Stream'e, “Sen farkı görmüyorsun ya da görmek
istemiyorsun belki ama ben gerçeğin farkındayım. Churchill, "Demokrasiye
karşı en iyi argüman, ortalama bir seçmenle beş dakikalık konuşmanızdır." demiş. Aynı şey ortalama
bir yargıç için de rahatlıkla söylenebilir, çünkü ne siz, ne de size oy
verenler, safsatalarınızın gerçek dünya üzerinde nasıl bir etki yarattığını
anlamaktan hayli uzaksınız.” dedim.
Stream, “Churchill asla böyle bir şey söylemez.”
dedi.
“Haklı olabilirsin, John. Belki de uydurmuş
olabilirler. Ama asıl mesele bu değil.” dedim.
Önemli olan, sözün doğruluğuydu. Yanlarından ayrılmak için eşyalarımı toplarken Moss tartışmaya katıldı.
Önemli olan, sözün doğruluğuydu. Yanlarından ayrılmak için eşyalarımı toplarken Moss tartışmaya katıldı.
“Avukatının ünlü biri olduğunu bildiğini sanıyorum.
Pek çok kez idam cezanı neredeyse müebbede çeviriyordu. Fakat yargıçların çoğu, sistemden yararlanan birine karşı cömert davranmaya pek meyilli
değiller.” dedi.
“Jane, müvekkilinin zihinsel engelli olduğuna
dikkat çeken bir avukata tam beş bin dolar para cezası verdin. Adamı
tanıyordum. Yaşamım boyunca engelli olduğu bu kadar belirgin olan başka bir insan görmedim.” dedim.
Moss, “Üzerimize molotof kokteylleri atan
sadece senin avukatın değildi.” dedi.
“Sizden anladığım şu: Agresif avukatlara kızıyor,
bu yüzden acısını müvekkillerinden çıkarıyorsunuz. Diğer taraftan söyleyecek
bir şeyleri olmasa bile beceriksiz avukatları daha fazla dikkate alıyorsunuz. Doğru
mu anlıyorum?” dedim.
Stream” Eğer duruşmada bir avukat yüz kez itiraz
etmezse sizin gibi adamların gözünde beceriksiz oluyor. Gerçek şu ki, pek çok avukat her konuyu gündeme getirmiyor, çünkü onların çoğu anlamsız olduğu için sonucu etkilemez. Zayıf bir iddiada bulunmanın, hiçbir iddiada bulunmamak
kadar zararlı olduğu kabul edilir.” dedi.
Ailem dindar değildi, ama hem annem hem de babam
iyiliğe ve kötülüğe inanıyordu. Belki de bu yüzden Utah'daki üniversitede
kendimi evimde hissetmiştim. Beni çevreleyen Mormonların çok net bir doğru ve
yanlış görüşü vardı. Dini inançlarını paylaşmadım ama ahlak anlayışlarını
kolaylıkla benimseyebilirdim. Ne kadar yanıldığımı anlamak için cinayetten
hüküm giymem gerekiyormuş.
Stream'e, “İdam koğuşunda ölümü bekleyen kaç mahkûm var?” diye sordum.
“Kesin bir bilgim yok.” dedi.
Moss'a baktım. Omuz silkti.
“Üç yüz kırk beş” dedim. “Eğer şu anda ikinizi de vurup öldürecek olsam, üç yüz kırk tanesi, dama oyunlarından başlarını bile kaldırmaya tenezzül etmez. Hatta onlar, bu yaptığımın doğru bir şey olduğunu gayet rahat söyleyebilirler. Bu ahlaki mutlaklar neyi gösterir biliyor musun?" dedim.
Stream, “Katillerle dolu bir hapishanede ahlaki otorite mi arıyorsun?”
diye sordu.
“Aslında, ölüm hücrelerindeki birçok mahkûm, idam cezasının olması
gerektiğine en az sizin kadar inanıyor. Ancak onlardan hiçbiri, devlete, birini
öldürmesi için yeşil ışık yakmadan önce, her şeyin araştırılıp kesin kanıtlarla
ortaya dökülmesini istemenin gereksiz bir talep olduğunu düşünmüyor." dedim.
Stream, “Hiçbir şeyden kesin olarak emin olamayız.” dedi.
