3 Mayıs 2020 Pazar

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 2/1


Tieresse benim aşkım ve ruh eşimdi. Parasının fazla olmasını önemsemezdim. Buna inanmayabilirsiniz. Umurumda bile değil. Onu deliler gibi seviyordum. Koltuğumuzda saatler boyunca yan yana otururken, kitap okurken ya da TV izlerken omuzlarımız birbirine değiyordu. New Orleans’ta gördüğü salon şarkıcılarının Youtube videolarını, eski siyah beyaz televizyon şovlarının kliplerini izlemeyi severdi. Film seyrederken ergenler gibi el ele tutuşurduk. Yemek yemeyi ve içmeyi severdi, restoranlarda masanın altında ayakkabısını çıkarıp ayaklarını ayaklarımın üstüne koyardı. Bir üniversite öğretim üyesi olarak çağdaş sanatlar hakkında pek çok şey bilirdi ve spor dışında hemen her konuda fikrini söyleyebilirdi. Her sabah okuduğu dört gazetede acı bir haber gördüğü zaman kendini tutamaz, ağlardı. O benim en iyi arkadaşımdı, şimdiye kadar tanıdığım insanlar arasında en nazik ve en cömert olanıydı. Seks yapmak istemiyordu sadece. Bu ona büyük acı veriyordu. Böyle insanlar varmış. Ben bunu bilmiyordum ama daha sonra nasıl bir şey olduğunu öğrenmiştim.

Garson kızın adı Britanny’ydi. Cinayet olduğundan bu yana bir yıldan fazla zaman geçmişti. New York’a gittiği hafta tanıştığı bir yatırım bankacısıyla evlenen Britanny, sonuncu duruşma başladığında yine de gelip benim için tanıklık etti. Onu son gördüğümden bu yana saçlarını oldukça kısa kesmiş ve kilo vermişti. Konuşurken sessizce ağladı, yalan söylemesini gerektirecek bir şey yoktu zaten. Bildiği doğruları söylediği apaçık ortadaydı. Jüri ona neden inanmadı, bilmiyorum.

Tieresse öldüğünde elli iki yaşındaydı. Bense otuz sekiz. Ailecek yerleştikleri Mayflower’a gelir gelmez bir çok orman arazisi kapatan babasından küçük bir servet, ona miras olarak kalmıştı. Tieresse, babasının kendisini bir baron olarak gördüğünü ve abartılı bir Brahman aksanıyla konuştuğunu söylemişti bana. O ana kadar böyle bir şey duymamıştım. Gülmemek için kendini zor tutmuştu. Sonra ağzını büzüştürüp dişlerinin arasından çıkarttığı seslerle babasını taklit etmiş, "Bir yazar olarak Dicken’s fazla abartılıyor tatlım. O Jane Austen’in eline su bile dökemez.” diyerek kahkahalara boğulmuştu. "Annem Yukarı Batı Yakası’nın entelektüel havasını yansıtıyordu fakat gösterişten uzaktı. Babam ise ondan tamamen farklı olarak bir çiftçi karakterini taşıyordu. Banyo aynası karşısına geçer uzun uzun prova yapardı." demişti. Tieresse babasından pek hoşlanmıyordu, yani onu sevdiğini söyleyemem. Öldüğünde ona yüz milyon dolardan fazla para bırakmış. O da bu serveti alıp büyütmüş. Birleşik Devletlerin Orta Batı ve Batı bölgelerinde gayrimenkuller satın almış ve alt sektörler geliştirmiş. Hangi şehirlerin gelişmeye açık olduğuna ilişkin kusursuz sezgileri o kadar kuvvetliymiş ki, konut müteahhitleri, bankalar, ipotek karşılığı kredi veren bankerler ve emlak endüstrisi sadece onun stratejilerini takip ederek köşeyi dönmüşler.

Babası Forbes’un en zengin Amerikalıları listesine girememişti ama o bunu başardı. Tieresse öldüğü gün, listede doksan dokuzuncu sıradaydı. Polis beni alıp götürünceye kadar, bir yıldan kısa süren ilk evliliğinden doğan yirmi beş yaşındaki oğlu Reinhardt dışında onun tek mirasçısıydım.

Reinhardt benden nefret ediyordu. Savcı ve polisler tarafından annesini sistematik olarak aldattığım, parası için onunla birlikte olduğum ve onu öldüresiye dövdüğüm yalanına inandırıldığı için benden nefret etmesi son derece mantıklıydı. Onun yerinde ben de olsam aynısını yapardım. Yedi yıl boyunca adımı ağzına aldığı için kendine lanet okumuş, benimle ilgili tüm yaşadıklarından nefret etmişti. Ama artık öyle değil. Şimdi ona yalan söyleyen, bana baskı uygulayan bütün insanlardan nefret ediyor. Şimdi onunla ortak düşüncemiz bu.


