5 Eylül 2016 Pazartesi

https://www.facebook.com/kaystroskaplan/

04/09/2016 Pazar, Tire

Yine bir pazara uyanıyoruz. İnsanların hafta yorgunluğunu atacak, belki bir iki saat fazla uyuyacak gün bugün. Eskiden bizim için de durum aynıydı. Pazar günleri çoluk çocuk gezer, yeni yerler keşfederdik. O zamanlar normal insanlardan farklıydık yine de. Geç yapılan kahvaltıdan sonra evde otururken birimiz "Hadi Abant'a gidelim." diye bir fikir atardı ortaya. Buna kimse itiraz etmez, "Bu vakitten sonra ne yapacağız orada?" diyen çıkmazdı aramızda. Hemen arabaya biner çıkardık yola. Yol boyunca trafik rahat olurdu gittiğimiz yönde. Karşı şeritteki yoğun bir trafiğe şaşırır kalırdık. Yani biz bir yere gezmeye giderken millet çoktan dönüş yoluna koyulmuş olurdu. Taş Ev faaliyete geçtiğinden beri pazar günleri gezmiyor, gezenleri ağırlıyoruz. Biz de oturduğumuz yerde gezmiş kadar oluyoruz. 

Pazar yoğunluğunun yanına bir de ceviz hasadı ekleniyor. Sabah kapıları, pencereleri açtıktan sonra toplayıcı kadınları ve Senem'i almaya gidiyorum. Tam kapıdan çıkarken Soner'le karşılaşıyorum. Ekibi alıp yaylaya dönüyorum. Yolların üzeri cevizle dolmuş. Arabayı kapının önüne park ediyorum. Toplayıcı kadınlar hemen işe koyulurken Senem mutfağa giriyor. Hüseyin gelmiş temizliğe başlamış bile. Artık o işini iyice belledi. 

Elemanlar çalışmaya devam ederken avluda eşim ve kızımla kahvaltı ediyoruz. Bahçe girişinde bir patırtıdır kopuyor. Soner toplayıcı kadınlardan birine bağırıyor. Sinirli bir şekilde motoruna binip gitmeye hazırlanıyor. Kavganın nedeni sigaraymış sözde. Dün akşam toplayıcı kadınlardan birine para verip sabah gelirken sigara getirmesini istemiş. Kadın sabah sigarayı unutmuş. Hüseyin'i gönderiyoruz yanına. Senem'den sigarasını Soner'e vermesini istiyoruz. Yok, kesin kararını vermiş. Bağıra çağıra bahçeyi terk ediyor arkasına bakmadan. Dün İsmail Efendi'nin bahçesine gideceğini söylemiş, ama izin vermemiştim. Bu bir oyun mu yoksa? Kadınlar yere dökülen cevizleri toplayınca ne yapacaklarını bilmez halde oturuyorlar bir köşede. Hüseyin "Ona mı kaldık amca." deyip bir yere telefon ediyor. Bir arkadaşını çağırıyor Soner'in yerine cevizleri silkmek için.

Saatler geçiyor ne gelen var ne giden. Kahvaltı etmeye gelenler oluyor birbirinin arkasına. Kadınlar bir köşede silkici bekliyorlar. Eşim kızıyor, "İnsanlık mı bu?" Ben şaşırmıyorum. Her şey olabilir burada. Öğleden sonra geliyor Erol. Henüz silkilmemiş ağaçlara şöyle bir bakıyor. Bugün bitmez bunlar diyor. Hüseyin de arka çıkıyor ona. "Yarın sabah erken geleyim, akşama kadar hepsini bitireyim." diyor. Sabrımın tükendiği an. Hem bağırıyor hem söyleniyorum. "Sizin hedefiniz işi bitirmemek ise zaten bitiremezsiniz. Bugün bu silkme işi bitecek. Bu iki kadın bugünkü yevmiyelerini kimden alacak, eğer iş yarına kalırsa?"

Söylediklerim etkili oluyor. Hemen işe başlıyorlar. Hava kararana kadar çalışıyor bütün silkme ve toplama işini tamamlıyorlar. Hepsine tam yevmiye verip gönderiyorum.

Sabah çocukluk arkadaşım Mustafa'yı arıyor, alkollü içkiyi nereden aldıklarını soruyorum. Kahvaltı ediyorlarmış eşiyle birlikte. Misafir ağırlamışlar bol bol. Davet ediyoruz Taş Eve. Geleceklerini söylüyorlar.

