2 Haziran 2020 Salı

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 30/2

Avrupa'da yaşayan insanlardan haftada yedi sekiz adet mektup alıyordum, bunların büyük bir kısmını kadınlar gönderiyordu. Hücredeki mahkumların çoğunun bir ya da iki mektup arkadaşı vardı, Sargent'a göre ben Ted Bundy* kadar ünlü biriydim. Bu yüzden postacılar hep bana çalışıyordu. Bazı kadınlar bana çıplak fotoğraflarını yolluyorlarmış ama ben onları hiç göremiyordum. Söylenenlere bakılırsa, gardiyanın biri benim için gönderilen fotoğrafları  alıp duvarına asıyormuş. Okuduktan sonra mektupların hepsini atıyordum.

Sargent, “Onları cevapsız bırakman zalimlik” demişti.

“Tam aksine, onlara cevap vermek benim için büyük zulüm olurdu.” diye cevap vermiştim.

“Belki, sen haklısın, Inocente.” demişti.


Macaristan'dan yazan bir kadın, cevapsız bıraktığım ilk mektubundan üç ay sonra bana, “Seni lanet olası piç, karını öldürdüğünü biliyorum.” diye çıkışmıştı. Başka biri Hollanda'dan elle çizilmiş tasvirlerle süslü İncil ayetleri göndermişti. Sargent'a Taberiye Gölü üzerinde yürüyen İsa'nın kara kalem resmini göstermiş ve ona böyle bir resim yapıp yapamayacağını sormuştum.

İngiltere'den bir kadın, neredeyse üç yıl boyunca bana, haftada bir yazdı. Gönderdiği mektupların sayfa sayısı o kadar fazlaydı ki zarfı katlamak mümkün olmuyordu. Yazdıkları günlük hayatının sıradan detayları ile doluydu; akşam yemeği için ne pişirdiğini, televizyonda izlediklerini, siyaset dünyasında neler olduğunu, yeni aldığı köpek yavrusuna ne yedirdiğini falan anlatırdı. Azmi beni hayrete düşürmesine rağmen ona bile cevap yazmadım. İlk kez, bir ayı aştığı halde ondan mektup gelmemişti. Bir süre sonra, yine aynı kalınlıkta benzer bir mektup aldım. Kadının yetişkin kızı, annesinin vefat ettiğini bana bildirmek için yazdığını söylerken onun bana bıraktığı birkaç yüz poundu, kaldığım hapishaneye nasıl transfer edebileceğini soruyordu. Cevapladığım tek mektup buydu. Kalemi elime alıp yazmaya başladım:

“Anneniz, tahmin edemeyeceğiniz bir şekilde, buradaki günlerimin iyi geçmesini sağladı. Onun mektuplarını çok özleyeceğim. Size ve ailenize en iyi dileklerimi sunuyorum.”

Kısa mektubumun sonuna, parayı gönderebilmesi için bir hesap numarası ekledim. Verdiğim hesap numarası bana ait değildi. Sargent'ın hesap numarasını yazmıştım.

Uyku, zamanımın geçmesini sağlıyordu. Hapishaneye düşmeden önce diğer normal insanlar gibi uyurdum. Burada bazen günde on dört saat uyuyorum. Yoga yapmaya başlamıştım. Bir sürü şiir kitabı sipariş ettim ve şiirleri ezberlemek için çok zaman harcadım. Tek bir soneyi ezberlemek bütün günümü alıyordu. Yetmiş üç sözcüğe kadar Pi şiiri** ezberledim. Bunları sadece kendimi düşünerek yaptım, beynimi ve vücudumu atrofiden*** uzak tutmak için. Çünkü buradan çıkmayı kafama koymuştum. Bunun nasıl ya da ne zaman olacağını bilmiyordum ama bir şekilde başaracaktım. Hapishanede ölmeyecektim.


Burada insanlara faydalı olabilecek başka şeyler de yaptım. Mahkûmların, kantinden kolaylıkla temin edebilecekleri gıda ürünleriyle yapabilecekleri yemek tariflerimden oluşan bir kitap yazdım:

Salsa soslu fasulye üzerine kabuklu patates cipsli sosis; Kung Pao usulü ton balığı salatası; çedar peynirli hindi dolması tariflerim hücreler arasında ağızdan ağza ya da ****uçurtma' lar vasıtasıyla aktarıldı. Bana dostça yaklaşan gardiyanlar arasında adım, Şef Mahkûm olarak dolaşmaya başladı.