“Ben olurum. Ben karımı öldürmediğimden kesinlikle eminim.” dedim.
Bir süre duraksadım. Döndüm ve TV'nin yanında, duvara astığım
katilin resmini gösterdim. Stream'e baktım,
“Kesinlikle emin olduğum başka bir şey daha var. Sen ve
Jane, eğer sizin kafanızdan gidilseydi, ben ölecektim ve ne siz ne de başka biri masum olduğumu asla öğrenemeyecekti.” dedim.
Moss, “Bu doğru, Bay Zhettah.” dedi. “Ne demek
istediğinizi anlıyorum, gerçekten anlıyorum fakat ondan önce, jürinin eldeki
kanıtlara dayanarak karar verdiği bir hukuk sistemimiz var.” dedi.
“Yanlış yargılanan siz olmadığınız sürece on
iki yabancıya güvenmek kolay olmalı. Belki bu beni ahlaki evreninizde otoriter
yapar, ama ölüm ateşine odun taşıyan bir çete üyesi olmaktansa doğru şeyi
yapmaya çalışan bir diktatör olmayı tercih ederim.” dedim.
Tabağımı plastik çöp torbasına koydum. Görüşmek
üzere, dedim.
Stream, “Omlet için teşekkürler.” dedi.
Çabuk ayrıldım, bu yüzden benim öfkeli halimi
fark etmediler. Bana göre bu son tartışmayı kazanmıştım ama bunun
sebebi bana zor soru sormuş olup olmamaları mıydı, merak ettim: Bu bize bir
şeyler öğretebiliyorsa, tam olarak beklediğimiz hangi dersi öğrenmekti? Ve mesele
eğer öğrenmek değilse, neden buradaydık? Sofist oluyorum diye endişelenmeye
başlamıştım.
Ölüm hücresinde kaldığım yıllarda Olvido ile ailem hakkında sadece
iki kez konuşmuştum: tanıştığımız gün ve bana temyiz başvurumuzun geri çevrildiğini söylediği gün.
“Haberler kötü.” demişti. Bu her şeyi kaybettiğimiz anlamına gelmiyordu
ama Eyalet Mahkemesinden gelecek karara epeyce umut bağlamıştık.
“Federal hâkimlerin daha adil olduğunu duymuştum.”
dedim.
“Adil olmakla hiçbir ilgisi yok.” demişti. Anladığım kadarıyla Olvido, Eyalet
Mahkemesinden çıkacak kararları önemsiyordu. Çünkü Federal Mahkemede yargıçların masum olup
olmadığınız konusunu daha fazla dikkate aldıklarını düşünüyordu.
“Peki, ne anlatmaya çalışıyorsun?” diye sormuştum.
Olvido, “1990'lı yıllarda yayınlanan Yargıtay emsal kararında,
yargılamada kanaat ve karar adil olduğu sürece, devletin masum bir insanı idamla
cezalandırmasında, ABD Anayasası bakımından hiçbir engel bulunmadığına hükmetmişti.”
dedi.
“Eğer masum bir kişi ölüm hücresine gönderilirse,
bu durum açık bir haksızlık değil mi?” dedim.
“Elbette, senin bunu haksızlık olarak düşünmen mümkün.”
dedi.
Ona babamı en son gördüğüm bir anımdan bahsettim. Üniversite
birinci sınıftayken Noel tatili için eve gitmiştim. Sınavlarımız ocak ayında
olduğu için zamanımın çoğunu çalışmakla geçiriyordum. Bir sabah, felsefenin ne
olduğunu bile bilmeyen babam ne okuduğumu sorduğu sırada, Sokrat’ın
diyalogları arasında kaybolmuştum. Onların, hükümetin insanlara adil
davranmasının ne anlama geldiğini düşünerek zamanlarını geçiren gerçekten zeki insanlar
olduğunu söyledim. Annem odaya girdiğinde babamın keyfi yerindeydi.
“Quizás mi
hijo va a ser un profesor.”* demişti. Ben istesem bile öğretmen olmam için notlarım yeterli değildi ama onun gururunu kıracak
bir şey söylememiştim. Annem ise ikimizden de daha gerçekçiydi ve boş konuşmaktan hoşlanmazdı.
“Qué loco.** Bardağın yarısı
boş mu, yoksa dolu mu diye tartışarak geçimini sağlayabileceğini mi düşünüyorsun?”
dedi.
