7 Mart 2020 Cumartesi

ÇOK ZOR, SENİ ANLIYORUM DEMEK



Düşündüm, taşındım, sonunda buldum galiba böyle uzun uzun yazmamızın, okumamızın ve konuşmamızın sebebini. Anlatmaya, anlamaya  çalışırken birbirimizi, hatta kendimizi, çoğunlukla neden aciz kaldığımızı... Ne yazık ki empati falan da çözmüyor meselelerimizi hakkıyla... Evet, mesele şu: Sözcüklere farklı anlamlar yüklüyoruz, nedeni bu! Sözlükler yetmiyor sözcükleri anlamaya. Bu yüzden doğruyu ve yanlışı, iyi ile kötüyü ayırt edemiyoruz, Her şey karışıyor birbirine. Sonunda kime göre doğru, kime göre yanlış, neye göre iyi neye göre kötü diye soruyoruz işin içinden çıkamayınca. Oysa sözcükler aynı anlama sahip olsalardı herkes için, daha çok severdik birbirimizi, daha az can yakardık. Kandıramazdı kimse kimseyi, doğrular hep doğru, yanlışlar hep yanlış olurdu. İyilerle kötüler gün ışığına kolayca çıkar, vicdanımızın sesini dinlerdik sadece. Hadi o zaman kulak vermeye çalışalım bakalım vicdanımızın sesine.

VicdanKişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlâk değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç.

Ahlâk: Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre

Arapça "hulk" yani huy, Yunanca "ethos", Latince "mos" kelimelerinden türeyen "ahlâk" kavramı İngilizce "ethics" veya "morality" sözcükleriyle ifade edilmekte. Bu "etik" ve "moral" sözcükleri İngiliz lisanında birbirinden farklı anlam taşıyorlar. "Etik" çevrenin dayattığı uygulamalar, gelenek, görenek, toplumun değer yargıları ve kültürün yanı sıra dini inançlardan kaynaklanan kurallar bütünüyken "moral" kendi bireysel doğru ve yanlışlarımıza göre tanımladığımız bir kavram.


  • Ülkemizin yer aldığı coğrafyada ahlâk anlayışı çoğunlukla etik tanımına göre değerlendirilmekte. Bu kapsamda etik, bireylerin,

- İyi ve kötünün ayırt edilmesinde,
- Doğru ve yanlışın belirlenmesinde dikkate aldığı temel kriterlerdir.

Ahlâk kuralları diğer bir deyişle belirli bir kişi, grup ya da toplum için geçerli değer yargıları subjektiftir, yani kişiden kişiye, toplumdan topluma değişir.

Yeri gelmişken Nietzsche'nin ahlâk kavramı üzerine söylediklerine bakalım:

"İyi ahlâk sahibi olmak törelere itaat etmekten başka bir şey değildir, töreler ne olursa olsun bu ilke değişmez, bununla birlikte töreler geleneksel tarzda davranmak ve değerlendirmelerde bulunmaktır. Geleneğin emretmediği şeylerde ahlâk yoktur.
Sadece gelenek olduğu için bir inanca bağlanmak... Bu elbette namussuz olmak, korkak olmak, tembel olmak demektir!
- Öyleyse iyi ahlâklı olmanın ön koşulu, namussuzluk, korkaklık ve tembellik olmuyor mu?"

Demem o ki, esasen bireysel muhasebe olması gereken vicdan, tanımına giren ahlâk yüzünden, kendi doğru ve yanlışlarımızı bulmakla sınırlı kalmamış, toplumun doğruluğu ve haklılığı tartışılır değer yargıları benliğimize kazınmıştır. Bu durumda Nietszche'nin çıkarımı doğrultusunda "Birine "vicdansız" deniyorsa o kişi namuslu, cesur ve çalışkandır" sonucuna da varabiliriz.

Görüldüğü gibi çevre ve toplumun etkisiyle gelişen vicdanımız bize bırakılmamış! Bu yüzden bireylerin aynı anlamı kavrayacağı sözcüklerden oluşan ortak bir dile ihtiyaç var. Bunun yolu ise ahlâksızlıktan geçiyor. Kimse ahlaksızlığı kendisine yakıştırma cesaretini gösteremeyeceği için çatışmalar devam edecek, sevgiye uzak nefrete yakın olacağız. Sokrates'in yaklaşık 2.500 yıl önce söylediği "İnsanlık, dini doktrinden tamamen müstakil bir ahlâk sistemi kurmaya muvaffak olmadı" sözü halâ geçerli çünkü.

