Uzunca bir aradan sonra depremi bahane ederek yeniden yazmaya başlamayı deneyeceğim. Zira sebepsiz olarak yazamıyordum bir süredir. Şimdiye kadar yaşadığım en büyük depreme ilişkin duygu ve düşüncelerimi hem sizlerle paylaşmak hem de buraya bir kayıt düşmek için bir şeyler karalamadan önce merak edip durumumu soran arkadaşlara bir kez daha teşekkürü borç bilirim.
Yaklaşık bir ay kadar önce eşimin evde geçirdiği bir kaza sonucu sağ elinin serçe parmağı eklem yerinden çıkmış ve çekilen röntgen sonucunda ikinci boğumunda iki adet kırık olduğu tespit edilmişti. Bu nedenle özellikle mutfak başta olmak üzere diğer ev işlerini üstlendim. Geçtiğimiz cuma günü saat 12.51'de bulaşık makinesini boşaltırken ilk önce kulağıma gelen tabak çanak şakırtılarını önemsememiştim. Fakat sesler kesilmeyip tam aksine gittikçe yükselmeye başlayınca mutfaktan başımı uzatıp koridordaki avizelerden sarkan parçaların şakırdayarak şiddetle sallandığını fark ettim. Az sonra dışarı çıkacaktık. Banyoda makyajını yapan eşim koridora fırlayıp panik içinde "deprem oluyor" diye seslendiğinde ben de işimi bırakıp mutfaktan dışarı çıktım. Beş on saniye sonra sarsıntı hızını kaybeder gibi oldu, "Tamam, tamam geçti, bir şey yok" dedim ancak ikinci bir dalga ara vermeden yeniden sarsmaya başladı. Sadece salondaki avizeler değil, mutfaktan gelen tabak, çanak sesleri, dolapların gıcırtıları birbirine karışmaya başlamıştı. Ellerimi koridordaki duvarlara yaslayıp hareketin bir an önce bitmesini bekliyordum fakat aksine daha fazla sarsılmaya başlamıştık. Kapının yanında hasır dolabın üzerinde bulunan eşimin çantası sağlı sollu şiddetle sallanıyordu, yere devrildi devrilecek gibiydi. Gözüm duvarlara ilişti bina resmen kağıt gibi eğilip bükülüyordu. Eşim, titremeye başladı ve şimdiye kadar görmediğim bir içtenlikle "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek besmele çekmeye başladı.
Sizin için biliyorum, inanmanız zor fakat ben korkmuyordum. Çünkü deprem bölgesi olmasına rağmen İzmir'de Kuzey Anadolu Fay hattı üzerindeki yerleşim yerlerinde oluşabilecek kadar büyük şiddette bir deprem olamayacağına kendimi iyice inandırmıştım. Hatta bir önceki gece Alsancak'ta ailecek oturduğumuz bir kafede bu yönde birkaç laf etmiştim. Ancak deprem süresinin uzaması beni endişelendirmeye başlamıştı. Korkacağım ana henüz gelmemiştim, diyebilirim. Eğer duvarlarda, kirişlerde bir çatlama olduğunu görseydim, o zaman korkardım sanırım. Neyse, sarsıntı sona erdiğinde salona geçtim, duvarlardaki koca yağlıboya tabloların hepsi diyagonal pozisyona gelmişti. Evin içinde herhangi bir hasar, düşen, kırılan bir eşya görünmüyordu. Hemen çocukları, büyükleri arayalım dedim, çünkü biliyordum ki herkes telefona yüklenecek ve hatlar hemen kesilecek.
İlk olarak oğlumuzdan haber aldık. Dışarıda bir kafede arkadaşıyla oturuyormuş. O da hem meslektaşım hem de benim kadar rahat biri. Dışarı çıkmak gibi bir niyeti yokmuş ama herkes fırlayınca ayıp olmasın diye çıkmış dışarı. Sonra Buca'da aile sağlık merkezinde görevli kızımızı aradık, onun da sağlık haberlerini alınca rahatladık. Kayınvalidemi aradı eşim hemen arkasından. Yalnız yaşıyordu ve yaşı iyice ilerlemişti. Son derece panikleyen bir yapıda olduğu için bina hasar görmese bile kalp krizi geçirebilirdi. Henüz telefonlar çalışıyordu, telefonda kayınvalidemin sesi ağlamaklıydı Depremin ardından üzerinde ne varsa o şekilde kapıyı çekip merdivenlerden üç kat aşağı binanın önüne inmişti. Hemen geliyoruz yanına, fakat yollar trafikten kilitlendi, gelmemiz zaman alır dedik. Daha sonra annemi aradık. Yaşlıların canı daha kıymetli olduğu için mi, hareket imkanlarının kısıtlı olmasının verdiği acizlikten mi yoksa karakterlerinden dolayı mı bilmiyorum ama telefonda sürekli "Çok korktum." deyip ağlıyordu. Sakinleştirmek için bir şeyler söyledim ve hemen evden yola çıktık. Kayınvalideme gitmek için beş kilometrelik yol bir saatten daha uzun bir zamanımızı aldı. Arabadaki radyoda dinlediğimiz A haber yayınında kötü haberleri ilk kez duyduk. Bazı binalar tamamen yıkıldığını ve hayatını kaybedenlerin olabileceği söyleniyordu.
Kayınvalidemi aldıktan sonra Ayrancı'da yalnız yaşayan kız kardeşimi almak üzere yola çıktık. Çünkü Marmara Depremini yaşamış biri olduğu için zaten önceden bir travma geçirmişti. Telefon ettiğimizde mutfak eşyalarının yerlere saçıldığından bahsetmişti. Her tarafta yollar tıkanmış durumdaydı. Kendimizi çevre yoluna attığımızda biraz rahatladık. Döndüğümüzde akşam saatleriydi. Bize yakın mesire alanları, Susuzdede parkı ve çimenlik alanlar, geniş refüjler piknik alanına dönmüştü. Hiç kimse evlerine girme cesaretini gösteremiyordu. Binaların neredeyse tamamı karanlık, araç park yerleri boşalmıştı. Yazlıkları olanlar alelacele yanlarına aldıkları eşyalarla araçlarına atlamış, yollarda uzun kuyruklar oluşturmuştu. Bizimkilerin geceyi dışarıda geçirelim ısrarına rağmen onları sakinleştirip, evimizde hiçbir hasarın olmadığını ve artçı sarsıntıların bize zarar vermeyeceğini söyledim. Ancak yine de en azından birkaç saat daha dışarıda kalmak konusunda ısrarcıydılar. Evimize yakın bir pideciye gidip karnımızı doyurmak konusunda anlaştık. Sabah kahvaltısından beri yemek, kimsenin düşündüğü bir şey değildi aslında. Ne var ki, bizim gibi düşünen çok kişi varmış, ya da millet yemek yapmayı bıraktığından dolayı aşırı bir talep olmuş. Pideci malzemelerinin tükendiğini söyledi. Annemi bir kez daha aradım, hala korkuyordu. Kız kardeşimi almaya giderken yolda sosyal medyadan aldığı bilgileri değerlendiren eşim, oğlumuza Tsunami tehlikesi olur endişesiyle sahildeki kafede oturmamasını söylemiş ancak o buna pek aldırış etmemişti. Nihayet evimize döndük. Bir şeyler atıştırıp televizyon karşısına geçtik.
Daha önce yaşadığım en büyük deprem yine İzmir'de 1 Şubat 1974 depremiydi. Büyüklüğü 5,2 olan depremde İzmir Saat Kulesi'nin üst kısmı yıkılmıştı. Sanırım on on beş saniye sürmüştü. Gece saat 02.00 de meydana gelen depremde tek katlı kerpiç binada uykudan uyanmış, kiremitli çatımız gıcırdayarak salıncak gibi sallanmıştı. O korkuyla bir hafta tuvalete bile yalnız gidememiştik.
Şimdi bir mühendis olarak bu son depremi değerlendireyim. Her şeyden önce farklı bir depremdi bu. Edine, Tekirdağ ve İstanbul'un yanı sıra Antalya'ya kadar son derece geniş bir bölgede hissedilmişti. Depremin meydana geldiği ilk dakikalardan itibaren ekşi sözlüğe yazılanlar ise oldukça ilginç. Ayrıca depremin büyüklüğüyle ilgili dile getirilen rakamlar kafaları karıştırıyordu. Afad 6,6 da ısrar ederken Kandilli 6,9 olarak açıklıyordu depremin büyüklüğünü. Yurtdışı kaynaklarda ise 7,0 ve 7,1 olarak geçiyordu. Depremin büyüklüğü farklı kriterlere göre hesaplandığını biliyordum. En basiti Richter ölçeği. Sismografta kaydedilen sarsıntı dalgalarının periyod ve frekanslarına göre depremin büyüklüğü tespit edilmekte. Çok kısa bir zamanda sonuç alınması bakımından tercih ediliyor. Ancak bu yöntem deprem merkezinin yakın olduğu yerlerde ve 6,0 büyüklüğünün altında kalan depremler için doğru sonuç vermekte. Daha büyük depremler için moment büyüklüğü daha gerçekçi bir sonuç verir. İlk olarak 1979 yılında önerilen bu tespit yöntemi daha uzun süreli hesap gerektirir ve her merkez bunu yapamaz. Bu bakımdan Afad tarafından yapılan 6,6 büyüklük 30 Ekim İzmir depreminin büyüklüğünü yansıtmaktan uzak bana göre. Bunun yerine Kandilli Rasathanesinin 6,9 moment büyüklüğü daha anlamlı.
