8 Ekim 2016 Cumartesi

GÜZEL BİR GÜN

06/10/2016 Perşembe, Tire



Eşimi evde bırakarak yaylaya çıkıyorum. O yarınki profiterol hazırlıklarıyla meşgul. Bahçe kapısında buluyorum Hüseyin'i. İçeri girer girmez temizlik işlerine koyuluyor. Hava pek güzel. Adeta bahar mevsimini yaşıyoruz. Yüzü gülüyor Hüseyin'in, neşesi yerinde. Az sonra Aşkın Şef kızıyla birlikte geliyor. Onların da yüzü gülüyor. Suratsız olan tek kişi benim. O da iki günlük uykusuzluktan olsa gerek.

Hüseyin temizlik yaparken ben Aşkın Şefin gelmesini bekliyorum. Yarım saat kadar sonra Aşkın Şef görünüyor. Onları yaylada bırakıp yola çıkıyorum. Yaylanın kilit taşlı yolunda son model bir BMW geliyor üstüme. Hemen gerisin geriye dönüyorum.

Gelen iki aileden, biri İstanbul diğeri Ankara'dan. On yaş büyük olmasına rağmen beyefendiler benden daha genç gösteriyorlar. Ayak üstü konuşuyoruz. Emekliliğin tadını çıkarıyorlarmış. Geziyorlar, spor yapıyorlar, su altı sporlarıyla ilgileniyorlarmış. Her ikisi de ODTÜ mezunu olunca daha bir yakınlaştık. Rahatsız etmeyen bir güneşin misafir olduğu avluda oturmayı tercih ettiler. İçlerinden biri kendilerini buraya Çam Restoranın sahibi Fatih Bey'in gönderdiğini, bugün kapalı olduklarını ancak yukarıda bir mühendisin işlettiği Taş Ev adında yeni açılan bir yerin yemekleri ile manzarasının kendi yerlerinden daha güzel olduğunu söylemiş. Şu Fatih Bey'in asaletine bakar mısınız? "Yok," dedik. "Biz onun tırnağı bile olamayız."

Uzun uzun sohbet ediyoruz ailelerle. İki kişi kırmızı şarap içmeyi tercih ediyor. Aslında Taş Ev'de şarap içilir ama şarap tüketimi genellikle dışarıdan gelenlerce oluyor. Mezeleri, sıcakları, tatlıları kısacası her şeyi beğeniyorlar. Dönüşte Tire'yi gezeceklermiş. Onlar mutlu, memnun ayrılınca bizde mutlu oluyoruz.

Alınacak acil malzemeler var. Her şeyden önce eşimi getirmek için ineceğim aşağı. Önce alışveriş faslını tamamladım. Telefonum çaldı. "Bizi hatırladınız mı? Daha önce üç kez gelmiştik. Şimdi arabamız yok, bizi yukarı çıkarıp geri getirebilecek misiniz?" diyordu bir bayan sesi. Seslerinden çıkarmamın mümkün olmadığını söylüyorum. "Eğer, kesin saat vermezseniz sizi alıp geri getirmeye çalışırım." deyince, "Ama biz altı yedi kişi varız, hepimizi alabilecek misiniz?" diye soruyor bu sefer. "Benim aracım sekiz kişilik, problem değil." diyorum. Peki, bizi ne zaman alabilirsiniz, size zahmet olmazsa?" diye soruyor. "Önce eşimi yukarı götüreceğim, daha sonra sizi ne zaman alacağımı bildiririm." diyorum. "Eşiniz de birlikte gelebilir, size in çık olmasın." diyerek bir teklifte bulunuyor. "Peki ben sizi az sonra arayacağım." diyorum.

Arabanın bagajı dolu, arka koltuklarda bir koli evrak var. Bir yandan bagajın koltuklarını kaldırsam bile bu kadar eşyayı nereye sığdırırım diye kara kara düşünürken eşim elleri kolları dolu indi kapının önüne. Bu durum çıldırmama yetmiş iken bir de yukarıda kalan eşyaları indirmemi istedi benden. Uzun lafın kısası eşyaların bir kısmını ön koltuğa yanına aldı eşim. Ben bagaj koltuklarını kaldırdım. Koltukla arka kapak arasında kalan dar bir yere alışveriş torbalarını sığdırmaya çalıştım. Bagaj arka kapağı kapandığında bir iğne sığacak boşluk yoktu neredeyse. Tam yola çıktık, hanımefendi telefonla aradı. "Çıktık efendim, yoldayız." deyip rahatlattım biraz.

Altı kişi sıkış tepiş sığar belki arabaya, ama yedi kişi olurlarsa epey sıkıntı yaratacak. Eşya olmasa eşimin yanına da bir kişi sığışır diye düşünmüştüm. Bekledikleri yere geldiğimizde üç bayanı aldık. Misafirlerimiz dedikleri diğerleri birkaç sokak ilerideymiş. Bayanları görünce çok iyi hatırladım. Doğudan kopup gelmişler seneler önce. Bir önceki sefer eşleriyle birlikte kalabalık bir grup olarak ağırlamıştık. Onlar bize biz onlara hayran olmuştuk. İltifat yağmuruna tutmuşlardı bizi. Biz de onlara elimizden geldiğince güzel hizmet etmiştik. Bir kişi gelemiyormuş. Kalan üç kişiden birinin ayağı rahatsız, koltuk değneği kullanmasından anlıyorum. Arabaya bakıyorlar, o ayakla arabaya binmeyi gözleri kesmiyor. "Biz sizi takip edelim, kendi arabamız var." diyor birisi. Ben önde onlar arkada iki araba birlikte yaylaya çıkıyoruz.

Artık güneş yakmıyor. Bu aralar avlu, verandanın pabucunu dama attı. Bütün masalar avluya taşınıyor. Dışarıda oturulabilecek son günler artık. Misafirlerimiz doyasıya tadına varıyorlar. İstedikleri kadar oturduktan sonra getirdiğim aileyi şehre bırakıyor ve yarın için biraz daha alışveriş yapıyorum.

Perşembe akşamları iki masamızın sahipleri belli, ortak özellikleri var. Artık onları tanıyoruz. Dinledikleri müzik her iki masanın da Türk Pop Müziği. Her iki masa da ailecek sıkı rakı içiyorlar. Muhtemelen hepsinin tatil günü bugün. Bir çift Ödemiş'ten diğerleri Tire'den geliyor.

Sabah olmak üzere, oğlum geliyor kapatmamı istiyor bilgisayarı.. Devam etmeme izin vermiyor. Zaten takat kalmamış. Baş edemiyor kapatıyorum.   

4 yorum:

  1. Hem Hacettepe hem de Gazi Üniversitelerinden mezun eşimin de hoca olarak senelerce bulunduğu ODTÜ'nün girişindeki hayat ağacı heykelinin resmini görmek ne mutluluktu.

    Sanırım artık Taş Ev-Tire arası servis filan koyma saati geldi. Hele bahara, yaza. Kış manzarası da mutlaka harika olacaktır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şimdi ne durumda bilmiyorum ama bizim zamanımızın ODTÜ'sü bir başkaydı. Kışın değil de belki bahara:) Neden olmasın:)

      Sil
  2. Bravo diyorum nasıl bir irade var ben dayanama hemen hasta olurum maşallahhhh😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tek üzüldüğüm husus kitap okuyamıyorum bu aralar. Yine de bunun mazeret olmadığını öğrendim:)

      Sil