Belediye binasında, yolda karşılaştığımız birinin tanıklığı önünde onunla evleninceye kadar kadar Tieresse, zamanını New York, Houston, Paris ve Roma arasında seyahat ederek yalnız geçirmişti. Eskiden kaldırımlara taşan kafelerinde güzel saatler geçirilebilecek dünyanın en iyi dört şehri olduğunu söylerdi buraların.

Houston mu? diye sorup devam etmiştim, sanki saunada yemek yermiş gibi. Bana gülüp “Evet, haklısın.” demişti. Temmuz ve ağustos aylarında, Tex-Mex, barbekü ve körfezin tuzlu sularından istiridyenin tadına varmak için klimalı bir salonu tercih ederim. Fakat kışları ve ilkbahar mevsimi boyunca tercih ettiğim daha iyi başka bir yer yok.

Onunla tanışma hikâyem şöyle: Onun çok sevdiği kafelerden birinde. Aslına bakarsanız gerçek bir kafe değil. La Ventana adında, bir zamanlar gayrimenkul fiyatlarının ucuz olduğu, stadyum yakınlarındaki küçük bir restoran ve bardan ibaret bir yer. Mekan için istenen fiyat üzerinde yüzde on indirim yaptırıp küçük bir işletme kredisi kullanarak burayı satın aldığımda zemin katında pencerelerin yerine grafiti kaplı kontrplak levhalar, bir kat üstte geniş meşe kaplama zemini örten küflü bir halı vardı. Burayı restore etmek için tam on dört ayımı harcamıştım. Haftanın yedi günü her sabah, kamyonumla Westpark’ta amelelerin iş için bekledikleri yere gitmiş, gece vakti onları alıp geri götürmüş ya da onlara uyku tulumu verip sabahlamalarına müsaade etmiştim. Cadılar Bayramından bir gün önce, bütün hazırlıkları tamamlayıp bir fıçı bira ve Frank’ten iki yüz dolarlık pizza almış, ekibin ve arkadaşlarımın karnını doyurmuştum. İkinci katı yüksek tavanlı bir çatı katı dairesine dönüştürdükten sonra aşağıdaki alana bir bar, on masa, dört dolap ve cam duvarlı pırıl pırıl bir mutfak yerleştirmiştik. Sonbaharın son günlerinden ilkbaharın ilk günlerine kadar Houston’da açık havada yemek, gerçekten muhteşemdir. Daha sonra ön kısımdaki verandaya  altı masa daha ekledik.

(Devam edecek)

17 yorum:

  1. Çok güzel, devamını sabırsızlıkla bekliyorum.

    YanıtlaSil
  2. güzel gidiyo roman. bu bölümde biraz daha öğrendik. bakalım neler olcak. houston, çok gezdim, güzel yer. özellikle spor açısından. yani basketbol, beyzbol, amerikan futbolu. nasa, dallas filan. sıcak tabii, susuzluk da oluyor. demekkii ölümle ilgili bi hukuk savaşı olcaak. nette inceledim yazarı. prof, houston'luymuş, bir dolu kitabı varmış yaa. belki true crime olaylarından roman yazıyodur. ingilizceyi okumadan da çeviri iyi gidiyo mu diye anlaşılabiliyo zateen. tek bir hata buldum, "jüri ona neden inanmadı, bilmiyorum", veya "jürinin ona neden inanmadığını bilmiyorum", olabilir. bak bu çevirileri biz okuduktan sonra sil isterseen. yani eskileri hemen sil yanii yazardan izin almadan çeviri yapamazsın kiii, istersen yazara bir mail at, onun haberi olsun yani. ya da okuyalım sil her bölümü. kitabın hepsini yayınlarsan, hiç atlamadan chapter veya paragraf filan, doğru olmaz, bir yerli yayınevi basabilir ayrıca, bizde uyanık çok, onun yaptığı da suç olur sonraa. sil de kafan rahat olsuuun :) ya da atlayarak paragrafları, bölümleri çevir, o zaman sorun olmaz, özet gibi oluur :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    2. Teşekkür ederim deep:) Pek çok yeni şey öğreniyor insan değişik kitapları okurken. ABD'yi görmeye fırsatım olmadı ve Houston'u nedense hep soğuk bir yer olarak hayal etmiştim bu romanı okuyana kadar. Oysa Meksika körfezi kıyısında, Dubai ile hemen hemen aynı enlem üzerinde bir yermiş. Hatayı düzelttim, teşekkür ederim. Bazen insan kendi hatalarını göremiyor. Çeviriyi önde word üzerinde yaptım. Bloga geçirirken hoşuma gitmeyen ifadeleri yeniden ele alıp düzeltiyorum. Bu arada ortaya bu tür yeni hatalar çıkabiliyor işte.
      Romanın kurgu olduğunun altı çiziliyor aslında. Fakat yazar hukukçu olduğu için Amerikan sistemimde ceza hukukunu, adliye ve hapishanelerin nasıl işlediğini, sistemdeki mevcut eksiklikleri gayet iyi biliyor. Elbette bizdeki ceza hukuku, mahkemeler tamamen farklı. Bir yandan ülkemizde de işi tek bir hakime bırakmamak, yine halk arasından seçilmiş ve belli seviyede eğitim almış bir jüriye kararlarda yer vermek nasıl olur diye düşünmedim değil.

