7 Temmuz 2020 Salı

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 64/4


Stream'e, “Sen farkı görmüyorsun ya da görmek istemiyorsun belki ama ben gerçeğin farkındayım. Churchill, "Demokrasiye karşı en iyi argüman, ortalama bir seçmenle beş dakikalık konuşmanızdır." demiş. Aynı şey ortalama bir yargıç için de rahatlıkla söylenebilir, çünkü ne siz, ne de size oy verenler, safsatalarınızın gerçek dünya üzerinde nasıl bir etki yarattığını anlamaktan hayli uzaksınız.” dedim.

Stream, “Churchill asla böyle bir şey söylemez.” dedi.

“Haklı olabilirsin, John. Belki de uydurmuş olabilirler. Ama asıl mesele bu değil.” dedim.

Önemli olan, sözün doğruluğuydu. Yanlarından ayrılmak için eşyalarımı toplarken Moss tartışmaya katıldı.


“Avukatının ünlü biri olduğunu bildiğini sanıyorum. Pek çok kez idam cezanı neredeyse müebbede çeviriyordu. Fakat yargıçların çoğu, sistemden yararlanan birine karşı cömert davranmaya pek meyilli değiller.” dedi.


“Jane, müvekkilinin zihinsel engelli olduğuna dikkat çeken bir avukata tam beş bin dolar para cezası verdin. Adamı tanıyordum. Yaşamım boyunca engelli olduğu bu kadar belirgin olan başka bir insan görmedim.” dedim.

Moss, “Üzerimize molotof kokteylleri atan sadece senin avukatın değildi.” dedi.

“Sizden anladığım şu: Agresif avukatlara kızıyor, bu yüzden acısını müvekkillerinden çıkarıyorsunuz. Diğer taraftan söyleyecek bir şeyleri olmasa bile beceriksiz avukatları daha fazla dikkate alıyorsunuz. Doğru mu anlıyorum?” dedim.

Stream” Eğer duruşmada bir avukat yüz kez itiraz etmezse sizin gibi adamların gözünde beceriksiz oluyor. Gerçek şu ki, pek çok avukat her konuyu gündeme getirmiyor, çünkü onların çoğu anlamsız olduğu için sonucu etkilemez. Zayıf bir iddiada bulunmanın, hiçbir iddiada bulunmamak kadar zararlı olduğu kabul edilir.” dedi.


Ailem dindar değildi, ama hem annem hem de babam iyiliğe ve kötülüğe inanıyordu. Belki de bu yüzden Utah'daki üniversitede kendimi evimde hissetmiştim. Beni çevreleyen Mormonların çok net bir doğru ve yanlış görüşü vardı. Dini inançlarını paylaşmadım ama ahlak anlayışlarını kolaylıkla benimseyebilirdim. Ne kadar yanıldığımı anlamak için cinayetten hüküm giymem gerekiyormuş.


Stream'e, “İdam koğuşunda ölümü bekleyen kaç mahkûm var?” diye sordum.

“Kesin bir bilgim yok.” dedi.

Moss'a baktım. Omuz silkti.

“Üç yüz kırk beş” dedim. “Eğer şu anda ikinizi de vurup öldürecek olsam, üç yüz kırk tanesi, dama oyunlarından başlarını bile kaldırmaya tenezzül etmez. Hatta onlar, bu yaptığımın doğru bir şey olduğunu gayet rahat söyleyebilirler. Bu ahlaki mutlaklar neyi gösterir biliyor musun?" dedim.


Stream, “Katillerle dolu bir hapishanede ahlaki otorite mi arıyorsun?” diye sordu.

“Aslında, ölüm hücrelerindeki birçok mahkûm, idam cezasının olması gerektiğine en az sizin kadar inanıyor. Ancak onlardan hiçbiri, devlete, birini öldürmesi için yeşil ışık yakmadan önce, her şeyin araştırılıp kesin kanıtlarla ortaya dökülmesini istemenin gereksiz bir talep olduğunu düşünmüyor." dedim.