Yazımın başında belirttiğim gibi sorunu buldum fakat sözcüklere yüklenen anlamlar arasında resmen boğuldum. Üç gündür hem İngilizce hem de Türkçe kaynaklardan yararlanarak yazımı sonlandırmaya bir çözüm bulmaya çalışıyorum fakat her öğrendiğim öncekini çürütüyor. Vicdan, ahlak, etik ve moral kavramları üzerinde inanılmaz bir anlam kargaşası var.

Örneğin bir kaynakta ahlak; kültürün, dinin, coğrafyanın etkisinde topluma ve bireye mümkün olduğunca fazla fayda vermek amacıyla kişilerin davranışlarını düzenleyen hayat kuralları ve kişi karakterini değerlendiren bir olgu olarak tanımlanırken, etik; toplumun tamamının veya genelinin ulaşabileceği en yüksek mutluluk seviyesine ulaşması için geliştirilen toplumsal davranış kuralları diye tanımlanmaktadır. Aralarındaki temel fark ise şöyle açıklanmakta. Etik, değerlerini, kurallarını ve gelişmişliğini akıldan alırken ahlak, değerlerini, kurallarını ve gelişmişliğini içinde bulunulan toplumun bağlı olduğu dinin kutsal öğretileri ve kültüründen aldığı ifade edilmektedir. Son olarak etiğin kuralları beşer aklına bağlı olduğu için değişken, ahlak kuralları ise dini öğretilere bağlı olduğu için sabit olduğundan bahsedilmekte. Bir de buna örnek veriliyor: Avrupa'da iki yüz yıl öncesine kadar köle ticareti etik açıdan bir problem sayılmazken günümüzde ayıplanmakta deniliyor. Zina, bin dört yüz yıl önce ahlaka aykırı olduğu gibi günümüzde de ahlaksızlık olarak kabul edildiğine işaret ediliyor. Oysa İslam dini köleliği bin dört yüz yıl önce problem haline getirmez iken bugün köleliğin dinen de pek savunulamadığını görüyoruz. Demek ki ahlak da değişime ayak uyduruyormuş!

Sadece konu ettiğim sözcükler değil, neredeyse soyut kavramların hepsi için bireysel tanımlar ve kamusal farklı algılar üretmişiz, üretmeye devam ediyoruz. Aşk, sevgi, ruh, akıl, ayıp, başarı, gönül, zaman, dostluk, güzellik vs. gibi binlerce sözcüğün kişilere ve toplumlara göre değişen milyonlarca farklı yorumu çıkıyor karşımıza. Bu yüzden iletişimde ve birbirimizi anlamak hususunda çok zor işimiz.      

30 yorum:

  1. Bu ise sizin yaptiginiz gibi bilimsel yaklasirsak, katiliyorum cidden iletisim konusunda cok zor isimiz.
    Ben isletme etigi gibi dersler de variyoum, ya da kendi derslerimle isletmelerin ahlaki boyutlarini da incellettiriyorum ogrencilerime ancak katiliyorum size "Vicdan, ahlak, etik ve moral kavramları üzerinde inanılmaz bir anlam kargaşası var." bunun yaninda kulturel ve dini farkliliklar da bu anlam kargasasina ekleniyor.

    ------
    Cokkulturlu ve cok farli degerlere - ve hatta dillere- sahip insanlarin yasadigi bir toplumda iletisim daha da zorlasabiliyor ve bunun icin benim tek dogrum "insani degerleri" one koyarak iletisimi saglamaya calismak. Karsinizdakine deger verdiginizi kalbinizle hissettirdiginiz vakit iletisim daha da kolaylasabilir belki... (kesin diyemiyorum yine de ...)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benzer fikirde olmamıza sevindim. İş ya da işletme etiğini önemsiyorum. Bu hususta yazılı olmayan kurallara iyi niyet çerçevesinde uymak tarafların çıkarına. Fakat onlardan biri etik dışı davranışta bulunduğunda kendimizi aldatılmış hissediyoruz. Bazen de iki yüzlü tavır içine girebiliyor insan. Örneğin dedikodunun iyi bir şey olmadığını bildiği halde buna devam ediyor.

