KATEGORİLER

27 Aralık 2023 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 227

Sevgili  DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu haftanın konusu sevgili Sade ve Derin / DeepTone'dan.  

"Sanat hayatımıza bir anlam veya amaç mı verir yoksa bizi hayattan uzaklaştırır mı?"

Belli bir yaşa geldikten sonra hayatın anlamını her sorguladığımda kocaman bir hiçlik bulurum karşımda. Düşünen bir insan için üstesinden gelinmesi son derece zor bir durumdur bu. Her şeyin bir anlamı, bir hedefi olmalı mı gerçekten? Anlamdan ve hedeften yoksun olan her çaba beyhude mi? Sanki öyle gibi... Birisine hiçbir karşılık beklemeden yardım ettiğimizde, merhamet, yardım, empati gibi duygularımız harekete geçerek anlam kazanır ve kendimizi iyi hissederiz. Bir iş yapar ya da bir işte çalışırız, para kazanmak ya da kariyer yapmak gibi hedeflerimiz vardır. Bu hedefler gelecekteki yaşamımızı kolaylaştırır. İyi kötü bir hayat tüketiriz ömrümüz elverdiğince. Sonuç sıfır. O zaman düşünme organı kafataslarının içinde bulunan insanlar söyleyin bana, tüm emeklerimiz, çabalarımız, çektiğimiz onca çile, ıstırap niye? 

Sanat tam da bu boşluğu dolduruyor işte. Hayatın boşluğunu... Bir şeyler yaratırsın, bu özelliğinle Tanrı katına yükselmiş olursun. Ürettiğinin sahibisindir tek başına. Özgürce hareket eder, adeta farklı alemlerde seyahat edersin. Gezdiğin alemlerin tadını çıkartırsın keyifle, korkusuzca... Kimse karışamaz sana. Yemeyi, içmeyi unutur, nefes alıp verdiğini bile hissetmezsin. İstediğin başka bir dünya kurarsın düşlerinde. Sanat böyle bir şeydir. Ayrı düştüğünde yaşamın zorlukları kendini gösterir, acıktığının, susadığının farkına varırsın. Çocukların okul masrafı, elektrik faturası, sağlık harcamaları, ölümler, hayat pahalılığı, siyasi bunalımlar, deprem tehlikesi, savaşlar, terör saldırıları, dış güçler... Bütün bu kaosun içinde arkadaşlarla buluşup birkaç kadeh devirmek, eğlenceli bir partiye katılmak, aileye katılan yeni bireyler, mutluluk anları... Sinüzoidal dalgalar gibi belli genlikler arasında gidip gelen, döngüsel acı ve sevinçler. Varılan yer hep aynı. Kocaman bir boşluk.

Sanatı hayattan uzaklaşmak için mi tercih ediyoruz yoksa kaçmak için mi? Bence bu bir kaçış. Kaçmak, bir nebze olsun hayatın gerçeklerini unutmamızı sağlıyor. İnsana bir şeyler üretme, hatta yaratma üstünlüğü veriyor. Sanat sürüden ayrılma, köleliğe baş kaldırmanın en etkili yolu. 

Durum böyleyken herkes sanatın öneminin farkında mı? Eskiden beri sanat aristokratların, varlıklı ve eğitimli insanların başvurduğu çıkış yoluydu. Yine aynı düzenin devam ettiğini düşünüyorum. Sanat batıl düşüncenin, özgürlüğün düşmanıdır. Bu yüzden dindar çevreler ve baskıcı yönetimlerle arası hiçbir zaman iyi olmamıştır. Sanat farklı dallarıyla insanları düşünmeye çağırır. Bu özelliğiyle sanat, kapitalist ve totaliter rejimlerin, dinin hakim olduğu yönetim sistemlerinin hiç hoşuna gitmez. Bazen kitapları yakarlar, karikatürler için adam öldürürler, konserleri yasaklarlar. Müziğe olduğu kadar resim ve heykele külliyen karşıdırlar. Hayatın boş olduğunu unutturacak ve anlamsızlığının üstünü örtecek masallar üretirler. Adaleti ahirete bırakır, cezası cehennem, mükâfatı cennettir derler. Bu şekilde çekilen acılara sabır telkin edilip neşeyi mundar sayarlar. Artık hayatın tek bir amacı vardır onlar için. Tanrının rızasını kazanmak ve cennetin hurilerine kavuşmak. İnsanların bu zayıflığından faydalanan şeyhlerin, hocaların güttüğü sürünün sanata karşı bir ilgisi yoktur. Genellikle bu sürüyü oluşturanlar ya inanç sömürüsüyle ceplerini dolduran bir avuç dolandırıcı ya da cahil, eğitimsiz ve yoksul kitlelerdir. Bu sebepledir ki söz konusu zavallıları resim ve heykel galerilerinde, konser salonlarında göremezsiniz. Okuduğu kitaplar ise sadece uydurma menkıbelerin yer aldığı dini içerikli kitaplardır.  

22 Aralık 2023 Cuma

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 226

Sevgili  DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu haftanın konusu sevgili Sade ve Derin / DeepTone'dan.  

"İnsanların yararı için tıbbi araştırmalarda hayvanları kullanmak doğru mudur?"

Bu soruya verilecek cevapların temelinde inancın yattığını düşünüyorum. Evrim teorisine göre insanın hayvandan geldiğini düşünenlerle inancı gereği çamurdan yaratıldığını hayal ederek kendisini eşref-i mahlûkat sınıfında görenler arasında doğal olarak bir ayrışma olacaktır. İki türün akrabalık ilişkisi içerisinde bulunduğunu düşünen Darwincilerin hayvanlarla aralarında daha sıkı bir bağ oluştuğunu ileri sürmek mümkün bu nedenle. Onlardan hayvana yapılan eziyeti insana yapılan eziyetten farklı görmemesi beklenir. 

Dinciler ise insan yararına hayvanların eziyet görmesini ve hatta kurban örneğinde olduğu gibi kanları akıtılarak boğazlarının kesilmesini inançları gereği kendilerine sorun etmezler. Derler ki, Tanrı, hayvanları insanlar için yarattı. Ve dinden uzaklaşanlara dönüp farklı düşünüyorsanız o zaman et yemeyin, süt içmeyin, ata binmeyin vs derler. Bu konuda pek haksız da sayılmazlar doğrusu. Hatta daha da ileri giderek Evrim Teorisi yandaşlarını samimiyetsizlikle suçlarlar. Böyle olunca konu işin içinden çıkılmaz bir hal alır. Hayvanların bilimsel araştırmalarda kullanılması söz konusu olduğunda, kabul etmeliyiz ki, sadece veganlar özü ve sözünde birdir. Öyle değil mi, madem hayvanlar bizim atalarımız, onları yerken bir bakıma yamyamlığı kabul etmiş olmuyor muyuz? 

Konumuz veganlık olmamakla birlikte hayvan ürünlerini tüketmenin insan sağlığı için gerekli olup olmadığı hususunda bilim insanlarının uzlaşmadığını görüyoruz. Diyelim ki hayvansal ürünlerle beslenmenin sağlık açısından zorunlu olduğu bilimsel olarak ispatlandı. Bu durumda gönül rahatlığıyla hayvansal gıda kullanmaya devam edecek miyiz? O vakit birbirini yiyen hayvanlardan insan olarak bizim ne farkımız olacak? Oldukça karışık mevzu bunlar.

