Şans yüzüme gülmüştü. Muhafız timi beni hücreme götürürken, mahkûmlar alkışlamaya başladılar, metal kaşıklarla tenekeden kahve kupalarına vuruyorlardı. Koğuşta futbol maçları ya da diğer spor karşılaşmalarındaki zaferleri kutlayamazdık. Sadece, içimizden birinin hayatta kalmayı başarması halinde tezahürat yapılıyordu.
Beni, infaz günüm belirlenmeden önce kaldığım
B-Bloktaki hücreme geri getirdiler. Lila, yine güvenlik ekibindeydi ve yanında
yeni göreve başlayan iki kişi daha vardı. Sargent, koridorun karşısında, aynı hücresinde kalmaya devam ediyordu.
“Aramıza yeniden hoş geldin, Inocente.” dedi. "Sana avukatının bitirim olduğunu söylemiştim."
Hücrem boştu. Lila'ya eşyalarımı ne zaman alacağımı sordum. Yeni gardiyanlardan
biri,
“Ölmediğine şükredeceğin yerde hala durmadan bir şeyler
istiyorsun.” dedi.
Sargent hücresinde gülmeye başladı. Kapım
kapandıktan ve Lila kelepçelerimi geri aldıktan sonra, kâğıttan bir uçurtma notu
sekerek ayağımın dibine düştü. Sargent, kâğıdın içine dört tane beyaz hap
sıkıştırmıştı. “Çok para harcamak, beni hiç bu
kadar mutlu etmemişti.” yazdığı notunun sonuna gülen bir suratla imzasını
atmıştı.
Gece yarısıydı. Ölümümün üzerinden altı saat
geçmiş olabilirdi. Kırk saattir uyumamıştım ama en ufak bir yorgunluk
hissetmiyordum. Bir saat yoga yaptım, sonra karşı hücreye doğru fısıldadım,
“Sağ
ol, Sargent.”
“Rica ederim.” dedikten sonra devam etti.
“Gece
yarısı oldu, Inocente, hadi artık yat da biraz
uyu.”
Haplardan ikisini yuttum, sabah beşe çeyrek kala kahvaltı
tepsisi gelene kadar gözümü kırpmadım. Sonra üzerime bir ağırlık çöktü, bir
takım sayıların okunduğu cızırtılı diyafon sesleri rüyalarıma karıştı. Rüyamda
babamla uçağa binmiş memlekete geri dönüyordum. Gardiyanlar saat sekizde yanıma
gelene kadar uyanmadım.
Üçü de oradaydı. Luther bana gülümsüyordu. Gardiyanlar
dışında kimseye dokunmadan beş yıldan fazla bir zaman geçirmiştim. Benim için çok önemli bir gündü bu. Hepsine sarılmak istedim. Bana bandana'nın
Pennsylvania'daki bir laboratuvara gönderildiğini ve iki haftadan kısa bir sürede
sonuçların alınacağını söylediler. Hepsi ayağa kalktı ve elleriyle cama
dokundular. Eğildim ve camın arkasından ellerini öptüm.
2.019. Gün: Avukatlarım bu kez zamanlama
konusunda yanılmışlardı. Görünen o ki, hiç kimse, idam cezasına çarptırılmış
mahkûmları kurtarmak için acele etmiyordu. Laboratuvar sonuçlarının çıkması altı
aydan fazla bir zaman aldı. Bazı bulgular elde edilmişti. Teknisyenler, kumaş
üzerindeki kurumuş terden iyi korunmuş DNA'yı çıkardılar ve parmak izine benzer, ancak ondan milyar kat daha güvenilir tam bir genetik görüntü elde ettiler. Avukatlarım,
çıkan sonuçları, daha önce suçlu bulunan veya suçlanan diğer şüphelilerin DNA veri
tabanı kayıtlarına göre gözden geçirdiler. Sonuçlar, Tieresse öldürüldükten üç ay
sonra, Houston'ın kuzeyindeki bir banliyöde, bir fahişeyi öldürmekten suçlu
bulunan biriyle eşleşti. Katil, kadını beyzbol sopasıyla öldürmüştü. Wichita Şelaleleri
yakınlarında bir hapishanede ömür boyu hapis cezasını çekiyordu.
Avukatlarım bunun üzerine şamdanın üzerinde yeniden DNA testi yapılmasını istedi. Yeni atanan savcı bu talebe karşı çıkmadı.
Tieresse’nin cinayetinden bu yana geçen yıllar içinde, teknoloji çok daha iyi
duruma gelmişti. Yeni teknikler sayesinde kimyagerler, bir parça deri hücresinden
genetik profil oluşturabiliyorlardı. Analistler silah üzerinde dört farklı
profil buldular. Biri Tieresse'ye, biri bana aitti. Profillerinden birinin
temizlikçi kadına ait olması sürpriz değildi. Dördüncü profil ise, bandana
üzerindeki DNA ile eşleşti.
