Altı yıl önce podyumlardan inmişti Kristie. Genç modelleri eğitmekti artık onun işi. Sık sık İstanbul’a düşse de yolu, Murat’ı aramak düşmüyordu aklına. Çünkü kesindi kuralları Murat’ın. Kuralı bozmak, bir daha asla görmemek demekti birbirlerini.
Ilık bir duş alıp aynanın karşısına geçti. Aradan
on yıldan fazla bir zaman geçmişti Murat'ı tanıyalı. Aradan geçen onca zaman yine de çok şey almamıştı görünüşünden.
Güzel kadındı. Uzun uzun seyretti çıplak vücudunu. Üzerine bornozunu geçirip salondaki
koltuğun üzerinde bıraktığı siyah iç çamaşırlarını aldı. Tekrar banyoya doğru yürüdü
ve aynanın karşısına geçti. Murat’ın gönderdiği dantel iç çamaşırlar süt beyaz
teniyle muhteşem bir uyum sergiliyordu. Ellerini göğüslerinde dolaştırdı,
kalçalarını okşarken Murat’ı düşündü. “En çok neremi beğeniyorsun?” diye
sorduğunda, “kalçalarını” demişti. Aynaya yan durup kalçalarına bir
kez daha bakarak gülümsedi.
Dönüp salondan siyah elbisesini aldı. Kim bilir ne
kadar para ödemişti bu elbiseye? Elbiseyi üzerine geçirdi. Daha da güzel görünüyordu şimdi. A
deta bütünleşmişti bu elbiseyle. Giyen kim olursa olsun, hiç birine bu kadar yakışmayacağını
geçirdi aklından. Saate baktı, zamanın ne de çabuk geçtiğine şaşırdı.
Zil sesini işittiğinde makyajını yapmak üzere masaya
yeni oturmuştu. Binanın dahili telefonuydu. Ahizenin ucundaki ses
kendisinin kapıda beklendiğini söylüyordu. Çabuk hareketlerle saçlarını
toplayıp makyajını yaptı. Çantasına koymak üzere dolabın çekmecesinden aldığı
pasaportunun geçerlik süresine baktı. Daha iki yıllık süresi olduğunu görünce rahatladı. Murat’ın gönderdiği
valizi açmaya gerek duymadığı gibi buna zamanı da yoktu zaten. Sarı saçları,
mavi gözleri ve beyaz teni dışında her şey siyahtı bugün. Eline aldığı çanta, valiz hepsi siyahtı, aynı elbisesi, iç çamaşırları gibi. Daireden çıkıp
kapıyı kilitledi. Asansörün düğmesine bastı ve beklemeye koyuldu.
Asansör aşağı indiğinde kapı açılır açılmaz kır saçlı
şoför,
“Merhaba, siz Kristie Fressly olmalısınız.” dedi.
“Eee, Evet benim.” diyerek cevapladı.
“Sizi havaalanına
götürmeye geldim. Yanınıza alacağınız başka bir şey var mıydı?”
“Hayır, hayır, sadece bu küçük valiz.” dedi.
Şoför valizi alarak genç kadına yol gösterdi. Kapıdan
çıkarken görevliler hep birlikte saygıyla onu selamladılar. Ön taraftaki
havuzun yanında, parlak siyah renkli muhteşem bir limuzin, kapısını açmış
misafirini bekliyordu. Şoför, elindeki valizi yerleştirmeden genç kadını
buyur etti. İçerisinin bu kadar geniş olduğunu tahmin edemezdi. Rahat koltuğa yerleşirken
elbisesinde en ufak bir kırışıklık olmayacaktı. Önündeki alçak masanın üzerinde
tropikal meyve tabağı, yan tarafında bir sürü içki şişesi ve
kadehler sıralanmıştı. Koltuğun üzerinden ağzı açık bırakılmış uzun zarfı alıp içindeki
uçak biletini ve biniş kartlarını çıkardı. Merakla incelediği biletin
rotası İstanbul üzerinden Barselona’yı gösteriyordu. Modellik yaparken pek çok
ülke gezmiş ancak yolu İspanya’ya hiç düşmemişti. Yeni bir ülke göreceği için çok
sevindi buna.
Otomobil havaalanı istikametinde adeta bir gelin gibi süzülerek yol
alıyordu. Karartılmış camlardan içerisi görünmüyordu fakat dışarıdan görenler, aracın
içindeki kişinin çok önemli biri olduğuna bahse girerlerdi. Kristie, kulağına
gelen hafif müzik eşliğinde kadehlere uzandı. Onlardan birinin içindeki
zarf dikkatini çekti. Zarfı eline alır almaz arkasındaki kırmızı renkli balmumu
mührü ve üzerinde SSS damgasını gördü. Kimin gönderdiği belliydi. Zarfın üzerindeki
notu okudu. “SEVGİLİ KRISTIE, BU ZARFI HAVAALANINDA AÇMANI İSTİYORUM”
Zarfı koltuğa bırakıp ufak bir Grey Goose şişesini aldı eline. Bu votkanın kekremsi tada sahip kızılcık suyu ile güzel bir ikili oluşturacağını biliyordu. İnce uzun cam bardağına yarıya kadar votka boşaltıp üzerine meyve suyu ekledi. Buz kovasından birkaç ufak buz küpü ilave etmeyi ihmal etmedi. Özenle hazırladığı içkisinden bir yudum aldı. Tadı çok hoşuna gitmişti ama aklı hala zarftaydı. Havaalanı fazla uzak sayılmazdı, ne var ki daha fazla dayanamadı. Kırmızı renkte parlak ojeli tırnaklarıyla SSS damgalı mührü kazımaya başladı. Zarfın içinden çıkan mektubu okumaya başladı:
“Kristie canım, merhaba,
Seni bir an önce görebilmek için sabırsızlanıyorum. Ayrı kaldığımız süre
bana artık sonsuz gibi geliyor. Parmaklarım o güzel sarı saçlarının arasında
gezinmeye can atıyor. Dudaklarım boynuna küçük öpücükler kondurmanın hayalini kuruyor.
Kar beyazı kollarını ve güzel sırtını okşamak, bütün vücuduna losyonlar sürüp
masaj yapmak istiyorum. Seni çok özledim. İspanya’da görüşmek üzere,
Seni seven ve her daim sevecek olan Murat, SSS
“Seni düşününce suyum şarap oluyor…” – Tim Mc Graw
Kristie fonda çalan müziğe dikkat kesildi birden. Evet,
oydu. Tim Mc Graw’un “I know how to love you” parçasının içinde geçiyordu bu sözler.
“Seni düşününce suyum şarap oluyor.” Bardağından büyükçe bir yudum daha aldı. Her
ayrıntıyı düşünmüştü Murat. Gördüğü, dokunduğu, duyduğu her şeyin bir anlamı olmalıydı.
Oturduğu koltuğun karşısında kırmızı bir gül gördü. Aklına ilk buluşmalarından
birisi geldi.
Yalnız kaldığında Amerikan televizyon kanallarında sadece Salı
geceleri gösterilen bir reality şov programını izlemeyi seviyordu. Bachelorette
adındaki program, bir sürü erkeğin genç bir kadını elde etmek için yarıştığı bir
televizyon şovuydu. Erkeklerin hepsi bu kızla çıkmak için birbirleriyle kıyasıya
yarışır. Genç kızın gül vermediği erkekler teker teker elenirdi. Sezon sonunda geride
sadece bir erkek kalır ve genç kız ona meşhur soruyu yöneltir, “Bu gülü kabul
eder misin?” Sıkıcı bulmasına rağmen denk geldiğinde diziyi seyretmekten kendini
alamıyordu Murat. Bunu bilen Kristie,
çok sevdiği Apothic kırmızı şarabından içirirdi birkaç kadeh. Bu sayede şov
programı tahammül edilebilir bir hale geliyordu Murat için. TV izlerken yanına
sokulmasından mutlu oluyordu ayrıca.
Eski buluşmalarını düşündükçe keyifleniyor, keyiflendikçe Fransız
votkasının kızılcık suyu ile oluşturduğu mükemmelliği yudumluyordu. Gözlerini
kapatıp başını öne eğdi. Birkaç saat sonra Murat’la geçirecekleri doyumsuz
anları düşünüp kıkırdamaya başladığı sırada pencereye sert bir cisimle vuruldu.
Sıçrayarak irkildi. Aracın durmuş olduğunu fark etti. Yanındaki düğmeleri denedikten
sonra doğru düğmeyi buldu ve pencerenin camı aşağı doğru inmeye başladı. Cam tamamen
indiğinde limuzinin şoförüyle burun buruna geldi. Kır saçlı şoför alaycı bir
dille,
“Hanımefendi oturduğunuz yerde istediğiniz kadar
kalabilirsiniz ama korkarım uçağınız az sonra kalkacak.” diye hatırlattı.