      İletişim hakikaten zor. Düşünce ve duyguları doğru yansıtmak, bunu başarsak bile muhatabımızın bizi yanlış anlamasının yanı sıra doğru bildiğimizi sanıp yanlış bildiklerimiz, öte yandan kullandığımız sözcüklere farklı anlamlar yüklenmesi, ilişki kurmamızda büyük sorun teşkil etmekte.
      Dediğiniz gibi insani değerlerimizden kopmadan empati yaparak birbirimizi daha kolay anlasak bile mevcut düzende sorun tam manâsıyla çözülmüyor. Kusursuz iletişim bir ütopya olarak kalmaya devam ediyor.
      Teşekkür ederim:)

      Sil
  2. Çok haklısın. Ağzımızdan dökülen kelimelerin hepimizin için anlamı farklı, çağrışımı farklı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bütün kavga gürültü de bundan kopmuyor mu zaten:)

      Sil
  3. Sıradanlık - sıradışılık sohbetinde iyice anlamıştım ben bu mevzuyu. Kelimelerin bir sözlük tanımları var, bir de bizdeki çağrışımları, hayatımızdaki karşılıkları var. Tartışmaların çoğu bu yüzden çıkıyor. Aynı kelimeleri kullanıyoruz ama farklı şeylerden bahsediyoruz. İki insanın birbirini anlaması gerçekten çok zor ve gerçekleştiğinde büyük bir lütuf. Ahlak, vicdan, doğru, yanlış gibi kavramlarda anlaşmak ise imkansız gibi bence. Herkes kendi süzgecinden geçiriyor hayatı. Yıllar içinde süzgeç eskiyor, delikler büyüyor, daha çok şey geçiyor. İnsanlar başlarına gelen kadar biliyor hayatı ve neler yapabileceklerini. Ne kadar sık eleyip ince dokursan o kadar başın ağrıyor. Yaşanmışlıkları, eskiyen süzgeçleri, boşvermişliği seviyorum. Adı ne olursa olsun dıştan dayatılan kuralların hepsi yapay ve gerçeklikten uzak benim gözümde. Gözetilmesi gereken tek şey kararlarımızın ve hareketlerimizin başkasına zarar vermiyor olması gerektiği. Gerisi çok da mühim değil.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Diğer bir husus da vicdan, ahlâk gibi konuların doğuştan gelip gelmediği, genetik faktörlerin bu oluşumda etkili olup olmadığı, yoksa bütün bunların çevresel faktörlerin etkisiyle mi oluştuğu tartışması var, Mrs. Kedi. Dinler bu özelliklerin olumlu yönlerinin insanın fıtratında var olduğunu, daha sonra şeytanın marifetiyle negatife dönüştüğünü ileri sürmekte.

      Üniversitede aldığım non-technical elective derslerimden biri psikolojiydi. Oradan öğrendiğim, insanın bir "tabula rasa" olarak, yani yoğrulmamış hamur olarak dünyaya geldiği. Daha sonra çevre koşulları insanı istediği kalıba sokuyor. Ben o zamandan beri bu görüşteyim.

      Yani demek istediğim hayatı biz suzgecimizden geçiremiyoruz maalesef çoğu zaman. Çevre ve toplumun değer yargıları ve hayatın gerçekleri bizi süzgeçten geçiren ne yazık ki. Doğrular, yanlışlar bizim değil, keşke olsa...

      Sil
    2. Manxcat, başkasına zarar demişsin ama "kendine zarar" da sayılmalı bunun içinde.

      Sil
    3. DBE,
      Çevre ve toplumu, onlardan gelecek etkileri bir yana koyarsak kendi kararlarımızdan dolayı zarar verebilir miyiz kendimize? Elbette bunu test etme imkânımız yok ama bana öyle geliyor ki tüm yanlışlar ve kötülükler çevremizden yansıyor bize.

      Sil
    4. Kendime zarar verme hakkımı saklı tutmak istiyorum sanırım. Çünkü son yıllarda fark ediyorum ki bazen acıdan da haz alıyorum ben. Bazen bazı şeylerin acısı bile mutlu ediyor insanı.

      Sil
    5. "Douce souffrance" Indila :)

      Sil
  4. ve tüm bu farklılıklarımız,kelimeler üzerin de ortak payda da buluşamamız bile ,tek bir neden için var,biribirmizi tanıyabilmek ve anlayabilmek:) işin zorluğu hususunda hem fikirim,kendimizi bile anlama hususunda cebelleşirken,başkalarını anlama hususunda daha da karmaşık oluşumuz doğal ..olmasaydı asıl , sorun ne diye düşünmemiz gerekirdi bence:)

    birşecik daha..kölelik hususu ile ilgili :)

    var olan bir düzeni toptan ortadan kaldırmanın mümkün olamayacağı hususunda hemfikir miyiz bilemiyorum ama mevcut durum ,yavaş yavaş,öğretile öğretile,sindirile sindirile değişime uğrar.Yani önce bir takım düzenlemelere ihtiyaç duyar.Bu ihtiyacın gerekliliği , onun sorun olmadığı demek değildir . Bu gün şiddetle karşı çıksa da dünya kölelik sistemine sözde,kölelik hali hazırda hala hüküm sürmekte.Kimisi aynı eski çağlarda olduğu gibi kimi birazcık makyajlanmış ,kimi de şekil değiştirmiş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kendimizi ve başkalarını anlama konusundaki karmaşıklık olmasaydı nasıl bir tablo çıkardı önümüze konusunu daha önce düşündüm ve biraz da değindim yazımda. Herhalde bugünümüzden daha iyi olurdu. Daha iyi anlar, severdik birbirimizi. Aldatma, demagoji, lâf cambazlığı olmazdı meselâ o zaman. Daha az konuşurduk muhtemelen, daha öz yazardık.

      Kölelik meselesine gelince; İnsanın ya da toplumun elbirliğiyle bir düzeni toptan değiştirmesi bir anda elbette mümkün değil, bunun olabilmesi için uzun zamana ihtiyaç var. Ancak bu insanlar için böyle. Yaratıcı için bunun bir sorun teşkil etmeyeceğini düşünüyorum. Nasıl ki ayyaş Arap toplumuna bir vahiyle şarabı yasakladı, yine bir vahiyle "kadın erkek bütün insanlar eşittir, mal gibi alınıp satılamaz, birbirinizle köle efendi ilişkisi kurmanız yasaklanmıştır, sizler sadece bana kulluk yapabilirsiniz" diyebilir ve köleliği men edebilirdi. Bunun aksini iddia etmek yaradana yapılacak en büyük hakarettir bence.

      Evet, köleliğin farklı versiyonları, sömürü hâlâ hüküm sürüyor dünyamızda. Buna karşı çıkanın gözü kör, aklından zoru olmalı. Köleliğin devam etmesi kutsal kitapta bunun kabul edilmesi için bir mazeret teşkil etmez. 1400 yıl boyunca insanların sorguladığı ve anlamakta zorlandığı bir konudur bu. Teşekkür ederim:)

      Sil
  5. Ahlak, vicdan, etik gibi kavramların bireylerde ve toplumlardaki hatta aynı toplumun farklı bireylerindeki iz düşümleri farklı farklı olabiliyor. Dediğiniz gibi zaman içerisinde, genel kabuller ve reddedişlerde de değişik davranış modelleri gelişebiliyor. Derin mevzular velhasıl. Gece rahat uyumanın faziletini göz ardı etmemekte fayda var😊🤚

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yanlış ve doğru kavramlarının değişmesi bana pek hoş gelmiyor. Hüküm verirken zayıflatıyor bizi bir bakıma. Bugün doğru, yarın Allah kerim. Doğruyu aramak uykudan hayırlıdır:)

      Sil
  6. Ne gelirse başa yanlış anlamak ve anlatmaktan geliyor.

