18 Mart 2016 Cuma

17/03/2016 Perşembe, Tire

Bugün de çıkmadım yaylaya. Beni harekete geçirir ümidiyle yaylayı dolaşmak için eşimin bana eşlik etmesini istedim. Pek oralı olmadı. Israr etmedim. Bana ilginç gelen bazı konulara takıldım. Yaylaya gitme fikrimi sürekli erteleyerek akşamı buldum sonunda. Yemekten sonra gece gezmesine gideceğiz bir aile dostuna.

İlginç bulduğum konulardan biri, yaşanmış bir öykü. Yaşanmış olması öykünün değerini bir kat daha arttırıyor sanki. Yahudilere olan ilgim üniversite yıllarında başlamıştı.Okulun yurdunda kalırken oda arkadaşlarımdan biri David Grünberg'ti. Yabancı öğrenciler vardı aramızda, ama bu çocuk en az bizim kadar düzgün Türkçe konuşuyordu. Diğer arkadaşlardan onun Yahudi olduğunu, ailesinin Nazilerden kaçarak ülkemize sığındığını öğrendim. Babası üniversitemizde meşhur felsefe profesörü Teo Grünberg'miş.

Şaşırdığım diğer bir konu ise adının yazıldığı gibi okunmasını istemesiydi. Aslında bunu kendisi mi istiyordu bilmiyorum ama ona hiç "deyvit" dendiğini duymadım. Ben ve diğer arkadaşları ona her zaman "David" diye hitap ediyorduk. David, orta boylu, beyaz tenli, seyrek sakallı, narin yapılı kibar bir çocuktu. Ben hazırlık sınıfındayken o birinci sınıfa gidiyordu. Benden önceki yıllarda yurtlarda yer problemi olmadığından, Ankara'da evleri olduğu halde yurtta da bir yeri vardı. Çoğu zaman yurtta kalırken istediği zaman şehirde ailesinin yanında kalırdı. Mavi renkli Renault marka bir arabayla gidip gelirdi. Çok konuşmazdı ama ara sıra odadaki arkadaşlarla birlikte Kızılay'da bira içmeye ya da sinemaya giderdik. O talebelik dönemimizde David'in arabasına dolarak ayağımızın yerden kesilmesi büyük bir lükstü bizler için.

Okula başlamamla birlikte birbiri ardına yapılan öğrenci boykotları ve yurtlarda başlayan yer sıkıntısı yollarımızı ayırdı. Bölümlerimiz de farklı olduğundan bir daha hiç görmedim onu. İki yıl sonra babası Teo Grünberg'ten mantık dersi almıştım.

Aynı bölümde okuduğum bir kaç Yahudi kızı hatırlıyorum. Maddi durumları iyi görünüyordu her birinin. Birinin adı yanılmıyorsam Levi idi. David kadar mütevazı değildi onlar.

Yahudilere yapılan zulmü İkinci Dünya Savaşını konu eden filmlerden öğrendim. Daha sonra Yahudileri anlatan kitaplar okudum. Müslüman çoğunluğa sahip bir ülkede yaşadığım halde onlara karşı düşmanlık aklımın ucundan geçmedi. Tanıdığım ilk Yahudi olan David 'ten sonra Yahudiler hakkında okuduğum her kitap, seyrettiğim her film bana onları biraz daha sempatik gösterdi. Bir toplum tarihleri boyunca bu kadar mı eziyet görür?        

XX. yüzyılda yaşayan Yahudi ailelerinin hikaye ve resimlerini korumaya çalışan bir vakfa rastladım. Kar amacı gütmeyen bu kurumun adı Centropa. Derlemiş oldukları arasında yaşanmış bir öyküyü ağzım açık izledim. Kısa filme çekilen bu öykü Sefarad Yahudilerinin kullandığı İspanyolcaya yakın bir dil olan Ladino ile seslendirilmiş. İngilizce alt yazılı olduğundan filmi rahatlıkla izleme imkanım oldu. Bu ilginç yaşam öyküsünü bloğumda paylaşmadan rahat edemezdim. Oturdum Türkçeye çevirdim bilmeyenler yaşadığımız bu coğrafyada neler olup bittiğini görsünler diye. BİR TÜRK-YAHUDİ-MÜSLÜMAN ÖYKÜSÜ 

2 yorum:

  1. Dün gece Em tv'de 1942 yazı adlı film vardı. Fransa'da yasayan Yahudilerin Hitler zulmünden kaçışı anlatılıyordu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kaçmakla geçmiş hayatları bu kavmin. Hristiyanlar Jesus'un intikamını alıyor olmalı.

      Sil