KATEGORİLER

BLOGGER KİTAP KULÜBÜ (BKK) (5) Gezi (28) Günce (614) Kitaplarım (249) ÖYKÜ (125) Sohbet (383) ŞİİR (3)
BLOGGER KİTAP KULÜBÜ (BKK) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BLOGGER KİTAP KULÜBÜ (BKK) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2022 Çarşamba

BLOGGER KİTAP KULÜBÜ (BKK) - ARALIK (4. AY)

 Algernon'a Çiçekler - Daniel KEYES 


Çeviren: Handan Ünlü HAKTANIR

Yayınevi: Koridor Yayıncılık

Sayfa Sayısı: 325

Blogger Kitap Kulübünün saygıdeğer üyeleri, değerli okurlar: "she is the man" arkadaşımızın kurduğu Blogger Kitap Kulübünde bu ay sevgili "Dövüşürken Hanımefendi Değilim" arkadaşımız tarafından önerilen Daniel Keyes'in "Algernon'a Çiçekler" romanını değerlendirip tartışacağız. Ocak ayının BKK ev sahibi, "Sevimli Kitaplar" arkadaşımızın seçtiği kitap, yazar Honore de Balzac'ın "Goriot Baba" adlı romanı. Kulüp üyelerine ve bütün kitapseverlere keyifli okumalar dilerim. 

Daniel Keyes (1927-1986) New York doğumlu Yahudi bir yazar. Önce kısa öykü olarak yazdığı Algernon'a Çiçekler adlı romanıyla tanınıyor. Kitap bilim kurgu türünde olup zekâ geriliğinden mustarip Charlie Gordon'un günlüklerinden ibarettir. Bazı bölümlerde geçen tıbbi terimlerden yazarın doktor olduğunu tahmin ediyordum. Daniel Keyes, psikoloji eğitimi aldığı halde yazarlığı tercih tercih etmiş. 1966 yılında yayımlanan Algernon'a Çiçekler, sonraki yıllarda pek çok dizi filme, filme ve tiyatro oyununa ilham kaynağı olmuş. 

Mantık dışı fantezi öğeler içeren kitapları pek tercih etmem. Ancak bu kitap insan ve toplumun davranışı ve etik değerleri masaya yatırırken uzak gelecekte gerçekleşmesi mümkün bir olayı gündeme taşımakta. 1999 yılında Princeton Üniversitesinde fareler üzerinde yapılan bir deney tam da kitapta yazılanları kurgu olmaktan çıkaracak gibi. Araştırmanın sonuçlarına göre tek genin eklenmesi öğrenmeyi ve hafızayı geliştirebiliyor. Princeton Üniversitesi araştırmacıları, gelecekte bilim adamlarının, insan zekâsını arttırma yeteneği kazandırmada, demans ve Alzheimer hastalıkları tedavisinin yolunu açabilecek önemli gelişmeler kaydettiklerini, bu çalışmaların bir aşaması olarak genetiği değiştirilen farelerin hafızalarında gelişim tespit ettiklerini belirtiyorlar. 

Kitap Eflatun'un Devlet adlı kitabından bir alıntıyla başlıyor. "Aklı başında olan herkes, insan gözünün iki nedenden dolayı şaşkınlık geçirdiğini ve iyi göremediğini bilir. Birinci neden, insanın aydınlıktan karanlığa geçmesi, ikinci neden ise karanlıktan aydınlığa çıkmasıdır." Bu sözler romanın baş kahramanı Charlie Gordon'un yaşamış olduğu değişimi çağrıştırmakta.

Algernon'a Çiçekler romanının beklentimin üzerinde ilgimi çektiğini söyleyebilirim. Hikâyenin konusu şöyle:

Charlie Gordon, otuzlu yaşların başında normalin altında zekâya sahip 32 yaşında bir gençtir. Ailesi tarafından dışlanan ve Warren Devlet Bakımevine gönderilmek istenen Charlie, amcasının yardımıyla bir arkadaşının fırınında işe koyulur. Aynı zamanda da okuma yazma öğrenmesi için yetişkin engellilere eğitimi veren Beekman kolejine gider. O sırada zekâyı arttırmayı amaçlayan yeni bir cerrahi tekniği fareler üzerinde başarıyla deneyen Profesör Nemur ve Dr. Strauss için  tam aradıkları kişidir Charlie. Motivasyonuyla dikkatleri üzerine çeken Charlie, öğretmeni Alice Kinnian'ın da önerisiyle denek olmayı kabul eder.

Bu noktada dikkati çeken etik bir sorun söz konusu. Düşük seviyede zekâya sahip bir kişi, sonucu belli olmayan bir deneyde denek olma kararını verebilir mi? Ya da ebeveynleri, yakınları böyle bir kararda nasıl söz sahibi olabilirler? Doktorlar bu deneyde Charlie'nin denek olarak kullanılması ve onlardan onay almak için annesini ve kız kardeşini bulur. Her ikisi de yıllar önce Charlie'yi başlarından atmışlardır, hatta onun Warren Devlet Bakımevinde öldüğüne inanmaktadırlar. Charlie'nin annesi Rose ilginç bir karakterdir. Çocukken Charlie'nin üzerine çok düşer ve aklını kullanması için evlâdına büyük baskı yapar. Charlie kendisi için bir utanç vesilesidir. Çocuğun hastalığını kabul etmez ve şiddet uygular. Birkaç yıl sonra kızı, Norma doğar. Norma, normal bir çocuktur. Rose bunun üzerine hatanın kendisinden kaynaklanmadığını düşünerek kızına zarar vermesinden korktuğu Charlie'yi dışlar. Babası berber malzemeleri satan bir adamdır. Charlie'nin diğer çocuklardan farklı olduğunu görmektedir ve karısının durumu kabullenip anlayışlı olmasını istese de başarılı olamaz. Bu nedenle karısından ayrılıp ayrı yaşamaya karar verir. Norma da okul çağına gelince arkadaşlarının ağabeyi ile eğlenmesinden dolayı aynı annesi Rose gibi rahatsız olmaktadır ve her ikisi de Charlie'yi kendilerini utandıran bir kişi olarak görmektedirler. Charlie'nin denek olması için onayı kardeşi Norma verir, çünkü annesi Rose demans hastası olmuş ve ayrı bir yerde yaşayan kızı tarafından gözetim altında tutulmaktadır.

Gelelim Charlie'ye. Operasyon öncesinde ailesinin kötü tavrını, fırında çalışırken yaptığı sakarlıklar ve beceriksizlikler yüzünden arkadaşlarının alaya almasını, kendisiyle gülüp eğlenmelerini algılamaktan yoksun bir zekâya sahip olduğu için onlar hakkında hiçbir zaman kötü düşünmez. Öyle ki, arkadaşları onunla dalga geçerken düştüğü komik durumlar karşısında onlarla beraber güler. Sonuçta çevresi ve bütün arkadaşları tarafından sevilen mutlu bir insandır. Operasyondan sonra zekâsı ve hafızası süratle gelişir ve kibirli, başkalarını ezmekten, çevresindekilerin kalbini kırmaktan hoşlanan bir karaktere dönüşür. Zekâsı nedeniyle ondan çekinen arkadaşları yanından uzaklaşır, hatta çalışmakta olduğu fırının sahibine şikâyet edip işten atılmasını sağlarlar. Bu durum Charlie'yi iyice yalnızlığa iter. Araştırmaya destek veren vakıf Charlie'ye bir maaş bağlar ve onun kendini geliştirmesinde her türlü desteği verir.

Doktorların tutmasını istediği günlüklerde Charlie'nin önceden yaptığı yazım hataları ortadan kalkmış ve kısa zamanda bir sürü kaynaktan her türlü bilgiyi sünger gibi hafızasına çekmeye başlamıştır. Birçok dil öğrenir kısa zamanda. Bu durum öylesine bir hal alır ki, onu ameliyat eden doktorlardan daha fazla bilgiye sahip hale gelir ve zekâsıyla onları yeneceğini iddia eder. Kendisini ameliyat eden Profesör Norman'ı verdiği bir konferans sırasında rezil eder. Çünkü operasyondan belli bir süre sonra zekâdaki ilerlemenin duracağına ve tersine dönüp belki ilk seviyesinin de altına düşeceğini anlamıştır. Charlie, doktorların bilim dünyasında yer etmek için kendisini bir insan olarak değil, bir kobay olarak kullandıklarını inanmaktadır. Elde ettiği sonuçları kanıtlarıyla birlikte toplayarak "Algernon-Gordon Etkisi" adında bir rapor hazırlayıp yayımlar. 

Zaman ilerledikçe üstün zekâya erişen Charlie, geçmişi, çocukluk günlerini hatırlamaya başlar. Yalnızlığının bir diğer sebebi de duygusal zekâsının aynı oranda gelişmemesidir. Bu nedenle sevgi alışverişinde zorlanmaktadır. Sık sık rüyalarında ve kurduğu hayallerde çocuk Charlie çıkar karşısına. Onu gözlerken adeta kendisine bir şeyler anlattığını düşünür. Bu arada öğretmeni Alice'e aşık olur ve onunla bir ilişkisi olur, ancak zekâsının Charlie'nin kişiliğini değiştirdiğini iddia eden Alice ondan ayrılır. Charlie, kiralamış olduğu evde dansçı komşusuyla yaşadığı ilişkiyi de sürdüremez. Yazar, romanında, bu ilişkilere nahif bir şekilde yer vermesine rağmen ahlâk bekçilerinin hücumuna uğramıştır. Ayrıca yayıncılar hikâyenin mutlu bir sonla bitirilmesi için baskı yaparlar ama yazar bunu kabul etmez. Bu gibi nedenlerle roman bir süre bazı eyaletlerde yasaklı kitaplar listesine alınır. 