Şahsi düşüncem hayvanların her türlü bilimsel araştırmalardan ve insanlara farklı şekillerde hizmet ettikleri tüm alanlardan (petshoplar, sirkler, yük taşımacılığı, hayvanat bahçeleri vs.) uzak tutulması yönünde. Hayvansal gıda tüketiminde zaman içinde evrimleşip kendimize farklı besin kaynakları yaratabilirsek etik bakımdan sorunu aşacağımızı düşünüyorum. Madem kendimizi eşref-i mahlûkat olarak niteliyoruz o zaman birbirimizi yemeyi, işkence etmeyi bırakıp daha insanca bir hayat sürmeliyiz. Eğer hayvanlar araştırmalarda kullanılmasa pek çok hastalık tedavi edilemezdi diyebilirsiniz. Haklı olabilirsiniz ama belki de zaman içinde insan hastalıkların tedavisi için başka canlıların canını yakmadan farklı yollar da bulabilirdi. Kaldı ki daha uzun yaşamak için başka canlıların ölmelerini göze almak pek etik gelmiyor bana. Kendim de dahil olmak üzere insanların büyük bir kısmı bencil bir tavır içinde hayvanların türlü işkenceler altında yok edilişine ortak olma, sessiz kalma ya da görmemezlikten gelme ahlâksızlığından kendi payına düşeni alıyor maalesef. 

18 Aralık 2023 Pazartesi

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 225

Sevgili  DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu haftanın konusu sevgili Sade ve Derin / DeepTone'dan.  

"İnsan ömrü uzadıkça, beden parçalarını değiştirebilmek için insan klonlamak gerçek olmaya başladı. Bu ürkütücü bir gelişme mi?"

The Island filmini izledim. Absürtlüklerinin yanı sıra etik dışı iğrenç sahneler de yer alıyor. Klonlama sadece koyunda değil birçok hayvanda denenmiş ve başarılı sonuçlar elde edilmiş. Ülkeler insan klonlama çalışmalarını ve hatta bu konuya ilişkin haber yapılmasını yasakladığından şimdiye kadar bir insanın klonlandığına dair net bir bilgimiz mevcut değil. Ne var ki, insan türünün fıtratı gereği sahip olduğu merak duygusu, bilim adına kendi türü de dahil olmak üzere birçok canlı üzerinde yapmış olduğu canice deneyler dikkate alındığında etik vs. nedenlerle klon bir insan üretmediklerinden bahsetmek safdillik olur. Şimdiye kadar kaç insan klonlandı, ne kadar süreyle yaşadılar, bu işlemi kim, nerede, nasıl yaptı gibi sorular yasa gereği hiçbir yerde açıklanamıyor ve sorulamıyor. 

Klonlama olayı, anladığım kadarıyla bir canlının hücre çekirdeğini çıkarıp çekirdeği çıkarılmış diğer bir canlya ait embriyo hücresine yerleştirilmesi ve uygun üreme ortamı sağlanıp doğal yoldan hücrelerin çoğaltılması marifetiyle çekirdek hücredeki genetik özelliklerin tıpkısına sahip yeni bir canlı meydana getirilmesi şeklinde izah edilebilir. Yukarıda belirttiğim üzere gelişen teknoloji imkânlarıyla günümüzde klonlama işlemi insan üzerinde kolaylıkla yapılabilir. Fakat insan klonlamanın üreme amaçlı ya da organ nakillerinde kullanmak üzere yapılacağını sanmıyorum. Üreme amaçlı olamaz, çünkü derdimiz üreme değil üremeyi kontrol altına almak. Birkaç zengin namım yürüsün benim kopyamı çıkarın deyip parayı basarsa bu mümkün olabilir belki. The Island filminde zenginler kendilerinden üretilmiş klonlara insan yerine ürün diyor ve onları sigorta poliçesi olarak görüyorlar. Elbette insanın istekleri sınırsız, hele cebinde sınırsız parası da varsa ondan her şey beklenir. Lâkin zengin amcamızın karaciğeri mi iflas etti, taze bir karaciğeri organ mafyasından çok daha ucuz yoldan temin edebilir. Klonlama işinin oldukça pahalı bir yöntem olduğu söyleniyor. İleride ne kadar ucuzlarsa ucuzlasın yine de mafyanın eline düşmüş gariban insanların organlarından daha ucuz bir yol olacağını hiç zannetmiyorum.