    YanıtlaSil
  7. Çok iyi bir derleme olmuş. Kaleminize sağlık! Tüm bunların toplamına "Bakış açısı" denebilir sanırım. Bir olaya herkes durduğu yerden bakıyor. Durduğun yerdeki sen, o güne kadar biriktirdiklerinsin ama o anki ruh halin bile senin olaya bakışını etkiliyor. Karmaşık durumlar:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Evet bakış açısına göre farklı sonuçlar elde edebiliyoruz. At gözlüğü takmışçasına. Dışarıya kapatmışız kendimizi, kendi çevremizin oluşturduğu algılarla olayları değerlendiriyoruz. Evet, çoğumuz için geçerli bu durum. Ancak ben ve benim gibiler sorguluyoruz da aynı zamanda. Kendi dünya görüşümün dışındaki fikirler çoğuna katılmasam da bana daha ilginç geliyor. Esasen sorun bu değil, vurgulamak istediğim. Sözcüklere değişik anlamlar yüklenmesine takıldım. O zaman insan her cümleyi zihninde oluşan tarife göre algılıyor.

      Sil
  8. Ahlak nedense bende daha kişisel, inanca dayalı ve sübjektif çağrışımlar yapan, etik ise daha genel, toplumsal dayatmaların ötesinde genel "iyilik" kanunları gibi çağrışımlar yapan kavramlardı. Bu yazınız beni düşündürdü.
    Mesnevi bu konudaki fikirlerimin tabanıdır benim, bence çok sade ve zamandan bağımsız bir ahlak kavramı var Mesnevideki hikayelerde..
    Fakat iyi anlaştığımı düşündüğüm kişilere şunu her zaman söylerim: "kelimelerimiz aynı da ondan.." :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yazıyı yazmadan önce ahlâk ve etik kavramlarını sizin düşündüğünüz gibiydi benim nazarımda da. "Ethics" ve "morality" sözcükleri arasında getirilen fark konuyu biraz belirginleştirmiş gibiyken çok farklı değerlendirmelerle karşılaştım sonradan. Hatta bir ara "ahlâksız" olmayı tercih edecektim neredeyse:) Mesnevi'nin ahlâk kavramına bakış açısını araştırmam gerektiğini düşünüyorum. Kelimelerin önemi yok Mrs. DBE, esas olan mânâ:)

      Sil
  9. Ahlâk: İnsanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı bir takım tutum ve davranışlar.

    Kural: Düzeni sağlamak için belirlenen ve uyulması beklenen ilke.

    Ahlâk ve ahlâk kuralları oldum olası sorguladığım ama bir türlü gerçekliğine inanmadığım konular. Yukarıdaki tanımlara bakılırsa üzerinde tam bir fikir birliği de sağlanamamış aslında.

    Ahlâk, doğuştan mı geliyor yoksa sonradan mı kazanılıyor? Düzeni sağlamak için "belirlenen" kurallar nasıl olup da doğuştan gelen bir şeyle birleşiyor? İki tanıma da bakıyorum ve gözüme çarpan ve beni rahatsız eden şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum: "Sonradan kazanılma" ve "düzeni sağlamak için belirlenmiş" olma durumu. Bana göre fazlasıyla kafa karıştırıcı ama "Sorgulama, uygula!" kafası ile birçok insan canı pahasına savunur bazı ahlâk kurallarını. Kişinin doğrusu, kuralı, ahlakı içinde olmalı, içinden gelmeli bence. Başkasının belirlediği kurallarla olacak iş değil! Temel nokta başkasına zarar vermemek olmalı. Gerisi teferruat bence.

