Dün gece uzun zamandır ilk kez gelir gelmez yatağa attım kendimi. Ne günlüğüme el atacak halim vardı ne başka bir şey yapacak. Başımın ağrısı belki uyursam geçerdi. Öyle de oldu. Bugün tatil günümüz. Sabah saat sekizde gözlerimi açtığımda yokladım kendimi. Evet, dünden beri beynimi kemiren o ağrı kalmamış. Tüy gibi hafiflemiş hissediyorum. Eşimle her zaman farklı kutuplarda olduğumuz için onun başı ağrımaya başlıyor sabahın ilk saatlerinde.
Hemen çıkıp pazar işini halletmeli... Her zaman bir yer bulduğum otoparkta bir santimetrekare yer yok. Güçlükle çıkıp dışarıda başka bir yere park ediyorum. Şefimiz salatalara farklı lezzetler katmaktan zevk alıyor. Sipariş ettiği taze nane, reyhanı bulmam lazım. Pazarda ot kalmamış artık. Alışverişi bir an önce tamamlayıp yaylaya çıkıyorum. İlk işim Venüs'ü özgürlüğüne kavuşturmak. İyice şımarmış bu soytarı. Üzerime sıçrayıp duruyor. Fifi beni ondan kurtarıyor. Bu sayede malzemeleri dolaplara yerleştiriyorum. Dünkü havadan eser yok, zaman zaman güneş yüzünü gösteriyor. Yayla bir cennet. İşim bittikten sonra Venüs ve Fifi'ye mamalarını veriyorum. Venüs arsızca saldırıyor önce, sonra bırakıp uzaklaşıyor. Fifi bütün zarafetiyle gelip bir kaç parça alıp kenara çekiliyor.
Kümese yem ve su götürürken peşime takılıyorlar. Venüs benimle birlikte kümese giriyor. Tavukları yemliyorum. O da ne? Tavukların peşinden koşup kümesi boşalttığı yetmiyormuş gibi onların yemlerini yemeye başlıyor. Bu Venüs tam bir manyak. Ne bulursa yiyor. Şaşkınlığımı üzerimden atmadan bir de ne göreyim. Peşime takılan tavuklar gelmiş, köpeklere koyduğum mamaları yiyorlar. Arkamı dönene kadar çanakta mama kalmamış. Gidip içeriden biraz ekmek alıyor, kümese tavuklara atıyorum. Tavuklara yeniden yem götürüyor, çanağı tekrar mamayla dolduruyorum.
Bugün tamamen iyileşmesem de düne göre oldukça iyiyim. Döndüğümde eşimi de biraz toparlanmış görünce seviniyorum. Kızım telefon ediyor. Venüs'ün maceralarını anlatınca kahkahalarla gülüyor.
"Kapattın mı, kulübesine?"
"Suyunu koydun mu?"
"Nereye koydun?" soruların arkası kesilmiyor.
"Evet su koydum çanağına ama seninki patilerini yıkadı o suyla çanakta su bırakmadı tepinerek." diyorum.
Kızım hız kesmiyor.
"Akşam yine gideceksin su vermeye değil mi, yoksa susuzluktan ölür."
"Yok başka vaktim, Ne bu? Koyduğum suyu patileriyle heba etmeseydi."
"O zaman ben gelir, suyunu koyarım."
"Duygu sömürüsü ha?"
Tamam tamam akşam yine gider suyunu koyarım. Eşime soruyorum. Birlikte gider dolaşır mıyız?
Akşam çabuk oluyor. Hava kararmadan bir kez daha eşimle çıkıyorum yaylaya. Tek amacımız Venüs'e su vermek. Hazır gitmişken yaylanın meşhur Kaplan suyu getirmeden olmaz. Yanımıza plastik bidon almayı unutmuyoruz. Malum şehir suyunun Kaplan suyunun yanında tadı saman. Bahçeye girer girmez Fifi karşılıyor bizi. Sürpriz gelişimiz sevindiriyor onu. Venüs, kulübesinin penceresinden cin cin bakıyor. Hemen kilidini açıp serbest bırakıyorum. Her ikisi birden üzerime sıçrıyor, bir sevgi yumağı oluyoruz.
Eşim üzerine sıçramasın diye çaktırmadan mutfağa geliyor. Dışarıdan sesler duyuluyor. "Kimse yok mu?" Bahçe kapısını açık bıraktığım geliyor aklıma. "Açık değil misiniz?" Genç çift kapıyı açık görünce haklı olarak girmiş içeri. "Maalesef bugün salı, salı günleri kapalıyız." Bugün bereketli bir günümüz. Sadece onlar değil, telefonla arayan arayana.
Su bidonunu doldururken Venüs yine iş başında. Ölü bir kuşu almış ağzına, kafasını sallayıp duruyor. Zavallı küçük kuş, avcıların hışmına uğramış belli. Ama ya hastalıktan öldüyse (!) Venüs'ün peşinden koşuyorum. Ben kovalarken o kaçıyor. Sonunda yakalıyorum. Başını tutarken çenesini aralamaya çalışıyorum. İmkanı yok ağzından almanın. Fifi yanımda bana destek olacak ama ne yapacağını o da bilmiyor gariban. Ellerim Venüs'ün çenesinde bekliyorum. Ağzını açarsa kuş düşecek. Sonunda başarıyorum. Kuşu kaptığım gibi yukarı kaldırıyorum. Venüs peşimde, sıçrayıp elimden kurtarmaya çalışıyor kuş ölüsünü. Verandadan iyice ileriye savuruyorum. Suyunu koyup kulübesine kapatıyorum bizim yaramaz çocuğu sonunda. Soylu bir aileden geldiği her halinden belli Fifi, zarifçe elini uzatıyor bana. Onunla da vedalaşıyor, kapıları, kameraları kontrol edip dönüyoruz.
Yolda güneşin batışı nefis bir manzara çıkartıyor ortaya. Telefonum eşimde, kızımla konuşuyor. Bu konuşma bitmez. Durup bir mola vermelerini istiyor, güneşin batarken Selçuk Belevi yolundaki bir gölete düşen aksini fotoğraflıyorum.