      Evet, bir süre sonra ilk bölümlerini yayından kaldırmayı düşünüyorum. Bu işin içime sinmesi durumunda kitabın basımı konusunda yazara mail atabilir ya da bir yayın evi ile temasa geçebilirim. İlgin için teşekkürler:)

      Sil
    3. Ben hâlâ basılı yayın ya da satış olmadığı için bir sorun olmayacağını savunuyorum ama "blog" basılı yayın anlamına geliyorsa iş değişir.. Şu linkleri buldum belki kuruma telefonla da sorulabilir.. Şimdi profesyonel çevirmen arkadaşlarıma da danışıyorum. Yazacağım.
      http://cevbir.org.tr/kitap-cevirmenlerine-kilavuz
      https://www.cevirimvar.com/telif-hakki-sozlesme-cevirisi
      http://www.telifhaklari.gov.tr/Genel-Sorular

      Sil
    4. hıhım ivit, kaldır bencesi de. evet basımı olabilir tabii, neden olmasın :)

      Sil
    5. sadece c.

      sanıyorum, evde kendi kendine çevirmek sorun değil, ama başkalarının okuması başka. evde arkadaşların okusa da sorun olmaz. blogda yayınlanınca bir kişi bile okusa sanırım bu suç teşkil edebilir. fikir suçu veya telif suçu. tımıms sorsanaa :)

      Sil
    6. Deep'in dediği gibi en azından biri kalkıp blogtan alır, yasal ya da yasal olmayan yoldan yayınlayabilir. Bu biri bir yayın evi de olabilir. Eğer çok takipçim olsaydı bunu düşünürdüm ama beni takip eden üç beş kişiye güveniyorum:) Zaten bu işi her şeyden önce zevkine yapıyorum, bu işlerden para kazanmanın çok zor olduğunu biliyorum.
      Linkleri inceleyeceğim, ilginize teşekkürler:)

      Sil
    7. Şimdi danıştım evet malesef.. Blog "yayın organı" sayılıyormuş ve bu nedenle çeviri eser telif hakkı yasasına tabi imiş :( Yoksa bir yayıneviyle anlaşana dek, malesef kişisel bilgisayarda özel dosyada olacakmış. vay be, bloglarımızdan yazı çalınınca, benim diye başkası tarafından yayınlanınca hiç adam yerine konmuyoruz halbuki..

      Sil
    8. yok yaa, blogdan yazı çalınınca da buna çözüm bulunur. uğraşmak lazım. fikri sinai haklar yasası. ab yasaları gereğince. ama sıkıcı işler. benim blogumdan yazıları alıp kullanan bundan reklam geliri kazananlar bile var. yazıların arasına reklam alıp yani. tüm yazılarımı alan siteler var. benim hoşuma gidiyo bu, eğleniyom yani. gurur duyuyom bundan. yazıları kopyalanmayacak kadar kötü yazmıyor muşum diyorum hihihi. alsınlar nolcak yaa. nasıl olsa yazıyom işte. bütün blogçular biliyo yazılarımı :)

      Sil
    9. Ben de deep gibi düşünüyorum:) Çalmaları şu an için sıkıntı yaratmaz benim açımdan. Dediği gibi hoşuma da gider belki. Demek ki çalınmaya değer bulunmuş diye:)) Hatta daha da ileri gidip çalan muhterem şahıs, kurum ve kuruluşlara bunun için ayrıca telif hakkı bilem ödeyebilirim. Fakaat, buna Nobel Ödülümü aldıktan sonra asla müsaade etmem haberleri olsun:)))
      Bu arada çevirilerimin bir süreliğine aktif kalacağını belirteyim. Yani, pek kıymetli okurlarımdan ve sevgili eşimden gelen ikazlara ve eleştirilere istinaden anında yazıda gerekli düzeltmeleri yapıyorum. Hepinize kucak dolusu sevgiler, teşekkür:)

      Sil
    10. tamam ya bak sen her bölümü yayınla, biz okuyalım, sona silersin, eski bölümleri de hep silersin :) nobel hadi işallah :)

      Sil
    11. OK. Deep bak Nobel konusunda çok ciddiyim:)))

      Sil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. Adamın masum olduğunu düşünmüştüm ama mirasçısı olması filan kafamı karıştırdı. Sonuçta garson kızla anlaşmış olabilir. Bu arada elinize sağlık, müthiş bir emek var ortada. Profesyonelleri aratmıyor çeviri,elinize sağlık..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Garson kızla anlaştığını sanmam. Çok teşekkür ederim:)

      Sil