7 Ekim 2017 Cumartesi

MAZİ

06/10/2017 Cuma, Tire

Hava kapalı, rüzgar sararmış yaprakları kapıdan içeri sürüklüyor. Erdal'ı almam lazım ama aklım tamire verdiğim çay ocağında. Şehre inip çarşı içindeki tamirci dükkanına gidiyorum. Küçük dükkanın içi ev aletlerinin parçalarıyla dolu, tamirciden çok hurdacıyı andırıyor. Kapı kapalı, usta henüz gelmemiş. Telefon ediyorum, en sonunda açıyor. Serviste olduğunu, bir saat sonra ocağı alabileceğimi söylüyor.

Elemanları almaya daha zaman var. Küçük pazardan alışveriş yapıyorum. Eşim aklına geldikçe arayıp yeni siparişler veriyor. Dün tamire bıraktığım ağaç bıçkı motorunu almaya gidiyorum. "Soğumasını bekliyorum." diyor dükkan sahibi. Benim bekleyecek zamanım yok oysa. Personeli ve Erdal'ı alıp yaylaya dönüyorum.

Bazı fotoğraflar gösteriyor eşim. Taş Ev ve dedesinin yaşamından kesitler. Hepsi siyah beyaz 65-70 yıllık fotoğraflar bunlar. Köyde, yaylada ve kayalıklarda çekilen şehirli fotoğraflar. Bir sundurmanın altında ahşap iki masa birleştirilmiş, iğne oyalarıyla kenarları çevrilmiş beyaz örtünün üzeri yiyecek ve içecekle dolu. Kalabalık bir erkek topluluğu. Yuvarlak yaka kazak giymiş biri hariç diğerlerinin hepsi kravatlı, tiril tiril. 

Diğer bir fotoğrafta kadınlı erkekli bir grup kayalıklarda poz vermiş. Açık renkli modaya uygun kısa kollu elbiselerin içinde saçları bakımlı mutlu kadınlar ve yanlarında mağrur bakışlı erkekler. Üzerlerindeki kılık kıyafete bakınca bu bir kır gezintisi değil de sanki baloya gidiyorlar. Yerlerde tek çöp yok, bahçeler bakımlı. 

Ama içlerinde beni en çok etkileyen, Taş Ev'in önündeki havuza ayaklarını uzatmış genç hanımların fotoğrafı. En azından altmış beş yıl öncesine ait bu fotoğrafta yer alan kişilerin çoğu hayatta değil şimdi. Türkiye'de ilk kez yılın öğretmeni seçilen eşimin akrabası, bugün 85 yaşında olan  Orhan Aksay'ın ablaları varmış grubun içinde. Havuz fıskiyesinin tablası bugün hala yerinde. Günümüzün cafcaflı mermer fıskiyelerinin yanında iptidai kalsa da Taş Ev'in en anlamlı parçalarından biri bu. Kalıba dökülmüş beton tabla ve altındaki kaidenin yıllar önceki fotoğrafını görünce dalıyorum bir an.

Gün boyu çay ocağı ile uğraşıyorum. Tamirci dükkanından ocağı almak üzere daracık sokağa giriyorum. Arkamda ve önümde bir sürü araç konvoy olmuş, beni bekliyor. Ocağın su haznesi tecrübe suyu ile dolu. Isıtmayı sağlayan rezistansı değiştirmiş sadece. "Kazanda delik yok, akıntı göremedim." diyor usta. Önümde arkamda biriken araçların yolu açmamı isteyen korna sesleri telaşlandırıyor. Bir rezistans değişimi için bayağı yüklü para istiyor usta. Kazıklandığımı bile bile itirazsız ödüyorum. Amacım bir an önce yolu açabilmek. Ocağın kapağını bile doğru dürüst kapatmadan birlikte yüklüyoruz arabaya. Diğer araçları teğet geçerek sokaktan çıkınca derin bir oh çekiyorum. İki sokak ileride tamirciye bıraktığım ağaç kesme motorunu da alır almaz Derekahve üzerinden yaylaya çıkıyorum.

