BÖLÜM III
2.029. günün şafak vaktinde hücremin önüne birkaç gardiyan geldi. İlçe hapishanesinde bir yıl, bir ay, on dokuz gün ve ölüm hücresinde
beş yıl, altı ay, yirmi iki gün geçirmiştim. Yeniden geri dönmeyeceğime henüz ikna olmamıştım.
“Yanıma ne almalıyım?” diye sordum.
McKenzie, “Benimle dalga mı geçiyorsun, Za-heater? Neyin
varsa, hepsini al götür. Artık taşınıyorsun buradan." dedi.
Günlüğümü, pamuklu tulumumu bir koliye yerleştirdim. Nerede yaşamaya karar verirsem vereyim, onu alıp karşımda
görebileceğim bir yere asmayı planlamıştım. Böylece ömrümün geri kalan kısmında, beyaz tulumumun sırtına siyah renkte işlenmiş DR* harfleri her gün gözümün önünde olacaktı. Yemek
ısıtıcısı ve radyomu Mao için ayırdım. Sargent'a ne istediğini sordum.
“Senden benim tek isteğim Inocente, bu lanet olası yeri terk ederken, arkandan sıska kıçını izlemek.”
dedi. Gülümsediğini görebiliyordum. Ondan satranç setimi almasını rica ettim
çünkü onu bana Águila vermişti.
“Tamam, kardeşim.” dedi. Diğer tüm eşyalarımın hepsini olduğu gibi bıraktım.
McKenzie, “Eller!” dedi.
Üç saat içinde serbest
bırakılmam gerekiyordu ancak TDC**'nin bazı prosedürleri vardı.
Çömeldim ve arkamı dönüp bileklerimi uzattım. Kapım açılır açılmaz kıyamet
kopmuştu. Bu, büyük zaferin sesleriydi ve .dünyanın bu yüzünde zaferlerle oldukça nadir karşılaşıldığı için sesler oldukça fazla gürültülüydü. Tezahürat devam ederken Sargent'ın
“Kendine iyi
bak, Inocente” dediğini duydum.
Yumruğunu kapıya dayamıştı.
Sargent hakkında söylenenleri dinler veya yaptıklarını anlatan bir
gazete okursanız, muhtemelen onun, soğukkanlı bir canavar olduğunu düşünürsünüz.
Kafanızın karışması için sadece bir katili tanımanız yeterlidir. O, ailem ve eşim dışında tanıdığım en iyi insan, benim en iyi arkadaşımdı. Tam anlamıyla hayatımı kurtaran
tek arkadaş!
“Bana güven, seni ziyaret etmek için yine
geleceğim.” dedim.
Her iki yanımda bana eşlik eden iki gardiyan ve eşyalarımı
sürükleyen bir görevliyle beraber, beş yıldan daha uzun bir süre önce
girmiş olduğum kapıdan dışarı çıktım. Geri döndüm ve çömelip karşımdaki beton
binaya baktım, daha sonra atların otladığı tarla boyunca, kulübelerinin önünde havlayan köpekleri izleyerek ilerledik. McKenzie,
“Gitmeye hazır mısın?" diye sordu.
“Evet, efendim.” dedim.
Minibüsün arka kapısı açıldı. İçeride üç polis
oturuyordu. Güvenlik Timi beni arka tarafa yönlendirirken McKenzie,
“Senin yaşadıkların bizim buralarda çok sık karşılaştığımız bir şey değil. Bol şans, Za-heater.” dedi.
“Belki hiç olmayan bir şey.”
dedim. Arkamda yürüyen güvenlikçi,
“Bak bu doğru.” dedi. McKenzie başını salladı. Elimi
sıkmaya yeltenmedi.
Eşyalarımı taşıyan görevli, elindekileri arabaya
yerleştirdi. Eğilirken yaka kartından ismini gördüm.
“Memur Mullins, yardımlarınız için teşekkür
ederim.” dedim.
“İyi yolculuklar, efendim.” dedi. İki saatten kısa bir süre içinde Houston'daki adliye binasına vardık.
Benim gibi mahkûmlar başka bir insana
dokunamamış olmaktan yakınırlar, sadece cinsellik üzerine konuşmayız, hatta
konuşmalarımızın çoğu seksle alakalı değildir. Hiç aklınıza gelmeyen şeylerden
bahsederiz: karşıdan gelen komi, yanınızdan geçerken size çarpmaması için erken
davranıp omzunu nasıl kullanır ya da arkanızdaki sous şef ateşten aldığı kızgın tereyağıyla
sizi haşlamamak için eliyle sırtınıza hafifçe nasıl dokunur türünden şeyler. Kalabalık
bir yerde bir kadına dirseğinizi kullanarak yol açmaktan ya da yan yana bar
taburesinde otururken size bir sırrını fısıldamak için, kolunu omzunuza atarak kendine
doğru çeken bir arkadaşınızdan bahsederiz. Anlayacağınız benim gibiler
hapishaneye girdikten sonra artık görme imkanımızın olmadığı şeyleri konuşuruz.
Ve nihayet adliyenin arka kapısında benimle
buluşmayı bekleyen Olvido, Luther ve Laura'yı gördüğüm zaman, artık özgür olduğumu
anlamaya başlamıştım. Onları hararetle kucaklarken nefesimin kesildiğini
hissettim. Teşekkür etmeye çalıştım ama onun yerine hıçkırıklara boğuldum.
Luther bana bir kot pantolon, siyah bir tişört, spor ayakkabısı ve bir
çift çorap uzatırken
“Bunlar sana biraz büyük
gelebilir.” dedi.