Luther Wichita Şelalelerine gitti ve mahkûmla
videoya kaydettiği bir röportaj yaptı. Lucas Gleason adında, orta yaşlı, beyaz
bir adam. Çökmüş avurtlara ve solgun bir cilde sahip. Luther'e sirozu olduğunu ve
bir ay içinde ölümünün beklendiğini söylemiş.
Tieresse'yi öldürdüğünü itiraf etmişti.
Yaptığı bir soygun nedeniyle on yıllık hapis cezasına çarptırılmış ve Tieresse cinayetinden sekiz ay önce şartlı tahliye edilmiş. Daha sonra Houston'a
taşınmış. Şehir merkezinin doğu yakasında, sanayi bölgesindeki bir mahallede
bulduğu bir pansiyonda, tek kişilik bir oda için haftada altmış dolar kira ödüyormuş.
Sabahları bir taqueria'* da, öğleden sonra şık bir otelin otoparkında, araba yıkama
işinde çalışıyormuş. Karımı da ilk kez o otelde görmüş.
Orası, vakfın öğle yemeklerini düzenlendiği ve Tieresse’nin rutin olarak
katıldığı bir yerdi. Gleason, Luther'e anlatmaya devam etmiş.
Arabasını
vale standında bırakan Tieresse’in elindeki yüzüğü fark etmiş. Oturduğu
yerin adresini öğrenmek için arabanın plakasını not etmiş.
Luther’e, “Yüzük sahteydi. Sana onun tüm yüzük ve
kolyelerinin sahte olduğunu söylemiştim.” dedim.
Luther, “Gleason'un kuyumcu gözü olduğunu
sanmıyorum.” dedi.
Gleason'a daha sonra ne olduğunu sormuş.
Eve gidip zili çalmış ama kimse cevap vermemiş. Bir kez
daha çalmış. Kimsenin evde olmayabileceğini düşünmüş. Ön kapı açıkmış, oradan
içeri girmiş. İçeride hiçbir şey gözüne yeterince süslü gelmediği için, bir an yanlış eve
girmiş olabileceğini geçirmiş aklından. Ancak dolabı açtıktan hemen sonra içi elmas kolyelerle dolu olduğunu düşündüğü bir sürü kutuyla karşılaşmış. Artık doğru yerde
bulunduğuna kanaat getirmiş. Mücevherleri cebine doldurmuş ve dışarı çıkmış. Fakat yolunu şaşırıp yanlış yöne dönmüş ve karşısına bir çalışma masası çıkmış.
“Sağa döneceğine sola dönmüş.” dedim. Luther bana baktı ve sonra kaldığı yerden devam
etti.
Gleason, daha sonra salona girmiş ve masanın çekmecesini açmak için bir an duraksamış. Başını kaldırdığında, Tieresse’yi karşısında görmüş. Saçları
havluyla sarılmış, üzerinde bornoz varmış. Duştan yeni çıkmış. Gleason etrafı
karıştırırken muhtemelen sesleri duymuş olabilirmiş. Tieresse, onun kim olduğunu sorunca yerinden sıçramış. Panikleyip onu öldürmüş.
Luther ona saatin kaç olduğunu sormuş. Hatırlamadığını söylemiş.
Luther ısrarla bir kez daha sormuş. Bu kez Gleason,
“Dinle, dostum, kaybedecek hiçbir şeyim yok. Eğer bilseydim, sana
söylerdim. Tek bildiğim, oraya vardığımda hava kararmıştı ve oradan ayrılırken zifiri
karanlıktı. Bunu hatırlıyorum çünkü ilk başta hiç ışık olmadan içeriyi
görebiliyordum ama dönüş yolumda birkaç kez tökezlemiştim. Yakayı ele vereceğimi hiç düşünmemiştim,
en azından bugüne kadar.” demiş.
Luther, Gleason'a bu işi nasıl yaptığını sormuş.
“Kadını öldürdüğümü artık bildiğini sanıyordum.” demiş.
Luther
ona beş fotoğraf göstermiş: tahta bir tokmak, şömine demiri, kristal kâğıt
ağırlığı, beysbol sopası ve şamdan.
“Bunlardan herhangi birini kullandın mı?” diye sormuş.
Gleason, “Evet,” demiş, parmağını cinayet silahının üzerine koymuş.
*taqueria : küçük Meksika lokantası
II. BÖLÜMÜN SONU
(Devam edecek)
Vay canına! Demek ki bizim Rafael cidden masummuş!
YanıtlaSilIn fact, you have to be afraid of innocents:))
Silalla allaaaa sıradan bir hırsızlık vakasıymış yani sonra da öldürmüş bu kadar basitmiş yaa :) bandana işe yaradı :) şamdanı hatırladı herhalde :) teknolojinin yararları :) eee bundan sonra nolcak ki :)
YanıtlaSilEsas film bundan sonra başlıyor:)))
Sil