Stream, “Hiçbir şeyden kesin olarak emin olamayız.” dedi.

“Ben olurum. Ben karımı öldürmediğimden kesinlikle eminim.” dedim.

Bir süre duraksadım. Döndüm ve TV'nin yanında, duvara astığım katilin resmini gösterdim. Stream'e baktım,

“Kesinlikle emin olduğum başka bir şey daha var. Sen ve Jane, eğer sizin kafanızdan gidilseydi, ben ölecektim ve ne siz ne de başka biri masum olduğumu asla öğrenemeyecekti.” dedim.

Moss, “Bu doğru, Bay Zhettah.” dedi. “Ne demek istediğinizi anlıyorum, gerçekten anlıyorum fakat ondan önce, jürinin eldeki kanıtlara dayanarak karar verdiği bir hukuk sistemimiz var.” dedi.

“Yanlış yargılanan siz olmadığınız sürece on iki yabancıya güvenmek kolay olmalı. Belki bu beni ahlaki evreninizde otoriter yapar, ama ölüm ateşine odun taşıyan bir çete üyesi olmaktansa doğru şeyi yapmaya çalışan bir diktatör olmayı tercih ederim.” dedim.

Tabağımı plastik çöp torbasına koydum. Görüşmek üzere, dedim.

Stream, “Omlet için teşekkürler.” dedi.

Çabuk ayrıldım, bu yüzden benim öfkeli halimi fark etmediler. Bana göre bu son tartışmayı kazanmıştım ama bunun sebebi bana zor soru sormuş olup olmamaları mıydı, merak ettim: Bu bize bir şeyler öğretebiliyorsa, tam olarak beklediğimiz hangi dersi öğrenmekti? Ve mesele eğer öğrenmek değilse, neden buradaydık? Sofist oluyorum diye endişelenmeye başlamıştım.

Ölüm hücresinde kaldığım yıllarda Olvido ile ailem hakkında sadece iki kez konuşmuştum: tanıştığımız gün ve bana temyiz başvurumuzun geri çevrildiğini söylediği gün.

“Haberler kötü.” demişti.  Bu her şeyi kaybettiğimiz anlamına gelmiyordu ama Eyalet Mahkemesinden gelecek karara epeyce umut bağlamıştık.

“Federal hâkimlerin daha adil olduğunu duymuştum.” dedim.

“Adil olmakla hiçbir ilgisi yok.” demişti. Anladığım kadarıyla Olvido, Eyalet Mahkemesinden çıkacak kararları önemsiyordu. Çünkü Federal Mahkemede yargıçların masum olup olmadığınız konusunu daha fazla dikkate aldıklarını düşünüyordu.

“Peki, ne anlatmaya çalışıyorsun?” diye sormuştum.

Olvido, “1990'lı yıllarda yayınlanan Yargıtay emsal kararında, yargılamada kanaat ve karar adil olduğu sürece, devletin masum bir insanı idamla cezalandırmasında, ABD Anayasası bakımından hiçbir engel bulunmadığına hükmetmişti.” dedi.

“Eğer masum bir kişi ölüm hücresine gönderilirse, bu durum açık bir haksızlık değil mi?” dedim.

“Elbette, senin bunu haksızlık olarak düşünmen mümkün.” dedi.

Ona babamı en son gördüğüm bir anımdan bahsettim. Üniversite birinci sınıftayken Noel tatili için eve gitmiştim. Sınavlarımız ocak ayında olduğu için zamanımın çoğunu çalışmakla geçiriyordum. Bir sabah, felsefenin ne olduğunu bile bilmeyen babam ne okuduğumu sorduğu sırada, Sokrat’ın diyalogları arasında kaybolmuştum. Onların, hükümetin insanlara adil davranmasının ne anlama geldiğini düşünerek zamanlarını geçiren gerçekten zeki insanlar olduğunu söyledim. Annem odaya girdiğinde babamın keyfi yerindeydi.