Kazanın içinde biriken kireçleri çözücüyle çıkarıyoruz. Bahçede hortumu uzatıp defalarca içini yıkadıktan sonra kurulmaya hazır hale geliyor. İşin sonunda bu işin usta gerektirmediğini anlıyorum. Oysa ne kadar paniklemiştim başta. Acaba kazan mı delindi? Bu işten kim anlar ki şehirde? Basit bir ısıtıcı işte. Rezistans kireçlenince kırılmış ve suyu da bu nedenle kaçırıyormuş meğer. Bu basit işlem aslında çok önemli. Elektrik aksamına kaçan su kısa devre yaparsa yangın bile çıkartabilirdi. Nitekim sık sık sigortanın atması da bu yüzdenmiş.

Erdal kah odun kesiyor, kah onları evin arkasına taşıyor, yorulduğunda mola verip çayını içiyor. Akşam üzeri onu evine bırakırken hafiften yağmur çiselemeye başlıyor.

Cuma günü olmasına rağmen sakin bir gün. Bunu fırsat bilip çoktandır ziyaret edemediğim bloglarıma dönüyorum. Kimi dostlar güzel şiirler yazmış, kimi içinden geçenleri. Mesela değerli arkadaşım, Ayna Hikayesi (Aytül Örcün) "Mercedes Sosa" yı konu alan bir paylaşımda bulunmuş. Gerek hayranlık uyandıran hayat hikayesi, gerekse söylediği şarkıları ilgimi çekiyor bu sıra dışı kadının. İnsanın bilecek, öğrenecek daha ne çok şeyi varmış. Ata, ilk kez annesinden ayrılmış, ana sınıfına başlıyor. Annesinin duygularını okumak sanki yanı başındaymış hissini veriyor. 

8 yorum:

  1. Siyah, beyaz fotoğrafların değeri maziyle muktedir. Her iki fotoğrafta da güzel bir günün yanı sıra harbi bir dostlukta göze çarpıyor. İplerin üzerinde kurumayı bekleyen çamaşırlar, havuzun her yanını donatan çiçekler, kadınların coşkun halleri Yeşilçam sahnelerini andırıyor gibi. Giyimlerine özen gösteren erkeklerin tavırları da bana şair toplantılarını anımsattı. Naif, edebi ve edepli.

    Çağrışım ve paylaşım için teşekkür ederim. Size ve Taş Ev sakinlerine kolaylıklar diliyorum. Sevgi ve selamlarımla...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İpteki çamaşıra dikkat etmemişim. Onlar da farkına varsaymış, ilk işleri onu kaldırmak olurdu herhalde:) Bu devirde yaşayacağıma o devirde yaşamayı tercih ederdim. Ben teşekkür ederim size:)

      Sil
  2. Nedense nostaljide kalbe dokunan bir şey var. O zamanları sadece sevgi yoktu; onunla birlikte kaynaşma vardı. Hiç bir deli rüzgar insanları birbirinden ayıaramazdı. Çünkü muhabbet ve ünsiyet denen bir şey vardı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru değerlendirme. Gerçek dostluğun, sözün namus olarak geçtiği, komşuluğun, dostluğun yardımlaşmanın ne anlama geldiğinin bilindiği zamanlardı o zamanlar. Nasıl dokunmasın kalbe, sözünü ettiğim bu değerler günden güne yok olurken.

      Sil
  3. Bu fotoğraflar bana Murathan Mungan'ın müthiş şiirini anımsattı;
    "..Yenik düşüyor herşey zamana
    Biz büyüdük ve kirlendi dünya."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, Yeni Türkü grubunu da o sözlerle tanımıştım.

      Sil
  4. Ne güzel fotograf.Bakmak hem mutlu ediyor hemde üzüyor insanı
    Blogunu takibe aldım
    Banada beklerim
    Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fotoğraf bende hayranlık uyandırdı. Ve toplum olarak ilerlemek bir tarafa geriye gittiğimizi anladım. Teşekkürler:)

      Sil