İnsan üzerinde yapılan klonlama çalışmalarının bilim insanlarındaki merakın bir sonucu olduğuna inanıyorum. Sözgelimi topyekûn bir canlı yerine bir organı, bir dokuyu oluşturmanın yollarını arıyor olabilirler. Üretilen klon insan, orijinalinin hafızasını da taşıyabilecek mi? Söylenen şu ki; diyelim kırk yaşında bir insan klonladınız, klon kırk yaşının fiziksel özelliklerini, varsa zayıf yönlerini, hastalıklarını da taşıyacaktır. Belki gelecekte zenginler çocukları doğduğunda hücrelerin çekirdeklerini alıp genlerinde yer alan tüm hastalık ve olumsuzlukları yok ettikten sonra dondurabilirler. Velev ki çocukları kendilerinden önce hastalık ya da kaza sonucu öldü, hemen dolaptan kopyasını çıkarıp üretebilirler. Bu bana pek etik dışı gelmedi.  

Diğer taraftan işin bir de dini yönü var. Dini yönden bakıldığında ilk akla gelen soru klon insanın bir ruha sahip olup olmayacağıdır. Çünkü Tanrı insanın nasıl üreyeceğini kutsal kitapta izah etmiş. İnanca göre kendi kontrolü altında üreyen insanlara gönderdiği melek tarafından ruhları üflenir. Gelecekte insan kendisinin bir benzerini yapabilecek; böyle bir mucizenin Tanrı'nın aklından ucundan geçtiğini sanmıyorum, zira aksi durumda kitabında klonlama üzerine bir sure, bilemedin Nisa suresinde birkaç ayet ayırması gerekirdi.

En önemlisi, klonlama erkek cinsi açısından korkutucu bir sonun başlangıcı olabilir. Klonlama insanlar üzerinde etkin bir şekilde uygulanmaya başladığında erkek bireylere gereksinim duyulmaksızın üreme mümkün olacak. Kadınlar rahimlerinde klonlanmış embriyo hücrelerini taşımak suretiyle eşeysiz üreme gerçekleştirebilecekler. Bu durumda kadınları erkeklerin hoş tutması doğru bir davranış olacaktır. Çünkü kafası bozulan kadınlar erkeklere ait hücre çekirdeklerini alıp kendi rahimlerinde filizlendirdikleri erkek klonları kendileri için yedek parça amaçlı bile kullanabilirler. 

9 Aralık 2023 Cumartesi

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 224

Sevgili  DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu haftanın konusu sevgili Sade ve Derin / DeepTone'dan.  

"Düzenli bir iş bulmak neden zorlaşıyor?"

Memleketimizin de içinde bulunduğu dünyanın geri kalmış diğer ülkelerinde gençlerin önemli bir kısmı, yaşadıkları topraklarda kendilerine düzenli bir iş bulamıyorlar. Bunun  pek çok nedeni var. Kontrolsüz nüfus artışı bu nedenlerin başında gelirken özellikle kırsal kesimde pek çok aile, sahip oldukları imkânlar dahilinde bakabilecekleri, sağlıklı birer birey olarak topluma kazandırabilecekleri çocuk sayılarını önemsemeksizin asrın liderinin "en az üç çocuk" hedefini tutturmaya çalışıyor. Artan nüfusu karşılayacak yeni iş sahaları açılamadığı için de genç nüfusun önemli bir kısmı işsizler ordusunda yerini almaya devam ediyor.