Günlüklerde Charlie'nin kobay fare Algernon ile duygusal bir iletişim kurduğunu görüyoruz. Algernon ilerleyen zaman içinde beklendiği gibi zekâ üstünlüğünü kaybeder ve sonra ölür. Charlie onu alıp oturduğu evin bahçesine gömer. Kendisinde meydana gelen gerilemenin de farkındadır. Hafızası zayıflamış ve günlüklerini yazarken yeniden yazım hataları yapmaya başlamıştır. Hiç hatırlayamadığı babasını, annesi Rose'u ve kız kardeşi Norma'yı ziyaret eder. Babası onu tanımaz bile. Diğerlerinin hatalarını yüzlerine vurmaz ikisini de sevgiyle kucaklar. Daha önce çalıştığı fırına gider iş yeri sahibi ile görüşüp kendisine bir şans daha vermesini ister. Zekâ düzeyinin eski haline gelmesiyle birlikte arkadaşları onu kucaklar ve yeniden aralarına alır, böylelikle eski düzenine kavuşmuştur. Charlie günlüğünün son sayfalarında kader arkadaşı gördüğü Algernon'u unutmaz ve günlüğüne evinin arka bahçesindeki Algernon'un mezarına çiçekler bırakılmasını ister. 

Dramatik bir finale sahip romanın psikolojik yönü etkileyiciydi. Zeki insanlar daha yalnız, daha mutsuz olurken zekâsı normal seviyenin altındaki kişilerin daha geniş arkadaş çevresine sahip ve daha mutlu olduklarına şahit oluyoruz. Bunun doğruluğunu çevremizden gözlemlemek mümkün aslında. Ben ileri zekalıyım diyerek kibirle dolaşan insanların aslında yalnızlık acısı çektiğini düşünebiliriz. Zekâsı normalin altında olan kişiler ise kendileriyle dalga geçilmesi halinde bile durumu kavrayamadıkları zaman daha mutlu olabiliyorlar. Şantiyelerimden birinde yaşadığım bir olay geldi aklıma. Aynı Charlie gibi, Yaşar adında zekâ özürlü,  bir genç vardı. Kontrol şefinin önerisi üzerine sigortalı işe almıştım. Tuvaletler dahil her türlü temizliğin hakkını vererek yapıyordu. Maaş günü gelince iyice keyiflenirdi. Sanırım o zamanlar yeni banknotlar çıkmış, muhasebe ona bütün para verince gidip kontrol amirine beni şikayet etmişti. Olayı öğrendikten sonra muhasebeyi aradım. Muhasebe bu kez Yaşar'a aynı parayı daha küçük parçalara bölerek verince dünyalar onun olmuştu. Çevresindeki arkadaşları çok uğraşırdı Yaşar'la. Fakat onlara Charlie gibi gülmez, eğlenmelerine, kendisiyle uğraşmalarına bozulur bana ya da kontrol amirine şikayet ederdi. Şantiye süresince hep koruduk onu, şimdi ne alemde kim bilir?

28 Kasım 2022 Pazartesi

BLOGGER KİTAP KULÜBÜ (BKK) - KASIM (3. AY)

Babalar ve Oğullar - Ivan Sergeyeviç TURGENYEV


Çeviren: Ergin ALTAY

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Sayfa Sayısı: 260

Blogger Kitap Kulübünün saygıdeğer üyeleri, değerli okurlar: "she is the man" arkadaşımızın kurduğu Blogger Kitap Kulübünde bu ay, sevgili "Şule Uzundere" arkadaşımız tarafından önerilen Ivan Sergeyeviç Turgenyev'in "Babalar ve Oğullar" romanını değerlendirip tartışacağız. Aralık ayının BKK ev sahibi, "she is the man", arkadaşımızın seçtiği kitap ise, yazar Daniel Keyes'in "Algernon'a Çiçekler" adlı romanı. Kulüp üyelerine ve bütün kitapseverlere iyi okumalar dilerim. 

Rus yazar, Ivan Sergeyeviç Turgenyev (1818-1883) soylu bir ailenin çocuğu olarak Oryol'da doğdu. Süvari albayı bir baba ile okumuş, eğitime, kültüre düşkün fakat oldukça sert mizaçlı, arazilerinde çalışan 5.000 kadar toprak kölesini kırbaçlatacak kadar acımasız bir annenin oğludur. Turgenyev 9 yaşındayken ailecek Moskova'ya göçerler. Burada özel okullarda özel öğretmenlerden ders alır, Almanca, Fransızca ve İngilizceyi ana dili gibi öğrenir. Moskova ve Petersburg üniversitelerinde eğitim alarak felsefe bölümünü bitirir. Çevresini oluşturan insanlar genellikle toprak köleliğine karşı duran, aydın kesimdendir. İlk ciddi çalışmalarına 1842 yılında başlar. Puşkin'in ortaya attığı ve Gogol'un geliştirdiği gerçekçilik akımında eserler vermeye başlar. 1852 yılında Gogol'un ölümü üzerine yazdığı bir yazı sansüre uğrar ve bu nedenle bir ay hapis yatar, bir yıl da polis gözetiminde yaşar. Dönemin ünlü Rus yazarları Tolstoy ve Dostoyevski ile inişli çıkışlı ilişkileri vardır. Soylu çevrelerde Turgenyev bu ikiliden daha fazla tanınmaktadır. Tolstoy'la uzun bir küslük dönemine rağmen birbirlerinden beslenirler. Oysa Dostoyevski'yle aralarında ciddi fikri uyuşmazlıklar vardır. Turgenyev zengin, iyimser, Alman hayranı liberal bir batıcı, Dostoyevski borç içinde yüzen, pesimist, koyu bir Rus milliyetçisidir. Dostoyevski'yle, her zaman makul ve mantıklı olan Turgenyev, her bakımdan birbirine zıt iki karakterdir.      

Babalar ve Oğullar kitabına başlamadan evvel konunun kuşaklar arası bir çatışma üzerine kurgulandığını az çok tahmin ediyordum. Rus klasiklerini sevdiğim için Turgenyev'in bu eserinden de  zevk alacaktım şüphesiz. Özellikle, Ecinni adlı romanındaki anarşist yazar karakteriyle üstü kapalı bir şekilde yazarı hicveden Dostoyevski ile aralarında süregelen fikir ayrılıkları ilgimi çekmişti. Eser, Rusya'nın bir kasabasında, ülkede yapılan toprak reformunun hemen ardından, 1859 yılındaki aristokrat aileler ile batılı eğitim alarak radikal fikirlere sahip olmuş çocukları arasında ortaya çıkan anlayış farklılıklarını konu etmekte. Çarlık Rusya'sında gençler arasında hayli taraftar bulan Nihilizm akımı, gerek devlet yönetimi gerekse toplum ve aile için ciddi bir tehlike olarak değerlendirilmiştir.

Okuması kolay ve zevkli, karakterleriyle akılda kalıcı bir kitap Babalar ve Oğullar. Özellikle nihilist bir genç olan Bazarov karakteri okurun hafızasında yer bırakacak cinsten. Nihilizm hakkında yüzeysel bilgilerimi biraz derinleştirdiğimde aslında söz konusu akımın sadece "her şeyi boş vermek", "tüm sorumluluklardan kurtulmak", "her şeyin değersiz olmak" demek olmadığı sonucuna vardım. Nihilizm, tam aksine her şeyin anlamını arama, pozitif bilimler doğrultusunda nedenler üzerine, araştırma ve keşfetme felsefesi. Nihilizm, en basit anlamıyla gerçekçilik ve pozitif bilimlerin ihtiyaç duyduğu şüphe ve kanıtlama içeren bir düşüncedir. Bu akımın temsilcilerinden Arthur Schopenhauer ve Friedrich Nietzsche'nin varoluş ve insana dair diğer fikirleri bana her zaman yakın gelmiştir. Bununla birlikte Turgenyev'in nihilist Bazarov karakteri Dostoyevski'nin söylediği gibi "uydurma bir karakter" izlenimi bıraktı bende. Sözgelimi Nietzsche, sanatı felsefeden daha çok önemserken Bazarov sanatı küçümsemekten kaçınmamıştır. Ayrıca kendi ailesine olan nobran davranışları ve romantizmi reddetmesine karşın şıpsevdi bir karaktere bürünmesiyle ortaya çıkan kişilik çatışmaları dikkatimi çeken konular oldu. Genel olarak yazarın tasvirlerini, diyaloglarını ve dile getirdiği aforizmaları çok beğendim. Diğer taraftan Bazarov'un beklenmedik ölümü ve bir bakıma aşk nedeniyle düştüğü ruhsal durum dönemin siyasi otoriteleri tarafından yapılan baskıların sonucunda yazar tarafından değiştirilmiş olabilir mi sorusunu getirdi aklıma. Zira romanın sonunda nihilizmin çöküşü gösteriliyor okura. Bu yüzden romanın sonunda bir eksiklik hissi uyandırdı bende.

Hikâyeye gelince; Yevgeniy Vasilyiç Bazarov, nihilist görüşe sahip, tıp öğrencisi zeki bir genç. St. Petersburg Üniversitesinden yeni mezun olan yakın arkadaşı Arkadiy Nikolayeviç Kirsanov'la birlikte Arkadiy'in babası Nikolay Petroviç'in evine geliyorlar. Mülk sahibi, liberal, demokrat görüşlü Nikolay, aristokrat bir asker emeklisi olan ağabeyi Pavel ile birlikte yaşamını sürdürmektedir. Çiftlik evinde hizmetçiler, uşakların yanı sıra pek ortalarda görünmesi istenmeyen Nikolay'ın kapatması Feniçka adında güzel bir kadın ve onun Nikolay'dan olma gayri meşru küçük bir çocuğu var. Arkadiy, aldığı batı eğitimi sayesinde muhafazakâr görüşten sıyrıldığı için babasını cesaretlendirerek yasa dışı bu ilişkiye sıcak bakar ve Feniçka'yla sıcak bir iletişim kurar. Bazarov, arkadaşının babası Nikolay'ı, savunduğu düşüncelere toleransından ötürü kabullenmiş olsa da, Arkadiy'in amcası, mevcut düzeni katı bir şekilde savunan Pavel'den hoşlanmaz ve birbirlerine karşı nefrete dönecek sert fikir tartışmalarına girerler. Bu tartışmalarda Arkadiy zaman zaman Bazarov'un nobran tavırlarına karşı zaman zaman arkadaşına sitem etse de genellikle akıl hocası arkadaşının yanında yer alır.

Pavel'in Bazarov'a cevabı:

- Bravo, bravo! Duyuyor musun Arkadiy... Çağdaş gençlerin nasıl konuşması gerektiğini öğren! Böyle düşünürseniz, gençler sizin arkanızdan nasıl gelmesin? Eskiden okuyup öğreniyorlardı gençler; çevrelerinde cahil tanınmak istemediklerinden, ister istemez öğrenmeye çalışıyorlardı. Ama şimdi şöyle demek yeterli oluyor onlar için: "Dünyada her şey saçma!" Bu kadarla iş bitiyor! Tabii bundan keyif alıyor gençler. Eskiden de saçmalayanları vardı kuşkusuz, ama şimdi nihilist olup çıktılar.

Bazarov, Arkadiy'e şöyle sesleniyor:

"Şöyle düşünüyorum: Bak, şu saman yığınının yanında uzanmış yatıyorum... İşgal ettiğim yer öylesine küçücük, evrende bulunmadığım ve umurunda bile olmadığım alanın yanında öylesine ufacık, yok sayılacak kadar küçük ki... Ve yaşayacağım zaman dilimi benim bulunmadığım ve bulunmayacağım sonsuz zaman yanında öylesine az ki... Oysa bu atomun, bu matematiksel noktanın içinde kan dolaşıyor, bir takım istekleri var... Ne kepazelik, ne saçmalık!"

Bana göre romanın ikinci önemli kahramanı orta yaşlarda, varlıklı bir dul olan Anna Sergeyevna Odintsova'dır. Bazarov'un kendini beğenmiş züppe öğrencisi Victor Sitnikov, nihilist arkadaşları, güzel, süslü bir kadın olan Kukşina'ya götürür ve onun sayesinde katıldıkları baloda Odintsova'yla karşılaşırlar. Güzel bir kadın olan Odintsova, Bazarov'dan etkilenir ve gençleri malikânesine davet eder. Bazarov ve Arkadiy kadının ilgisinden memnun kalırlar. Nihilist fikirlere sahip Bazarov ile yerleşik düzeni savunan Odintsova arasında uzun fikir tartışmaları yaşanır. Hararetle savunduğu ideolojiye göre romantizm ve aşk ilişkilerinden kendini uzak tutması beklenen Bazarov kısa süre sonra aşka yenik düştüğünü fark eder. Odintsova da Bazarov'a karşı boş değildir. Fakat genç adamın kendisine rahat bir hayat vaat etmediğini gören Odintsova beklenenin aksine bir tutum sergileyerek Bazarov'la sadece dost kalmayı tercih eder. Bu durum Bazarov'u yalnızlığa ve kendi içinde çatışmaya iter. Bir yanda savunduğu fikre ters bir davranış içerisine girmesi diğer yanda üstesinden gelemediği tutku arasında bocalamaya başlar. Öyle ki, arkadaşı Arkadiy'in Odintsova'yla iş çevirdiğini düşünerek ondan bile şüphelenir bir ara. Bu yüzden araları açılır. Oysa Arkadiy, Odintsova'nın birlikte yaşadığı kız kardeşi Katya'ya aşık olmuştur. Arkadiy ile Katya, benzer kişilik özelliklerine sahip oldukları için ilişkileri sorunsuz devam eder. İki güçlü kişiliğe sahip Bazarov ve Odintsova çiftinde ise kaybeden Bazarov olur. 

Bazarov - Tek tek insanları incelemek için emek harcamaya değmez.... İnsanlar bir ormandaki ağaçlar gibidir; hiçbir botanikçi her akağaçla teker teker ilgilenmez.

Odintsova - ... Şu halde, size göre aptal insanla akıllı insan arasında, iyi insanla kötü insan arasında bir fark yok, öyle mi?

Bazarov - Hayır, bir fark var: Hasta insanla sağlam insan arasındaki gibi bir fark. Veremli birinin ciğerleri, yapıları aynı da olsa sizinkiyle bizimki gibi değildir. İnsan vücudundaki illetlerin nedenlerini aşağı yukarı biliyoruz; manevi hastalıklar ise kötü eğitimden, küçük yaşlardan itibaren insanların kafasını dolduran her türlü ıvır zıvırdan, kısacası toplumun rezil durumundan kaynaklanmaktadır. Toplumu düzeltirseniz, hastalıklar da olmayacaktır.

Bazarov bir süre ağırlandığı ve tekrar ziyareti beklenerek uğurlandığı Odintsova'nın malikânesini boynu bükük terk ederek Arkadiy ile birlikte babasının evine gider. Babası, Vasilyev Ivanoviç Bazarov, emekli bir askeri hekimdir. Eğitimli, kültürlü biri olmasına rağmen kırsal bölgede tecrit hayatı yaşadığından modern düşünceden ve yeni ortaya çıkan fikirlerden uzaktır. Geleneklerine sadık ve Tanrıya bağlılığını açık bir şekilde gösteren biridir. Annesi de tıpkı babası gibi, geleneklerine bağlı, köklü bir aristokrat aileye mensuptur. Efsanevi ve hayal mahsulü hikâyelere inanan dindar Ortodoks bir Hıristiyan olan anne çocuğuna olağanüstü, derin bir sevgi beslemekte, oğlunun Tanrı tanımaz fikirleri karşısında dehşete düşmektedir. Hem annesi Irina'dan hem babası Vasilyev'den şefkat, aşırı sevgi ve olağanüstü ilgi gören Bazarov ise ebeveynlerine karşı son derece soğuk ve ilgisizdir. Yanlarında fazla kalmaz Bazarov, arkadaşı Arkadi'lerin çiftlik evine gitmek üzere ailesinin yanından ayrılır. Kafasından Odintsova'yı atamamaktadır. Arkadiy'in teklifini gönülsüz görünerek kabul eder ve yol üstündeki Odintsova'nın malikânesine uğrarlar. Bu kez açıkça aşkını ilân eden Bazarov, yine karşılık göremeyince kaderine razı olur. Arkadiy ise, Katya'yla birlikte evlenmeye karar verirler.

Arkadiy'lerin çiftlik evine dönerler. Bir gün Feniçka'yı yalnız gören Bazarov, genç kadını sıkıştırır ve onu dudağından öper. Tam o sırada arkadaşının amcası Pavel'e yakalanır. Pavel, Bazarov'a çıkışır ve onu düelloya davet eder. Rusya'da o dönem son derece olağan bir durumdur bu. Pavel'in Bazarov'a bu kadar sert çıkışmasının sebebi kardeşi Nikolay'ı koruma amacıyla değil, Pavel'in de içten içe Feniçka'ya gönlünü kaptırmış olmasındandır.  Ertesi gün, Nikolay Petroviç'in uşağı Pierra şahitliğinde yapılan düello sonucunda Bazarov, silahla Pavel'i yaralar. Pavel, yüce gönüllülük gösterip rakibini korur ve olayın üstünü kapatır. Bazarov'un çiftlik evinde kalma imkânı kalmamıştır artık. Arkadiy ile yollarını ayırmak ister, zaten ister istemez ayrılmıştır yolları. Babasının evine dönmek üzere yalnız başına yola çıkar. 

Bazarov, Arkadiy'e: "Bir romantik olsaydım yollarımızın ayrıldığını hissediyorum derdim ama değilim, o yüzden sana birbirimizden bıktığımızı söylüyorum."

Babası, Vasilyev Ivanoviç Bazarov,  emekli olduğu halde zor durumdaki hastalara elinden geldiğince yardımcı olmaktadır. Bazarov da ona eşlik etmeye başlar. Köylülerle konuşur, onların hayata bakış açısı iyice şaşırtır Bazarov'u.

"Bey ne kadar sertse, bizim için o kadar iyi olur, biz ne de olsa anlamayız.

Günün birinde tedavi ettiği bir köylüden aldığı mikropla tifüse yakalanır Bazarov. Hastalığı fazla önemsemez. Ölüme yaklaşırken babasından tek arzusu Odintsova'yı son kez görmek iken babasıyla annesinin tek dileği içlerini rahatlatmak için Bazarov'un dini vecibelerini yerine getirmesi ve iyi bir Hıristiyan olarak yaşamını tamamlamasıdır. Bazarov, eğer sizi rahatlatacaksa, tamam der ama buna daha zamanının olduğunu söyler. Vasilyev'in çağrısı üzerine yanında bir doktorla evlerine gelen Odintsova, genç adamla dramatik bir şekilde vedalaştıktan sonra Bazarov gözlerini kapatır. Bazarov ertesi gün ölür.

Romanda değinilen birbirine benzemeyen üç farklı aşk var. İlki Bazarov ile Odintsova arasında, ikincisi Arkadiy ile Katya arasında ve son olarak Pavel'in Feniçka'ya olan gizli aşkı. Bununla birlikte aşkı vıcık vıcık anlatmıyor yazar. Tam kararında ve son derece gerçekçi bir tarzda ele alıyor bu duyguyu.

Son bölümde anlatıcı altı ay sonra neler olduğundan bahseder. Anna Sergeyevna Odintsova, geleceği parlak bir avukatla evlenir. Arkadiy'in babası Nikolay Petroviç Feniçka'yı resmi nikâhına alır ve çocukları Mitya ile birlikte yaşamlarını sürdürürler. Arkadiy, Katya ile evlenerek çiftliğin başına geçer ve işleri yoluna koyar. Bazarov'un babası, Vasilyev ile annesi Irina, birbirinden destek alarak, gözleri yaşlı bir şekilde her gün ziyaret ettikleri oğullarının mezarı başında dualarını esirgemezler. Böyle dramatik bir şekilde sona eriyor hikâye. 

Yazar Turgenyev'e romanıyla ilgili sorarlar: "Bazarov'u niye öldürdün?" Cevabı şöyle olur: "Eğer onu öldürmeseydim, o beni öldürürdü." Bu cevapta siyasi bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Eğer nihilist bir genç olan Bazarov, romanın sonunda isteklerini gerçekleştiren bir karakter şeklinde tezahür etseydi devlet yönetimi ve aristokrat kesimden büyük tepki alırdı. Böyle bir sonla Nihilizm felsefesi tam da yüreğinden vurulmaktadır.

Turgenyev aynen şöyle demiş: "Eğer okuyucu, Bazarov'u tüm kabalığı, kalpsizliğiyle acımasız ve soğukluğuyla sevemediyse yineliyorum ki, ben suçluyum ve amacıma ulaşamadım demektir... Bazarov, benim sevgili çocuğumdur, bu akıllı, bu kahraman kişi bir karikatür olabilir mi? Onun benim yarattığım tiplerin en sempatiklerinden olduğunu fark etmiyor musunuz?"    

Bazarov karakterine kızanlar olduğu kadar kendileriyle özdeşleştirenler de az değil. Romanda aşk gibi kuvvetli bir duygunun karşısında herhangi bir fikrin ya da ideolojinin çaresiz kaldığını ve aşk denilen hastalığın insanı ne hale getirdiğini görüyoruz. Ben kitabı da, Bazarov'u da sevdim ve özellikle Rus klasiklerini sevenlere tavsiye ediyorum. Keyifli okumalar...

3 Kasım 2022 Perşembe

BLOGGER KİTAP KULÜBÜ (BKK) - EKİM (2. AY)

Bayan Westaway'in Ölümü - RUTH WARE


Çeviren: Aslıhan Kuzucan

Yayınevi: İthaki Yayınları

Sayfa Sayısı: 406

Blogger Kitap Kulübünün saygıdeğer üyeleri, değerli okurlar: "she is the man" arkadaşımızın kurduğu Blogger Kitap Kulübünde bu ay sevgili "Okuma Günlüğüm" Eren arkadaşımız tarafından önerilen Ruth Ware'in "Bayan Westaway'in  Ölümü" romanını değerlendirip tartışacağız. Kasım ayının BKK ev sahibi, "Hayata Dair Her Şey" blogunun sahibi sevgili Şule Uzundere, Arkadaşımızın seçtiği kitap, Rus klasiklerinden Ivan Turgenyev'in "Babalar ve Oğullar" romanı. Kulüp üyelerine ve bütün kitapseverlere iyi okumalar dilerim.  

Blogger Kitap Kulübü sayesinde adını ilk kez duyduğum Ruth Ware (1977- ?), romandaki olayların geçtiği bölgeye yakın bir yerleşim yeri olan, Büyük Britanya adasının güneydoğusundaki Lewes kasabasında doğmuş. Psikolojik, suç ve gerilim türünde eserler veren yazarın asıl adı Ruth Warburton. Kariyerinin ilk yıllarında gençliğe hitabeden fantezi romanlar yazdıktan sonra Ruth Ware takma adını kullanarak suç işleyen sıradan kadınlara yer verdiği suç, gerilim ve gizem temalı romanlara yönelmiştir. Gizemli cinayet konularında yazı stili Agatha Christie romanlarıyla karşılaştırılsa da eserleri polisiye türüne örnek gösterilmez. 2015-2022 yılları arasında hemen hemen her yıl bir kitap yazan Ware, dilimize çevrilen "10 Numaralı Kamara" ve "Kapkaranlık Ormanda" romanlarıyla İngiltere'de en çok satan on kitap arasına girmiş bir popüler edebiyat yazarı. 

Doğrusunu söylemek gerekirse başlangıçta kitaptan fazla bir beklentim yoktu. Çünkü, Bayan Westaway'in Ölümü, türü itibarıyla ilgimi çekecek bir roman değil. Ancak, bana farklı bir deneyim yaşattığı için seçiminden dolayı sevgili Eren'e teşekkür ederim. Romanı sevdim evet, fakat hoşça vakit geçirebileceğim, özellikle tatillerde okunabileceğim cinsten bir kitap bana göre. Peki, romanda beni rahatsız eden ne? Öncelikle dilinden arzu ettiğim tadı alamadım. Çeviri olduğu pek çok sayfasında kendini hissettiriyor. 

"Harriet?

    Hal bir anda sıçrayıp döndü, Harding'in kafası odalardan birinin kapısının eşiğinden çıkmış gibi havluya sarındı..."

Bu cümleyi okuyunca, oda kapısının eşiğinden ortaya çıkan Harding kafasının havluya sarınıp Hal'in önüne yuvarlanması gibi tuhaf bir manzara geldi gözümün önüne. Oysa burada, odalardan birinin açılan kapısından Harding'in başını uzattığı hissine kapılan Hal'in panikleyip havlusuna sarındığı anlatılmak isteniyor.    

Yine de haksızlık etmek istemem, olayların gidişatından cümleleri anlayabiliyorsunuz ve çeviri olarak takdirimi toplayan yerler de az değil. Sonuçta edebi bir eser değil. Genel olarak kısa cümleler ve kısa diyaloglarla akıcı bir dili var romanın ve bu yüzden kolay okunuyor. Gerilim ve polisiye türü romanların plânı, bana öyle geliyor ki, sondan başa doğru oluşturulmakta. Bu şekilde bilinen sona ulaşmak için arada olaylar ekleniyor, heyecanı ve merakı arttırmak için de okurun dikkati özellikle belli noktalara çekilerek sürprizler oluşturuluyor. Türe mesafeli yaklaşmamın temel nedeni de bu sanırım, yani okurun olayların akışında bilinçli olarak aldatılması durumu... Diğer bir neden romanda gerçeğe uygunluk aramış olmam. Yani binde bir ihtimalle de olsa mantıken yaşanabilir olması gerekiyor olayların. Kurguya, hayal gücüne bayıldım. Ne var ki, bazı yerler eksik kalmış, havada bırakılmış, içi doldurulmamış gibi geldi bana. Böyle olunca anlatılanların inandırıcılığı zayıf kalıyor haliyle. Romandan bahsederken bu konuya döneceğim yine.  

Bir cümle de yayınevi hakkında sarf ettikten sonra romanı değerlendirmeye geçeceğim. İthaki yayınları pek rağbet etmediğim bir yayıneviydi. Beş altı yerde yazım hatası dikkatimi çekti fakat bu romanda hatalar rahatsız edici boyutta değil. Çeviri çok kötü olmamakla beraber yukarıda bahsettiğim gibi iyi de diyemeyeceğim ne yazık ki.   

Romanı yaklaşık bir haftada bitirebildim. Yazımı on beş gün önce hazırlamıştım fakat yayımlamak için Kitap Kulübü üyelerinin de kitabı okumalarını bekledim. Romanla ilgili değerlendirmeme başlamadan önce spoiler verilmesinden hoşlanmayanlar için bu satırların son durak olduğunu hatırlatmış olayım.  

Romanımızın başkahramanı Harriet adında bir kızımız, yakın çevresi onu Hal diye çağırıyor. Anlatıcı da samimiyetinden olsa gerek Hal olarak bahsediyor kendisinden. Hal, yalnız yaşayan, genç bir kadın. Brighton şehrinde, Batı iskelesindeki küçük bir dükkanda tarot falı bakarak geçimini sağlıyor. Bu arada İngiltere'nin güneyinde, Manş Denizi kenarında bir sayfiye kenti olan Brighton'ı daha önce görmüş olmam okumaya başlarken romana olan ilgimi arttırdığını bir not olarak ekleyeyim. Sanırım sonbahar aylarıydı. Hayatımda ilk ve son kez ıstakoz yediğim puslu havaya sahip bir yer olarak aklımda kalmış. 

İngiliz ve Amerikalıların şu kısaltılmış isim kullanmalarına hastayım. Okuduğum bu romanda da sık sık karşıma çıkan bu durum bazen karakterleri karıştırmama neden oldu. Hal, falcılık mesleğini annesinden öğrenmiş ancak geçimini zor sağlamakta. Yaşadığı küçük evin, dükkanın, kiraları, elektrik ve su faturalarıyla başı hep dertte. Bu yetmezmiş gibi tefeciye de borçlanmış, alacaklı, ihtar mektuplarından sonra takibi mafyanın eline bırakmış. Genç kadın ne yapacağını bilmez haldeyken sürpriz bir mektup alıyor. Robert Treswick adlı bir avukattan gelen mektupta, İngiltere'nin güneybatı ucundaki Penzance kasabasında ikamet eden büyükanne Hester Mary Westaway'in vefat ettiği bildiriliyor. Mektupta ayrıca, yaşlı kadının vasiyeti üzerine, Hal'in de mirastan pay alacağından bahsedilerek evrak işlerinin başlatılabilmesi için kendisinden kimlik ve adres bilgileri istenmekte. Gel gelelim Hal'in büyükannesi yıllar önce ölmüş olduğundan Hal, bu mektubun bir hata sonucunda kendisine gönderildiğini düşünür. Diğer taraftan önüne çıkan bu fırsatı değerlendirmek de ister. Tarot falcılığının kendisine insanları tanıma, onları gerektiği şekilde yönlendirme ve kandırma özellikleri kazandırdığına inandığı için mesleğini bir avantaj olarak görmektedir. Daha da önemlisi mafya kapıya dayandığından paraya şiddetle ihtiyacı vardır. Aslında istediği fazla bir miktar değil, sadece tefeciye borçlarını ödeyebilecek kadar bir para yetecektir ona. Güç bela, elindeki son parayı denkleştirir ve cenazeye katılmak üzere trene biner. Yol boyunca açık vermemek için plânlar kurar kafasında. Buraya kadar güzel gidiyoruz, bundan sonra gizem, gerilim tam gaz.

Roman, tam 50 bölümden oluşuyor. Yani her bölüm ortalama sekiz sayfa. Ayrıca bazı bölüm aralarında italik harflerle yazılmış mektup ve günlük sayfalarına yer verilmiş. Bölüm sayısının fazlalığı okumayı rahatlasa da günlüklerde konu edilen olayları kitabın başında anlamak hayli zor oldu. Çünkü bu mektup ve günlüklerin kimin tarafından yazıldığı önceden okura açıklanmıyor. Dolayısıyla günlükte bahsedilen olaylarla romanda anlatılanlar arasında ilişki kurmakta zorlanıyor insan. Kitabın sonunda anlaşılsa da geriye dönüp bunları yeniden okumak zor geliyor. Ben şahsen bunu sıralama hatası olarak değerlendirdim ve bir kez daha okumaya gerek görmedim. Bu mektup ve günlük sayfalarıyla birlikte romanda sıklıkla geçen saksağan kuşları, romana gizemli bir hava katması için eklenmiş sanki. Tek saksağan görmek üzüntü, ikisi sevinç, üç tanesi kız için, dördü erkek, beş gümüş, altı altın ve yedi saksağan görmek, "asla söylenmeyecek bir sır" anlamına geliyormuş. Sonradan yaptığım araştırmalarda saksağanla ilgili daha birçok batıl inanç olduğunu ve kötü talih yorumu yapıldığını öğrendim. Çarmıha gerilmesi sırasında İsa için yas tutmayan ve Nuh'un gemisine binmeyen tek kuş olan saksağan, uğursuzluğun sembolü olarak kabul ediliyormuş.

Hal'in annesi geçmişe ait pek bir şey anlatmamış kızına. Bu garip bir durum. Kız babasının kim olduğunu bilmiyor. Küçükken annesi, "baban bir pilottu, uçağı düşünce öldü" derken daha sonra annesinin tek gecelik bir ilişki sonucunda dünyaya geldiğini öğreniyor. Aslında bütün olayın isim ve soy isim benzerliğinden kaynaklandığını düşünen Hal, cenaze törenine katıldıktan sonra foyasının ortaya çıkacağından korkup paniklemeye başlıyor. Ertesi gün büyükannenin malikânesinde cenaze için toplanan üç erkek kardeş, Harding, Abel ve Ezra ile tanışıyor. Abel bir gay, daha sonra sevgilisi Edward da katılıyor aralarına. Bir de evin gizemli hizmetçisi emektar Bayan Warren var. Sonradan öğreniyoruz ki, Ezra'nın bir de ikiz kardeşi var ancak akıbeti tam olarak bilinmiyor. Bir rivayete göre kaçıp izini kaybettirmiş, diğer bir rivayete göre kaza sonucu ölmüş. Avukat vasiyeti ailenin huzurunda açıp okuyor. Herkes Ezra'nın ikiz kız kardeşi Maud'u, Hal'in annesi sanıyor. Vasiyetname avukat tarafından okununca bir de bakıyoruz ki, torunlara (Harding ve eşi Mitzi'nin çocuklarına) ve emektar hizmetçiye bir miktar para bırakılmış fakat oğullara hiçbir şey yok.  Esas çarpıcı olan Büyükanne Hester Mary Westaway, torunu Hal'a malikâneyle birlikte uçsuz bucaksız bir toprak parçası bırakmış. Açıklığa kavuşturulması gereken bazı sorular var. Sözgelimi Hester Westaway diğer çocukları arasında niçin daha çok Ezra'yı seviyor? Trafik kazasında ölen kızı Maud, yani Ezra'nın ikizi büyükanne tarafından neden dışlanıyor ve evi terk etmek zorunda bırakılıyor? Acaba büyükannenin vicdanı mı sızladı ki bütün mal varlığını Maud'un kızı sanılan Hal'a bıraktı?  

Miras dağılımından aşırı derecede rahatsız olan büyük kardeş Harding, annesine kızıyor. Abel sessiz, Ezra ise durumdan pek rahatsız görünmüyor. Hal'ın istediği sadece tefeciye borcunu ödeyebilecek kadar bir para. Fakat miras yoluyla eline geçen bu serveti kardeşlerinin kendisine yedirmeyeceğini ve foyasının ortaya çıkacağını, sonunda hapse boylayacağından endişe ediyor. Açıkçası korkuyor ve bu yüzden "ben hiçbir şey istemiyorum" deyip evine, yani Brighton'a geri dönüyor. Elbette orada da rahatsız çünkü tefecilerin gönderdiği mafya adamları borcunu ödemesi için sadece bir hafta süre vermişlerdi. Korkusunu bastırarak eve giriyor ve çekmeceleri karıştırmaya başlıyor. Bu vesileyle annesine ait bir çekmeceden bazı mektuplar ve günlükler çıkarıyor ve heyecanla okumaya başlıyor. Mektupların bazı yerleri, bazı isimler karalanmış. Fakat bir isim daha çıkıyor bu araştırmanın sonunda. Maggie! Malikânede yaşayan Maggie'nin halası, vefat eden büyükanne Bayan Hester Westaway. Bu noktadan sonra işler iyice sarpa sarıyor. Maggie aynı zamanda Hal'ın annesinin adı. Maggie, yıllar önce Ezra ile yaşadığı birliktelik sonucunda Hal'a hamile kalıyor. Büyükanne buna çok içerliyor tabii. Bu yüzden evden kaçıp izini kaybettiriyor ve Brighton'a yerleşip tarot falı bakmaya başlıyor. Yıllar sonra Maggie, kızı Hal'ın hakkını aramak için malikâneye döndüğünde Ezra onu alıp kendi arazisindeki kayıkhaneye götürüyor ve orada öldürüyor, cesedini de suyun altına gömüyor. Bu sır büyükanne ve evin yaşlı hizmetçisi Bayan Warren tarafından bilinmesine rağmen yıllarca bir sır olarak kalıyor. Ezra'nın ikiz kız kardeşi Maud, on sekiz yaşına gelen Hal'e bu sırrı anlatmaya karar veriyor ve annesi Bayan Hester Westaway'e bir mektup yazıyor. Mektup hizmetçi Bayan Warren tarafından ele geçirilerek Hester'e ulaştırılmıyor. Hal yine annesinin mektuplarından yola çıkarak malikânenin temizlik işlerinde görevli Bayan Lizzie'ye ulaşıyor ve ondan bazı bilgiler alıyor. Annesi Maggie'yi hamile bırakan kim? Hal, babasının kim olduğunu öğrenmek için çetin bir mücadeleye girişiyor. Önce Aben'in sevgilisi Edward'tan şüpheleniyor. Daha sonra Edward'ın olmadığını anlıyor ve Aben'in kendisine verdiği bir fotoğraftan yola çıkarak istediği sonuca ulaşıyor. Ezra'nın bir dizi cinayetin faili olduğundan kuşkulanıyor. Önce Maggie'yi kayıkhanede öldürdüğü, daha sonra kendini ifşa etmesinden korktuğu ikiz kız kardeşi Maud'u trafik kazası süsü vererek ölümüne sebep olduğu çıkıyor ortaya. Son olarak  emektar hizmetçi Bayan Warren'i malikâne koridorunda öldürenin de Ezra olduğu anlaşılıyor. Ezra'nın son kurbanı olayları bir dedektif titizliğiyle takip edip su yüzüne çıkaran Hal. Ne var ki götürdüğü kayıkhanede genç kızı öldürmeye çalışan Ezra, çıkan arbedede buzların kırılması sonucunda suya gömülüp can veriyor. 