Quizás mi hijo va a ser un profesor.”* demişti. Ben istesem bile öğretmen olmam için notlarım yeterli değildi ama onun gururunu kıracak bir şey söylememiştim. Annem ise ikimizden de daha gerçekçiydi ve boş konuşmaktan hoşlanmazdı.


Qué loco.** Bardağın yarısı boş mu, yoksa dolu mu diye tartışarak geçimini sağlayabileceğini mi düşünüyorsun?” dedi.

Babam güldü ve annemi alnından öptü. Kolunu boynuma doladı ve beni kendine çekti. Motor yağı, deri ve taze biçilmiş çimen kokuyordu.


En mi vida, el vaso siempre está medio lleno”*** dedi. Dediği doğruydu. Onun bardağı her zaman yarı doluydu.


Federal Polis ve ordunun onun peşinde olduğunu bilmiyordu. Otuz altı saat sonra öldü, fakat yatağında hâlâ gülümsüyordu.

Olvido'ya “Neden biliyor musun?” diye sordum.

Başını sallamıştı. Biliyordu. Amacı doğrultusunda hizmet etmişti. Karısını sevmiş ve onun geçimini sağlamıştı. Oğlunu Amerika'ya göndermişti. 



“Ona Amerika'da masum ya da suçlu olmanın herhangi bir fark yaratmadığını söyleseydim bana asla inanmazdı. Senden ve diğerlerinden Meksika'ya gitmemenizi ve akrabalarımı bulmamanızı istediğimde, onların benden utanacaklarından endişeleniyordum. Fakat artık benden utanacaklarından eminim.” dedim.



Sonra, Olvido bana şaşırtıcı bir şey söyledi. Ona eyalet mahkemelerinin neden daha iyi olduklarını sorduğumda,


“İster inan, ister inanma, Teksas'ta << masum birini asla idam edemezsiniz >> diye kendine has bir kuralı var.” demişti.


*“Quizás mi hijo va a ser un profesor.”: İspanyolca, "Benim oğlum öğretmen olacak."


**Qué loco.”: İspanyolca, "Çıldırmışsın sen."


***En mi vida, el vaso siempre está medio lleno”: İspanyolca, "Hayatım boyunca bardağım hep yarı doluydu."


(Devam edecek)

6 yorum:

  1. Amerika'daki eyalet sistemi cidden değişik. Yasalar eyaletten eyalete değişiyor. Bazı eyaletlere idam cezası yokken bazılarında var. Hatta bazen bir eyalette işlenen suçtan başka bir eyalette tutuklanmayabiliyorlar sanıklar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fakat hepsinin ortak bir yönü var sanırım. Beyazlar zenci ve göçmenlerin yanında her daim birinci sınıf:(

      Sil
    2. Evet, ırkçılık cidden oldukça büyük sorun bir sorun. Kızılderililere ve siyahilere yaptıkları yetmiyor, göçmenlere de hayatı dar ediyorlar. Sırf o da değil, hayatın her alanında zorbalar var. Okullarda azıcık sivrilen tipler hemen diğerlerini eziyor. Gayler, kilo sorunu olanlar, gözlüklüler... Çoğunluktan farklı olanın yaşamı her daim zor maalesef.

      Sil
    3. O beyazların ceddini araştırsan hepsi Avrupa'dan kaçıp izini kaybettirmiş kanun kaçağı ayak takımı çıkar. Ne yazık ki şimdi, onların torunları dünyayı sömürüyor.

      Sil
  2. ha haaaa rafael bu ikisine bişiler öğretmek istiyo gerçekten de ama o öğrencek bişiler herhaldeee :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hepsi bir şeyler öğretiyorlar birbirlerine, dur bakalım bu işin sonu nereye varacak;)

      Sil