Sargent benden yöresel bir yemek tarifi istedi, bunun üzerine, ona ıspanak yaprakları ile pişirilmiş jambon biftek ve cherry domates suyunda pişirilmiş domuz pirzolası önerdim.

Bir ara, ömür boyu hapis cezasının o kadar da kötü bir şey olmayabileceğini düşünmeye başlamıştım. Aklım başıma gelince bu düşüncem nedeniyle kendimden nefret ettim.

1,067. Gün: Avukatlarımın yasal işlemlerin ne kadar süreceği konusundaki tahminleri şaşırtıcı derecede doğru çıkmıştı. Eyalet mahkemesinin suçlu bulunduğuma dair kararıyla bu kararlarını destekleyen delilleri bildirmek üzere yanıma geldiler.

“Neymiş onlar? diye sordum.

Olvido, “Sizin cinayet mahallinde bulunduğunuza dair fiziksel kanıtlar.” dedi.

“Ama orası benim yaşadığım yer.” dedim.

Olvido, “Biliyorum.” dedi.

Avukatlarım bana Federal Mahkemeden yeni bir avukat edinme hakkımın olduğunu söylediler. Yeni avukatın, sorunları daha iyi gündeme getirebileceğini, kendilerinin bazı konularda yetersiz olabileceklerini, idam cezasına itiraz etmemekle büyük bir hata yapmış olduklarını bir kez daha dile getirdiler.

“Siz benim istediğimi yaptınız. Hepinizin kalmasını istiyorum. Buna bir engel var mı?" dedim.

Olvido bana bunun kendi açılarından sorun teşkil etmeyeceğini söyledi ve gitmek üzere hep birlikte ayağa kalktılar. Luther, başını dik tutuyordu ancak Olvido ve Laura, kıyafetleri iki beden büyükmüş gibi halsiz görünüyorlardı. Cama vurdum, Olvido geri dönüp unuttuğu telefonunu aldı.

“Bana güvenerek ruhlarınızı ateşlerken kör bir pilotla uçtuğunuzu düşünmekte haklısınız. Ama yine de sizi fazlasıyla takdir ettiğimi bilmenizi isterim. Benim burada olmam sizin hatanız değil. Ben dâhil, buradaki herkes biliyor ki bu davayı siz kazanamazsanız, hiç kimse kazanamaz. Capiche*****?"  dedim. Elimi cama dayadım.

Olvido, “Bay Zhettah, siz büyük bir adamsınız.” dedi.

“Bana Rafael demenizi rica etmiştim.” dedim.

“Evet, biliyorum. Rafael, sen büyük bir adamsın.”

Bana gülümsedi ve karşılığında ben de ona gülümsedim. Hücreme geri dönerken kaderime teslim olmuştum.


Avukatlarım ayrılmadan önce bana mahkeme kararının bir kopyasını vermişti. Aleyhime verilen karar oy birliğiyle alınmamıştı. Açıkça anlaşılıyor ki, yargıçlardan biri, beni mahkûm etmek için eldeki kanıtların yetersiz olduğunu düşünmüş.

Gerçekten de hiçbir görgü tanığı ya da fiziksel kanıt mevcut değildi. Üstüne üstlük bir de mazeretim vardı. Toplanan bütün bilgiler, Tieresse ile sıcak ve sevgi dolu bir evliliğim olduğunu ortaya koyuyordu. Evet, cinayetin bir felsefesi vardı ama aldatma cinayetin tek kanıtı kabul edilseydi, ilk önce Lord Byron’ın yargılanması gerekirdi.

Diğer iki yargıç aynı fikirde değildi. Biri, kanıt bulunamamasının, soğukkanlı ve iyi hesap yapan bir planlamacı olduğumu gösterdiğini belirtmiş, diğeri ise, Tieresse'nin ne zaman yalnız kalacağını, alarmın nasıl kapatılacağını ve ortamı temizlemeye ne kadar zaman harcamam gerektiğini bildiğimi iddia ederek, bazı durumlarda, bariz şüphelerin suçlunun ortaya çıkarılmasında yeterli olacağını yazmıştı.