Diğer taraftan ana depremden sonra meydana gelen artçı sarsıntıların 1.000'in üzerine çıkacağı anlaşılmakta olup sanırım bu bir rekor olarak kayda geçecektir. Depremin merkezi Sisam Adası'nın 5 km açıkları. Buna karşılık Seferihisar ve Kuşadası, Urla, Menderes gibi daha yakın yerler yerine en fazla yıkım Bayraklı ve Bornova civarında olmuştur. Bunun sebebi bana göre kontrolsüz ve hatalı, eksik yapılan yapılardır. Bu bölgedeki zeminler yapılaşmaya uygun olmayabilir ancak eğer uygun zemin iyileştirmesi yapıldığında her türlü zemine her türlü bina yapılabilir. Sorunun neden kaynaklandığı net olarak anlaşılamamakla birlikte zemin iyileştirilmesi yapılmaması, yanlış proje, uygun olmayan yapı malzemeleri kullanılması ve usulüne uygun inşaat ve denetimin olmaması gibi bazı nedenlerden biri ya da birkaçının varlığı söz konusu. Bayraklı bölgesinde çok katlı yapıların ayakta kalması, tamamen göçen binaların çevresinde yine sekiz dokuz katlı binalarda ufak tefek hasarların dışında bir sorun olmaması bu düşünceyi desteklemektedir. Bize üniversitede öğretilen bir husus hatırlıyorum. İyi mühendis projeye esas deprem büyüklüğünde en ufak bir çatlak oluşturmayan binaların hesabını yapan değildir, diyordu hocalarımız. İdeali, en şiddetli depremde binanın her tarafının çatlaması ama ana taşıyıcı sistemin dimdik ayakta kalmasıydı. Elbette bunda mühendisliğin önemli bir bileşeni olan mühendislik ekonomisine dikkat çekilmek isteniyordu. Fakat gereğinden büyük yapı elemanlarının da fayda yerine zarar getirmesi bildiğimiz bir gerçek.
Ölüm ve yaralanmanın hepsi kötüdür ama deprem sonucunda başa böyle bir olayın gelmesi en korkuncudur. Bu bakımdan deprem bölgesinde yapılaşma gerektiği gibi yapılmalı ve denetlenmelidir. Bu konuda kusuru olanlar en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Ne var ki, bu gelişmiş ülkelerde beklenen bir durumdur. Deniyor ki, Bayraklı Belediyesi depremde tamamen çöken sekiz katlı binalara çürük raporu vermiş ve bina sahiplerini bilgilendirmiş! Yeter mi bu? Televizyonlara çarşaf çarşaf gösterilen söz konusu raporların, kendilerini kurtarmak isteyen bazı idareciler tarafından depremin ardından alelacele düzenlenmediğinden (ülkemiz koşullarını bilen biri olarak) ne kadar emin olabilirim? Rapor tutulduktan sonra riskli görülen bu binaların derhal boşaltılması devletin sorumluluğunda değil mi? Kim bu binaların müteahhidi? Deniz kumu kullanıldığından, kullanılan etriyelerin yetersizliğinden ve kirişlere göre daha güçsüz kolonlar kullanıldığından bahsediliyor... Kim yapmış bu projeleri? Biliyorum, hepsi unutulacak. En fazla göstermelik birkaç kişiyi sorumlu tutup milletin gazını alacaklar.
İşin bana göre sevindirici yanı, eğer gerçekten depremin büyüklüğü 6,9 ise yukarıda bahsettiğim bölgedeki binalar dışında hemen hemen hiçbir hasarın oluşmaması. Örneğin benim de ikamet ettiğim ve tamamı karşılıklı sekiz, on katlı binalardan oluşan Mithatpaşa Caddesinde en ufak bir hasar duymadım. Bu temeli uygun zemine atılan, düzgün projelerin yapıldığını ve inşaat kurallarına riayet edildiğini gösteriyor.
Diğer taraftan enkaz altında kalan masum vatandaşlar yüreğimizi burkuyor. Bir de bütün İzmir'i fuhuşun merkezi görüp, bunun Allah'larının bir gazabı olduğunu zırvalayıp hadlerimizi bildirdiğini söyleyip içten içe sevinen bir geri zekalı güruhu var. Tek arzum bunlar gibi insan müsveddelerinin kaderlerinin çok daha acı olması...