    YanıtlaSil
  10. "Tabula rasa" dedim, Mrs. Kedi. Ahlâk, insanın doğuştan getirdiği bir davranış ya da tutum olamaz bence. Düşün ki yeni doğmuş bir bebek, ne anlar doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü. İnsanın ve diğer bazı canlıların genetik koduna işlenmiş tek duygu korkuya bağlı iç güdüsel kendini koruma mekanizmasıdır.
    Diğer taraftan ahlâk kuralları hayatın gerçeği, inanmak zorundayız maalesef, çünkü varlar. Ve bazen ezerler bizi bir böcek misali. Cezalandırılırız, canımızı acıtırlar, moralimizi bozarlar ve toplum dışına itilir, yalnızlaştırılız kimi zaman. Sonuçlarına katlanmak şartıyla bu kurallara uymamak elimizde elbette.
    Canımı sıkan ne biliyor musunuz? Ahlâksızların kalkıp topluma ahlâk dersi vermeleri... Devletin malını hortumlayıp başkalarını hırsızlıkla suçlayanlar, inancına aykırı her türlü davranışta bulunup dindar görünenler, vatanını satanların başkalarını vatan haini ilân edenler, şerefsizliğin dik alâsını yapıp, başkalarını şerefsizlikle itham edenler, şehadet makamının yüceliğinden bahsedip kendi çocuklarını cepheye göndermeyenler... Daha sayayım mı?
    Evet, "sorgulama, uygula!" kafası çöküşün nedeni. İçişleri Bakanı Soylu'nun Tele1 muhabirini tehdit edercesine sorduğu soru meselâ. Sen devletin sözüne inan mıyor musun? Adamcağız, hayır ben gördüğüme, güvendiğime inanırım diyemiyor. Çünkü ahlâk devletine bağlılığı gerektirir. Yoksa Soylu, yapıştırır cevabı, "Sen Türkiye'nin menfaatlerini düşünmüyor, Yunanistan'ın çıkarını savunuyorsun, sen bir vatan hainisin!" der.

    Temel nokta, başkasına zarar vermemek olmalı, haklısın ama yok işte öyle bir dünya.

    Sevgili Mrs. Kedi, bu yazıdan sonra aklıma düştü. Gel seninle ütopik bir dünya kurgulayalım, senin ve benim düşündüğüm gibi. Başkalarına zarar vermeyen, adil, birbirini doğru anlayan, sevgi dolu bir dünya! Önce sakız gibi herkesin kendine çektiği, inanca (sadece dini kastetmiyorum) dayalı köhne ahlâk kurallarını yıkmakla başlayalım işe. Elimizde bir sihirli değnek olsa, bu ütopik ülkede istediğimiz barış ve huzur ortamını yaratmak için ne yapmamız lâzım?
    Sevgiler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ütopyaları çok severim ama gücü elde edenler hep gücün büyüsüne - lanetine mi demeliyim yoksa-kapılır, aşırıya kaçar; sonunda en iyi kurgulanmış ütopyalar bile distopyaya dönüşür. Sizle biz en iyisi kendimizi koruyalım o sihirli değneğin sihrinden Mr. Kaplan :) Doğuştan gelen iç güdülerimize göre yaşasak sadece nasıl olurdu hayat acaba? Yine merak işte :)))

      Sil
    2. Doğuştan gelen iç güdümüz olarak sadece kendimizi koruma güdümüzün olduğunu sanıyorum Mrs. Kedi. Sizce bundan başka var mı?

      Sil
    3. Maalesef var Mr. Kaplan :) Hayatta kalmak için her şeyi yapmaya hazırız. Hayatta kaldıkça da her gün daha fazlasını istemeye programlıyız bence. Hayatta kalmak başlangıç, sonrası çoğalmak, haz almak, merak, keşfetmek, üstün gelmek...

      Sil
    4. Ok, haklısınız:) Bütün bu özelliklerden sadece insana mahsus olan hangisi/hangileri? Hiçbiri. Yani bunlar fauna dünyasında da var.
      Sorum yanlıştı, kabul ediyorum:) İçgüdüler değil, vicdan ve ahlâk sorunsalıydı konumuz. Bu aşamaya geçince insan oluyoruz. Garip:)
      Evet vicdan ve ahlâk olsun fakat doğru tanımı üzerinde birleşelim. Sorun da buydu değil mi?
      Bir önceki sorunuzun cevabı da çıkıyor kendiliğinden ortaya zaten:)

      Sil
  11. eh bizim ülke böyle. kavram kargaşası ve sözcüklerin anlamları değişiyor. tdk veua dil dernekleri sözcükler üretiyor, üniversiteler de, herkes kendine göre anlam buluyor. normal yani anlaşamamak :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bense hep anlaşmanın "normal" olduğunu savunmuşum yıllarca boşu boşuna:)

      Sil
  12. Iş etiğinde aslında belli başlı iletişim kuralları var ama ne yazık ki çoğu zaman uygulanmıyor. Özel hayatta kullanılan iletişim ile iş hayatında olan farklı. Insanlar bunu birbirine karıştırıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız. Çalışma hayatının kuralları başka tabii. İşin doğrusu herkes birbirinin kuyusunu kazıyor:)

      Sil