“Tamam, peki.” dedi ve bardağındaki içkiden son bir yudum
daha aldı, üstünü toparlayarak arabadan dışarı çıktı. Şoföre sıcak bir şekilde
gülümseyerek,
“Teşekkür ederim.” dedi ve bir yirmilik uzattı. Parayı alan şoför, ona küçük valizini uzattı.
“Ben teşekkür ederim bayan, size iyi yolculuklar dilerim.”
Arkasını dönüp uzaklaşırken “Sağ ol” dedi kimsenin
duyamayacağı bir sesle.
Elindeki valizi teslim etmek üzere kontuara doğru yürüdü. Pasaportu
ile elektronik biniş kartlarını uzattı tezgâhın arkasındaki görevli bayana.
“Teşekkürler, seyahatiniz
Barselona’ya, business class değil mi efendim?” diye sordu görevli.
“Business
class? Evet, elbette.” Şaşkınlığını
gizlemeye çalıştı ama beceremedi. Modellik günlerinden beri uzak mesafelere business
uçmamıştı. Havayolu yetkilisi kâğıtları uzatırken ona,
“Buyurun biletleriniz ve bagaj fişiniz. Bu iç hat, bu da
İstanbul-Barselona biletiniz. Her ikisi de pencere tarafı” dedi.
Görevliye teşekkür ederken, bantın üzerinde ilerleyen
Prada valizini izledi.
Uçağa biniş kapısına doğru ilerledi.
İstanbul’da inip oradan dış hatlar terminaline yöneldi.
Geçen her saniye onu daha çok heyecanlandırıyordu. Pasaport kontrolünden sonra
Türk Hava Yollarının Barselona seferini yapan uçağına binmek üzereydi.
Limuzinde içtiği votka biraz çakırkeyif yapmıştı onu. Uçağın en önündeki yerini
aldı. Koltuklar oldukça genişti. Uçak yavaş yavaş pistte hareket etmeye başladığında,
kısık sesle çalan hoş enstrümantal müzik kapatılarak yerini uçuş emniyeti ile
ilgili klasik anonslara bırakmıştı. Tıka basa dolmuştu uçak. Her şey tıkırında
gitmiş, şimdiye kadar hiçbir aksilik çıkmamıştı. Birkaç saat sonra kendini
sevdiğinin kollarına atacak, yeniden yeni bir hayata başlayacaktı. Her sefer
böyle oluyor, tazeleniyordu.
Bu kez yine Murat’la yalnız başına olacağını umuyordu. Güzel
bir uçuş sonrası Barselona El Prat havalimanına indiklerinde gözleri Murat’ı
aradı. Havalimanı çıkışında valizini alarak dışarı çıktı. Defalarca aradı onu
ama telefonları cevapsız kaldı. Murat’ın yapacağı bir şey değildi bu.
Meraklanmaya başladı. Acaba başına bir şey mi geldi? Tedirginliği artıyor,
kendini çaresiz hissediyordu. Aklına çantasına koyduğu SSS damgalı iki zarf
geldi. İlk zarfın içinde sadece mektup vardı. Uçak biletlerinin bulunduğu
ikinci zarfta ise kalacakları otelin adı ile adresinin yazılı olduğu bir kart
buldu. El Palace Hotel. Kartın üzerindeki telefon numarasını çevirdi. Telefona çıkan
otel görevlisi ne kendi adına ne de Murat adına bir rezervasyon yaptırıldığını
söyledi. Moralini bozmamaya çalıştı. Belki de Murat’ın çevirdiği oyunlarından
biriydi bu. Hava alanı çıkış kapısında bir taksi tutup şoföre gitmek istediği otelin
adresini verdi.
Otelin önünde büyük bir kapı vardı. Daha önce bu otele çok
misafir getiren şoför genç kadına valizini uzatırken diğerleri gibi ona da hatırlatmak
gereği duydu. “Kapının yanındaki anahtarı kullanarak kapıyı açabilirsiniz.” dedi
ayrılmadan önce. Başka bir şey demeden ayrıldı yanından. Etrafına baktı, hiç
kimse yoktu. Çaresiz birkaç adım attı ve söylenen yerdeki anahtarı alarak kilidini
çevirdi kapının. Ağır kapı, kilidin
dönmesiyle açılmaya başladı birden. Açılan kapıdan girdi içeri. Her iki
tarafında mermerden yüksek sütunların yer aldığı bir yoldan ilerlemeye başladı.