Böylece, Buffalo
Bayou üzerinde güneş doğarken, Harris County İlçe Adliye Binasının mahkûm girişi olarak kullanılan kapısının sahanlığında durdum,
hapishane kıyafetimi çıkardım ve son duruşma günümden bu yana ilk kez sivil
kıyafetlerime kavuştum. Yedi adet canlı yayın aracı, cadde boyunca dizilmişti. Bütün bu
hazırlıklar, tahliye edildiğimin haberini yapmak içindi. Büyük yayın
kuruluşlarının hepsi oradaydı ve hatta Avrupa'dan bazı kanallar da yerini almıştı.
Olvido öne çıktı, yüzümü avuçlarının arasına aldı.
“Rafael,” dedi. “Masum olduğunu bildiğim insanları
temsil etmekten nefret ediyorum”
O sabah, Teksas’ın
idam mahkûmlarına ev sahipliği yapan ve ölüm hücreleri olarak bilinen TDC Polunsky
Birimi'nin bir sakini, 0002647 numaralı mahkûm iken, öğleden sonra özgür bir insandım.
Ülkenin dört bir yanından elli kadar basın mensubu, biri
Meksika, biri Kanada ve diğerleri Batı Avrupa'dan gelen beş gazetecinin doldurduğu
salonda, büyük mermer bir masanın başına oturup ilk basın toplantımı yaptım.
Soruların çoğu anlamsızdı.
Dışarıda olmak nasıl bir duygu? Harika.
En çok neyi özlediniz? Kelepçesiz dolaşmayı.
Avukatlarınıza ne söylemek istersiniz? Hepsine teşekkür
ederim.
Bu trajediden sorumlu olan insanlar hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Bu soruyu, yeni atanan Bölge Savcısına teşekkür ederek atlattım ancak Fransız aksanıyla konuşan uyanık muhabir yakamı bırakmadı ve o gün bana yöneltilen en akıllı soruyu sordu ki bu benim cevaplayamadığım tek soruydu.
Bu soruyu, yeni atanan Bölge Savcısına teşekkür ederek atlattım ancak Fransız aksanıyla konuşan uyanık muhabir yakamı bırakmadı ve o gün bana yöneltilen en akıllı soruyu sordu ki bu benim cevaplayamadığım tek soruydu.
"Sizce, hata yapan yetkililere ne tür bir işlem
yapılması gerekir?
Bu benim aklımdan çıkaramayacağım bir soru olmuştu.
Daha sonra ilk kutlamayı bira içerek yaptım.
Olvido, Luther, Laura ve ben, deniz kenarındaki açık havada bir barda oturduk. Yolun biraz aşağısındaki bira fabrikasında üretilen jalapeño birasının tadına
vardım. Tekerlekli servis arabasına masada boşları toplayan, dişlerinin yarısı
eksik siyahî bir adam önümüzde durdu, kafasıyla beni işaret etti ve
“Sizi tanıyorum.” dedi. “Başkan Bush’un
akrabasısınız, değil mi? Bana verebilecek birkaç kuruşunuz var mı?”
Arka cebimi yokladım ama henüz ne cüzdanım ne de
param vardı. Luther bana beş dolar verdi.
“Kâğıt para kabul eder misin? diye sordum. Gözleri
parladı.
Parayı uzatırken,“İyi şanslar şefim.” dedim.
Gülümsedi ve
“Başkan Bush’un akrabası, ha. Seni tanıdım! Şansa
bak! Millet, bakın burada, kırk üç numaralı akraba!” Arabasını karşı sıradaki
diğer masalara doğru sürükledi.
Olvido, akşam yemeği için ne yemek istediğimi sordu.
“Aslına bakarsanız benim istediğim, akşam yemeğini
hava karardıktan sonra yemek. Elbette buna hepiniz karar vereceğiz.” dedim.
Metroya binerek doğu tarafında mağara şeklinde ve on
metre tavan yüksekliğine sahip bir restorana gittik. İçeride, denemeye
korktuğum yüzlerce çeşit tekila vardı. Neyse ki patron, bir tepsiye beş
çeşidini koyup gönderdi. Haberi duyan bazıları
benimle göz temasına geçip başlarıyla selamladı. Birkaçı elimi sıkmak için yanıma
geldi. Kahvelerimizi bitirmek üzereyken garson yanımıza geldi ve müşterilerden birinin hesabı ödediğini söyledi.
*DR (Death Row): Ölüm hücresi, idam cezasına çarptırılmış mahkûmlarının kaldığı hücrelerden oluşan hapishane koğuşu
** TDC (Texas Department of Criminal Justice): Teksas Adalet Bakanlığı)
(Devam edecek)
Şimdi neler olacak acaba?
YanıtlaSilHolywood'tan teklif alacağını ve hayatının filminde başrolü oynayacağını düşünmüştüm fakat öyle değil. Aslında niyetin ne olduğuna dair satır aralarında ipucu veriyor ancak romanın ileri kısımlarında bunun farkına varıyorsunuz.
SilÖnceki bölümlerin yorumlarında hafiften spoiler sezdim zaten ama bakalım :D
SilEvet, dayanamadım biraz fazla spoiler verdim. Ancak kitabı henüz bitiremedim, bizim bu Rafael iyi adam hoş adam da, ateşle oynamaktan yine kendini alamıyor. Finali ben de merak ediyorum:)
Siloh ne şanslı adam yaaa, zor olan gerçekleşti de şimdi napacak bakalım, artık içeri girip çıktı, kaşınır bu rafael :)
YanıtlaSilO kesin, rahat batıyor insana işte:)))
Sil