Senem deneme döneminde. Ona bildiği mezeleri yapmasını söylüyoruz. Çünkü meze konusunda mangalda kül bırakmıyor. Favadan başlıyor. Bir kaşık alıp tadına bakıyorum. Hiç hoşuma gitmiyor. Basmış sarımsağı favanın içine. "Ben Giritliyim, eşim Selanikli bizim bildiğimiz favaya sarımsak konmaz." diyorum. "Benim eşim İtalyan vatandaşı, ben üç ay İtalya'da kaldım diyor." Yani, mezeyi bana soracaksın demeye getiriyor." Ancak yaptıkları insan önüne çıkmayacak kadar kötü. Bugün işin bununla yürümeyeceğini anlamış olduk. Sanırım ilk işten çıkarılacak kişi de o olacak.

Öğleden sonra da gelen giden eksik olmuyor. En büyük yardımcımız olan kızımla birlikte bir ara alışveriş için şehre iniyoruz. Akşam misafir gelecek, balık alıyoruz.

Arabamı bahçe kapısının dışına bıraktım tepesine ceviz düşmesin diye. Taş Ev'in misafirleri da bana uymuş. Kapıda araç kalabalığını görenler "Taş Ev açılmış olmalı" diyerek girmişler içeri. Yine de tesadüfen geliyor gelenlerin çoğu. Geçenlerde kardeşim Ahmet ve yeğenim Ece gelmişti. Facebook üzerinde Taş Ev'e sayfa açtılar. Ben de bunun üzerinde devam edip iş yeri sahibi olduğumu kanıtladım ve sitenin yöneticisi oldum. Artık misafirler yer bildiriminde bulunabiliyor, puan verip yorum bırakabiliyorlar facebook üzerinden.

Karşıdan arkadaşım Mustafa ve eşi Filiz'in geldiğini görüyorum. Elleri dolu. Çiçekler, hediyeler, çikolatalar doldurmuşlar kolları. Ne kadar da ince düşünmüşler. Bir yandan misafirlerle ilgilenirken fırsat buldukça arkadaşlarımla ilgileniyorum.  Diğer misafirlerle birlikte Taş Ev'i gezdiriyorum onlara. Çok beğeniyorlar.

Ağırladığımız seçkin misafirlerden bir aile de İzmir Karşıyaka'dan. Tatlı bir 35,5 muhabbeti açılıyor aramızda. "Ben sizin Karşıyaka'nızdanım" deyince. "Şaka maka sizler bizden iyisiniz yine." diyor hanımefendi.  Sebebini sorduğumda; "Çeşme'ye giderken sizin oradan geçiyoruz, hiçbir şey yapmıyorsunuz." diyor. Gülmeye başlıyoruz ve devam ediyor. "Biz olsak bırakmazdık sizi."
Toplayıcı kadınları ve Senem'i şehre bırakıp dönüyorum. Hüseyin'e de gidebileceğini söylüyorum. Nihayet misafirlerimizle baş başa kalıyoruz. Kızım ızgara için ateşi yakmış. Senem'in mezeleri ile başlıyoruz. Mustafa İzmir'de meze konusunda bir duayen. Fava dışındaki mezelere çok fazla olumsuz bir değerlendirme yapmıyor. Bu davranış onun olgunluğu. Yaptığı mezelerin çoğu bizim çıkarmayı düşündüklerimizden farklı. Daha çok sıradan içkili lokantalarda çıkarılan mezelere benziyor. Eşimin eline asla su dökemez. Bir insan kendini övmeye başlıyorsa ondan hiç bir şey olmaz sözü bir kez daha haklılık kazanıyor.

Gecenin erken saatlerinde İzmir yolcuları, kızım ve misafirler birlikte ayrılıyorlar. Eşimle günün kritiğini yapıyoruz. Her şeye rağmen güzel bir gün bugün. Oğlum yurt dışından kesin dönüş için gün sayıyor. Kızım uzun bayram tatili boyunca bizimle birlikte olacak. İşin en güzel yanı gelen misafirlerimizin çoğu seviyeli insanlar. Tam istediğim gibi yani. İçlerinden biri çalan müziğin kimin zevki olduğunu soruyor. "Benim" diyorum. Müziğin kime ait olduğunu ve detaylarını anlatıyor. Müzik konusunda ilgisi çok fazlaymış. İşte böyle insanlara hizmet etmek ne güzel. Müzikten anlayan, kitapla, edebiyatla ve türlü sanat dallarıyla ilgili olan. Yazarlar, ressamlar, müzisyenler gelsin buraya.     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder