23.Gün: Tecrit bu sabah resmen
sona erdi. Trustee yemek tepsimi getirdiğinde, gardiyanların öğleden
sonra beni havalandırmaya götüreceklerini, yarın da duş için hazır olmamı söyledi. Yönetmelik, hava almamız için günde bir saatliğine beş buçuk metrekarelik hücremizin dışına çıkartılmamız gerektiğini ve haftada dört kez de duş alma hakkımız olduğunu söylüyor.
Ancak biz bunların ancak yarısına razı olmak durumundayız. Çoğu mahkûm ise bu durumdan şikâyet
etmeyip uyumayı tercih ediyor.
Saat üçü biraz geçiyorken gardiyanlar beni götürmeye geldiler. Gelenler yabancı değildi, Lila, Forester ve McKenzie. Arkamı dönüp çömeldim
ve onlar istemeden bileklerimi uzattım. Forester bana bakıp güldü,
"Bakıyorum ininden
çıkmaya pek heveslisin." dedi. Koridor boyunca yürüdük, sola döner dönmez
önümüze “C-Tipi Cezaevi – Bütün mahkûmlar kelepçeli tutulmalıdır” yazan bir
bilgi levhası çıktı. Tekrar sola döndük. Hemen önümde değişik bir kafes gördüm.
Bu, beton bir zemine sahip, disko dans platformu büyüklüğünde, yerden tavana kadar çift sıra çelik çubuklarla çevrilmiş dairesel bir dans pistiydi. İçi tamamen boştu.
"Havalandırma dediğiniz şey bu mu? diye sordum.
McKenzie, Forester’a bakarak,
"Soru
mu şimdi bu? Yoksa Mahkûm bizimle kafa mı buluyor? dedi. Lila'ya baktım. Gözlerini benden kaçırdı.
Havalandırma süremi değerlendirmek için her beş
turda bir yön değiştirerek dairesel kafesin çevresinde yürüdüm. Her on turdan sonra
şınav yaptım. Lisedeki spor derslerinden bu yana şınav yapmamıştım. On turluk
iki alıştırmadan sonra üçüncü alıştırmada yedi tur ve sonuncuda da beş turluk
seriyi tamamladım. Üçüncü alıştırmadan sonra kollarım titriyordu. Yanıma
geldiklerinde bir saat oldu mu? diye sordum.
McKenzie, "Yirmi beş dakika oldu koçum,
hadi artık gitme zamanı." dedi. O gece terli gömleğimle uyudum. Onu üzerimden çıkaramayacak haldeydim, her yanım ağrıyordu.
Ertesi gün duş sıram gelmişti. Birçok kişi sırasından feragat ediyordu. Çünkü su, bazen aşırı derece sıcak, bazen de dondurucu soğuk olabiliyor,
gardiyanlar, hücrenize geri götürene kadar birkaç saat boyunca sizi duş kabinlerinde unutabiliyorlardı.
Fakat ben bu durumu umursamamıştım. Sırtımın ağrılarına sıcak suyun çok iyi tesir
edeceğini düşünüyordum. Ayrıca, hapishaneye ilk geldiğimde, beni sabun ve
dezenfektanla yıkadıkları günden beri, hijyen adına tek yaptığım şey, hücremde
bulunan küçük lavaboda ıslanmaktan ibaretti. Acilen bir duşa ihtiyacım
vardı. Görevliler beni almaya geldiğinde, kelepçe takmaları için arkamı döndüm
ve bileklerimi uzatıp kapının yanına çömeldim. Servis penceresinden bakan gardiyan,
"Mahkûm Za-heater, ilk önce havlu ve sabununu almalısın, çünkü senin uşağın yok burada." dedi.
Başımdan aşağı sular damlamaya başladı, önce
sıcak akan su kısa süre sonra soğumaya ve daha sonra tekrar ısınmaya başladı. Kollarımı
yukarı kaldırıp öne doğru eğildim ve avuç içlerimi duvardaki karoya yapıştırdım.
Tieresse'nin öldüğü günden beri dünyada tek başımaydım fakat küflü duş kabini
içindeki borudan damlayan ılık sulardan çıkan seslerin, mahkûmların gürültülerini
geçici olarak unutturduğu o anda, ilk kez kendimi tamamen yalnız hissettim.
Suyu kapattım ve beton oturağa çöktüm. Bence gardiyanlar halimi görüp insafa
geldi ve beni yeniden kelepçeleyip hücreme götürmek yerine tam kırk beş dakika
boyunca orada kalmama göz yumdular.
Taylor’ın hücresinin önünden geçtik. Radyosunda country müzik çalıyordu ve bulunduğu yerden kanalizasyon kokusu geliyordu.