Meksikalı uyuşturucu tacirleri, babamı silahla vurarak öldürdüklerinde, henüz lise birinci sınıf öğrencisiydim. Daha onun yaşadığı kadar yaşamadım. Eğer doğal yaşamım aşağı yukarı onunkiyle aynı olsaydı, kaç yıl yaşayacağımı bilmem mümkün değil. Kırk ikinci doğum günümden iki hafta sonraki gece, hayatımın en az yarısını harcadığımın farkına vardım, ranzama oturdum ve hıçkıra hıçkıra ağladım. Sargent'ın 

"Konuş benimle, Inocente" dediğini duydum. Fakat çok derinlere dalmıştım.

“Belki daha sonra.” dedim. “Henüz buna hazır değilim.”

Ertesi sabah erkenden, kahvaltı saatinde, bir muhafız timi geldi ve eşyalarımı toplamamı söyledi. Şafak vakti beni başka bir yere götürmek üzere, kalmakta olduğum B Blok'tan aldılar. Gardiyanlar bunu sık sık yaparlar, laf olsun diye insanların yerlerini değiştirirlerdi. Kapınıza gelirler, eşyalarınızı toplamanızı söylerler, ellerinize kelepçe takarlar ve sizi başka bir hücreye koyarlar. Bütün bunlar sözde güvenlik adına yapılır. İşin doğrusu yaptıkları bu eziyet, gardiyanların, mahkûmları taciz etmesinin bir yolu. Hiç haber vermeden taşınmak, insanları rahatsız eder. Yeni komşuları artık onlara tanıdık gelmez; hücrelerini süslerler, her şeyi temizleyip düzenlerler, sonra her şeye yeniden başlamak zorunda kalırlar.  Yine de o kadar rahatsız olmazdım ben. Çünkü burada rahatı hissetmek istemiyordum. Hayatımı perişan etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmalarını memnuniyetle karşılıyordum. Karşımda gardiyanları görünce, onlara “Buenos días, jefe!****** Neden bu kadar geciktin?” diye sorardım.


* Ted Bundy :70’li yıllarda birçok kadını öldüren bir seri katil
** Pi şiiri : Pi sayısının basamaklarındaki rakamlara uygun sayıdaki harflerden türetilen kelimelerle yazılan serbest nazım şiiri. 
*** atrofi : Körelme, dumura uğrama
**** uçurtma : Mahkumların birbirlerinin hücrelerine kıvırarak fırlattıkları üzerinde mesaj içeren kağıt parçaları
***** Capiche? : İspanyolca, Anladınız mı?
******Buenos días, jefe. : İspanyolca, Günaydın patron!

(Devam edecek)

4 yorum:

  1. Her şey o kadar çaresizlik içeriyor ki... İkide birde hücreden hücreye taşınmak bile benim için başlı başına bir panik atak sebebi! Sanırım Amerika'da hapse düşsem kesinlikle fazla hayatta kalamam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ABD nin iki yüzü olduğunu biliyordum. Şimdi olayları biraz daha iyi anlıyorum. Bize ve genel anlamda dış dünyaya gösterilen yüzü süper bir güç. Bükülmez bilek. Diğer yüzü çaresizlik, ırkçılık, paranın insan haysiyetini satın aldığı bir ortam.
      Rafael'i çok iyi anlıyorum Mrs. Kedi. Geldiği toprakları inkar etmiyor, sabırlı ve gerçekten de Tieresse'ye aşık biri. Sanırım, haksız yere ölüm hücrelerinde yıllarca sürünen birinin hücre değiştirmesi çektiği zulmün yanında hiçbir şey değil. Dikkat ettiyseniz o da burası benim rahat edeceğim bir yer olmayacak hiçbir zaman diyerek isyan ediyor.
      Daha önceki bölümlerde adını doğru telaffuz etmeyen baş gardiyan McKenzie'nin ona söylediği gibi. "Mahkum Za-heater, ismini yanlış telaffuz etmem, inan bana, kafanı takman gerekecek en küçük sorun"

      Sil
  2. oh kitap da yazdı. amerikada kadınlar hep böyle hapisteki erkeklere aşık oluyor ne garip bişi :) bence de somut kanıt yok hala :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir de Amerika'da hapishaneleri eleştiriyorlar di mi? Adam yemek kitabı bilem yazabiliyor:) Yazar tabii, adam gurme. Koca Tieresse'yi bile yaptığı yemeklerle tavladı:))
      Macar kadın cevap alamayınca fena köpürmüş:))
      Sure:)

      Sil