Mevcut hükümet, ülke yönetimin asli unsuru olan ve sosyo-ekonomik kalkınmayı hedefleyen plânlama gibi önemli bir uygulamayı gereksiz bularak, 2011 yılında, Devlet Plânlama Teşkilâtını (DPT) akıllara ziyan bir kararla kaldırdı. Yani, ülkemizin her yıl artan nüfusuna göre ihtiyacı olan tarım ve sanayi ürünlerinin cins ve miktarına karar veren, ne kadar sağlık görevlisine, öğretmene, mühendise ve diğer meslek mensuplarına ihtiyaç duyulduğunu araştıran, kaç hastane, hapishane, öğrenci yurdu, yaşlı bakım evi vs. tesise gerek olduğunu ortaya çıkaran bir kuruluşumuz yok artık. Seçim kazanılacak diye pıtrak gibi üniversiteler serpiştirildi ülke sathına. Bunların ne yeterli sayı ve kalitede hocaları, ne yeterli laboratuarları, kütüphaneleri var. Zaten bilimsel eğitimden yana pek dertleri de yok iktidarın. Mezunların her birinin elinde diploma dedikleri kâğıt parçaları var, pek çok dalda sayı bakımından ihtiyacın üzerindeler ve yeterli mesleki donanıma haiz değiller. Bu yüzden pek çoğu aç kalmamak için ellerinde sözde diplomalarla ancak marketlerde kasiyer olarak ya da kurye hizmetlerinde çalışabiliyorlar. İşin en acı tarafı, bu uyduruk üniversiteleri bitirip lâyık olmadıkları halde devletin en kritik makamlarına getirilen bu insanlardan iktidara yakın olan bir kısmının yanında gerçekten işinin uzmanı, yetenekli pek çok genç, mülâkat denilen saçma sapan bir sınav uygulaması marifetiyle eleniyor.

Diğer bir neden ise teknolojinin ilerlemesine bağlı olarak bazı iş ve mesleklere eskisi kadar talep olmaması, bazılarının tamamen ortadan kalkması, yeni ortaya çıkan iş ve mesleklere ise yeterince eleman yetiştirilmemesi. Sözgelimi eskiden tarlalarda çalışmak için çok fazla insan gücüne ihtiyaç vardı fakat günümüzde tarım işleri genellikle makinelerle yapılıyor. Bu yüzden kırsal kesimlerde tarlada çalışmak üzere ihtiyaç duyulan insan sayısı azalmış ve kentler büyük göç almıştır. Bu durum kent nüfuslarında kontrolsüz artışa sebep olurken, toplumdaki işsizlik oranını da yükseltmiştir. Diğer taraftan yazılım, iletişim gibi dallarda yeni işler ve meslekler türemiştir. Memleketi idare edenler eğitimde bu konulara yeterince yer vermediği için gençlere istihdam sağlama hususunda acze düşülmüş ayrıca teknolojik bakımdan ülke dışa bağımlı kılınmıştır.

Görüldüğü gibi nüfusumuz artarken yeni iş sahalarının açılmaması, bilimden uzak eğitim ve ekonomi politikaları nedeniyle dünyadaki gelişmelere seyirci kalışımız ve hiçbir konuda geleceğe dair plânımızın olmaması işsizliğin artmasında başlıca nedenlerdir. İşsizliğin artmasına gerekçe olarak gençlerin iş beğenmemesi, fazla ücret istemesi gibi bir takım nedenler ileri sürülse de bunlar kesinlikle gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Bilakis ülkemizde hem iş koşulları hem de emeğin karşılığı olarak verilen ücret ve sosyal haklar gelişmiş ülkelerin hayli gerisindedir. Avrupa ülkeleri, vatandaşlarının gelirlerini arttırıp refah düzeylerini yükseltmeye çalışırken bir yandan da çalışma gün ve saatlerini azaltmanın çabası içindeler. Özetle en büyük zenginliğimiz olan insan kaynaklarımızı fütursuzca tüketen yanlış politikalar yüzünden ülkemizde düzenli iş bulmak her geçen gün zorlaşıyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde durum tamamen farklı. Yönetimi elinde bulunduran iktidarlar orta ve uzun vadeli plânlar yaparak ülkenin gereksinimlerini belirliyorlar. Bilimsel ve kaliteli eğitim sistemi sayesinde her iş grubunda ihtiyaca göre uzman elemanlar yetiştiriyorlar. Vatandaşlarının kabiliyetine göre hangi seviyede ne iş yapabilecekleri henüz okul çağında tespit ediliyor. Her şeyden önce gelişmiş ülkelerde insanlar devletlerine güveniyorlar. Çünkü o ülkelerde devlet, bizdekinin aksine vatandaşına adil ve eşit olarak yaklaşıyor, mafyalara, rüşvetçi bürokratlara teslim olmuyor, vergiler adaletli bir şekilde toplanıp yine halka hizmet amaçlı kullanılıyor.