Perdenin aralığından yüzüne vuran keskin bir ışık huzmesi gözlerini kamaştırdı. Güneşin yerine Kerimov'a kızmak daha akıllıca geldi. Devasa yatağında başını kaldırmadan kapıya doğru dönüp hiddetle bağırdı.
- Kerimooovvv. Allahın cezası, güneşliği niye iyice kapatmadın!
Çocuk yaşından beri evin demirbaşı olmuş, her daim takım elbise giyen, boynu kravatlı, titiz, sakin, konuşmaktan pek hoşlanmayan, vazifelerini gayet iyi bilen, elli yaşlarında uşak Kerimov, sesi duyar duymaz odanın kapısında belirip Dimitri'nin önünde el pençe divan durdu.
- Çok affedersiniz efendim. Neredeyse öğlen oldu, kalkmanıza yardımcı olmamı ister miydiniz?
Dimitri, yattığı yerden kollarını arkaya doğru uzatıp uzun uzadıya gerindi. Göz kapaklarını kaldırmakta zorlanırken bir yandan da söyleniyordu.
- Rahat bir uyku çekemeyecek miyim ben? Yeni bir gün, yeni dertler. Ne güzel uyuyordum, hep senin yüzünden Kerimov.
İri cüsseli bir yapısı vardı Dimitri'nin. İki gün önce kendisiyle bir türlü yıldızları barışmayan babasını kaybetmişti. Çok sevilen ve sayılan biri olan babasının cenaze merasimine yüzlerce kişi katılmış, onca saat Dimitri'yi ayakta bekletirken ona taziyelerini sunmuşlardı. Bu yorgunluk belli ki de ilk kez ona ağır gelmemişti. Bunun birinci nedeni babasının dırdırlarından kurtulmuş olması, diğer bir nedeni ise büyük bir servete tek başına konmasıydı. Şimdi karışanı, görüşeni yoktu artık. Her sabah kendisini çalışmaya zorlayan babasının bitmez tükenmez şikayetleri geride kalmıştı.
Eliyle yaklaşmasını işaret etti.
- Al şu pikeyi üzerimden rezil herif!
Kerimov tepki vermeden derhal denileni yaptı.
- Ne duruyorsun orada öyle. Kalkmama yardım etsene.
Kerimov kah kollarından çekerek, kah arkasından iterek Dimitri'yi yatağın kenarına oturtmayı başardı.
- Akşam içkiyi kaçırdım sanırım, içim yanıyor. Ne bakıyorsun öyle suyumu versene.
Yatağın baş ucundaki komodinin üzerindeki içi su dolu bardağı eline tutuşturmaya çalıştı Kerimov.
- Bırak şu elimi. Görmüyor musun, yorgunluktan mecalim yok.
Kerimov bardağı Dimitri'nin ağzına dayayıp suyunu içirmeye çalıştı.
- Yeter, kes şunu. Midemi suyla dolduruyorsun.
Uşak elindeki peçeteyle Dimitri'nin ağzını kurulayıp geri çekildi.
- Anlat bakalım Kerimov, bugünün programında ne var?
- Efendim, bugün kiraları topladıktan sonra bankaya uğrayacaksınız. Daha sonra şehir kulübündeki davete katılabilirsiniz ya da tiyatroda yeni temsil edilen oyunu izleyebilirsiniz.
Dimitri derin bir püff çekti.
- Yaşamak ne kadar zor. İşler, yaşamaktan daha zor.
- Kerimov, niye kiracılar bankaya kendileri yatırmıyorlar paraları?
- Efendim, babanız her zaman bizzat kendisi toplardı kiraları, daha sonra kendisi yatırırdı bankaya. Kiracıya bırakırsanız bu işleri kimse günü gününe yatırmaz derdi ruhu şad olsun.
- Ne zor işler bunlar dedi Dimitri. İyisi mi ben vekalet vereyim sana bu zor işi sen yap benim yerime.
Kerimov sessizliğini korudu.
- Duymadın mı be adam, bundan sonra bu iş senin, anladın mı?
- Emredersiniz efendim. Yalnız notere gidip bana vekalet vermeniz gerekecek bunu yapabilmem için.
- Ben mi gideceğim notere. Niye gidecekmişim onca işin arasında. Telefon et noter gelsin buraya, parasıyla değil mi, ne evrak gerekirse burada imzalarım. Umarım tek imza yeterli olur, bir sürü imza ile uğraşmak istemem. Neyse, sen git şimdi bana su getir, yüzümü yıka, sakallarımı düzelt, daha sonra kıyafetlerimi giydirirsin. Tanrım görüyorsun, ne kadar çok iş var sırtımda.
Kerimov, odadan çıkıp büyükçe bir metal leğen, bir ibrik, bir makas ve bir havluyla geri döndü. Komodinin yanındaki ahşap masayı yatağın kenarına çekip leğeni üzerine oturttu. Leğenin içine doğru çekti başını Dimitri'nin. İbrikten aldığı suyla yüzünü yıkadıktan sonra havluyla kuruladı ve onu geriye, eski konumuna getirdikten sonra havluyu boynuna doladı, Sakallarını düzeltmeye başladı. Bu esnada Dimitri durmaksızın homurdanıyordu.
- Ne işe yarar bu sakallar sanki. Kesmek ayrı dert, uzatmak ayrı dert. Hadi elini çabuk tut, dünya kadar işim var. Noter gelecek az sonra imzalar, imzalar... Kerimov söyler misin, sence hangisi daha az yorucu? Kulüpteki davet mi yoksa tiyatroda oyunu izlemek mi?
Bu sorulara alışkın olan uşak, her zaman aynı cevabı veriyor, daha sonra Dimitri'yi kızdırmamak için fikrini söylemek zorunda kalıyordu.
- Siz bilirsiniz efendim.
Kısa bir sessizlikten sonra Dimitri'nin şimşek bakışlarını üzerinde hissedip devam etti Kerimov.
- Eğer tiyatroya gidecek olursanız önce yemek yemek zorunda kalırsınız. Ama kulübe giderseniz davet yemekli olduğu için ayrıca yemek zahmetinden kurtulmuş olursunuz, efendim.
Dimitri neşeyle ellerini çırptı.
- Yaşşa be Kerimov. Bak ben bunu hiç düşünmemiştim. O zaman akşam kulübe gideyim bari. Madem ki daha az yorucu. Akşam yemek saatine kadar bütün işlerimi hallettim sayılır. Şimdiden giyinmeme de gerek kalmadı. Hadi artık beni rahat bırak noter gelene kadar biraz dinleneyim.
p.s Tuhaftır, mütevazı izleyici kitleme baktığımda hiçbir bağım olmamasına rağmen Türkiye'deki izleyici sayımın 3/4 ünden fazlasının Rusya topraklarında yaşadığını fark ettim. Bu öyküyü de o hiç tanımadığım sessiz Rus dostlarıma ithaf ediyorum.