Babam güldü ve annemi alnından öptü. Kolunu
boynuma doladı ve beni kendine çekti. Motor yağı, deri ve taze biçilmiş çimen kokuyordu.
“En mi
vida, el vaso siempre está medio lleno”*** dedi. Dediği doğruydu. Onun bardağı her zaman yarı doluydu.
Federal Polis ve ordunun onun peşinde olduğunu bilmiyordu. Otuz altı
saat sonra öldü, fakat yatağında hâlâ gülümsüyordu.
Olvido'ya “Neden biliyor musun?” diye sordum.
Başını sallamıştı. Biliyordu. Amacı doğrultusunda hizmet etmişti. Karısını sevmiş ve onun geçimini sağlamıştı. Oğlunu Amerika'ya göndermişti.
“Ona Amerika'da masum ya da suçlu olmanın herhangi bir fark yaratmadığını söyleseydim bana asla inanmazdı. Senden ve diğerlerinden Meksika'ya gitmemenizi ve akrabalarımı bulmamanızı istediğimde, onların benden utanacaklarından endişeleniyordum. Fakat artık benden utanacaklarından eminim.” dedim.
Başını sallamıştı. Biliyordu. Amacı doğrultusunda hizmet etmişti. Karısını sevmiş ve onun geçimini sağlamıştı. Oğlunu Amerika'ya göndermişti.
“Ona Amerika'da masum ya da suçlu olmanın herhangi bir fark yaratmadığını söyleseydim bana asla inanmazdı. Senden ve diğerlerinden Meksika'ya gitmemenizi ve akrabalarımı bulmamanızı istediğimde, onların benden utanacaklarından endişeleniyordum. Fakat artık benden utanacaklarından eminim.” dedim.
Sonra, Olvido bana şaşırtıcı bir şey söyledi. Ona eyalet
mahkemelerinin neden daha iyi olduklarını sorduğumda,
“İster inan, ister inanma, Teksas'ta << masum birini asla idam edemezsiniz >> diye kendine has bir kuralı var.” demişti.
*“Quizás mi hijo va a ser un profesor.”: İspanyolca, "Benim oğlum öğretmen olacak."
**“Qué loco.”: İspanyolca, "Çıldırmışsın sen."
***“En mi vida, el vaso siempre está medio lleno”: İspanyolca, "Hayatım boyunca bardağım hep yarı doluydu."
(Devam edecek)
*“Quizás mi hijo va a ser un profesor.”: İspanyolca, "Benim oğlum öğretmen olacak."
**“Qué loco.”: İspanyolca, "Çıldırmışsın sen."
***“En mi vida, el vaso siempre está medio lleno”: İspanyolca, "Hayatım boyunca bardağım hep yarı doluydu."
(Devam edecek)
Amerika'daki eyalet sistemi cidden değişik. Yasalar eyaletten eyalete değişiyor. Bazı eyaletlere idam cezası yokken bazılarında var. Hatta bazen bir eyalette işlenen suçtan başka bir eyalette tutuklanmayabiliyorlar sanıklar.
YanıtlaSilFakat hepsinin ortak bir yönü var sanırım. Beyazlar zenci ve göçmenlerin yanında her daim birinci sınıf:(
SilEvet, ırkçılık cidden oldukça büyük sorun bir sorun. Kızılderililere ve siyahilere yaptıkları yetmiyor, göçmenlere de hayatı dar ediyorlar. Sırf o da değil, hayatın her alanında zorbalar var. Okullarda azıcık sivrilen tipler hemen diğerlerini eziyor. Gayler, kilo sorunu olanlar, gözlüklüler... Çoğunluktan farklı olanın yaşamı her daim zor maalesef.
SilO beyazların ceddini araştırsan hepsi Avrupa'dan kaçıp izini kaybettirmiş kanun kaçağı ayak takımı çıkar. Ne yazık ki şimdi, onların torunları dünyayı sömürüyor.
Silha haaaa rafael bu ikisine bişiler öğretmek istiyo gerçekten de ama o öğrencek bişiler herhaldeee :)
YanıtlaSilHepsi bir şeyler öğretiyorlar birbirlerine, dur bakalım bu işin sonu nereye varacak;)
Sil