"Yıllar öncesini düşünüp kayıkhanedeki ilk öfke nöbetinden itibaren domino taşları gibi yıkılan bedenleri saydı. Son domino taşı Hal'ın kendisiydi. Ama bir istisna söz konusuydu... Hal yıkılmamıştı. Yıkılan Ezra olmuştu."

Sorular, sorular... Büyükanne Hester Westaway, hamile bıraktığı Maggie'yi ve kız kardeşi Maud'u öldürdüğünü bildiği halde kardeşlerin arasında niye Ezra'yı en çok sevip koruması altına alıyor? Bunun cevabını romanda bulamadım. Evet işe polisin karışması falan istenmiyor ama bu yeterli bir sebep mi? Peki Maggie niye dışlanıyor, halası tarafından malikânenin çatı katında hapsedilip kendisine neden işkence ediliyor? Tek suçu Ezra ile ilişkiye girmesi mi? Peki, Hal yıllarca oturduğu annesi Maggie'nin çekmecelerini o güne kadar hiç mi karıştırmamış, yani öldükten sonra bile mi? Bunun gibi cevap bekleyen soruların altı doldurulsaydı daha iyi olurdu sanırım.

Yukarıdaki sorulara cevap verebilecek olanlar, yazılanların yanlış ya da eksik olduğunu düşünen kulüp üyesi arkadaşlar, romanı okumuş diğer tüm blog dostları aşağıya çekinmeden yorum yapabilirler ve kitap üzerinde tartışabiliriz. İyi okumalar...

1 Ekim 2022 Cumartesi

BLOGGER KİTAP KULÜBÜ (BKK) - EYLÜL (1. AY)

 FRANZ KAFKA - ŞATO


Çeviren: Regaip Minareci

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Sayfa Sayısı: 351

Blogger Kitap Kulübünün saygıdeğer üyeleri, değerli okurlar. Sevgili "she is the man" arkadaşımızın kurduğu Blogger Kitap Kulübünün eylül ayı ev sahibi olarak önerdiğim Franz Kafka'nın Şato romanı üzerinde değerlendirmelerde bulunmak üzere ilk oturumu açıyorum. Ekim ayının BKK ev sahibi, sevgili "Okuma Günlüğüm", arkadaşımızın seçtiği kitap ise, Ruth Ware'nin "Bayan Westaway'in Ölümü". Kulüp üyelerine ve bütün kitapseverlere iyi okumalar dilerim.  

Franz Kafka (1883-1924), nev'ine münhasır üslubu ve kurgusuyla dünya edebiyatında özel konuma sahip bir yazar. Baskıcı bir ailede geçirdiği çocukluk dönemi, ileriki yıllarda karşılaştığı adaletsiz iş ortamı ile toplumdaki ahlaki çöküşün bir sonucu olarak ezik, çaresiz ve yalnızlığa itilmiş karakter yapısını bütün eserlerinde görmek mümkün. Şato romanının protagonisti (ana kahramanı) K.'da bir ölçüde yazarla bütünleşiyor. Kafka'nın eserlerinde kullandığı tasvirler, anlatım tarzı, hayatın genel akışında yarattığı tehditkâr, korkutucu karakterler, mizahı da içine alan öğelerle okurda gerçeküstü bir algı yaratıyor zaman zaman.

İtiraf etmem gerekir ki, seçtiğin roman pek çok okur için zorlayıcı ve sıkıcı gelebilir. Bu bakımdan BKK'nın ilk kitabı olarak zorlu bir başlangıç yaptığımı kabul ediyorum. Belki ilk ay için doğru bir seçim değildi. Bu bakımdan kitaptan sıkılıp yarım bırakanlar olabilir. Genellikle okurun merak duygusunu gölgeleyeceğinden ötürü spoiler vermekten kaçınır insanlar. Bense tam aksine spoiler metinlerden yararlanmayı okumaya bir ön hazırlık olarak değerlendirirken kitabı daha iyi anlamak hususunda katkı sağladığını düşünürüm. Fakat Şato romanını okumadan önce kitap hakkında yapılan yorumlara ve eleştirilere bakmadım. Okumam bittikten sonra yazılanları okudum ve bir kısım görüşlere katılırken yapılan yorumların bazılarından farklı düşündüğümü gördüm. Yazarın daha önce okuduğum Dönüşüm, Milena'ya Mektuplar ve Dava romanlarında kendini gösteren Kafkaesk anlatım tarzını sevmeme rağmen okumakta en zorlandığım Kafka eseri oldu Şato. Anlaması oldukça zor böyle bir romanı Almanca aslından çeviren Regaip Minareci gerçekten büyük iş başarmış. Yazarın kullandığı uzun cümlelerin daha sonuna gelmeden başını unutuyor insan ve tek bir cümleyi tekrar tekrar okumak zorunda kalıyor. Bu durum benim gibi sıradan bir okur için zaman alıcı, bazen sıkıcı bir süreç oldu. Normalde bir haftada bitirebileceğim kitabın okumasını iki haftada tamamlayabildim bu yüzden. Ancak cümlelerin hepsi sağlam, sözcükler yerli yerinde. İşte bunu yakaladığında ve yazarın vermek istediğini anladığında mutlu oluyor insan. Romanı basit bir masal gibi okumak mümkün ancak o zaman eseri hak ettiği değerden yoksun kılmış oluruz. Yazarın kullandığı metaforlarla hayatın gerçeklerini bir alt metin olarak satır aralarına gizlediğini fark eden okur, çok katmanlı anlatım özelliklerine sahip bu romandan büyük haz alacaktır. İşin bu yönü zevkli olduğu kadar yorucudur da. Fakat her okumada yeni şeyler keşfettiğini ve her cümlesinden yeni anlamlar çıkardığını gören okuru içine çeken tatlı bir yorgunluktur bu.

Şato'nun konusu ilk bakışta son derece basit görünmesine rağmen sayfalar dolusu anlatacak detay bulmuş yazar. Öte yandan bugüne kadar roman üzerinde muhtelif tartışmalar, değerlendirmeler yapılmış ve daha uzun yıllar yapılmaya devam edilecek. Kitabın konusu ve verdiği mesajlara ilişkin ne kadar detaylı yazarsam yazayım farklı görüşlerin yanı sıra geride anlatılmayan pek çok husus kalacağından eminim.

Şizofren hastası olan Kafka, yazmış olduğu pek çok kitabı yarım bırakmış ya da yaktırmış. Ölümünden iki yıl sonra ilk kez 1926 yılında yayınlanan Şato, yazarın sıkılıp yarım bıraktığı onlarca kitabından sadece bir tanesi.

"K. köye ulaştığında akşamın geç saatleriydi." cümlesiyle başlıyor roman. Öncelikle böylesine etkileyici bir başlangıç cümlesi romanın başında okuru çekiyor içine. K. kimdir? Ona gelmeden önce kitaba adını veren "Şato" dan bahsetmek istiyorum biraz. Ben bahsetmek istiyorum istemesine fakat enteresan bir şekilde şatonun ne içinden, ne de dışından bahsedilmiş romanda!  Şato'nun sahibi Kont Westwest'in adı sadece bir kez geçiyor kitapta. Her şey esrarengiz bir sır perdesinin arkasına gizlenmiş! Romanın satır aralarında Şato hakkında bildiklerimiz sadece şunlar: Yukarılarda bir yer, herkesin korktuğu, cezalandırıcı, saygı uyandıran, kapısından içeri sadece ayrıcalıklı kişilerin girebildiği söylenen (sadece söylenen! bu yüzden, bundan bile emin olamadığımız), büyük saygı ve korku uyandıran memurları ve ulaklarıyla sade vatandaşların yaşadığı köye haberler ileten, sözde düzeni sağlayan, eleştirilemez, sorgulanamaz bir yer bu Şato. Kont Westwest'le birlikte Şato, onca saygınlığına ve terör estirmesine rağmen köydeki hayatın akışına pek de müdahale etmeyen, adaletin işlemediği, sınırsız güce sahip olduğuna inanılan fakat hangi dolapların çevrildiğine dair kimsenin fikir sahibi olmadığı kapalı bir kutu. En büyük otorite! Şato böyle bir yer ve böyle bir otoritenin sahibi Kont hakkında ise zerre kadar bir bilgi yok! 