Bela, "Neler oluyor?" dedi. McKenzie servis penceresini kaldırdı ve arkasından hemen kapattı. Taylor ona
yine pisliğini atmaya çalışmıştı. McKenzie Bela'ya,
"Reflekslerim biraz daha yavaş
olsaydı öldürürdüm onu." dedi. Bela,
"Büyük hayır işlerdiniz, efendim." dedi. Taylor bağırarak
ortalığı inletti,
"Beni dinleseniz iyi olur, koğuş temizlenene kadar barış
olmayacak." dedi. Sonra kendi kendine mırıldandığını duydum, ama dediklerini
anlayamadım.
McKenzie, "Sen toplumun utanç duyduğu geri zekâlı mahkûmun tekisin. Seninle
sonra hesaplaşacağız." dedi.
Taylor, "Cehenneme kadar yolun var, McKenzie, defol
git başımdan, giderken yanımdaki hücrede kalan Che Guevara'yı da al götür. Artık
lanet olası tacizlere katlanmayacağım." dedi.
Beni koruyan masif çelik kapıya
rağmen, içimde bir korku hissettim.
Taylor bana, "Sen de mi gülüyor musun, Che Guevara? Eğer gülüyorsan, senin de canın cehenneme." dedi ve gardiyanların arkasından bağırdı.
"Onu buradan götür, McKenzie, ya da benim seviyemi yükselt!"
Burada üç seviyemiz vardı. Seviye 1, benim olduğum
yer. Seviye 2, küçük bir ihlal yapan mahkûmların gönderildiği yer. Seviye 3’e ise
delik adını veriyoruz. Seviye 3'teki mahkûmlar, eğer varsa, radyolarını
kaybederler ve gardiyanlardan spor, havalandırma, duş veya başka bir
şey talep edemezler. Nihayetinde bu seviyelerin neleri kapsadığı konusunda ilk
elden bilgi edinebilirdim, fakat bunu yapmam için Taylor'a gülmediğimi söylemem gerekip
gerekmeyeceği konusunda kararsız kaldım.
Lila'nın hücre kapımı açmasını
beklerken, McKenzie, Bela'ya bir ekip çağırmasını söyledi. Ne yapacaklarını
merak ettim, ama bunu onlara sormak için doğru zaman değildi. Bela, kapımı
kapatıp kilitledi ve başka bir söz söylemeden kelepçelerimi söküp aldı.
Kapımın arkasında hücremin tam karşı tarafındaki birinden kahkaha sesi geliyordu. Görünen o ki yeni bir komşum olmuştu. Ben
duştayken taşınmış olmalıydı. Rahatlığına bakılırsa yeni bir mahkûm olmadığı anlaşılıyordu.
Muhtemelen başka bir koğuştan gelmişti. Sahte bir pelteklik verdiği yüksek perdeli bir sesiyle,
“Sizleri çok özledim aşklarım” derken bir
öpücük sesi çıkardı ve arkasından “Sen de beni özledin mi Adolf?” dedi.
Taylor, “Kapat çeneni pislik” diye bağırdı
hücresinden.
Yeni mahkûm bir yandan gülerken ona cevap
yetiştirmeye devam etti.
“Teksas hapishanelerinin en aptal adamı olmana rağmen Adolf, senin Nazi kıçını kızartırlarken yine de üzüleceğim. Sana
gerçekten acıyorum, geri zekâlı herif. Bak bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Az sonra yanına geldiklerinde, bir
yandan oturmuş patlamış mısırımı yerken, seni fahişeler gibi ağlatan gardiyanların
eğlenmelerini izleyeceğim."
Taylor,
“Adi herifler, kavgaya hazır olduğumu biliyorlar. Bugün benimle uğraşmazlar.”
diye söylendi.
Yeni mahkûm, “Lanet olsun, sen aptalın tekisin,
Taylor” dedikten sonra bana laf attı.
“Ya sen, çaylak, sen de izlemeye hazır mısın?”
Kısa bir süre sonra Taylor'un hücresinin önünde dört
özel güvenlik görevlisi göründü. Servis kapağı üzerindeki deliklerden onları izliyordum.
Üç tanesi siyah Ninja kıyafeti giymiş, başlarında miğfer ve ellerinde şeffaf birer kalkan taşıyorlardı. Dördüncüsünün bir elinde video kamera, diğer elinde ise bir
aerosol kutusu vardı. Ninjalardan biri aniden bağırarak servis penceresinin
kapağını kaldırdı ve içeri bir şey fırlattı. Boğuk bir patlama sesi duydum,
burnuma barut kokusu geldi.
Trustee : ABD cezaevlerinde tahliye olmalarına az kalmış ve iyi hal gösteren ve koğuş işlerinde gardiyanlara yardımcı olan mahkumlara verilen ad. (Kaynak: Deep)
(Devam edecek;)
bu hapisteki günleri acaba bişiler değiştirecek muuu :) suçu ile lgili yanii :)
YanıtlaSilNe diyon, son dakikada direkten dönecek:) Bak İbrahim Tatlıses geldi aklıma şimdi. Söylüüm mü?:)))
Silhayııır, söylemeeee :)
SilOK:)
Sil