Karşısındaki otel, bütün azametiyle gözler önüne serilmişti. Üst katlardaki bir balkonda, üzerinde ince
bir gömlek olduğu halde, Murat el sallıyordu ona. Birden sevinçten havalara
uçtu. Koşarak içeri girdi. Otelin girişi muazzam görünüyordu. Murat aşağı indiğinde
birbirlerini hasretle kucakladılar. Kristie, yine de yaşadıklarına
inanamıyordu. Birlikte yukarı, Murat’ın az önce göründüğü balkona çıktılar el
ele.
“Selam yabancı” dedi Kristie, alt dudağını hafifçe
ısırarak. “Bulduğum bir anahtar beni buraya getirdi. Kaybolmadım değil mi?” Onunla
flört etmeyi değişik oyunlar oynamayı seviyordu.
“Hayır. Kaybolmadınız. Tam yerine geldiniz.” dedi genç adam, elinde iki
şarap kadehini doldururken. “Benimle biraz şarap içmeye ne dersin?”
Görünmez bir kuvvetle birbirlerine doğru çekildiklerini
hissettiler. İncitmemek için birbirlerine dokunmaktan çekindiler. Gözlerini bir
an bile ayırmadan birbirlerinin etrafında dönmeye başladılar. Dönerken genç kadının
kulağına fısıldadı Murat, ”Bu elbise seni olağanüstü gösteriyor.”
İçkisinden bir yudum alan kadın, “Asıl iç çamaşırlarımın
beni nasıl gösterdiğine bakmalısın.”
“Evet, bakacağım” dedi adam elindeki kadehi bırakırken. Kadının arkasına geçip onun kalçalarını
okşamaya başladı. Elleri yukarı doğru kayarken göğüslerinin etrafında dolaşmaya
başladı. Nihayet boynuna doğru yönelen parmakları sırtındaki fermuarı buldu. Fermuarın
açıldığı yerden elini sokup çıplak sırtına, oradan midesine doğru kaydı. Yavaşça
dantelli külotuna uzandı eli, arzulandığını hissederek. Üzerindeki siyah
elbisesi kayarak düştü yere kadının. Yeni siyah iç çamaşırları gözler önüne
serildi. Adam kendini geri çekerek biraz uzaktan seyretti bu güzelliği.
“Çok
güzelsin Kristie. Barselona’ya hoş geldin.”
Kadın
ona doğru yürüdü ve üzerindeki kuşağı çözdü. Parmaklarını ensesi ve omuzlarında
gezdirerek robdöşambrını döşemenin üzerine düşürdü. Büyülenmişlerdi sanki. Dünya
umurlarında değildi. Görünmeyen tropikal bitkiler halvet hallerini meraklı
gözlerden saklıyordu adeta. Barselona’daki özel balkonda sadece onlardı var
olan.
“Affedersiniz
Hanımefendi! Hanımefendi! Hostes kadını iyiden iyiye sarsıyordu artık.
“Hanımefendi!” Sonunda göz kapakları ağır ağır
açıldı.
“Evet,
evet. Özür dilerim.” diyerek bir şeyler geveledi, genç kadın.
“Sorun
değil. Alçalmaya başladık, koltuğunuzu dik konuma getirmenizi isteyecektim.”
dedi hostes, nazikçe.
“Tabi.
Teşekkür ederim.” Gördüğü rüya duygusal olarak sarsmıştı onu. O şimdi Muratla buluşmayı
çok daha fazla istiyordu.
Yanında
oturan yaşlı kadın merakla sordu. “Güzel bir rüya mıydı?”
“Evet, çok güzeldi. Sorduğunuz için teşekkürler.” dedi. Bir taşkınlık yapmadığını
ümit ederek sessiz ama muzipçe gülümsedi.
Not: Yukarıdaki öykünün konusu ağırlıklı olarak "Short Stories of Daily Life" isimli blogda bulunan "Barcelona and Heart Shaped Seal" adlı kısa hikayeden alınmıştır. Yer isimleri, kişiler ve olaylar zaman zaman orijinal metinden ayrılmıştır.
Not: Yukarıdaki öykünün konusu ağırlıklı olarak "Short Stories of Daily Life" isimli blogda bulunan "Barcelona and Heart Shaped Seal" adlı kısa hikayeden alınmıştır. Yer isimleri, kişiler ve olaylar zaman zaman orijinal metinden ayrılmıştır.
You have a great blog.
YanıtlaSilIf you like animation, visit my blog sometime.
http://manjoreegraphics.blogspot.in
Thank you Abhijit, I see myself as a beginner but your words make me happy. I shall visit your site. Take care :)
YanıtlaSil