Kitap hakkında yapılan yorum ve değerlendirmeler, romanda, genel olarak, yabancılaşma, bürokrasinin vurdumduymazlığı, şeffaflıktan yoksun, keyfi uygulamalarla işlerin yokuşa sürülmesi ve otoriter bir devletle birey arasındaki iletişimsizlik temalarını işlendiği yönünde. Bütün bunları kabul etmekle birlikte şimdiye kadar hiç rastlamadığım, radikal bir yorumda bulunacağım burada. Bilindiği üzere Yahudi bir aileye mensup yazar, bir süre sonra ateist olmuştur. Buradan yola çıkarak Şato'nun gökyüzünde bir Tanrı katı, Kont Westwest'in Tanrı, Şato'ya girip çıkan beylerin Tanrı'nın emirlerini insanlara aktaran peygamberler, Şato'da görevli memurların ise günah ve sevapları kaydeden melekleri, havarileri, ermişleri çağrıştırdığını düşündüm. Gerçekten de romanın tamamında bu yönde yakıştırmalar hiç de anlamsız değil bence. Bütün insanlar ne olduğunu bilmedikleri, ayrıca kendisinden asla fayda görmedikleri bir güce kayıtsız şartsız teslim olmuşlar. Duaları çağrıştıran dilekçelerin cevapsız kalmasından, kaybolmasından bahsedilirken hak, adalet, hiçbir zaman yerini bulmuyor. İşler öylesine birbirinin içine giriyor ki, günlerden bir gün, Barnabas adlı bir ulak, Şato'nun yüksek dereceli bir memuru ya da beyi olan Klamn'dan K.ya bir mektup getiriyor. Kadastrocu olarak atandığı köyde muhatap bulamadığı için henüz işe başlamadığı ve yardımcılarının ise haylazlık dışında bir iş yapmadığı halde mektupta şunlar yazıyor:

"Brückenhof Hanı'ndaki Sayın Kadastrocu'ya! Şimdiye kadar gerçekleştirmiş olduğunuz kadastro işlerini takdirle karşılıyorum. Yardımcıların çalışmaları da övgüyü hak ediyor. Onları çalıştırmayı çok iyi biliyorsunuz. Bu gayreti elden bırakmayın! İşleri iyi bir şekilde sonuçlandırın. Olası bir yarıda bırakman beni çok kızdırır. Ayrıca tasalanmayın, ücret konusu en kısa zamanda karara bağlanacak. Gözüm üzerinizde."

Bildiğiniz üzere Kadastrocu Bey, henüz işe başlamamış! Yardımcıları deseniz, haylazlıktan başka bir şey yaptıkları yok. Fakat yukarıdaki makam tarafından takdir, övgü alıyorlar. Tam bir ilahi adalet! 

Gelelim K.'ya. Kendisine köylülerin Kadastrocu Bey, diye hitap ettikleri bir adamcağız bu K. Muhtemelen yüzünde şeytan tüyü olan yakışıklı bir beyefendi. Bunu hem romanın önemli karakterlerinden biri olan Klamn'ın metresi Freida hem de ulak Barnabas'ın kız kardeşi Olga'nın K.'yı görür görmez aşık olmalarından anlıyoruz. Roman hakkında yukarıda belirttiğim üzere birbirinin benzeri binlerce yorum bulabilirsiniz. Ben burada Şato metaforunda yapmış olduğum alternatif bir bakış açısıyla ilerlemeye devam edeceğim. K.'nın yani Kadastrocu Bey'in köye gelmesini doğum, köyü dünya olarak düşündüm. Adamcağız ne iş yapacağını bilmediği gibi, köyün muhtarından kadastro işine de gerek olmadığını öğreniyor. Varoluş sancılarına bir atıf yapılıyor sanki. Neden geldik dünyaya, bize gerçekten ihtiyaç var mıydı? Romanda Şato'ya kayıtsız şartsız biat edenlerin aksine hareket eden iki farklı karakterden biri K. ise, diğeri de Barnabas ve Olga'nın küçük kız kardeşi Amalia'yı görüyoruz. Amalia'dan daha sonra bahsedeceğim. K. köye gelen bir yabancıdır. Köylüler tarafından kendisine şüpheyle yaklaşılır. Kimse ona yol göstermez, yapılacak ve yapılmaması gereken her işe Şato karar verir çünkü. Şato'ya ulaşmak ise imkânsızdır. Şato'nun sahibi ile köylü arasında irtibatı sağlayan Klamn'ı görebilen nadir kişiler dahi onu hep farklı şekilde anlatırlar. K. köyde kendisine görev verilmesini istediğinde aracılar adres olarak Şato'yu gösterirler fakat beylere dahi ulaşamaz bir türlü. Kaderine razı olan ve çabuk vazgeçen biri değildir K. Israrla Şato'ya ulaşmanın ve oradan işinin ne olduğunu öğrenmenin peşindedir. Köylülerin ve Şato ile bağlantısı olan sekreterlerin aksine meraklı bir kişiliğe sahip K., aklına yatmayan her konuyu cesaretle ve ısrarla sormaya, sorgulamaya devam eder. Şato'ya çıkmak için her yolu denemiş, bu konuda kendisine yardımcı olabilecek her kapıyı çalmıştır. Şato'nun tepkisini alıp toplumun dışına itilen bir ailenin evine gitmeye cüret edebilen bir yapıya sahiptir. Roman yarım bırakıldığı için sonunda hedefine ulaşıp ulaşamayacağı meçhul olmakla birlikte yakın dostu ve aynı zamanda biyografisini yazan Max Brod, yazardan aldığı bilgiye dayanarak, eğer roman tamamlanabilseydi; K.'nın ölümüne kadar köyde kalmaya devam edeceğini, ayrıca Şato'nun ölüm döşeğindeki K.'ya, köyde yaşamak hususunda yasal iddiasının geçerli olmadığını, ancak bazı faktörleri dikkate alarak orada yaşamasına ve çalışmasına izin verildiği hususunu ileteceğini iddia etmiş. 

Diğer bir karakter Frieda, Beyler Han'ında garson olarak çalışmakta aynı zamanda Şato'nun üst düzey beylerinden biri olan Klamn'ın metresi olduğunu söylemektedir. Klamn'a ulaşmaya çalışan K. ile karşılaşır karşılaşmaz ona aşık olur ve birlikte Beyler Han'ını terk ederler. Frieda, kaçalım bu köyden başka yere gidelim dese de, Klamn'a ulaşmayı kafasına koyan K.yı ikna edemez. K. esas hedefinin peşine düşüp Barnabas'ın evine vardığında Olga ve Amalia ile konuşur. Bunu öğrenen Frieda Olga'yı kıskandığı gerekçesiyle K.yı terk ederek Beyler Han'ına geri döner. Beyler Hanı'na Şato görevlileri dışında kimse alınmamaktadır. Bunun dışındakiler kurallar gereği ancak bar kısmına kabul edilir. Frieda bence burada şeytan rolünü üstlenmektedir. Esas niyeti K.yı ayartmak ve onu Klamn'a ulaşmak arayışından vazgeçirmek. Amacına ulaşamayınca Olga'yı bahane ederek K. yı terk ediyor ve Beyler Hanı'na geri dönüyor. 

Klamn'ın adı geçse de kendisinden fazla bahsetmedim. Aslında Kont Westwest gibi o da ulaşılmaz, esrarengiz bir karakter. Şato'nun otoritesini temsil eden anlaşılması güç bir Şato görevlisi. Diğer görevliler gibi onun da gerçek bir uzmanlık alanından bahsedilmiyor romanda. Bir süre sonra K.'yı sorgulayacak olan Erlanger ve Momus adında iki sekreteri var. Çekçe "klam" sözcüğü illüzyon manasına geliyor. Burada Klamn, Kont Westwest'in temsilcisi ve onun emirlerini köy halkına ileten yüksek düzey bir memur. Benim yorumuma göre, alt metinde, kendisi gibi ulaşılamaz, saygın, kutsallık atfedilmiş peygamberi temsil eden bir karakter. Frieda olan ilişkisi söylenti olabilir. Ya da gerçekten ilişkiye girmiştir. Bu durumda peygamber şeytana uymuş denebilir, ki neden olmasın? Fakat anlaşılıyor ki, Frieda'nın K.'ya gitmesi Klamn'ın hiç umurunda değil, bunu kıskançlık vesilesi yapmıyor. Oysa Frieda ile birlikte olması K.'nın Şato tarafından sorgulanmasına sebep oluşturuyor.

Amalia'dan bahsetmeden önce iki şirin karakterimiz daha var. Bunlar Şato tarafından K.'ya gönderilen Arthur ve Jeremiah adındaki yardımcılar. Kuklaya benzeyen fantastik gerçeküstü karakterler. K. nın gözünün önünde nişanlısı Frieda'ya sarkıntılık edecek kadar cüretkârlar. Bence yazar bu ikiliyi İsa'ya karşı şeytanın yanında savaşan ve Yeni Ahitte adı geçen Gog ile Magog'a (Kur'anda Ye'cüc ile Me'cüc) benzetmiş olabilir. Gerçekten de son derece komik bir ikili bunlar. K.'nın nişanlısı Frida'yı gözetliyorlar durmaksızın, K. bunları kapı dışarı ediyor, kapıyı yumrukluyorlar, K. dövüyor, kovuyor. Fakat Frieda tuhaf bir şekilde büyük şefkatle kucaklıyor onları. Klamn'ın görevlendirdiği sekreter Erlanger tarafından K.'nın sorgulanmak istenmesinin arkasında hangi sebep yatıyor? Yardımcılarına kötü muamele edip işten atması mı, Klamn'a rağmen Frieda'yı ayartıp, Beyler Hanı'ndan alıp götürmesi mi, yoksa K.'nın Frieda'nın oyununa mı gelmesi?

Ve benim en çok takdir ettiğim karakter Amalia. Barnabas'ın ve Olga'nın küçük kız kardeşi. Babaları hali vakti yerinde bir ayakkabıcı ve aynı zamanda itfaiyede üst düzey görev üstlenen köyün önemli şahsiyetlerden biri. İtfaiyeciler için düzenlenen bir şenlikte Şato'ya çalışan Sortini adındaki bir bey güzel Amalia'ya aşık olur ve hemen bir ulak vasıtasıyla mesaj gönderip genç kızı Beyler Hanı'nda beklediğini iletir. Mesaj son derece kaba ve saygısızdır. Bunun üzerine Amalia, mesajı yırtıp ulağın yüzüne fırlatır. Bu olay Beyler Han'ında garson olarak çalışmakta olan Freida tarafından öğrenilir öğrenilmez hızla bütün köyde yayılır. Şato'ya karşı yapılan büyük bir hakarettir Amalia'nın bu tavrı. Bütün köy aileyle olan ilişkisini keser ve onları yalnızlığa iterler. Baba itfaiyedeki görevini ve ayakkabıcılık işini kaybetmiştir. Barnabas'ın babası, Şato yolunda günlerce Sortini'nin yolunu gözler af dilemek için. Nafile bir çabadır bu. Aile cüzzamlı gibi toplumdan dışlanır, köyün dışında başka bir yere taşınır. K. bu hikayeyi Amalia'dan değil, Olga'nın ağzından uzun uzadıya dinler. Amalia Şato'ya, orada görevli bir beyin isteğini geri çevirmek suretiyle büyük bir günâh işlemiştir ve bunun cezasını çekecektir. Aslında ortada resmi bir suçlama yok! Cezayı kesen Şato'ya taparcasına bağlı olan köy halkından başkası değil. Günümüz inanç dünyasına ne kadar benziyor değil mi? Tanrı katından resmi bir bildirim olmamasına rağmen yöneticiler ve peşinde sürükledikleri halk kafalarına uymayan vatandaşları Tanrı adına cezalandırabiliyor.  

Evet, kıymetli Blogger Kitap Kulübü üyelerimiz ve saygıdeğer blog dostları. Eğer siz de Franz Kafka'nın Şato adlı romanını okuduysanız, yorumlarınızda görüşlerinizi belirtebilirsiniz. Bu benim katıldığım ilk kitap kulübü. Eksik ya da hatalı bir şeyler yaptıysam affedin lütfen. Bildiğiniz üzere her türlü eleştiriye açığım. Güzel ve verimli bir tartışma olmasını dilerim. Saygılarımla,     

30 Ağustos 2022 Salı

BLOGGER KİTAP KULÜBÜ (BKK)


Sevgili
"she is the man" tarafından kurulan "BLOGGER KİTAP KULÜBÜ" nde ilk ev sahibi olmanın gururunu yaşıyorum. Bana bu gururu yaşatan "she is the man" e teşekkür ederim. Arkadaşımız söz konusu etkinliği ŞU yazısında duyurup üye sayısını on iki kişi olarak öngörmüştü. Bugüne kadar (bildiğim kadarıyla) kulübe katılmayı düşünen değerli arkadaşlarımızın blog isimleri ve adresleri şöyle;







1. Dövüşürken hanımefendi değilim / She is the man - (http://applesodaa.blogspot.com/)

2. Kitaplık/Okuma Günlüğüm - Eren (https://okumagunlugum.blogspot.com/)

3. Şule Uzundere Blog / Hayata Dair Her Şey - (https://suleuzundere.blogspot.com/)

4. Kaystros Tyrha / Kaplan Diary - (https://kaplandiary.blogspot.com/)

5. Yüreğimin İklimi - (http://yuregiminiklimi.blogspot.com/)

6. Gizem Gündüz / Okuyan Koala - (http://kitap28.blogspot.com/)

7. Gül Özdemir / Film Yabancı Dizi Anime ve Kitap - (https://fgofilmdizianime.blogspot.com/)

8. Manxcat - Kuyruksuz Kedi - (https://nurruyakara.blogspot.com/)

9. Su'nun Harikalar Diyarı - (https://sununnotu.blogspot.com/)

Yukarıdaki listenin dışında kulübe destek vererek bizleri onurlandıracak, yorumları ve eleştirileriyle katkı sağlayacak bütün blog dostlarına teşekkür ederim. Elimde okumadığım pek çok kitap olmasına karşın söz konusu etkinlik için internetten ilk kez toplu kitap satın aldım. D&R dan sipariş ettiğim yedi kitabın adları ve yazarları şunlar:

1. Karamazov Kardeşler - Hasan Ali Yücel Klasikleri - Fyodor Dostoyevski

2. Yeraltından Notlar - Hasan Ali Yücel Klasikleri - Fyodor Dostoyevski

3. Yeryüzüne Dayanabilmek İçin - Tezer Özlü

4. Şato - Franz Kafka

5. Vadideki Zambak - Honoré de Balzac

6. Cennetin Doğusu -  John Steinbeck

7. Prens - Niccolo Machiavelli

Bunların arasından BLOGGER KİTAP KULÜBÜ / EYLÜL ayı için önereceğim kitap Franz Kafka'nın ŞATO romanı. Türkiye İş Bankasının Modern Klasikler Dizisinin 43. kitabı. Çevirisini Almanca aslından Regaip Minareci yapmış ve toplam 351 sayfa.

Söz konusu etkinliğe katılmayı arzu eden dört arkadaşımızı daha bekliyoruz.

Eylül ayı sonunda, okumamız bittikten sonra, aynı Ağaç Ev Sohbetlerinde olduğu gibi, yayımlayacağım postun altındaki yorumlarda kitap hakkında geniş kapsamlı tartışmalar yapacağız. Sizlere diğer kitaplarından (Milenaya Mektuplar, Dönüşüm, Dava) tanıdığım ve beğenerek okuduğum yazar Franz Kafka ve kitabı Şato hakkında biraz bilgi vermek isterim.



Franz Kafka (1883-1924) Çek asıllı Avusturyalı yazar, Prag'da dünyaya geldi. Kendisi çağımızın en büyük yazarlarından biridir. Yapıtlarını edebiyat tarihinin belirli bir akımına dahil etmek zordur. Taşralı Çek bir babayla, burjuva Alman Yahudi'si bir annenin çocuğu. Prag Üniversitesi'nde hukuk öğrenimi gördü. İki kez nişanlanıp bir türlü evlenemediği Felice Bauer'le ilişkisinden geri kalan beş yüzü aşkın mektup, ölümünden çok sonra, 1967'de Briefe an Felice (Felice'ye Mektuplar) adıyla yayımlandı. Yapıtlarını Çekçeye çevirmek isteyen Milena Jesenkaya'ya yazdığı mektuplar ise yine ölümünden sonra Briefe an Milena (Milena'ya Mektuplar) başlığıyla okurla buluştu. Die Verwandlung (Dönüşüm), Der Prozess (Dava) ve Amerika önemli yapıtları arasındadır. Öykü ve romanlarında çağımız insanının korkularını, yalnızlığını, kendine yabancılaşmasını ve çevresiyle iletişimsizliğini ele aldı. 1924'te verem yenik düşerek yaşama veda etti.      

Kafka, Şato'da, tıpkı Dava'da olduğu gibi şeffaflıktan yoksun, işlemeyen kurumlarla, otorite ve bürokrasiyi hicveder. Esrarengiz bir kont, ona ait bir şato; diktatörce eğilimler gösteren, hiyerarşi içindeki çok sayıda bürokrat... Roman, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun modern ulus devletlere ayrışmasının ertesinde yazıldığından, Kafka geleneksel otoritenin nasıl bir düzene evrileceğini sorguluyor. Okur, romanın muammalarını çözmek için her türlü karmaşa, ikilem ve belirsizlik arasından yolunu bulmaya çalışacağı "aktif" bir okumaya davet edilir. 

Aradan geçen bir asırlık zamana rağmen günümüz Türkiye'sinden izler taşıdığını düşündüğüm ilginç bir roman. Herkese keyifli okumalar dilerim.